BİLİNMEYENLER : Atatürk neden Reşit Galip’e gıpta ediyordu? * Demir Karyola

Özgür Erdem

Tayyip, Reşit Galip’i neden sev(e)mez-6
Atatürk neden Reşit Galip’e gıpta ediyordu?

Varlığı Türk varlığına armağan oldu

Reşit Galip’le ilgili aslında anlatılacak çok şey var. Şu ana kadar yazdıklarımızın dışında, Türk Dil Kurumu’nun başkanlığını yürütmüş, Halkevlerinin köylere yayılması için Halkodalarının kuruluşuna önderlik etmiş, Köy Enstitülerinin temeli sayılabilecek köycülük kursları açmış, CHP’nin Genel İdare Kurulu üyeliğinin yanı sıra, 1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nda Atatürk’ün isteğiyle görev almış birisidir Reşit Galip. Ancak, bu görevinden, İzmir mitinginde çıkan olaylar nedeniyle ayrılmış, CHP’ye geri dönmüştür.

Bakanlığı kısa sürdüğü için planlayıp sonuçlandıramadıkları da önemlidir: Bir milyon kitaplı bir Milli Kütüphane, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Arkeoloji Enstitüsü, İlimler ve Sanat Akademisi, İnkılap Tarihi Enstitüsü…

Devrimci, adil ve sorumluluk sahibi

Gelelim, Reşit Galip’in Milli Eğtiim Bakanlığından istifasına… Reşit Galip, 1930’lu yıllarda Atatürk’ün önem verdiği pek çok devrimin ön saflarında yer almıştır. Tarih Kurumu’ndan Dil Kurumu’na, Üniversite Reformu’ndan Halkevleri’ne kadar, bütün atılımlarda hep en önemli görevleri üstlenmiştir. Ve aldığı bütün sorumluluklarını da hakkıyla yerine getirmiştir.

Örneğin, Üniversite Reformu kararı alındığında Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras kendisini şöyle kutlayacaktır: “İnşallah başarırsın Doktor. Bu mesele birkaç kez Bakanlar Kurulu’na gelmiştir. Bir türlü karar verilememiştir. Sen kararı aldın, inşallah başarırsın.”

Reformu gerçekten de başarıyla yürüttüğü görüldüğünde ise Atatürk tarafından şöyle takdir edilecektir: “Doktora gıpta ediyorum. Üniversite Reformu gibi büyük bir meseleyi eline aldı ve onu başarıyor.”

Tam da Atatürk’ün aradığı o devrimci kadronun en güzel örneklerindendir Reşit Galip. Öncelikle Atatürk’ün devrimciliğini iyi kavramıştır. Eski kurumlarla, hatta gerekirse eski kurumlardan kalmış eski kadrolarla hesaplaşmaktan çekinmemiş, etrafından gelen sızlanmalara kulak asmadan doğru bildiği yolda devam etmekten çekinmemiştir.

Bunun dışında, son derece çalışkandır. Profesyonel bir tarihçi olmamasına karşın Tarih ile ilgili bütün resmi kurumlarda en üst düzey görevlerde bulunabilmesi, liselerde okutulacak tarih kitaplarının ve “Türk Tarihinin Anahatları” isimli önemli kitabın yazarları arasında yer alabilmesi ve Türk Tarih Kongresi’nde en çok ilgi çeken ve en kapsamlı sunuşu yapabilmesi bu büyük çalışkanlığının eseridir. Orhan Seyfi Orhon’un dediği gibi, “O bizim yürüdüğümüz yolda koşuyordu!”

Hatta ilginçtir, ölüm döşeğindeyken bile tarih araştırmalarına ara vermemiş, merak saldığı Hititçe öğrenimine devam etmişti…

Reşit Galip’i yiyip bitiren entrikalar

Peki Atatürk’ün bu kadar takdir edip güvendiği bir Milli Eğitim Bakanı neden 11 ay gibi kısa bir süre görevde kalabilmişti?

İstifasının görünen sebebi geçirdiği ağır hastalıktır. 25 Temmuz 1933’te, İstanbul’da Moda açıklarında geçirdiği deniz kazasında ciğerlerini üşütmüş, bir türlü iyileşemeyince, Balkan Savaşları sırasında geçirdiği zatürree de nüksetmişti. Bu kazadan kısa bir süre sonra da bakanlıktan istifa edecektir.

Ancak Reşit Galip’in istifasının asıl nedeni Üniversite Reformu’dur. Reform sırasında, Atatürk’ün tam yetkisini alan Reşit Galip, kimsenin gözünün yaşına bakmadan büyük bir tasfiyeye girişmiştir. Bu tasfiyede sorgulanamayacak bir şey varsa o da Reşit Galip’in adaleti ve asla adam kayırmamasıdır. Bir heyet kurmuş, birtakım bilimsel kıstaslar belirlemiş (makale ve kitap yayınlamış olmak vs.) ve bunları yerine getiremeyenleri mevki-unvan gözetmeksizin görevden almıştır.

Tabii, araya torpil sokarak kürsüsünü korumak isteyen pek çok öğretim üyesi de olmuştur. Ancak Reşit Galip, bütün rica ve istekleri geri çevirmiş, komitenin kıstaslarından dışarı çıkmamıştır. O kadar ki, İstiklal Mahkemeleri’nde birlikte çalıştığı kader arkadaşları Kılıç Ali ve Ali Çetinkaya’nın bile bu konudaki dileklerini dinlememiştir.

Tabii, bu kararlılığı ve tasfiyenin büyüklüğü (240 öğretim üyesinin 157’si, yani üçte ikisi, görevden alınmıştı) çok tepki toplamıştı. , Reform sonrası kurulan İstanbul Üniversitesi’nin Rektörü Neşet Ömer ile Edebiyat Fakültesi Dekanı Fuat Köprülü’nün yoğun kulisleri sonucu Atatürk’le arası açılmış ve istifa etmek zorunda kalmıştır. Tabii hasta yatağında bu kulislerle mücadele etme olanağı bulamaması da bu istifanın dolaylı nedenlerinden sayılmalıdır.

Reşit Galip, kadrolar arasındaki kıskançlık, dedikodu ve hasetin yiyip bitirdiği binlerce değerli insandan biri sayılmalıdır. Bu, aslında Türk toplumunun tarihi boyunca örneklerini çok gördüğü büyük bir sıkıntı değil midir? Liderler ve etrafında bir yandan ona yaranmaya çalışan bir yandan da birbirlerinin kuyusunu kazmakla meşgul insanlar…

İstifasının ardından, üzüntüsünün de etkisiyle olsa gerek, hastalığı artmış ve 5 Mart 1934’te son nefesini vermişti.

Öldüğünde, cebinde 5 lirası, yatak odasında ise bir demir karyolayla binlerce kitabı dışında hiçbir şeyi yoktu.

Varlığı gerçekten de Türk varlığına armağan olmuştu…

Bize de onu örnek almak düşüyor.

Şevket Süreyya’nın Reşit Galip hakkındaki yazısı: Memleketin büyük kaybı

Doktor Reşit Galib’in şahsında Türk milleti bir büyük evlâdını ve inkılâpçı Türk münevverliği, en enerjik ve en idealist şeflerinden ve mümessillerinden birini kaybetti. O bir mebus mu idi? Bir vekil mi idi? Bir mütefekkir mi idi? Hayır! Onun bütün bu sıfatlarından üstün ve bütün bu sıfatlarından ileri diğer bir vasfı vardı ki; kendisine emanet olunan bütün resmî unvanlar ve salâhiyetler, onun o vasfından daima sonra gelirdi: Reşit Galip her şeyden evvel bir idealistti.

***

İdealist, bir tiptir ki, onun en büyük zaferi her şeyden evvel kendi nefsine karşıdır. İdealizmde nefsin, bizi daima çamura, daima kendi maddemize çekmek isteyen pespaye ihtiraslarına karşı, nefsimizin maddemize değil, maddemizin, bizim haricimizde, adeta bize yabancı ve hattâ bazen düşman gibi duran büyük kalabalıkların emrine ve menfaatına vakfedilişi vardır.

***

İdealist, ancak büyük hâdiselerin, büyük inan ve mücadele devirlerinin mahsulüdür. Bu öyle bir mahsuldür ki, onu lâlettayin her tarih devrinin verimleri içinde bulamayız. Meselâ bir Doktor Reşit Galib’in yetişebilmesi için onu yoğuran ve yaratan hâdiseler zincirinin yeni baştan dönmesi lâzım gelir. Çünkü O, sadece bir ana ve bir babanın, hattâ sadece lâlettayin bir içtimaî muhitin değil, bir milletin tarihinde bir kaç asırda ancak bir defa tekerrür eden büyük ve müstesna bir takım hâdiseler manzumesinin sayılı mahsullerinden biridir.

Bu hâdiseler öyle hâdiselerdir ki, onlar, asırların akışı içinde ancak dönüm noktaları olarak tecelli ederler ve kendi tahakküm olunmaz girdibatları arasına alıp savurdukları milyonların yığınları içinden adetleri ancak parmakla sayılabilecek olan rehber şahsiyetlerini seçerler ve verirler. Fakat bu şahsiyetler artık o şahsiyetlerdir ki, kendi iradelerinde yalnız, inkılâp devirlerinin girdibatları içinde savrulan milyonların halitalaşmış iradelerini değil, bizzat terakki fikrinin de şekillerini ve istikametlerini temsil ederler.

İşte Doktor Reşit Galip bu şahsiyetlerden biridir.

***

İnkılâp nesillerinin en büyük düşmanı, tarihin klâsik telâkkisidir. Çünkü klâsik tarih telâkkisi hâdisatın cevherini vakaların teselsülü içinde kaybeder ve mefhumların doğuşu ile içtimaî şekillerin vücut buluşu seyrini daima ikinci plânda ve karanlıkta bırakır. Binaenaleyh böyle bir tarih telâkkisi ile yazılacak tarih içinde Reşit Galib’in de yeri hattâ belirsiz olabilir. Çünkü bir inkılâp neslinin en büyük seciyesi, İnkılâbının ve Şefinin emrinde hizmetlerin en büyüğünden en küçüğüne kadar isimsiz ve merasimsiz fasılasız koşmaktır. Fakat Türk inkılâbının yarınki tarihçisi onu yalnız inkılâp saffının ileri bir mücahidi değil, Türk inkılâbındaki bütün mefhum ve içtimaî şekil doğuşları seyrinde de aktif bir kahraman olarak alacaktır. Onu inkılâbın en Büyük Şefinin etrafını daima bir hale gibi saran, inkılâba ve Şef’e inanlarını kendilerine din ve ahlâk yapan büyük öncüler ve mücahitler kadrosunun lekesiz bir timsali olarak kaydedecek ve daima yüceltecektir.

Reşit Galip! Senin en büyük hizmetin, senden sonra gelecek inkılâp nesillerine inkılâpçı karakterin inkılâpçı enerjinin ve ahlâkın büyük misali olmandır! Senin bu talihine gıpta ediyoruz.

(Kadro, sayı 27, Mart 1934)

Orhan Seyfi Orhon’un
Reşit Galip hakkındaki yazısı:

Demir Karyola

Reşit Galip, tam bir idealist gibi öldü:
Kitaplarının yanı başında ve bir demir karyola içinde!

Bu sade dekor, ölümün manzarasını ulvi bir tablo gibi güzelleştirmişti. Onu nereye koyabilirsiniz ki daha güzel olsun! Bu kitap odasında lüks bir yatak odası yapınız; buraya rüye gören genç, orada hemen bir naaş oluverir. Öyle sanıyorum ki, Reşit Galip’in demir karyolası birçoklarının servetinden, kitapları da cehaletinden utanmıştır.

Hayatının bu kadar çabuk sona erişini birisi bana şöyle izah etti:

– O bizim yürüdüğümüz yolda koşuyordu!

Reşit Galip’in çalışma odasında bu feragatli ölümünü görenler, mutlaka salonlarının perdelerini biraz indirmişlerdir. Anlamışlardır ki, ülküsünün güzelliğine ilave edilecek kendisinden başka bir zihniyet yoktur.

Samimi bir inkılapçının Hint fakirleri tarzında bir hayat sürmesi elbette istenmez; fakat bu yoldan bir sürre devesi gibi de geçmek güzel görünmüyor.

Gandi’nin çıplak gezdiği, Mussolini’nin kara gömlek giydiği ve büyük Gazi’nin her şeyini fırkasına terk ettiği bir zamanda, paçalarından servet akarak bu yolda dolaşanlara biraz şüpheli bir gözle bakmak zaruridir.

Reşit Galip’in kitaplarını Halkevi kitaphanesine, demir karyolasını da inkılap müzesine kaldırmalı. Demeli ki:

Ruhunda ülkünün temiz aşkını taşıyanlar, böyle bir demir karyola içinde en mes’ut uykularını uyurlar ve en güzel rüyalarını görürler. *1* (Ahmet Şevket Elman, “Dr. Reşit Galip”, 1958 baskısı, s. 105)

Nazım Güvenç’e teşekkürlerimle

Andımızın yazarı Reşit Galip kimdir ?
08 Ekim 2013

Reşit Galip Kimdir ? Reşit Galip ya da Mustafa Reşit Baydur 1893 yılında Rodos’ta doğdu. Babası mahkeme reislerinden Mehmet Galip Bey, annesi Rodoslu Münevver Hanım’dır. İlk ve ortaöğrenimini Rodos’ta tamamladıktan sonra liseyi İzmir’de okudu. Milliyetçi, hırslı, heyecanlı bir gençti. II. Meşrutiyet’in temmuz ayında ilan edilmesinden esinlenerek lisenin son sınıfında iken “Ferday-ı Temmuz” adlı bir gazete çıkardı.

Reşit Galip ya da Mustafa Reşit Baydur 1893 yılında Rodos’ta doğdu. Babası mahkeme reislerinden Mehmet Galip Bey, annesi Rodoslu Münevver Hanım’dır. İlk ve ortaöğrenimini Rodos’ta tamamladıktan sonra liseyi İzmir’de okudu. Milliyetçi, hırslı, heyecanlı bir gençti. II. Meşrutiyet’in temmuz ayında ilan edilmesinden esinlenerek lisenin son sınıfında iken “Ferday-ı Temmuz” adlı bir gazete çıkardı.

1911’de İstanbul Tıbbîye Mektebi’ne girdi. Tıbbiye öğrencisi iken arkadaşları için “Hakikat” gazetesi adlı bir gazete ve “Sivrisinek” adlı karikatür dergisi çıkardığı gibi, İstanbul’da çıkan çeşitli gazetelerde yazıları yayımlandı. Okulda Türk Ocakları’nın bir şubesini açtı ve diğer askeri okullardaki ocakların müfettişliğini üstlendi. Öğrenciliği devam ederken gönüllü olarak Balkan Harbi’ne katıldı ve yaralandı. Ardından I. Dünya Savaşı’na katılmak için gönüllü odu; Çatalca ve Kafkasya Cephelerinde savaştı; Erzurum’da hastalanarak geri döndü. Tıbbiye’yi 1917’de bitirebildi.

Mezuniyetinden sonra aynı fakültede asistan olarak çalıştı. Beğenmediği öğretim sisteminin yenileştirilmesi için “Mekteb-i Tıbbiye” adlı bir broşür yayınlayan Reşit Galip, bir sonuç alamayınca istifa etti.

KURTULUŞ SAVAŞINA KATILDI

I. Dünya Savaşı sonunda İstanbul’da kurulan Köycüler adlı cemiyetin kurucularından birisi idi. Cemiyet, köylere yerleşip misyoner gibi çalışan on beş gençten oluşuyordu. Bu derneğin faaliyetleri doğrultusunda Doktor Hasan Ferit ile birlikte Tavşanlı’ya yerleştiği sırada Kurtuluş Savaşı başladı. Köylerde milli mücadelenin propagandasını yapmak için bir teşkilat kurdu.Köycüler Cemiyeti’nin dağılması üzerine Aydın, Denizli, Isparta, Burdur, Antalya’da milliyetçi muhacirlere Hilal-i Ahmer 5. Sıhhi İmdat Heyet sertabipliği görevinde bulundu.Sakarya Savaşı’ndan sonra Ankara’da Sağlık Bakanlığı Hıfz-ı Sıhha Dairesi başkanlığına getirildi. Ankara’da sağlığı bozulduğundan havası yumuşak bir yere tayinini isteyen Reşit Galip, 5 Aralık 1921’de Mersin hükümet doktoru olarak atandı.

HEKİMLİK VE GAZETECİLİK YAPTI

Gaziantep Sıhhiye Müdürlüğü’ne tayin edilince bu görevi kabul etmedi ve 1924 yılından itibaren Mersin’de serbest hekimlik yaptı. Mersin’de bulunduğu sırada hekimliğin yanısıra “Yeni Mersin” gazetesinin başyazarlığını üstlenmiş ve “Yeni Adana” gazetesinde de yazılar yayımlamıştır. Bu yayın organlarında Anadolu’nun ve Türklüğün kurtarılması için temel sorunun köylere hizmet götürmek ve köylüyü eğitmek olduğunu vurgulayan yazılar yazdı.

Lozan Anlaşması’nın imzalanmasından sonra anlaşma gereğince Türkiye-Yunanistan arasındaki nüfus değişimini düzenlemek için kurulan Türk-Yunan Mübadele Komisyonu’nda delege olarak görev yaptı.

MİLLETVEKİLİ SEÇİLDİ

1923 yılının Mart ayında hekimlik yaptığı Mersin’e gelen Atatürk’e hitaben yaptığı konuşma ile önderi etkileyen Reşit Galip, iki yıl sonra onun önerisiyle milletvekilliğine aday gösterilmiştir. 1925 ara seçimlerinde General İzzettin Çalışlar’ın istifa etmesi ile boşalan Aydın milletvekilliğine seçilerek meclise girdiMilletvekilliğinin ilk aylarında meclis içinde milletvekili Ali Çetinkaya’nın tabancasından çıkan kurşunla Halit Paşa’nın yaralanması olayı meydana geldi. Paşa’ya ilk müdahaleyi yaptı ancak yaralı kurtarılamadı. Bu olaydan birkaç gün sonra başlayan Şeyh Sait İsyanı sırasında, Ali Çetinkaya başkanlığındaki Ankara İstiklal Mahkemesi’nde üye olarak görev yaptı. Mahkemenin görevi Mart 1927’de sona erdi.III. ve IV. dönemlerde de Aydın milletvekilliği yapan Reşit Galip, Atatürk’ün isteğiyle Serbest Fırka’ya girdi. Partinin kapanma kararı almasından önce istifa etti.Türk Ocakları’nın 23 Nisan 1930 günkü kurultayında 16 üyeli Türk Tarihi Tedkik Heyeti üyeliğine seçildi ve heyetin genel sekreteri oldu. Atatürk’ün Kasım 1930-Mart 1931 tarihleri arasında gerçekleşen yurt gezisinde ona eşlik eden heyette yer aldı. Türk Ocakları’nın kapatılması üzerine onun yerine kurulan Halkevleri örgütünün kurulmasında etkin rol aldı. Sonradan Türk Dil Kurumu’na dönüşecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti içinde de yer aldı ve bu cemiyetin çıkardığı Öz Dilimiz dergisinin baş yazarlığını üstlendi.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLDU

Dolmabahçe’de cumhurbaşkanının sofrasında bulunduğu bir gece, Milli Eğitim Bakanı Esat Bey’i eleştirmesi, Reşit Galip’in Atatürk’le çatışmasına neden olmuş, kısa bir süre için ilişkilerini gölgelemişti. Ancak çok geçmeden Esat Bey istifa edince 19 Eylül 1932’de bakan olarak Reşit Galip Bey atandı.

ANDIMIZI O YAZDI

26 Eylül 1932’de açılışı yapılan Türk Dil Kurumu’nun başkanı Samih Rıfat Bey hayatını yitirdiğinde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yanısıra bu kurumun başkanlık görevini üstlendi.Bakanlığı sırasında ilkokuldan başlayarak öğrencilere Atatürk ilkelerine bağlılık ruhu aşılamaya yönelen Reşit Galip Cumhuriyet 10. yılını doldururken 23 Nisan 1933 sabahı çocuklarına kendi yazdığı bir andı okutmuş ve o gün Çocuk Haftası’nı açış konuşmasında da bu metni tekrar etmişti. Bu konuşmanın ardından Bakanlıkça yayımlanan bir genelge ile Cumhuriyet’in 10. yılından başlayarak okullarda bu ant sürekli hep bir ağızdan okutulmuştur.Dünyanın sayılı müzeleri arasına giren Anadolu Medeniyetleri Müzesi onun bakanlığı döneminde tasarlandı. Milli bir müze kurulmasının yanısıra Milli Kütüphane ile İlimler ve Sanatlar Akademisi’nin kurulması onun bakanlık dönemine kararlaştırılmıştı.

BAKANLIKTAN AYRILMAK ZORUNDA KALDI

Bakanlığı dönemindeki en büyük dönüşüm 1933 yılındaki Üniversite Reformu’dur. İstanbul Darülfünunu’nun çağdaş bir üniversiteye dönüştürülmesi kararı 1931’de verilmişti. Kararın uygulaması Reşit Galip’in bakanlığı sırasında gerçekleştirildi. Yeni öğretim kadrosunun saptanması Milli Eğitim Bakanlığı’nın göreviydi. Kadro oluşturulurken 150’ye yakın müderris ve müderris yardımcısının görevlerine son verildi; yerleri, Nazi rejiminden kaçan Alman bilimadamları ile doldurulmaya çalışıldı. Darülfünun’un lağvedilip yerine İstanbul Üniversitesi’nin kurulmasına dair kanun 31 Mayıs 1933’te TBMM’de kabul edildi.

EZANI TÜRKÇELEŞTİREN DE O

Bu sırada ezanın türkçe okunması için karar alınmasının ardından iddialara göre devreye Reşit Galip girdi. Ezanı türkçeleştiren isim de o oldu. Yasanın yürürlüğe girmesinden önce kadronun saptanmasına ilişkin yoğunlaşan eleştiriler yüzünden Reşit Galip 13 Temmuz 1933’te bakanlıktan ayrıldı. Anadolu Ajansı’na verilen demeçte, istifasının nedeni olarak iki haftadır süren rahatsızlığı gösterildi. Milli Eğitim Bakanlığı görevini bir süre için Sağlık Bakanı Refik Saydam vekaleten yürüttü, ardından Yusuf Hikmet Bayur bakanlığa atandı.

ZATÜRREDEN ÖLDÜ

Bakanlıktan ayrıldıktan sonra rahatsızlığı zatürreye dönüşen Reşit Galip, 5 Mart 1934 günü hayatını kaybetti. Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedildi. Reşit Galip Bey, evli ve 3 çocuk babasıydı. *2*

*1* http://www.turksolu.org/428/erdem428.htm
*2* http://www.haberler.com/andimizin-yazari-resit-galip-kimdir-5158874-haberi/

This entry was posted in ATATURK, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *