UĞUR MUMCU * RABITA * Bugünün Dinci politikalarının kilit taşları dündedir…Laikliği düşman belleyen karşıt islamcı politikalar beslenerek büyütülmüş ve Millet olamayan Ümmet mensupları Devletin başına gelmişlerdir * Sarıklı, sakallı ,İphonlu laptop’lu ,jetskili , 4×4 jipli ,kumalı Türk yurttaşlarının istedikleri İslâm devletidir.

UĞUR MUMCU

RABITA
Onuncu Basım
TEKİN YAYINEVİ

[Atatürk İlkelerinin yürekli ve inançlı savunucusu Nadir Nadi ‘ye…]
Ankara’nın taşına bak Gözlerimin yaşına bak Uyan uyan Gazi Kemal Şu dünyanın işine bak

«İSLÂMÎ DEVLET, KURULACAK ELBET.»

Cami bu sloganla inliyor. Cemaatin çoğu sakallı, bereli ve sarıklı insanlardan oluşmuş. Çoğu ya çocuk yaşta ya do genç. Cemalettin Kaplan’ın ağzından her Allah sözü çıktığında cemaat sağ ellerini öne doğru uzatıp hep birlikte «Tekbir Allah» diye birkaç kez bağırıyor.

«İslâm devlet, kurulacak elbet.»
Caminin kapısında Mercedes marka arabalar duruyor. Biraz sonra cemaat dağılacak.Ve bu siyah cüppeli, yeşil şalvarlı, beyaz sarıklı ve sakallı insanlar Mercedeslere binip evlerinin yolunu tutacaklar.

Sarık ve Mercedes!
Sarık ve Mercedes, Sanki Federal Almanya’da Türkler arasındaki dinsel akımların simgesi olmuş.Sarıklı, sakallı ve Mercedesli Türk yurttaşlarının istedikleri «İslâm devletidir.

Cemalettin Kaplan’ın elden ele dolaşan «Tebliğ’nin El Kitabı» adlı kitabından aktaralım:

Gayemiz: İslâm devleti.
Hâkimiyet: Allah’a mahsustur.
Anayasa: Kur’an-ı Kerim’dir.
Nizam: Şeriattır.
Kaynak: Yine Kur’an-ı Kerim’dir.
örnek ve önder: Hazreti Muhammed’dir.
Metod: Tebliğdir.
Mevzu: Hakkın hâkimiyetidir.
Tebliğ vasıtaları: Meşru her vasıtadır.
Tebliğ hükmü: Farzdır.
Tebliğin üslûbu: Açık, net ve. kesin.
Silâh: İlim (âyet, hadîs, akıl ve mantık).
Siper ve kalkan:.Sabır, tahammül ve müdafaa

«Tebliğ devrinde silâha sarılma, kaba kuvvete başvurma, mu-kabele-i bilmisül yapma yoktur.» Günün Türkiyesi: Dünün Mekke’sidir.

Hoca bunları anlattıkça cemaat kendinden geçiyor. İslâmî devlet, kurulacak elbet. «İslâm devleti anayasası» da hazır bile. Avrupa’nın birçok yerinde İslâm anayasası elden ele dolaşıyor ve camilerde konuşulup, tartışılıyor.

İslâm devleti nasıl bir devlet olacak? Gerçi Cemalettin Kaplan Hz. Muhammed’i örnek aldığını söylüyor, ama yandaşları hep İran’dan, Humeyni’den, islâm devriminden söz ediyor.

Hollanda’nın Zaandam şehrinde Kaplan’ın örgütü olan İslâm Cemaat ve Cemiyetler Birliği denetimindeki Ayasofya Camii’nde uzun uzun tartıştığımız Ahmet Kütahyalı adlı 32 yaşındaki eski edebiyat öğretmeni «yazın» diyor, birlikte resim çektirirken.«Resmin altına yazın, bir mürteci resmi diye yazın.» Soruyorum, «Ne yazayım istersin?» «Bir Müslüman ile bir kâfir yan yana diye yazın.»

Müslüman, Ahmet Kütahyalı, ben de kâfir. Niçin kâfir? Çünkü laik düşünceye inanıyorum da ondan. «Laiklik ayrı bir dindir. Dinsizlik demektir. Kâfirlik demektir.»

Baktım tartışmanın anlamı yok. «Peki» diyorum. Resmin altına olduğu gibi
yazacağım. Bir Müslüman ve bir kâfir. Ama nasıl Müslüman? İran yanlısı diye yazayım mı?

«Yazın. İran devrimine âşık diye yazın.» Böylesine açık açık İran devriminden yana olduklarını söylüyorlar. Camilerinde Tahran’da basılan ve Türkçe’ye çevrilip, Türkler arasında dağıtılan «İslâm Çağrısı» adlı dergi de okunuyor.

Dergide İslâm devriminden, Humeyni’den söz ediliyor. İslâmî bilgiler veriliyor.Cemaat, İran Büyükelçiliği tarafından dağıtılan «islâm Çağrısı» ve «Kayhan» adlı dergileri okuyor ve kendi aralarında İslâm devrimi nasıl olacak, bunu tartışıyor.

Federal Almanya’nın Bochum kentinde Eyüp Sultan Camii’nde’ Cemalettin Kaplan’ı dinliyorum. Cemaat arasında gencecik insanlar var. Bunlar da Cemalettin Hocanın devrim muhafızları. Kaplan, «Allah» dedikçe cami tekbir sesleri ile inliyor.

Türkiye’de Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı da yapmış olan Kaplan’ın ajitasyon yeteneği fena sayılmaz, ancak Türkçeden ortaokul diploması nasıl aldığı pek kuşkulu. Bağırıyor, çağırıyor, ancak sözcükleri çok kötü kullanıyor. Örneğin,«mason» yerine «masum» diyor. Bir türlü dili mason demeye dönmüyor. Kemalist derken «a»’yı uzatıp «Kemaaallst» diyor. Bağırıyor, çağırıyor, kışkırtıyor,açıkça siyaset yapıyor. Arapça âyetler okuyor.

Kim bu Hoca?
1926 yılında Erzurum’un İspir kazasında doğmuş. İlk dinî bilgileri babasından almış. İmamlığa başladığı sırada ilkokul mezunu bile değilmiş. Askerliğini yaptıktan sonra ilkokulu, ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitirmiş, sonra da Ankara İlahiyat Fakültesi’ne girmiş, aynı tarihte Ankara’da vaizlik yapmış. 1966 yılında İlahiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’na müfettiş olarak atanmış, daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Özlük İşleri Müdürlüğü de yapan Kaplan, bir süre de Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığında da bulunmuş. 1966 yılından 1981 yılına kadar da Adana’da müftülük yapmış.

1971 sıkıyönetimi ile çok iyi ilişkiler sürdüren ve zaman zaman sıkıyönetim komutanlarına kendi alanında yardımcı olan Kaplan, 1977 seçimlerinde de MSP üstesinden Erzurum’da milletvekili adayı olmuş. Olmuş, ama seçilememiş. Seçilse hiç şüphesiz o da bütün milletvekilleri gibi kürsüye çıkıp «laik devlete bağlı kalacağına» yemin edecekti. Ondan ne şüphe!

Peki nasıl olmuş da Hoca 60 yaşından sonra «hidayete erip» islâm devleti için Avrupa’da cihada başlamış. Çünkü,«Peygamber efendimizin buyurduğu veçhile her yüz yılın başında bir müceddid gelecek, bir yenilik getirecektir.

Neyi yenileyecek? Dini mi? Hayır, Din zaten her zaman yenidir. Müslümanların dine bağlılığını, Müslümanların cihad bağlılığını yenileyecek,şehit olma aşk ve şevklerini, başarıya ulaşmaya, zafer kazanmaya ait olan ümit ve heyecanlarını yenileyecektir. Bu da kapalı ve gizli çalışma yolu olan parti yoluyla değil, peygamber ve sahabenin takip ettikleri tebliğ ve cihad yoluyla olacak değil mi?

Avrupa’da cami ve cemaatlerimiz hissedilir derecede çoğalmıştır. Buna sebep de 12 Eyiül’den sonra parti zihniyetinin ve siyasi taassubun zaafa uğraması ve hızını kaybetmesidir.» Kaplan Hoca bu bakımdan 12 Eylül harekâtını çok olumlu karşılıyor. Diyor ki:

«Evren geldi, Evren’in bir iyiliğj oldu. Partilerin balonlarına bir iğne dürttü, hepsi söndü. Bir-iki sene partisiz yaşadık. O kadar rahat ki, cemaat de çoğalıyordu, cemaat de ruhen bu particilikten tedirgindi.»

« Cemalettin Kaplan,1981 yılında sıkıyönetim komutanlığının isteğiyle olacak, resen emekliye ayrılmış. Buna çok içerleyen Kaplan, düşünmüş, taşınmış, ne yapsın?

Ver elini Almanya! ………………………………………….
…………………………..

«RABITA»

Desem ki: — Bir süre bu imamların aylığı «Rabıtat-a|-AJam al-İsJâmî» adlı şeriat örgütü tarafından ödenmiştir. «Olmaz, olamaz» dersiniz.

Olmuş. Hem de 12 Eylül döneminde. Hem de Atatürkçülükten en çok söz edilen bir dönemde. 12 Eylül döneminde görev almış adının açıklanmamasını isteyen bir bakandan dinlemiştim bu konuyu.

«Sayın Mumcu, Diyanet İşleri yurt dışına din hizmeti götürmekte çok geç kaldı. Kalınca da yurt dışında Süleymancılık, Milli Görüşçülük gibi akımlar at oynattı. Hemen yurt dışına din adamı gönderelim dedik. Baktık mevzuat yok ortada, tabii para da.

Suudîlerle anlaştık. Bir mutabakat gereğince Türk imamlarının aylıkları bir süre, 1982 yılından 1984 yılına kadar Rabıta örgütünce ödendi.» Ödenen aylık 1100 dolar.

Bu paralar. Rabıta örgütünce, Türkiye büyükelçiliklerine ödeniyor, büyükelçilikler de aylıkları imamlara ödüyorlarmış. Önce Belçika’da başlamış bu uygulama, daha sonra Federal Almanya’da da aylıklar Rabıta örgütünce ödenmiş. Brüksel’de İslâm Kültür Merkezi Müdürü başimamı Ehdel ile görüşürken bu konuya da değiniyorum. Başimam Ehdel ile görüşmemin asıl amacı da bu aslında. Dönüp dolaşıp soruyorum:

«Rabıta örgütünün Türk imamlara ödediği aylıklar konusunda bilgi verir misiniz?» Başimam Abdullah El Ehdel hen «İslâm Kültür Merkezi» Müdürü, hem de «Rabıtat-al- Alam-ül-İslâm» adlı şeriat örgütünün Avrupa temsilcisi. Başimam Ehdel, Tayyar Altıkulaç’ı da, Diyanetçiler’r de çok yakından tanıyor. Ad ad biliyor Altıkulaç ve kadrosunu. «1980 yılından bu yana Rabıta örgütü Türk imamlarının da aylıklarını ödemiştir.»

Peki kim yapmış bu anlaşmayı? Adının açıklanmamasını isteyen bakan,
«Anlaşmayı Dışişleri yaptı» diyor. Dışişleri’ne soruyorum:

«Yurt dışındaki Türk imamlarının aylıklarının Rabıta örgütünce ödenmesi
konusundaki (mutabakatı imzalayan kimdir?» Dışişleri Bakanlığı’nın verdiği yanıt şöyle:

«1982 yılında Belçika’da görevli din adamlarının aylıkları Rabıta örgütünce ödenmiş. Sonra bu uygulama durmuş. Ancak mutabakatı yapan Dışişleri değil; Diyanet İşleri.»

Bu «mutabakat»ı yapan kim? Diyanet İşleri Başkanlığı mı? Yoksa Dışişleri mi?

Eski Bakan: «Diyanetin böyle bir mutabakat yapma yetkisi yok. Mutabakat
Dışişlerince yapılmış» diye ısrar ediyor. Başimam Ehdel «Evet biz ödedik» diyor ve ekliyor: «İslâm Kültür Merkezi Yönetim Kurulu’nda aralarında sizin büyükelçinizin de bulunduğu beş büyükelçi var. Üç tane de Rabıta temsilcisi. Türkiye’den gelen din öğretmenlerinin de atanmalarına karışabiliriz. Ancak bir çeşit centilmen anlaşması ile bu yetkiyi devletinize devrettik……………

This entry was posted in DİN-İNANÇ, İrtica, Politika ve Gundem, RADİKAL İSLAM, UĞUR MUMCU, YOBAZLIK - GERİCİLİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *