Osmanlıca “Zorunlu Ders” olunca sıra Türkçe’nin “seçmeli ders” olmasında

“Adâletlü ve müruvvetlü Pâdişâh-ı Zillullâh hazretlerinin rikâb-ı hümâyûnlarına arz-ı
hâl budur ki,Sa‘âdetlü Pâdişâhımın çamaşır leğenleri köhne olup isti’mâli mümkin olmadığı Ecilden ve hem serây-ı âmire mühimmâtı içün altı kantar bakır ve has bağçede Olan bostancı kullarınun bazı levâzımları içün bir kantar bakır Recâ olınur. Bâkî emr-i fermân sa‘âdetlü pâdişâhımındur”

Türkçe’si ;

Padişahıma arz ederim ki; çamaşır leğenleri çok eskimiş olup kullanması mümkün değildir.[Kalaylanması için] altı kantar ve bostancıların bazı ihtiyaçları için bir kantar bakır rica olunur

Dogan Kekevi
08.12.2014

Osmanlıca “Zorunlu Ders” olunca sıra Türkçe’nin “seçmeli ders” olmasında geçen yılın Nisan’ında MEB Talim Terbiye Kurulu tarafından Sosyal Bilgiler Liselerinde zorunlu ders, diğer liselerde ise seçmeli ders olarak okutulması kararı alınan “Okullarda Osmanlıca” konusu geçtiğimiz günlerde 19.M.E Şurasında da kabul edilince doğal olarak tekrardan gündem konusu oldu

1.5 yıl önce yazdığım aşağıdaki yazıda konuyu irdelemeye çalışmıştım..Bir kez daha paylaşıyorum.

Aydoğan 08.12.14

* * * * * *

Aydoğan KEKEVİ

Osmanlıca “Zorunlu Ders” olunca; sıra Türkçe’nin artık “Seçmeli Ders” olmasında..

Bizim “Münevver” takımının “Osmanlı geçmişimizdir, bilelim tanıyalım” diyerek yıllardır özlemini çektikleri”Osmanlıca”nın “Temel Ders” olarak öğretilmesi/ öğrenilmesi kampanyası bu sefer başarılı olmuş, amaçlarına erişmişler; “Osmanlıca”, “Sosyal Bilgiler Liseleri”nin “Eğitim Öğrenim Müfredetı”na “Zorunlu Ders” olarak alınmış..Kutlu olsun, gençlere hayırlı yararlı olsun, başka ne diyelim. 31.05.2013

Haber şöyle:

“ANKA’nın haberine göre AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ’ın TBMM’ye Osmanlıca’nın zorunlu ders veya seçmeli ders olması yönünde verdiği kanun teklifleri, Milli Eğitim Bakanlığı ve TBMM Milli Eğitim Komisyonunca değerlendirildi. Bu değerlendirmeler sonucunda Osmanlıca, MEB Talim Terbiye Kurulu tarafından Sosyal Bilgiler Liselerinde zorunlu ders, diğer liselerde ise seçmeli ders olarak 2013-2014 eğitim öğretim yılı müfredatına konuldu.”

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/osmanlica-zorunlu-ders-oldu-haberi-71022

6 Nisan 2013 Cumartesi

* * *

Haberin devamında önerisi kabul edilen AKP’li Milletvekili diyor ki “… Şu anda Latin alfabesiyle Türkçe yazıyor ve konuşuyoruz. Osmanlı Devleti ise eski harfli Türkçe (Arap alfabesi) kullanıyordu. Atalarımızın dilini öğrenmemiz gerekiyordu. Geçmişte bu topraklarda bin yıl hüküm sürmüş milletin çocuklarının yazdığı eserler var. Fakat bu yazılan eserlerini yazık ki zaman zaman yaktık veya kaybettik. Zaman zaman evlerimizin bir köşesine koyarak onlar bize biz onlara baktık. Zaman zaman da korktuk. Mezar taşlarını okuyamıyorduk. Camilerimizin, medreselerimizin, tarihi binalarımızın, bedestenlerimizin, ne zaman yapıldığını bilmiyorduk.” .

* * *

Vah, vah vahh !

Şimdi baştan aşağı gerçekle bağdaşmayan bu sözlerin neresini düzeltmeli:

“Osmanlı devleti ise eski harfli Türkçe kullanıyordu” demiş: Vekil bey, ya “Arap harfleri”yle diyememiş, ya da bilmiyor, “eski harfli” diyor; ayraç içindeki “Arap Alfabesi” notu da haberi veren ajans tarafından eklenmiş gibi sırıtıyor..

Vekil bey bir yandan Fen ve Edebiyat Fakülteleri’ne, Siyasal Bilgiler Fakülteleri ve diğer Fakültelerimiz’e giderken hazırlıklı olarak gidecekler” diyerek Osmanlıca öğretilen yüksek okulları sayıyor, yani oralarda Osmanlıca öğretildiğini, öğrenildiğini de kabul ediyor, arkasından da ” Zaman zaman da korktuk” diyerek kendi dediğine ters düşüyor; bir ülkenin yüksek okulunda okutulan bir “ders konusu”ndan neden ve niçin korkulsun: artık neye korktu ise kendi kişisel vesvesesini genelleştiriyor..

Akıl mantık yok söylediklerinde, sadece “demagoji” ve Cumhuriyet’e “öfke” var, “öç” var….

* * *

Günümüzde Padişahın “Çamaşır Leğenleri”ne kadar her belge Türkçeye çevrilmişken bay vekil kalkmış: “Mezar taşlarını okuyamıyorduk. ..Camilerimizin, medreselerimizin,tarihi binalarımızın,bedestenlerimizin, ne zaman yapıldığını bilmiyorduk.”;

“yaktık” “kaybettik” diyebiliyor. Bildiğim kadarıyla yapılış tarihi bilinmeyen bir “tarihi cami” veya “tarihi” bir “bina” yoktur; varsa bile binlercesinin içinden belki bir iki tane olabilir.

Hele hele şu “yaktık”la “kaybettik” demesi tüy dikmiş; şunların bir de listesini verseydi bari; hiç yoksa nelerin “yakıldığı”nı , nelerin “kaybedildiği”ni bizler de bilirdik..Sakın Osmanlı kafasına uymayan kitapları yaktırmış olmasın(?). “Padişahın Çamaşır Leğenleri” konusunda daha ayrıntılı bilgi için:

http://tarihvemedeniyet.org/2009/11/padisahin-camasir-legenleri/

* * *

Bir de vekil bey çoşmuş “Türkiye’nin tamamında tarih ile barışma var.” diyor.Osmanlıca öğrenip öğretmekle  “tarihle barışılıyor”sa peki ondan öncesi ne olacak?

Buradan da anlaşılıyor ki bunlara göre “tarihimiz” Osmanlıyla başlıyor, hatta Osmanlıyla da bitiyor; ondan öncesi, binlerce yıl ve sonrası onlarca yıl “yok” sayılıyor; bu ülkenin kurucusuna, cumhuriyetin değerlerine saldırarak karalayarak, söverek, sevenleri küstürerek de “Türkiye’nin tamamında “barış”ı sağladıklarını sanıyorlar…

* * *

Şimdi bu öğrenilmesi “Zorunlu” olan “Osmanlıca”yı bütün Türkiye sathında başlarda binlerce, daha sonra onbinlerce genç insan harıl harıl “Zorunlu Ders” olarak çalışıp öğrenecekler: Tabii sadece dili öğrenip konuşmak yetmez, yazıp okumak da gerekli.

İyi de bu kadar insan “mezun” olduktan sonra ne okuyacaklar? Öyle üç-beş kişi de değiller; o zamanlar gazete falan da yok ki günün olaylarını araştırsınlar; hele bir de bulundukları illerde Osmanlı arşivi falan yoksa haydi hep beraber büyük kentlere, İstanbul’a Ankara’ya, Edirne’ye Devlet Arşivlerine hücum…

Gazete bile zor okuyan toplum artık arşivlerde dolaşa dolaşa arşiv kurdu olur çıkar.Sanıyorum en ilgi çeken arşiv “Harem”in arşivi olur, ana baba gününe döner artık..

Arşivlerde de yoğunlukla kadastro defterleri; tutanaklar; yabancılardan, topraklardan alınan baçlarla ilgili hesaplar; sınır ölçüleri; Ağalara emanet edilen toprakların kadastro ölçüleri falan kalmıştır günümüz Türkçesine pek aktarılmayan: Artık “Padişahın Çamaşır Leğenleri” bile Türkçe’ye çevrildikten sonra..

* * *

Yalnız bu binlerce insan bu belgeleri okuyup bitirince ne olacak? Herhalde bunlar geri kalan ömürlerini boş yere geçirmesinler, bu kadar emek boşa gitmesin, öğrendiklerini unutmasınlar, boş kalıp canları sıkılmasın diye günlük gazete, haftalık dergi falan da çıkarmak gerekecektir; millet artık Fenerbahçe-Galatasaray maçının yorumunu Osmanlıca okur.

Tabii Osmanlıca’ya uygun Ayaktopu terimleri de bulmak gerekir: Batılı’nın “Futbol”u, Öztürkçe’nin “Ayaktopu” yerine Osmanlıca “Küre i kadem” veya “Pây ı Gûy” uygun olur..İlgi yaygınlaşsın diye bence dili Osmanlıca, yazısı Arap harfli bir de “Playboy” çıkarırlarsa fena olmaz; adını da “Zamparazade” mi koyarlar, ya da “güy u velet” veya “veled i güy” falan mı koyarlar, artık hangisi denk gelirse…

* * *

Bu Osmanlı rüzgarını estirenlerden birisi de “Elma ağacının dibine düşermiş” sözünü doğrulayan Taha Akyol’un mahdumu Mustafa Akyol;

“MUASIR MEDENİYET SEVİYESİNE ULAŞAN JAPONLAR YAPMAMIŞ

Ben, söz konusu “dil devrimi”nin büyük bir hata olduğunu düşünenlerdenim. “Muasır medeniyet seviyesine” pekâlâ ulaşmış olan başka Doğuluların (mesela Japonların) böyle özenti devrimler yapmadığını da görenlerdenim.” diyor Osmanlıca’nın “Temel ders” olmasını istediği yazısında.

Evet, bay Mustafa Akyol’un saptaması doğrudur; ama yorumu yanlıştır; bay Akyol bu doğru saptamayı yanlış amaçla kullanmakta, Osmanlıca deyimiyle konuyu “suistimal” etmektedir.

Sade “Japonlar” değil; “Araplar” da, “Yunanlar”, “Çinler”, “Ruslar”, “Yahudiler” de Osmanlı’nın yaptığını yapmamışlar; atalarının kullandığı; (taşlara kazıyıp -“Orhun Abideleri”- ebedileştirdikleri Göktürk/Orhun harflerini) alfabelerini terkedip onun yerine kendi dillerine hiç benzemeyen, fonetiklerine/gırtlaklarına uymayan başka başka iki dilin karışımı bir dile,bambaşka bir alfabeye özenmemişler; başkalarının sadece dinini almakla kalmayıp diline de kültürüne de asimile olmamışlar, taklitçiliğe yönelmemişlerdir..

Bu bağlamda sayın yazarın “büyük hata” olarak değerlendirdiği “Cumhuriyet’in Dil ve yazı” devrimi sadece işte o “terk ediş”e bir tepkidir, yani özüne dönüştür; çünkü ilk terk eden, özüne geçmişine ilk sırtını dönen  “Türkçe”miz değil Türkçeye sırtlarını dönen o çağın egemenleri, yöneticileri, o tarihlerin mürekkep yalamışlarıdır.

* * *

– “Cumhuriyet “Harf/yazı devrimiyle” bizi ecdadımızdan kopardı”,

– “Osmanlı devrindeki eserleri okuyamıyoruz “,

– “Ecdadımızın mezar taşlarını bile okuyamıyoruz”, vs. vs

Peki, bu bizim “Osmanlıcılar”ın bu “Cumhuriyet dil ve yazı devrimi kültürümüzle, geçmişimizle bağımızı koparttı” şikayetlerinin, figanlarının temelinde yatan nedir; neye dayanıyor ve hepsinden öte, doğru bir saptama mı?

Bunların meşrepleri gereği yaptıklarını siz de yapar, herşeyi Osmanlı ile başlatır; Osmanlı’nın kuruluşunu  “Türk tarihinin sıfır noktası” olarak alır; “Osmanlıca”yı da “dilimiz”in sıfır noktası olarak değerlendirirseniz;

Cumhuriyet’in “Dil ve Yazı Devrimi”ni “kültürümüze geçmişimize, atalarımıza ihanet olarak değerlendirmeniz” de kaçınılmazdır..

Yalnız bunu yaptığınızda Osmanlı’nın kuruluşundan önceki binlerce yıllık süreyi, kültürü, dili, yazıyı ne yapacaksınız?

Onları da şimdi bunların yaptıkları gibi inkar edeceksiniz…Çünkü bu kafa için Cumhuriyet Türkiyesinde her “olumlu” şey nasıl bunlarla başladıysa Türk’ün tarihi de dili de Osmanlı’yla başlıyor.

* * *

Her dil iki ana öğeden oluşur; söz/kelime ve bunların bir yere/cisme işlenmesi, yani “harfler”le görünür hale getirilmesi; buna da “harf”, “yazı” ve “Abece” veya “Alfabe” diyoruz.

“Abece” dediğimiz bu harfler çeşit olarak Kiril, Latin, Arap, Grek vs. diye sıralanır.Peki, bu anlamda Türk topluluklarının konuştukları dili, kelimeleri cisimlere işledikleri ”harfler topluluğu” yani ” abece”si nedir?

“Orhun/Göktürk Alfabesi” dir.

* * *

Görüldüğü gibi asıl “büyük hata”yı ve “özenti”yi Arap’a, Acem’e özenip ecdat Orhun/Göktürk alfabesini terk eden Osmanlı münevverleri yapmışlardır, şimdi de bu “Yeni Osmanlı(ca)cı”lar yapmaktadırlar..

Özetlersek: bay Mustafa Akyol’un “hata” ve “özenti” olarak gördüğü Cumhuriyet’in dil ve yazı devrimi “ecdadını terk etmek” değil, tam tersi olup ecdadına, yani özüne köküne dönmesidir.

Yukarıda da belirttiğim gibi eğer Türk göçleriyle Cumhuriyet’in arasına “dil”i Arap-Acem karışımı; Abecesi “Arap harfli” yüzlerce yıllık o süreç girmeseydi bugün “okuyamıyoruz” diye şikayet edilen o eserlerin de, o mezar taşlarının da dili; Arapça’dan Farsca’dan apartılmış Osmanlıca dilli ve de Arap harfli olmayacak; “Türk’ün abecesi” olan Orhun/Göktürk abecesiyle Türkçe olarak yazılmış olacaklardı; kimse de bugün “dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz” diye şikayet etmeyecek, Japonlara özenmeyecekti….

* * *

Kaldıki; zamanında “Osmanlıca” denilen o ağdalı dili, o karma kültürü bilenler konuşanlar sadece ulema sınıfı, münevver kesimle sarayın çevresi ve sarayın vilayetlerdeki temsilcileridir, ama halkın büyük bir çoğunluğundan uzak bir “dil”, uzak bir kültürdür…

Köylüsüyle esnafıyla Anadolu insanının bu “Arap Acem dil ve kültürü”yle yoğun bir ilgisi ilişkisi olmamıştır. İşte Anadolu ozanları; bakın dillerine bakalım tek tek kelimeler dışında kaçında o ağdalı Osmanlıcayı görebilirsiniz; sade ozanın dili değil, esnafında da köylüsünde de konuşulan Anadolu Türkçesidir.

* * *

“Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü
Bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni”

(…)

YunusEMRE (1238 – 1320)

* * *

Bir başka konu da; kanımca “Osmanlıca”nın yüzlerce yıllık geçmişinde “süreklilik” de yoktur; 1300, 1500, 1700 ile 1800, 1900’lu yılların yazım ve iletişim dili arasında çok bariz farklılıklar vardır; bu bağlamda saray çevresinin ve mürekkep yalamışların konuştukları Osmanlıcayla sokaktaki tebaa/kul arasında kullanılan konuşma dilinde de farklılıklar vardır..

Anadolu’da konuşulan “Türkçe”yle İstanbul’da, sokakta konuşulan “Türkçe” çok az da olsa farklılıklar gösterir..

(NOT: Oysa yukarıdaki dizelerde de görüldüğü gibi anasının ak sütü Türkçeyle söyleyen Türkmen kocası Yunus Emre’nin kaç yüz yıl önceki dizeleri/sözleri bugün de Türkiye’nin ve Türkçe’nin konuşulduğu dünyanın her yerinde anlaşılabilmektedir. İşte asıl “birlik” “birliktelik” budur.).

* * *

Eğer mutlaka aslımıza, ecdadımıza dönmemiz isteniyorsa yapılması gereken; uzaya attı(rdı)ğı uyduya “Göktürk” adını verenler sadece ad vermekle kalmamalı, Türk’ün atalarından kalma milli abecesi Göktürk abecesini de çocuklarına öğretmekten, okutmaktan kaçınmamalıdırlar..

“Osmanlı Kültürü” “Osmanlı tarihi” bizimdir de, peki ya Osmanlı öncesi o binlerce yıllık tarih kimlerindir, bizim değil mi?

Tekrardan “Osmanlıca öğrenilmeli öğretilmeli mi” sorusuna dönecek olursak; evet öğrenilsin, öğretilsin, nihayet tarihimizin bir parçasıdır ama onun yanı sıra atalarımızın taşlara kazıdıkları, kağıtlara döktükleri Göktürk/Orhun/Urqun Alfabesi de, yani milli alfabesi de öğrenilmeli ve kullanılmalıdır.

Osmanlıca ne kadar “zorunlu”luk içerecekse Göktürk Abecesi’nin öğrenilmesi de, öğretilmesi de en az o kadar “zorunluluk” içermelidir.

* * *

Osmanlı’ya rağmen Anadolu’da dolu dolu Türkçe konuşulmuş, yaşatılmışsa: Yunuslarıyla, Karacaoğlanlarıyla, Aşık Veyselleriyle ve daha yüzlerce, binlerce ozanıyla yaşamıştır. Bundan böyle de Türk yaşamaya; Türkçe de konuşulmaya devam edecektir..

Cumhuriyet yaptığı “Dil Devrimi” ile; “Devlet”in ve “Münevver”in konuşup yazdığı azınlık dilinin yerine; “halkın dili”ne ve “Anadolu”dan; “Rumeli”ye; “Balkanlar”dan Asya, Avrupa ve Amerika anakarasına kadar konuşulan tüm “Türkçe” ve “Türkçe kökenli diller”e resmiyet kazandırmış; bu bağlamda da yerel olarak Türkiye topraklarında Devlet’in ve halkın aynı dili konuşmasını, okumasını ve yazmasını gerçekleştirmiş; genel anlamda ve uzun vadede ise “Türk Dil Birliği”ni ve “Birlikteliği”ni sağlamaya önayak olmuştur..

“Cumhuriyet” veya “Kemalist Devrim”; yazısıyla, diliyle, kimliğiyle, benliğiyle özüne dönüştür; işinize gelse de gelmese de..

Şimdi kaldırsanız bile yarın dönüp yine gelecektir..

Çünkü “o” biziz, biz “o”yuz!

Ne diyor Yahya Kemal BEYATLI:
“Türkçe ağzımda annemin ak sütü gibidir.”

Aydoğan KEKEVİ
31.05.13

Not: yazı biraz uzadığı için gözümden kaçan “tekrarlamalar” varsa özür dilerim.

This entry was posted in DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, DİN-İNANÇ, EĞİTİM, İrtica. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *