Türk Silahlı Kuvvetleri aslında
Türk SİVİL Kuvvetleri yenik düştüğü için
yenik düştü, esir düştü!
1) Evet, Ordumuz mahkeme salonunda yenilmedi. Gerçekten de orada yargılanan askerlerimiz birer “savaş esiri”dir. Silivri’de, Hasdal’da tutuklu askerlerimiz muharebelerde yenik düştükleri için oradalar.
2) “Savaşta” yenilenin Ordumuz yani Türk Silahlı Kuvvetleri olduğunu ileri sürmek de ağır bir haksızlıktır. Çünkü, unutmayın, söz konusu olan “savaş” düzenli orduların cenk meydanında yürüttükleri bir “sıcak savaş” değildir. Kaldı ki “düşük yoğunluklu bir sıcak savaş” olarak nitelenebilecek PKK ile savaşı ise T.S.K. 2002 yılında terörü yüzde 2 düzeyine indirerek, arazide alan hakimiyeti sağlayarak kazanmıştı. PKK elebaşısı İmralı’ya tıkılmıştı.
3) Şu gerçeği, şu olguyu iyi kavramamız ve dürüstçe itiraf etmemiz gerekir:
a) Siyaset de bir “savaş”tır ve bu savaşın ordusu ise Yüksek komuta Heyeti ile, komutanları, her düzeyde subayları ile, muvazzaf ve yedek askerleri ile SİVİLLERdir. Yenilen: Türk Silahlı Kuvvetleri değil TÜRK SİVİL KUVVETLERİ’dir. “Asker” T.S.K. değil “Sivil” T.S.K.’dır.
b) Türk Ordusu’nun Kara, Deniz, Hava kuvvetleri’nden en muharip, en iyi yetişmiş subayları bugün çeşitli tertiplerle “esir” alınmış, Ordumuzun muharebe gücü fizik ve moral olarak ağır şekilde yıpratılmış, zayıf düşürülmüşse, bu durum, aslında, vatanımız emperyalist güçlerin güdümünde bir iç ve sivil gücün işgali altına düşmüş olduğu içindir. Üç genel seçimdir Sivil yurtsever güçler sandıkta yenik düştükleri içindir.
4) Türk Silahlı Kuvvetleri “sıcak savaşta” düşman ordularıyla cenk etmek için kurulmuştur. Onun görevi budur. Ondan beklenen budur. Bu özel ve “sıcak” durumun dışında “vatanı korumak”, “vatanı savunmak”, “laik cumhuriyet” düzenini, Türk milletini, Türk kimliğini savunmak, kollamak, korumak ve geliştirmek, daha iyiye götürmek” görevi Türk SİVİL Kuvvetleri’nindir.
5) Ordumuzun “iç hizmet talimatı”nda yer alan Cumhuriyeti
“korumak” / “savunmak” maddesi anca bir “silahlı kalkışma” halinde yürürlüğe girmek içindir. Bunu “geniş yorumlayıp” iç siyasete müdahale için kullanmak 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül askeri darbeleri ve aradaki diğer darbe girişimleri Sivil Siyasetçilerin siyaset meydanında görevlerini hakkıyla, ustalıkla yapmamalarının, başarısızlıklarının sonucudur.
6) Emperyalist güçlerin ve onların sivil kesimdeki her düzeyde işbirlikçilerinin, taşeronlarının, paralı sivil askerlerinin bu alandaki yer ve rollerinin ne olduğunu, nasıl olduğunu anlatmama herhalde gerek yoktur. Fakat şunu teslim etmemiz gerekiyor: Siyasal Savaş’ın “ordusu” Sivil Güçler’dir. Öncelikle ve ön cephede vatan, millet, cumhuriyet için savaşması gereken “ordu” Türk Sivil Kuvvetleri’dir.
7) Bunun başarısızlığı, bunun şu veya bu nedenle görevini başarıyla, beceriyle yerine getirememiş olması (bunda dönem dönem iç siyasete müdahale etmiş T. Silahlı K.’nin de bir ölçüde belirleyici rolü varsa da) Sivil Kuvvetler için ne bir “bahane”,ne de bir “kolaycılık” / “kolaya kaçma” / sorumluluğu kendi üstünden atıp, yine askeri “göreve çağırma” nedeni olamaz.
8) Bu anlayış, aslında bu “kötü alışkanlık” tipik “İttihatçı” kafasıdır. Asker Mustafa Kemal’in tam da bu noktada Enver – Talat – Cemal Paşalar’dan tamamen farklı düşündüğü, Ordu’nun sivillerin işi olan siyasete karışmasına ısrarla ve kararlılıkla karşı olduğunu unutmamak gerekir. Hele “sıcak savaş” koşullarının olmadığı ortamda “düşman”la mücadele etmeyi beceremeyip “yetiş ordu” demeye getirmek, siyaset meydanında yenildikçe bunu da “ordunun üstüne yıkmak”, “Ordumuz Silivri’de değil Siyasette yenildi” demek, eğer sorumluluktan kaçınmak, kolaya kaçmak, Sıcak Savaş’ta olduğu gibi Sıcak Siyasette de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin devreye girmesini beklemek / istemek değilse çarpık bakmaktan başka bir şey değildir.
9) Bir kez daha vurgulamak gereğini duyuyorum:
“Sıcak savaş” döneminde vatanı, milleti, cumhuriyeti savunmak, bunun için sıcak bir savaş yürütmek elbette (ve yine sivil siyasetçilerin üst-yönetimi altında) Silahlı Kuvvetler’in, Ordunun bir numaralı görevidir. Buna karşılık “Sıcak Siyaset” dönemimde Vatanı, Milleti, Cumhuriyeti korumak ve aynı zamanda Silahlı Kuvvetleri de, orduyu da korumak, kollamak görevi Sivil Güçler’in, sivillerin görevidir.
10) Biz Siviller Atatürk’ten sonra bunu beceremedik, başaramadık. 1939’tan bugüne Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, son çözümlemede, siyasal savaşta sivillerin dış düşmana karşı yenik düşmesi (arada birkaç önemli muharebeyi kazanmış olsa da) ve Silahlı Kuvvetler’in de keza siyasete müdahale etmelerinin, ettirilmelerinin tarihidir. Atatürk Devrimi gibi bir mucizevi başarının ardından, 75 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün bir “eş-başkan” taşeronluğu altında bulunması; PKK ile müzakere etmeye koyulması ve “barış” koşullarının aslında Vatanımızın, Milletimizin, Cumhuriyetimizin bölünmesi, ortadan kaldırılmasının yolunun açılması kısacası yeni bir Sevr’in gündemde olması, bu inanılmaz “kâbus” elbette yüzeyde birçok doğru / yanlış nedenle açıklanabilir ama derinde, son çözümlemede budur. Yani bir daha belirteyim: Atatürk’ün Siyaset ve askerlik anlayışının terki; hem Ordu’nun hem Sivil Siyasilerin, hem Sağ’da, hem Sol’da bazı dönemler, bazı sivillerin kendi görevlerini yapmak yerine yükü ordunun sırtına bindirmek kolaycılığına / uyanıklığına kapılmalarıdır.
11) “BUGÜN” yani İmralı’da PKK ile yeni bir “Sevr Barışı” müzakeresinin başlatılmış olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temellerini Meclis aracılığıyla Milletin egemenliği ilkesini resmen ve fiilen bir “Cumhur-bey”in sultası altına sokmaya yönelik “Yeni Anayasa” yapma ve ülke yönetimini etnik bir zeminde paylaşma, Türk kimliğini, Milletin adını silme gibi düpedüz “ihanet” planlarının “anlaşmaya” bağlanması müzakeresinin ve hazırlıklarının yürütüldüğü koşullarda, görev, yine öncelikle Sivil Güçler’de olmakla birlikte Silahlı Kuvvetler’i de ister istemez doğrudan ilgilendirmektedir. Eş-Başkan’ın tam da bu dönemde Ordu ile arasını düzeltmeye çalışma taktiği boşuna değildir.
NAZIM GÜVENÇ