HAYATIN İÇİNDEN TRAJİK BİR ÖYKÜ *** Lojman * ” Siyah bir Renault ve hemen arkasından bir ambulans. Kapıdaki nöbetçi askere bir şeyler söylediler. Bizim binanın bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladılar. Dizlerimin titrediğini hissediyordum. “…

Yılmaz Özdil
7 Mart 2015
Sözcü

Facebook: yozdilsozcu
Twitter: yilmazsozcu
E-mail: yozdil@sozcu.com.tr
Lojman

“Lojmanda oturmak ayrı bir yaşam tarzı. Herkesin kocasının aynı işi yaptığı aileler topluluğu… Sabah aynı saatte, hatta aynı dakikada evinden çıkan üniformalı kocalar, pencereden kocalarının servis araçlarına binişini seyreden kadınlar.”

“Yalnızlığa alışıktım aslında. Haftada en az bir gece nöbet, tatbikatlar, denetlemeler, sabahlara kadar süren mesailer… Ama bu farklıydı. Kocam güneydoğudaydı. Lojmandaki apartmanda sadece benim ve Sevil’in kocası güneydoğudaydı. Seviller karşı dairede otururlardı. Çok iyi arkadaş olmuştuk. Sürekli beraberdik, birbirimize destek oluyorduk.”

“Her ne kadar dışardan bakıldığında kapısında nöbetçileriyle yarıaçık cezaevini andırsa da, lojmanları sevdim ben… Ama eğer o gün, o iki dakikayı yaşayacağımı önceden kestirebilseydim, lojmandan hemen çıkardım.”

“Sevil’le yine sabahlamıştık. Çocukları okula gönderdikten sonra mutfağı topluyordum. Garip bir huzur vardı içimde. Kendi kendime gülümsüyordum. Bir ara gayriihtiyari mutfağın penceresinden dışarı baktım. Lojmanın nizamiyesinde bir askeri araç belirdi. Önce dikkate almadım. İşime döndüm. Onlarca araç girer çıkardı nizamiyeden. Ama sonra, birden aracı izlemeye başladım. Siyah bir Renault ve hemen arkasından bir ambulans. Kapıdaki nöbetçi askere bir şeyler söylediler. Bizim binanın bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladılar. Dizlerimin titrediğini hissediyordum. Önüme döndüm, ellerimi yıkadım.”

“Kulağım dışarda, araçların sesini takip ediyordum. Allahım ne olur kavşaktan dönsünler diye dua ediyordum. Eğer o kavşaktan bizim apartmana doğru sapmazlarsa, kötü haberi başka birinin eşine vereceklerdi. Zangır zangır titriyordum. Dışarı bakamıyordum. Sesleri iyi duyabilmek için raftaki radyoyu kapattım.”

“Hayır, bana gelmiyorlar diye kendimi teselli etmeye çalışıyordum. Ama, araçların bizim binanın otoparkına yöneldiklerini duydum. Tekerleklerin betonda çıkardığı sesler, kulaklarımda çınlıyordu. Kapılar açıldı. Bir koşuşturmaca oldu. Bilinçsizce kapıya kadar sürüklendim. Ellerimi yüzüme kapatıp, sırtımı kapıya yasladım.”

“Konuşmalar binanın içinde yayılıyordu. Komutanım asansör çalışmıyor galiba… Tamam, yürüyerek çıkalım… Kaçınca kat? Üçüncü kat komutanım…
Kaç numara?”

“Vücudum sıtma nöbetine girmiş gibi titriyordu. Kaç numaraya geldiklerini söyleyen askeri duyamamıştım. Eminim, binadaki herkes durumun farkındaydı. Ufacık bir çıt duyulduğunda merdivene çıkan kadınlardan kimse yoktu ortalıkta. Allahım ne olur bizim zili çalmasınlar, inşallah karşı kapıyı çalarlar diye kendi kendime fısıldıyordum. Sonra birden, benim kapım çalınırsa açmamaya karar verdim. Açmayacaktım. O haberi almayacaktım.”

“Mokasen ayakkabıların merdivenlerde bıraktığı seslere daha fazla kulak kabarttım. Sesler gittikçe yaklaştı. İçlerinden birisi koşmaya başladı. Ayak sesi bizim kapının önünde durdu. Kalbim hızlı hızlı atıyordu. Elimi ağzıma kapatmıştım, nefes almıyordum. Saklanıyordum.”

“Komutanım numara yazmıyor kapılarda… Oğlum niye öğrenmeden getirdiniz bizi, hangisi? Komutanım hemen soralım… Dur yapma demesine fırsat kalmadan, içlerinden biri karşı kapının ziline dokundu. Dokunmasıyla birlikte içerden çığlıklar yükselmeye başladı. Sevil de kapının arkasında, benim gibi bekliyordu.”

“Kapı açıldı, içeri doluştular. İlk çığlıkla birlikte tüm apartman koridora çıktı, bağırış çağırış… Ben ise, kapının arkasında yere diz çökmüş, Allah’a şükrediyordum. Ellerimi ağzımdan çektim, derin bir nefes aldım. Yavaşça ayağa kalktım, kapıdaki delikten baktım. Kocama bir şey olmadığına seviniyordum. Büyük bir suçluluk duygusuyla irkildim. Duygularımı bastıramıyordum. Ama…”

“Hata yaptıklarını, yanlış eve geldiklerini anladılar. Onca gürültünün içinde, herşeyi duymuştum. Bilincimi yitirdim. Sonra… Sonra kapımı defalarca çalmışlar. Kapıyı kırmışlar. Beni hastaneye kaldırmışlar. Çocuklarımı okuldan almışlar. Onlara da dayıları söylemiş.”

“Cenazeden sonra Sevil’le çok sık görüşemedik. Eskisi gibi de olamadık. İkimiz de neler hissettiğimizi çok iyi biliyorduk. Birbirimizden uzaklaştık ama, o beni, ben onu anlıyorduk. Lojmanda yaşamak iyi güzel de, keşke dışarda kalsaydım diyorum bazen. Eğer lojmanda olmasaydım, o iki dakikayı yaşamayacaktım. Bencillik işte… Aydın’ım gitmiş, ben hala niye o iki dakikayı yaşadım diye hayıflanıyorum.”

Pusuya düşerek, mayına basarak veya Fantom’la pisi pisine çakılarak… Ne zaman bir şehit subayın cenaze törenini izlesem, aklıma hemen, Hakan Evrensel’in kitabındaki “lojman” öyküsü gelir.

Şehitler ölmez filan ama…
Geride kalanlar yaşar mı?

This entry was posted in Gundem, Haber, HAYATIN İÇİNDEN, TSK, Yılmaz Özdil. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *