Arşivden gündeme * EMPERYALİZM * TÜRKİYE’Yİ TÜRKSÜZLEŞTİRME OPERASYONU

BEHIC GURCIHAN

TÜRKİYE’Yİ TÜRKSÜZLEŞTİRME OPERASYONU

(Bir coğrafyayı milletinden ayırmanın anatomisi)

“Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir”

Yukarıdaki söz Anadolu coğrafyası üzerinde emelleri bulunan küresel güçlerin Türkiye’deki ağızlarından birisi tarafından dile getirilmiştir. Dünyanın hiçbir ülkesinde, kendi vatanı hakkında böyle bir söz söyleyeni hala aydın statüsünde tutup, ona medyasında yervermeye devam edecek bir başka ülke yoktur fakat aydını derin aşağılık kompleksleri ile yoğrulmuş ve bu aydınları çeşitli dış kaynaklardan fonlanan bir ülkede de buna pek fazla şaşırmamak gerekir.

Merkezinde Türkiye’nin bulunduğu coğrafi ana kara üzerinde yeni küresel planlarını 11 Eylül ile birlikte devreye sokan egemen güçlerin Türkiye’ye biçtikleri rolün dışa vurumunun kimin ağzından çıktığının nedenlerinden çok; bu planın özüne dair bir inceleme yerinde olacaktır.

Temelde bu operasyon; Anadolu’yu Türksüzleştirme, Türk’leri de millet bilincinden sıyırma operasyonudur.

28 Şubat 1997’de geliyorum diyen bu yeni kaos dalgasının ikinci ayağı 17 Ağustos 1999’da çakıldı ve 2001’de yaşanan ekonomik krizle ile ekonomik olarak derinleştirilen bunalımın son kulvarına 3 Kasım sonrasında yaşanacak savaş süreci ile girilecek. Topraklarımız dışında yaşanacak bu savaş içeride bir çok operasyon içinde bahane oluşturacak. 3 Kasım sonrasında oluşacak siyasi tablo bünyesinde birilerinin bu bahaneyi yaratması hiç de zor olmayacak.

28 Şubat’la orduyu pasifize edenler, 17 Ağustos’ta toplumla-devlet bağını iyice koparmakla kalmayıp hem ekonomik krizin temellerini attılar hem de Türkiye’nin en kritik toplumsal havzasında yabancı istihbaratın kuluçkalanmasına neden oldular. 2001’deki ekonomik kriz Türkiye’nin milli sermaye altyapısının altına dinamit koymakla kalmadı, Türkiye’nin finansal sisteminin de belli odaklarının iyice kontrolü altına girmesinin dinamiklerini yarattı. (Eskiden uzaktan izledikleri sistemin sahibi oldular da denebilir).

Şimdi önümüzde ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün Ortadoğu operasyonunun Anadolu toprakları üzerinde yaşanan “Türksüzleştirme” operasyonunu iyi tahlil etmek gerekiyor.

Bu operasyonun üç ana kulvarı bulunmaktadır :

a) Üretimde (Sermaye) Yabancılaşma
b) Toplumsal Yabancılaşma
c) Coğrafi Yabancılaşma

Üretim(Sermaye) Yabancılaşması

Operasyonun en kolay icra edilen ayaklarından bir tanesidir. Pazar dinamikleri maskesi altında; 10 milyon dolarla borsanın oynatılabildiği, her köşe başına özerk kurulların hakim olduğu bir ekonomide, geriye sadece gayrimilli sermaye odaklaşması kalmaktadır. 28 Şubat sürecinde ‘yeşil sermaye’ öcüsü yaratılarak sindirilen Anadolu sermayesinin tabutuna son çivi de 2001 krizi ile çakılmış ve krizin hemen sonrasında Baba Bush’un temsil ettiği Carlyle Grubu (Dünyanın en büyük finans-yatırım şirketlerinden) , Rahmi Koç ile özel bir toplantı yapmıştır. Bu toplantı Türk ekonomisinin küresel güç baronları arasında paylaşıldığı toplantılardan sadece birisidir.

Türkiye’nin üretim tabanının gayrımilli odaklara devredilmesi sürecinde en önemli unsurlardan bir tanesi finans sektörünün teslimiyetidir ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu bu alanda bazıları için paha biçilmez bir rol oynamıştır. Finans sektörünü rehabilite etmeyi değil budamayı tercih eden bu kurumun en son Pamukbank operasyonu, finans sektörüne yönelik bu operasyonun arkasındaki niyeti açıkca ortaya koymuştur. Benzer bir şekilde Demirbank bağlamında gerçekleşenler, küresel güç baronlarının küreselleşmedeki neşteri görevini gören global finans sermayesinin Türk finans piyasasına hakim olmaları yönünde attığı ilk işaret fişeğidir. Doğrudur; küresel finans sermayesi Türkiye’deki finansal dalgalanmalar üzerinde zaten birkaç yabancı finans-yatırım kurumu ve bunların beslediği birkaç parasever ‘Türk’ evladı ile hakim durumdaydı. Bu noktada küresel güçlerin hakim olduğu yeni dinamik; Türkiye’deki finansal dalgaları etkileme gücünün ötesinde üç ana unsuru barındırmaktadır:

a)Türkiye’deki büyük sermayeleşme eğilimlerinin önünü kesebilecek konum

a.Hangi sermaye grupları boylarını aşacak girişimleri hedefliyor; kimin büyümesi kontrol dışı gerçekleşiyor; mevcut sermaye dengelerine tehdit içerecek dinamikler mevcut mu?

b)Türkiye’nin üretim altyapısı ve sermaye/finans hareketleri ile ilgili paha biçilmez istihbarat

a.Hangi şirket ne üretimini yapmakta, ne yönde hareket etmekte, hangi pazarları ve dışarıya rekabet yaratabilecek ortamları hedeflemekte, üstüne vazife olmayan alanlara gözünü dikmiş mi?

c)Ekonomiyi daha mikro düzeyde kontrol yetisi

a.Kimlere kredi verilir, ne kadar verilir, hangi durumlarda bu krediler geri çekilir

Demirbank’ın yok pahasına devredildiği HSBC bankasının Asya’da ABD’nin istihbarat örgütlerinden CIA’in kara parasını akladığı yolundaki suçlamalar dikkate alındığında, Türkiye’deki finans/ekonomi istihbaratının en ince ayrıntısına kadar kimlerin eline ve kontrolüne geçtiğini görmek daha kolay olacaktır. Genlerinin haritasını kaybetmekten kaygı duymayan bir milletin parasının bilgisini kaybetmesi ne kadar kaygı vericidir ayrıca tartışılabilir.

Finans sermayesi alanında yapılan operasyonun tamamlayıcı ayağı üretim alanında gerçekleşmektedir ve bu alanda Türkiye burjuvazisi maalesef milli bir burjuva olmaktan çıkıp, küresel kraliyetçilerinin taşeronu konumuna düşmüştür. Günümüzde Türk milletinin ‘saygıdeğer’ diye tanıdığı ve maalesef ‘Türk’ olarak addettiği (kısacası kendinden bildiği) bir çok isim, bu operasyonun gönüllü maşası konumundadır. Kendilerine bu görevi verenlerin gönlünden kopacak payların onları fazlası ile ihya edeceğinin bilincinde olarak.

Bugün, ekonomideki köşe başlarının Türk olmayan unsurlar tarafından tutulduğu bilinmelidir. Bu çerçevede IMF tarafından, dış sermaye çevrelerinin Türkiye’ye verdiği borçları kazasız belasız tahsil etmek için yollanan Kemal Derviş isimli zat sadece bir karikatürdür; yıllardır bu ekonomi içinde yer alıp vatan hainliğine varacak derecede bu ülkeye yapılacak yatırımları engelleyenler veya bu ülkeyi yanlış yatırımlar yolu ile dışa bağımlı hale getirenler gözönüne alındığında.

Dışarıdaki patronlarının çizdiği küresel konjonktür doğrultusunda kendilerine biçilen rolü kabul eden komprador burjuvazi ne yazık ki sıranın kendisine de geleceğinin farkında değildir.

Bugün Türkiye’deki komprador burjuvaziyi görevlendirenler, Türk sermayesinin çerçevesini belirlemişlerdir:

a)Türk sermayesi küresel ekonomi için temel hammaddeleri üretme, işletme, değerlendirme ile ilgili sektörlere el atmayacak; devletin bu alanlara el atması engellenecek

b)Türk sermayesi ağır sanayi alanında faaliyet göstermeyecek; bu sanayinin ancak taşeronluğu ve/veya yan sanayi alanında faaliyet gösterecek.

c)Türkiye’deki beyin gücünün büyük bir yoğunlukla yurtdışına göç etmesinin sağlanmasına müteakip, Türkiye’deki bilişim firmaları uluslararası bilişim firmalarının yan sanayi olarak faaliyet gösterebilir; bölgesel temsilcilikler aracılığı ile bölgesel etkinliklerini arttırabilirler

d)Türk sermayesi halkın büyük tüketim potansiyelinden gelen ve yoğun günlük nakit akışı olan alanlarda (perakendecilik, gıda, v.s.) yabancı sermaye ile birlikte faaliyette olacaktır ve bu alanda da komprador burjuvazi boy gösterecektir.

e)Türkiye’nin tarımı ve hayvancılığı ile ilgili eklemlenecek bütün sektörler dış ortakların denetimi altındaki komprador burjuvazinin kontrolü altında olacaktır. Tarım sektörü üreteceği ürünlerin pazarlama kanalları aracılığı ile komprador burjuvaziye eklemlenecektir.

f)Komprador olmayan yerli burjuvazi yan sanayii alanında faaliyet gösterecektir.

g)Yoğun işgücü; hizmet sektörü aracılığı ile; Türkiye’ye yerleşecek yabancı sermayeye hizmet edecek hizmet sektörü firmalarınca emilecektir. Türkiye’nin bir ihracat ve dağıtım üssü haline getirilmesi durumunda dahi yerli sermaye o da komprador burjuvazinin alt taşeronu olarak hizmet/altyapı sektöründe faaliyet gösterecek.

h)Anadolu coğrafyasındaki kritik noktalara küresel baronların küresel stratejilerine ters düşecek yabancı sermaye odakları yerleştirilmeyecektir.

Yukarıda ana hatları ile verilen bu yeni paylaşım planının göstergesi olarak birkaç olaya dikkat çekmek gerekir.

Madde H’ye aykırı davranışa örnek ;
Sabancı Grubu, Özdemir Sabancı’nın öldürülmesi öncesinde Japon sermayesini ciddi şekilde Türkiye’ye getirme yolunda adımlar atmış ve Toyota ile ciddi ortaklıklar kurmuştu. Fakat anlaşılan Avrupa’nın dibine yerleşecek olan Japon sermayesi birilerini kızdırmış olmalı ki, DHKP-C’nin taşeronluğunda gerçekleştirilen bir eylem ile Sabancı tröstüne gerekli mesaj verildi. Bu olay sonrasında Sabancı’lar mesajı aldı ve araba üretiminden çekilerek, Avrupa’lılarla gıda ve perakendecilik alanlarında ciddi yatırımlara girişti. Bugün, Toyota’nın o görkemli açılışını hatırlayan bile kalmadı Türkiye’de. Türk pazarının Japon otomobillerine kaptırılması birkaç kurşun ile engellendi.

Sabancı yanlış ata oynamıştı

03.09.2006

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Ekonomi. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *