Serendip Altındal
serendipaltindal@gmail.com
20 Haziran 2017
KURTARICI
Ülkemiz bildiğimiz; ama öz kaynakları dahi kurutulmuş ve özüne yabancılaştırılmış Tayyibistana, salt bir elektrik faturasında bile %100 haraç ödüyoruz. Nasıl mı? Geçen ayın elektrik sarfı tutarımız aslında 54 TL, oysa ödemek zorunda kaldığım 101 TL oldu. Sadece bir elektrik faturasında gerçek bu ise, genel kalemlerden yapılan toplam gaspı varın siz hesaplayın artık. Eşim bile faturayı görünce, doymak bilmez bir canavarı kanımızla besliyoruz demek zorunda hissetti kendisini.
İlave etmek gerekirse de; etimiz, kanımız onların oluyorsa da kemiklerimiz şimdilik bizlere kalıyor diye sevinmeli miyiz acaba. Ne ki onlar da, bir zamanlar Hitler Yahudilerine yapıldığı gibi köşe lambalarına, düğmelere, el sabunlarına dönüşürse ne yaparız ya da bu olmadan önce nerelere kaçarız bilemem. Yoksa konu mankeni kalarak, bir içi boşalmış sivri akıllının dediği gibi de ‘biat en iyisidir’ diyerek oturup kaderimizi mi bekleyelim. Bu ise Türk Ulusuna hiç; ama hiç uymaz işte, biline.
Adalet için yürüyorlar, sonuna kadar yürüyeceklerdir de. Genel Başkan olduğundan beri ilk gazasını veren Kılıçdaroğlu, taraflı tarafsız herkes tarafından canı gönülden takdirle alkışlanıyor. Diğeri de kalkıyor, ‘yürüyüşün Devletin sana bir lütfudur’ diyor. Allah Allah demek ki bundan sonra sokakta yürümek için bile Devletten müsaade almamız gerektiğini bilmiyorduk doğrusu. Bakın bu da varmış bu ülkede. Oysa bu balonu uçurmak yerine, yürüyüşün nedenini düşünebilseydi, ‘bakın günahına girmeyelim, onda da akıl ışıltıları varmış’ denebilirdi belki de kendisine.
Belki de akli bir hezeyan nedeniyle Cumhuriyetçi, Demokrat bir ülkenin Cumhurbaşkanı olduğunu unutuyor da, çağlar ötesi bir aşiret kabilesinin lideri mi olduğunu düşünüyor acaba diye hükmediyor insan. Ve 80 milyonluk, çoğunluğu aklı başında – ki çalınan hayırlardan belli – bir toplumun üstünde, milletiyle genetik bağı olmayan ve her an yok olmayı bekleyen bir geçici aşiret yönetimi mi oturuyor tematiği, zorunlu olarak akla geliyor.
Bir zamanlar Menderes’te aynı yolda yürümüş bir majesteleriydi. Cumhuriyet onuruna imza atmış bir ikinci adam İnönü’ye demediğini komayıp, yapmadığını bırakmamıştı. Sonunda Yassıada Hâkimi önünde ki süklüm püklüm, çaresiz ve acınası enkazı hala gözlerimin önünden gitmiyor. O zaman da genç aklımla nerede kaldı şimdi azametin diye düşünmüştüm doğrusu. Ne ki ihtirası adamı sonunda tiran yaparsa, bir tiran teröriste fark atar. Ve ihtiras yolunun sonunda aile boyu bütün varlığını yok edecek bir tiranın ise akıl ve mantık ile herhangi bir alakası olduğu ise söylenemez.
Hele de Referandum sonuçlarında toplum iradesi betiği ile kekeledikleri çalıntı %51’in aslında, tam bir soysuzluk olduğunu anlamak istemeyen kafalara bunu anlatmaya çalışmak da, bilin ki tam bir abesle iştigaldir. Ve unutulmamalıdır ki sandığa gitmeyen hayırcılar da ilave edilirse % 85-90’lara çıkacak hayır oylarını % 51 evet oylarına dönüştüren kurgu dahi kontrollü bir iktidar darbesidir kendi başına.
Bize de buradan böyle zihniyetleri iktidara elbirliği ile taşıyan AB & ABD emperyalist iktidarlarına, işte sizin gerçek kaliteniz, beş para etmez güvenilmez insan kimliğiniz de budur, demek ki hep kendi hamurunuzdan adamlara muhtaç olacaksınız demek düşüyor. Biz ülkemizde aynı kafaların ortak ürünü olan çağ ötesi irticai beslemelerle hala uğraşıyorken, Reform ülkelerinin içinde bulundukları daha büyük sıkıntılara, endişe ve korkulara da biraz dikkatimizi yöneltirsek, kendi sıkıntılarımız da belki biraz hafifler ve özgüvenimiz artar.
Mesela yakın günlerde Avrupa da yayılan terörün yanında, Berlin de sol ekstiremist eylemcilerin terör estirdiği, caddelerde yanan arabaların, dükkânların yanında sivil ve polislerden de yaralıların olduğu büyük çatışmalardan, nedense bizim yandaş medya da hiçbir haber yoktu. Yoksa terörün kendisine döneceği beklentisi ve korkusuyla uykuları kaçan Erdoğan, ‘büyük yürüyüşü yazmayın da emsal olmasın’ endişesiyle basına da bu nedenle yasak mı koydu acaba? O Hâlde bizatihen lütuftan(!) bahsetmesi de normaldir şüphesiz.
Askerlerimizin zehirlenmelerini daha ilkinden itibaren ciddiye aldığım için kendi adıma da yazmıştım. Bugün bunun sistemli bir sabotaj olduğu da ortaya çıktı herhalde artık. Maddesel veya bakteriyel bir zehirlenme olup olmadığını bu çağdaş dönemde tespit edebilmek bu kadar zor mudur? Yolgeçen hanı olmuş ülkemde, yemek şirketlerinin yanı sıra mutfak personellerinin, ordunun gıda ve ambar sorumlularının da kontrol altına alınmaları gerekmez mi? Komutanları sahiden bu kadar değersiz ve kimliksiz mi kaldı bu ordunun. O halde ordu neden var. Ey Baş Komutan ses ver, nerelerdesin!!!
Şayet ihmaller artar ve tedbirler alınmazsa, yakında ayakta kalan askerimizde kalmayacaktır karargâhlarında. İşte o zaman Beylerin, Hanımefendilerin torpilli çocuklarının, yakınlarının da acilen silahaltına alınmaları gerekecektir ani seferi durum zuhur ettiğinde ki o da yakındır. Ve inanıyorum ki bu ülkenin mevcutları kadar, bir torpilli ihtiyatı da vardır nasılsa. Şimdi bunların asker(!) olduğunu ve ülke savunması nedeniyle cepheye yollandıklarını da gözünüzün önüne getirin bir zahmet.
Vatanı olmayandan kahraman, kahraman olmayandan da vatan kurtarıcı çıkmaz. O nedenle de yüce Atatürk her ikisiydi ya zaten. Kahraman olmak için Çanakkale gibi bir meydan Muharebesi kazanmak, Gandi veya Mao gibi de halkıyla en azından bir uzun yürüyüşe bizatihi lider olmak gerekir. Sadece masa başında olmuş bir kahramandan bahsetmiyor tarih ne yazık ki. Belki de yeni kurtarıcımız, Kılıçdaroğlu olur kim bilir. Yalnız korkanlar, korkularının dağları beklediği gibi de yolunu tıkamaya kalkarlarsa, bilin ki sonuçta kazanan kurtarıcı, yine de bizim Gandi Kemal olacaktır.
Buradan kendisine sesleniyorum; doğru yoldasın aziz kardeşim. Bugünden başlamak üzere yarının gençliğine de örnek olacağını bilesin. Çünkü emek karşılığını sonunda hep almış ve her zamanda alacaktır. Kıçı koltuğuna yapışandan hayır gelmemiştir kimseye ve hiçbir ülkeye. 428 Km az yol değildir, ülkenin yarısını adımlamış oluyorsun böylece. Bir idealle de özdeş olursa hele, erdem yürüyüşün öğretici olurken, göründüğünden de çok fazla hedefi bir anda vuran bir ok olur.
Belki de farkında olmadan başlattığın halk devrimi böylece artık seninle yola çıkmıştır. Birliğin, idealin, altı okun ve ancak Kemalist misyonun gereği kemikleşebilecek olan sağlıklı kişiliğin, lekesiz ve açık alnınla da çok yaşayasın. Asla pes etme – ki etmeyeceğini de adım gibi biliyorum – sonunda bulacağın ADALET senin olsun ve sayende temsil ettiğin bizlerin de kuşkusuz. Ayrıca Adaleti sen geri getirince, yarın Erdoğanlar takımının da sana medyunu şükran olacağını şimdiden kestirmek inan ki hiç zor değildir. Çünkü Cumhuriyet nasıl onları var ettiyse yarın doğrulan adalete de yine onların daha çok ihtiyaçları olacağı kesindir.
Dört duvarımın gömüsünde, hüzünlerimi oluşturan karmaşık düşüncelerle baş başa, ülke ve dünya işleriyle haşır neşir olurken, sevenle sevmeyen arasında; ama sevgisiz yaşanmıyor yine de bu Dünya diye düşünüyorum. Size gelince Avrupalılar, Kuzey Amerikalılar bugünlere kadar üçüncü Dünya da oynadığınız oyunlar, çevirdiğiniz entrikalar bağlamında tüm yaptıklarınız, şayet evriminizi tamamlayamadığınızda geleceğinizin ve devam eden kalitesizliğinizin de teminatı olacaktır. Bir de utanmadan atalarınızı uygarlaştıran, sizleri de adam yapan aryan Türklerin karşısında, kaypak akıllarınızla bir de kendinizin de aryan olduğunu iddia etmeye kalkıyorsunuz. Hastirin oradan…
Serendip Altındal