29.Eylül 2014
Mehmet Halil Arık
ÖĞRETMENİNDEN
Milli Eğitim Bakanı
NABİ AVCI’YA YENİ MEKTUP (1. BÖLÜM)
Sayın Nabi Avcı…
Sevgili Nabi…
Nabi…
Hitaba uygun sözcüğün hangisi olacağı konusunda kendimle ihtilafa düştüğümü İtiraf edeyim.Sayın’la girmek istedim söze…vazgeçtim. Sözcüğün, saygınlık bağlamında, bunca olanlardan sonra, anlam ve önemini yitirmişliği geldi aklıma… ondan vazgeçtim.
“Öğretmen-öğrenci ilişkisinin büyüsünü bozmasın” kaygısıyla, sevgili Nabi; diye başlamak geldi içimden… Vazgeçtim. Zira, olanlar karşısında, sevgi ile yadedilecek geçmişin sade, duru ve samimi anılarından başka bir şey kalmamışlığına da kahredip bu sözcükle hitap etmeyi de düşüremedim üzerime… Öfkenin değilse bile, hayal kırıklığının yumuşatılmış ifadesinin arkasına saklanıyor olmak-gibi geldi… ondan vazgeçtim.
Nabi… diyerek, söze girmek en iyisi gibi geldi bana.
Sen bunu, 40 yıl öncesine giderek, öğretmeninin sınıfta sana doğrudan hitabıymış gibi algıla… Gelebilecek farklı kaba-saba yorumlara takılma… Dinle onu.
O sizleri hiç dinlemezlik etmedi… Sizler üzerinde hiçbir emrivaki (dayatma) uygulamadı. Uygulamak isteyenlere de, hep karşı durdu. Ona yanlış yapmadınız. Sizler saydınız, o sevdi!… Sizlere öğretirken, sizlerden çok daha fazlasını öğrendi. O günlerin ortak idealizminin bu günlere uzanan tazeliğidir ona bunları söyleten.
Geçen 40 yılların izini alnında görebilirsiniz de, yüreğinde asla göremezsiniz. O yıllarda da, Dünya’yı kimyadan önce görürdü. Sizlerdiniz dünyanın merkezi!… İnsan merkezli eğitimin gereği için o gencecik beyinleri idealize etmekti hedef. Yarınlara hazırlığın temeli olsun isteniyordu, o günlerin öğretileri, hilesiz, yalansız, dayatmasız.
Okuyanların, düşündüklerini aklın sentezi içinde en iyi ortaya koyanların başında gelirdin!…Dayatmalara, kalıplaşmış uygulamalara “fikri hür vicdanı hür” birey olmak adına karşı duruşlarını, öğretmenin unutmadı. Ama ne yazık ki sen, o günlerini unutmuş görünmektesin!..
Dönüp soruyor kendisine şimdi, o senin öğretmenin: Birileri adına, yanlışlıkların taşeronluğuna soyunmuş makam sahibi Nabi; O’mu!?…
*Milli Eğitim Komisyonu Başkanı iken, hani 4+4+4 gaflet yasasının 21 maddesini 25 dakikada, komisyondan geçirip tutanağa bağlanmasını sağlamıştınız ya!. O da size “takılı kaldı yüreğim geçmişe” deyip, sitem dolu bir mektup yazmıştı.
*”Üzüldüm” demişti; Demokrasi, vicdana inmedikçe, soksan duracak cinsten değilmiş!” demişti. 21 maddeyi, 25 dakikalık demokrasi vicdanına sığdıramamıştı.
*Utandım; öğrenen öğrenemediyse, öğreten öğretememiştir, ilkesine takılıp utandım. Demişti. Demokrasinin ayıbı saymıştı o gün olanları.
*Kahroldum; zira; “bu sistemle; adam değil; ancak, biat ve sadakat erbabı kula kulluk etmeye hazır ümmet yetiştirilir” diyerek, kahroluş gerekçesini koymuştu ortaya.
O günden bu güne katlandı üzüntü, büyüdü kahır!..
Aceleye getirilişinden, içeriğinin tartışmalara fırsat verilmeyişinden belliydi o yasanın peşinden bu günlere kurulacak köprüler.. Sen de, o köprünün Dumrul’u olma görevini o günün çarşambasında, gelecek perşembenin hatırına yüklenmiştin.
18 Milyona varan bir nüfusa eğitim adına doğrudan hükmeden sıfatın sahibi olarak; birkaç sorum olacak. Soru sahibini öğretmenin olarak değil de, demokrasinin kendisine tanıdığı vatandaşlık hakkını kullanmak isteyen sıradan bir vatandaş olarak algıla lütfen:
Görevde bulunduğun dönem içinde, seni unutturmayacak çok şeyler oldu da, iyilikle yadedilmene vesile olacak, aydınlığa çağdaşlığa dair, eğitim adına bişeyler oldu mu!?
Müfredat programları mı daha çağdaş hale getirildi örneğin !?
Öğretmenlik mesleği daha saygın hale mi getirildi!? Sürgünler mi bitti!? Kayırmalar ve kadrolaşmalar mı sona erdi!?, Sadakatın yerini liyakat mı aldı!? Eğitimde fırsat eşitliği özlemine çareler mi bulundu?
Fizik, kimya, matematik branşlarında bilgi düzeyleri yükseldi de Uganda’nın, Angola’nın, Afganistan’ın önüne mi geçtik!… Felsefe dersleri öğretim programlarında, dünya ölçülerinde yer alır mı oldu!?.
Okullaşma oranı mı arttı!?, Kapatılan köy okulları yeniden mi açıldı!? Taşımalı eğitim ucubesiyle, tamamen öğretmensiz bırakılan köyler, köy imamlarına teslim edilmekten mi kurtarıldı!?
Şaibesiz, dertsiz tasasız sınavlar mı yapılır oldu!?… Say say biter mi!?..
Dünün; yarası kangren, karmaşası kaos oldu!…Bir empati yap hadi!… Şu an Milli Eğitim’inin içinde bulunduğu kaosun onda birini öğrenciliğinde sana dayatsalardı ne yapardın!?…
İşte sana anahtar. Çözüme buradan başla işte!..
Bu gün, karar verme konumundan çok; biat adına dayatmaları uygulatma konumunda taşeron rolünde oluşun üzüyor ve kahrediyor senin öğretmenini.Sınıfın gönüllü sözcülüğüne soyunan 44 yıl önceki o Nabi Avcı’yı görmek istiyor hala o. O gün, olumsuzluklara karşı, sınıfın hakkını savunan Nabi’nin, bu gün de 76 milyonun yanında, dayatmalara karşı durmasını bekliyor o senin öğretmenin!…
Mantığıyla, okuyarak kazandığı edinimlerle, toplum yararına olmayan gidiş ve girişimlere, akıl dışı davranışlara, haksız uygulamalara, bilimde, pedagojide, sosyolojide, psikolojide yeri olmayan eğitim adı altındaki karanlık dayatmalara cesaretle karşı duracak Nabi Avcı’yı özlüyor o senin öğretmenin. Bulamadıkça da kahroluyor… o senin öğretmenin!.
Dönüp yine soruyor… Nabi bu mu? Her adımıyla, çözüm yerine, milli eğitimde yeni kaoslara sebep olan, bilim adamı Nabi!!…?…
Şunu çok açık dille ifade etmek isterim. Eğitim bir süreç. Canlı.. Değişim ve gelişim içinde bir organizma yani. Bu nedenle günün gelişen şartları içinde, yeni yeni sorunların ortaya çıkışı eğitimin doğası gereği olması gerekendir. Ne var ki;Türk Milli Eğitimi, hiçbir dönemde, bu denli olumsuzluklar içine gark olmamıştı. Sınavlar şaibeli, atamalar kayırmalı, içerikler çağdaşlıktan uzak…. kayıtlarda kaos… Eşitsizlik diz boyu. Yönetmelikler keyfi. Yakılan okullar da kaosun ikramiyesi!..
Bu sorunların üstüne; boynuzlu kulaklı bir de kızımız oldu. 9 yaşa indi türban, özgürlük adına!… Magazinel söylemden kurtulacakmışız yönetmelik; yayınlanınca;!… Öyle dediniz.
Bilesin ki; bu söylemin yüreklere su serpmedi. Aksine, alaylı esprilere konu oldu!..
Al yayınlandı işte!.. Baş kapalı olacakmış ama; yüz açık olacakmış!… Güya; peçeye yasak yani!… Sormazlar mı adama!.. Başı kapatmak özgürlük oluyor da; yüzü kapatmak niçin özgürlüğe dahil olmuyor!?.. O inanç değil mi!?.. Yoksa; saç yüzden daha mı “cazibedar” da kapatmada öncelik saça veriliyor!?..
Ya saç kapatma özgürlüğüne ek olarak birisi de yüz kapatma özgürlüğü talep ederse…? Ne hakla o’nun özgürlük talebine engel koyacaksınız!?..
Kaygım büyüdü. Artık susamıyorum… Örtünmek dinen avret yerlerini örtmeyi emrettiği iddiası ile yapılıyorsa, 9 ya da 13 yaşındaki bir çocuğu, cinsel obje olarak görmek asıl sapkınlık değil mi!?.. Yine; 9’undaki bir kız çocuğunu 9’undaki (en çok da 13) sınıf ve okul arkadaşının cazibesinden kurtarmak adına kapatmak din adına insani erdemleri katletmek değilse bile, dış dünyayı potansiyel saldırgan ve tacizci görmek değil midir?
Sen de 12 yaşında, karma yatılı okuldaydın Sayın Nabi Avcı!.. Ne büyük günahlar işlenmiş ne çok “özgürlükler” katledilmiş değil mi o yıllarda!.. O günlerin günah şahitliği mi seni bu gün ahlaki gardiyanlığa nöbetçi kıldı!?..
Yoksa Ziya Paşa’nın ağzından; “Evvel yoğ idi, iş bu rivayet yeni çıktı!” deyip, marifetinize bir nazire mi ekleyelim!?..
Bu gün, türban ile sapkınlıkların önüne geçmek isteyen zihniyetin yakın gelecekteki talebi, anaokullarından itibaren kız-erkek okullarının ayrılması, cinsiyete göre öğretmen talebi olacaktır. Dilerim bunu da senin uygulama dönemine denk getirmezler. (1.bölümün sonu)
29.Eylül 2014
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com