TARİHİN İÇİNDEN * Lawrence’taki Türk düşmanlığının kökeni: 
Kut’ül Amâre sendromu

Turk solu
Orhan Koloğlu
20 Haziran 2016

Lawrence’taki Türk düşmanlığının kökeni: 
Kut’ül Amâre sendromu

Kut’ül Amâre hezimeti

Lawrence’ın hem Birinci Dünya Savaşı’ndaki faaliyetlerinde hem de savaş sonrası kaleme aldığı anılarında derin bir Türk düşmanlığı görülür. Bunun en önemli nedeni İngilizlerin Kut’ül Amâre’de yaşadıkları hezimet olmalıdır.

Pek çok İngiliz tarihçi, Kut’ül Amâre’de yaşananları tarihlerinin en büyük hezimetlerinden biri hatta Knightley ve Simpson’un deyimiyle “1842’deki Kabil bozgunundan beri İngiliz ordusunun yaşadığı en aşağılayıcı hezimet” olarak görürler.Kut’ül Amâre’deki yenilginin İngilizler açısından bedelini şu şekilde özetleyebiliriz:

Townshend’in birlikleri: 10 bin ölü ve yaralı (yaralıların birçoğu bakımsızlık yüzünden ölmüş ya da ağır sakat kalmıştır) Kurtarma birliklerinin kaybı: 23 bin ölü ve yaralı
Esir: 13 bin

Bu hezimetin İngilizlere iki türlü faturası oluyordu. Öncelikle savaşın ana kalbi olan Avrupa’da değil de ikinci derecedeki bir bölgede net 46 bin kaybetmek büyük bir darbeydi. İkincisi, bu hezimetle birlikte İngilizler ayaklandırmak istedikleri Araplarda büyük hayal kırıklığı yaratmış oluyordu.

Ancak Lawrence’taki Türk nefreti sadece bu hezimetle açıklanamaz, çok daha derindir. Bunun da temelinde hezimet sonrası Lawrence’ın kendisine verilen görevi başaramaması aranmalıdır: Esir düşen birlikleri serbet bırakması için Türk komutanlarına rüşvet vermek.

Lawrence’ın en iyi bildiği iş: Rüşvet vermek
Townshend komutasındaki İngiliz birlikleri Kut’ta kuşatılmış durumdayken, İngilizler ilk kurtarma operasyonu için İngiliz-Hint Ordusu’nu gönderdi. Ancak 4.000 kayıp verip geri çekilmek zorunda kaldılar.Bu ilk operasyon başarısız olunca Türk ordusunun komutanı Halil Paşa, Mart 1916 başlarında İngiliz komutan Townshend’e teslim olma çağrısı yaptı. Ancak İngilizler bu öneriyi kesin bir dille reddetti. Hatta birkaç kurtarma operasyonu daha düzenlediler. Ancak yine başarılı olamadılar. Bunun üzerine Halil Paşa’nın altınla satın alınması gündeme geldi.

Ancak çok önemli bir problem çıktı. Hiçbir İngiliz subayı böyle bir girişimi kabul etmiyor, hele hele bu tür bir pazarlığı yürütmeyi mesleklerinin şerefiyle bağdaştıramıyordu. Basra, Kut ve Mısır’da bu göreve talip olan tek bir asker bulunamadı.

Bunun üzerine Arap Bürosu’nun iki sivil kökenli görevlisine iş düştü: Aubrey Herbert ve Lawrence.Aslında görüşmeleri Townshend ile Halil Paşa yürüttüler. Lawrence’ın bu görüşmelerdeki rolünü ve payını kestirmek mümkün değil. Ancak Halil Paşa’nın teslim olacak bir ordunun kumandanının katılmadığı ve sivil kökenli bir görevlinin sunduğu bir öneriyi ciddiye alması da beklenmemeli. Bence Townshend gerekli görüşmeleri yapmış, sadece para önerisini Lawrence’a bırakmıştır.Halil Paşa anılarında önerinin Townshend tarafından şu sözlerle yapıldığını söylüyor:

“Arzu edeceğiniz bir bankaya adınıza lazılmış bir milyon liralık çek teslim edilecektir.”Halil Paşa, bu teklifi duyunca neler hissettiğini anılarında şöyle anlatır:

“Şahsıma verilecek bir milyon İngiliz lirasına bir İngiliz ordusunun hürriyeti. Kumandan anlaşılıyordu ki Türk subayları ve askerini ve sonra İttihatçıları tanımamaktadır.Bu teklif herhalde başka şartlar içinde yapılsaydı tek cevap, silahımın namlusundan çıkacak tek bir kelime olurdu. Ne var ki, inatla dövüşen ve sempati duyduğum bir İngilizle karşı karşıya bulunuyordum. Nihayet bir başkası için, başkaları için yanılabilirdi.”

Halil Paşa’nın verdiği yanıtı yine anılarından okuyalım:
“Elime ve sinirlerime hâkim olarak kendilerine şu cevabı verdim:

– General, beş aydır sizinle, Aylmer ve Göringe orduları ile dövüşüyorum. Türk ordularının maneviyatları için sizin ve ordunuzun esaretinin zarureti hasıl olmuştur. Elinizdeki İngiliz yapısı top, tüfek ve cephane de bizim ordumuzun modellerine uymaz, bu itibarla bana lazım değildir, serbestçe imha edebilirsiniz. Silahlarınızı imha ettikten sonra benim tarafımdan en ufak bir tecavüze uğramanız ihtimali de olamaz. Şahsıma teklif edilen bir milyon sterlinlik çek meselesini de bir latife olarak telakki ediyorum. Biliyorsunuz Baltacı devirleri geride kaldı.Konuşulacak bir şeyimiz kalmadığı için vedalaşarak ayrıldık. Karargâhıma döndükten sonra birliklere son taarruz hazırlığına girişmelerini emrettim. Ne olursa olsun Kut’u düşürecektim ve bu çek teklifinin en güzel cevabı olacaktı.”

Halil Paşa’nın 1 milyon sterlinlik rüşveti reddetmesi üzerine devreye Lawrence girer ve teklifi 2 milyon sterline çıkartır. Yine Halil Paşa’dan okuyalım:

“Hazırlıkların yapıldığı sırada tekrar bir İngiliz subayının beni görmek istediğini bildirdiler. Biraz sonra İngilizlerin ünlü casusu Lawrence karşımdaydı. Yeni bir mektup getirdiğini söyledi, açtım okudum. Mektupta, motorda konuşulduğu gibi birinci ve ikinci maddelerden aynın bahsediliyor. Bana teklif edilen bir milyon liralık çek için de şu değişiklik ileri sürülüyordu:

‘Türkiye Hükümeti namına iki milyon İngiliz liralık çek.’
Generale gönderdiğim cevapta, çapları ve durumları itibariyle silahlarının işimize yaramayacağını ve hükümetimin de paraya ihtiyacı olmadığını, artık bu şekilde müzakerelerle vakit kaybedemeyeceğimi söyledim.”

Teslim olan Towshend’de Türk nefreti yok Lawrence’ta niye var
İlginç olan, Kut’ül Amâre’deki hezimetin ardından gerek Lordlar Kamarası’nda gerekse esir düşen İngiliz komutanlarda bir Türk nefretinin oluşmamasıdır. Aksine, kendilerini yenen rakibe karşı değişik bir saygı hissediyorlardı. Hatta Kitchener bir konuşmasında “Türk kumandanı Halil Paşa ve askerlerinin soylu davranışları”nı övmüştür. Yine pek çok tarihçiye ve kendi araştırmalarıma göre Townshend ve diğer subay ve erlerin Türklere karşı hiçbir kini yoktu.Nitekim Halil Paşa’nın Townshend’i teslim alırken sarf ettiği şu sözler İngilizleri derinden etkilemiş olmalıdır:

“Siz ordunuzun ve milletinizin şerefini tamamen müdafaa ettiniz. Vaziyetiniz kısmen Plevne’deki Gazi Osman Paşa’nın vaziyetidir. Sizi harp esiri olarak kabul etmiyorum, padişahın ve Türk milletinin misafirisiniz.”

Lawrence’ın bu teslim törenine tepkisi çok sert oldu. Kahire’ye çok ağır eleştiriler içeren bir rapor sundu ve Townshend başta üstü düzey subayları suçladı. Rapor o kadar ayrıntılı ve sinirli bir tonda yazılmıştı ki, mavnaların kıyıya bağlanma sistemi bile eleştiriliyordu.
Rapor, yüksek makamlara iletilirken yumuşatıldı. Ancak Basra’daki İngiliz ordusu raporun içeriğini öğrendi. Zaten Basra ile Kahire’deki İngiliz orduları ve karargâhları arasında bir çelişki vardı. Rapor bu çelişkileri daha da artırdı.

Lawrence hem Townshend hem de Türklere karşı yüreğini kinle doldururken İngiliz kaynakları o dönem Kut’ül Amâre’nin teslim oluşunu şu şekilde aktarıyordu:

“Kır bir at üzerinde şık üniformalı, kelebek gözlüklü, dimdik duran Albay’ın komutasındaki sağlam, dayanıklı, pis postalları parçalanmış Türk askerleri, trampetin ritmine uygun bir yürüyüşle şehre girdiler… Araplar alkışlıyor ve Albay’ın çizmelerini öpmeye çalışıyorlardı. Ama onları itti (…) İngiliz subayları teker teker kılıçlarını teslim ettiler, o da başıyla selamlayarak alıyor ve ellerini sıkıyordu.

General Townshend’in kılıcını Halil Paşa özel olarak gelerek aldı ve kendisine iade etti. Townshend ondan bir lütuf istedi. Köpeği Spot’un nehre atılmasını, yüzerek İngiliz ordusuna erişip İngiltere’ye gönderilebileceğini söyledi. Halil ciddiyetle kabul etti. Esaret İngilizler içindi, köpekler için değil. (…) Ama her yerde bu kadar nazik değillerdi. (…) Erlerden biri parçalanmış postallarını İngiliz subaylarınkini çalarak değiştirmeye kalkışınca derhal bir Türk subayı müdahale etti. Potin iade edildi. Türk subayı askerin suratını tokatlamaya başladı. Asker hazırolda duruyor ve her tokattan sonra selam veriyordu.”

İngilizlerin bir kısmı bu disipline ve kafalarındaki “barbar Türk” imajına pek de uymayan nezakete ve saygıya hayranlık duyarken, Lawrence başta daha küçük bir kesimi ise yaşadıkları hezimeti kin ve nefretle dağlamaya çalıştı.

Lawrence: 
“Türk askerini esir almayın, kafalarını kesin”
Lawrence’taki Türk düşmanlığında hem Kut’ül Amâre’deki hezimet hem de ikili görüşmeler esnasında Türk tarafını satın alamamış olmak derin izler yaratmış olmalıdır. Ancak, kanımızca, Lawrence’ın kibirli ve egosu yüksek kişiliği hatırlanırsa, asıl büyük etki Halil Paşa’nın onu çok fazla önemsemeyen tavırlar içine girmesi asıl nedendir. Halil Paşa’ya da hak vermeli. Karşısında bir İngiliz generali varken, ne idüğü belirsiz bir istihbarat subayına mı saygı gösterecekti koskoca paşa!

Halil Paşa, teslim olan İngilizlere bu şekilde saygılı davranırken Lawrence çok değil bir yıl sonra kendisine esir düşen Türklere tam tersini yapacaktır. Hatta Eylül 1918’deki Osmanlı’nın IV. Ordu’suna karşı Şam ve Halep’te girişilen saldırıda Lawrence Arap isyancılardan “hiçbir esir alınmamasını” isteyecektir. Sonuçta esir düşen binlerce Türk askeri, kimi kaynaklara göre rakam 5.000’dir, kafaları kesilerek öldürülecektir.

İşte İngilizlerin sözde kahramanı Lawrence…

http://www.turksolu.com.tr/lawrencetaki-turk-dusmanliginin-kokeni%e2%80%a8kutul-amare-sendromu/

This entry was posted in Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *