Yılmaz Özdil
1 Mart 2015
Sözcü
Facebook: yozdilsozcu
Twitter: yilmazsozcu
E-mail: yozdil@sozcu.com.tr
Dolar
Profesör Salih Neftçi…
Türkiye’nin uluslararası alanda yetiştirdiği en önemli ekonomistlerden biriydi. “Finans dehası” olarak tanınırdı. Dünya Bankası’na, Çin Merkez Bankası’na, Uluslararası Kalkınma Ajansı’na, ABD Dışişleri Bakanlığı’na danışmanlık yapardı. Öngörüleri paha biçilmezdi. ABD, Çin, İsviçre üniversitelerinde ders verirdi.
Tanıdığım en zeki insanlardan biriydi. Teori’yle pratik’in kesiştiği noktaydı. Maalesef çok erken kaybettik. Hakikaten çok arıyorum rahmetliyi… Çünkü, ekonomiye dair tüm bildiklerimi ondan öğrendim. Hayata bambaşka bir perspektifle bakmamı sağlamıştı. Saatlerce sorardım, bıkmadan usanmadan anlatırdı. Gene böyle bir sohbet sırasında, “şu piyasa tabir edilen kavramı, ekonomi tahsili yapmayanların anlayacağı şekilde izah eder misin” dedim. İzah etti.
“Türkiye’nin köklü bankalarından birinin patronu beni aradı, atılım yapmak istediklerini söyledi, yöneticilerine eğitim vermemi istedi. Doğrusu hiç vaktim yoktu ama, neticede memlekettir, geldim. Bir hafta sürecekti. İstanbul’da küçük bir oteli kampa çevirmişlerdi. Bankanın yöneticileri, Anadolu’daki şube müdürleri, hepsi orada kalıyordu. Otelin restoranı, konferans salonu olarak kullanılıyordu. Kürsüye çıktım. Hani bir zamanlar kösele ayakkabının içine beyaz çorap giyme hastalığımız vardı ya… İlk dikkatimi çeken bu oldu. Hemen hepsi beyaz çoraplıydı. İngilizce bilen var mı diye sordum. Bir iki üst düzey yönetici haricinde, yoktu. Ama, istisnasız hepsinin önünde not defterleri vardı. Can kulağıyla dinliyorlardı.
Gece çalışıyor, ertesi sabah yeni yeni sorularla geliyorlardı. Merak ediyorlardı. Her saniyeyi değerlendirmek için, çaba harcıyorlardı.”
“Bu banka, Türkiye’nin en büyük bankalarından biri oldu. Elbette çok küçük bir parçasıydım ama, kendime gurur payı çıkarıyordum.”
“Seneler sonra, aynı bankanın patronu beni tekrar aradı, dünyaya açılmak istediklerini söyledi, yöneticilerine eğitim vermemi istedi. Tekrar geldim. Bu defa İstanbul’un en büyük otellerinden birinde kamp kurmuşlardı. Kürsüye çıktım. İlk dikkatimi çeken, İtalyan ayakkabılar oldu. Karşımda oturanların, eğitime gelmekten ziyade, kokteyle gider gibi bi halleri vardı. İngilizce bilen var mı diye sordum.
Gülümsediler. İstisnasız hepsi biliyordu. Ama, istisnasız, hiçbirinin önünde not defteri yoktu. Gözlerinden ‘biz zaten senin anlatacağın her şeyi biliyoruz’ ifadesi okunuyordu. Nezaketen dinlediler ama, tek soru bile sormadılar. Öğrenmek isteyen, bilgiye aç kadro gitmiş, onların yerine, her şeyi bildiğini düşünen kadro gelmişti.”
“Hayatın sürekli kendini yenilediğini…
Bilmekten çok, öğrenmeye devam etmenin daha önemli olduğunu unutmuşlardı.”
“İlk günün sonunda, akşam yemeğinde banka patronuyla buluştum. Bir hafta kalmama gerek yok, ben yarın döneyim dedim. Şaşırdı. Niye diye sordu. Batıyorsunuz dedim! İyice afalladı. Anlamadım dedi. Anlamadığınızı görüyorum, fazla dayanamazsınız, batıyorsunuz dedim. Tatsız bir yemek oldu. Ertesi gün New York’a döndüm.”
Seneye…
Bu banka battı.
Kıssadan hisse…
2.5 lirayı geçti, n’ooluyor bu dolara diye merak ediyorsunuz ya?
Siyasete beyaz çorapla girip, artık hiç kimseyi dinlemeye ihtiyacı olmayan, her şeyi bilen biri tarafından yönetiliyoruz… Kendinizi güvende hissedebilirsiniz!