AVRUPA’DAN BAŞBAKAN ERDOĞAN’A ELEŞTİRİ MEKTUPLARI * I * II * III

Değerli okur,

Ülkemiz ABD ve AB ülkeleri tarafından parçalanmakta ve ekonomik zenginlikleri de talan edilirken bağımsızlığına el konulmaktadır.ABD’nin Türkiye için Öngördüğü “Yeşil kuşak” projesi ise küresel dönüşümlere uygun olarak tekrar revize edilmiş ve GOP kapsamında “Ilımlı İslam” projesi ile ,Türkiye sözde Cumhuriyet yönetimi görünümünde bir Din devletine evrilmektedir.

Özellikle Amerika,İngiltere ve Fransa, Türkiye üzerindeki asırlık işgal amaçlarını 2002 yılından bu yana istedikleri gibi gerçekleştirecekleri siyasi bir yapıyı ülkemizde oluşturmuşlardır. AKP’nin kurulması ve iktidara getirilmesinin ardında ABD’nin olduğu bilinmektedir.

Emperyalizm hiç olmadığı kadar uyumlu,söz dinleyen,Washington ve Brüksel tarafından istenenleri yerine getiren bir iktidarla karşılaşmamıştır.Küreselciler,iktidar hükümetiyle kol kola Türkiye’yi bölmekte,etnik kimlikleri,
mezhep farkılıklarını kaşıyarak toplumsal barışı bozmakta,özelleştirme yalanı ile tüm milli Yatırımlarımızı ,
yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi Türk Ulusunun birikimlerini ele geçirmektedir. Çağdaş ve akılcı düşünen kuşakların yetişmesini önlemek için de Milli Eğitim sistemimiz de “Kindar ve Dindar” gençler yetiştirmek için küresel talandan nasibini almıştır.

AKP iktidarı Türkiye’yi neden emperyalist işgale açmıştır ?
Neden ülkemizi bölünmeye götürmekte olan sürecin de alt yapısını hazırlamaktadır ?

Özde yanıtı şöyledir ;

AKP iktidarının dokusu Laik Cumhuriyet’le bağdaşmamaktadır.
Cumhuriyet devrimleriyle ve Ulus önderi Atatürk’le kavgalıdır.
Laik,demokratik Cumhuriyet yerine din devleti istemektedir.

Bu temel gerekçeler nedeniyle emperyalizmle işbirliğine gitmişlerdir.
İşte bu nedenlerle Türkiye Küresel düzenin işgaline açılmıştır.

Emperyalizm, kendisiyle böylesi uyum içinde çalışan bir hükümeti ve yöneticilerini kolay kolay bulamayacağını bildiğinden,AKP’nin kapatılma davası sürecinde ,AKP’nin kapatılmasını önlemek için özellikle AB komiserleri ve dönem başkanları eliyle Yüksek yargı ağır bir baskı altına alınmıştır.Başbakan Erdoğan, dünyanın en iyi korunan siyasetçilerinden birisidir.1500 civarında özel koruması olduğu yazılmıştır.Gideceği her yere önceden yüzlerce koruması giderek damlarda,balkonlarda keskin nişancılar konuşlanmakta,hatta hatta nükleer ve biyolojik saldırıya karşı özel önlemler alınmakta ,her yer bomba/patlayıcı kontrolundan geçirilmektedir.

Yakınlarda deniz veya göl varsa,özel silahlı su altı timleri ,sürat motorları devriye dolaşmakta,kurbağa adamlar suyun altında keşif yapmaktadır.Başbakanın arabasının önünde,ardında özel donanımlı 4×4 jipler ve içlerinde özel savaş sanatlarını bilen,silahlı ,elektronik donanımlı onlarca koruması bulunmaktadır.Üstelik böylesi bir koruma kalkanının maliyeti de çok yüksektir.Başbakan Erdoğan böylesi bir koruma düzeni olmadan halkın arasına girememektedir !!!

Sorudur ;Böylesi bir koruma kalkanı neden oluşturulmaktadır ?

El cevap ; Başbakan Erdoğan’ın sağlığı ve iktidarda kalması Amerika ve AB ülkeleri için çok önemlidir.
Türkiye ve tüm ekonomik zenginlikleri, AKP iktidarı tarafından emperyalizmin kucağına bir bir teslim edilmektedir.

Almanya’da milletvekili olan değerli Türk aydını Prof.Dr.Hakkı Keskin’in değişik tarihlerde başbakan Erdoğan’a yazdığı,önemli eleştiriler içeren üç mektubuu aşağıda okumanıza sunuyorum .

Naci KAPTAN
18 Ocak 2013

AVRUPA’DAN BAŞBAKAN ERDOĞAN’A ELEŞTİRİ MEKTUPLARI * I

17.04.2009:

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan`a Açık Mektup

Güzel ülkemiz Türkiye’deki gelişmeleri çok yakından ve ilgiyle izlemekte olan bir siyasal bilimci ve Türk kökenli Alman parlamenter olarak duyduğum derin endişeden ötürü size bu açık mektubu yazma gereği gördüm. Önemle değerlendirileceğini diliyorum!

Sayın Başbakanım,
2002 seçimlerini kazanarak daha sonra başbakan olduğunuzda sevindiğimi söyleyemem. Ancak sizin seçim sonuçlarıyla hakettiğiniz şansı kullanmanızı içtenlikle savundum. Çoğu arkadaşımda size karşı baştan itibaren duyulan kuşkuların ne denli haklı ya da haksız olduğunun yaşanarak görülmesini savundum. Bu nedenle de erken seçim istemlerine katılmıyor, ilk yıllarda hükümetinizin yaptığı reformları ve izlediği ekonomi politikasını destekliyordum. 2005 ve 2006 yıllarında yayınlanan Almanca kitap ve yazılarımda bu tavrımı açıkca sergilemekteyim.

Bu görüşümü sol Dünya görüşüne sahip bilinçli bir Kemalist olmama ve laikliği Türkiye’nin en önemli kazanımı ve çimentosu olarak görmeme karşın sergiliyordum. Ortak Dünya görüşünü paylaştığım bazı arkadaşlarım yanıldığımı ve bunu yaşayarak göreceğimizi belirtiyorlardı.

Gerçekten de yanıldığımı söyleyen arkadaşlarımın, özellikle 2007 yılı başından bu yana izlediğiniz politikayla, giderek artan ölçüde haklı olduğunu gördüm.

Kanımca başbakan olarak sizin ve partinizin yapmakta olduğu en büyük yanlış, Türk toplumunun son derece derin bir kutuplaşmaya taşınması olmuştur. Bunu bilerek ve isteyerek yaptığınıza henüz inanmak istemiyorum. Ne var ki nesnel olarak günümüzde varılan sonuç budur ve bundan hükümetiniz sorumludur.

Bu son derece kaygı verici oluşumun sonucu olarak, Türkiye’nin saygın ve yurtsever insanlarına karşı, demokrasi ve hukuk dışı uygulamalarla yapılmakta olan baskı ve sindirme politikaları, asla kabul edilemez.Adına
“Ergenekon” denen yargılama operasyonları çerçevesindeki esas amacın, hükümetinizi eleştiren öğretim üyeleri, medya mensupları, laik ve çağdaş yaşam savunurlarının haketmedikleri suçlamalarla karalanmaları, göz altına alınmaları, hatta gerekçesini bilemedikleri nedenlerden tutuklanmaları, olduğu açıkca görülmektedir. Bunun çok yakında batı ülkeleri kamuoyunda da görüleceğinden kuşkunuz olmamalıdır. Açıkca görüldüğü gibi bu baskılar gerçek Atatürkçü, aydın ve laik insanlara karşı, şeriat devleti yanlılarının bir misilleme ve öcalma uygulamalarıdır.

Hiç kuşku duyulmasın, devlet destekli bazı asker ya da sivil kişilerin geçmişte veya günümüzde yasa dışı uygulamalarının üstüne kararlılıkla yasal yollardan gidilmesine, bu kişiler dışında hiç kimsenin itirazı olamaz. Ne var ki ne ideolojik, ne siyasi ve ne de etik değerleri bakımından asla bir araya gelemeyecek kişilerin “Ergenekon” denen darbeci, ırkçı, milliyetçi ve cinayet olaylarına karışmış oldukları söylenen kişilerle kovuşturulmaları, yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Ne var ki bu uygulamalar, bağımsız olduğu söylenen yargı adına öç alma planları çerçevesinde ve istenerek yapılmaktadır.

Eğer bu operasyonlar söylendiği gibi bağımsız olduğu iddia edilen yargı tarafından yapılıyorsa, bu uygulamaların gerçek hukuk devletiyle asla bağdaşamayacağı çok açıktır. Hukuk devleti mahkeme kararı olmaksızın yüzbinlerce insanın telefonlarının dinlenmesine izin vermez. Hakim kararı olmaksızın kimsenin evi aranamaz, hakkında kesin deliller olmayan hiç kimse gece yarısı yatağından alınarak ve çağrılmış medya mensuplarına gösterilerek eşkıya işlemi göremez. Hukuk devleti bu uygulamalara asla izin vermez. Eğer Türkiye’de gerçek hukuk devleti olduğu iddia ediliyorsa o zaman bu uygulamalar hukuk dışıdır, yasalara aykırıdır. Yok eğer bu uygulamalar mevcut yasalara ugun yapılıyorsa, o zaman da bu yasalar gerçek bir hukuk devleti ve demokrasiyle bağdaşmamaktadır.

Tüm çabaları eğitim şansından yoksun çocuk ve gençlere bu şansı vermek olan kanser hastası Sayın Prof. Türkan Saylan’ın evinin aranması ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yetkililerinin sorgulanmaları, rektörlerin ve öğretim üyelerinin, basın mensuplarının, 83 yaşındaki saygın gazeteci İlhan Şelçuk’un kriminel suçlu gibi sorgulanmaları, asla hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmamaktadır.

Sayın Başbakanım,
Bir siyasal bilimci ve siyasetçi gözlemiyle belirtmek isterim: Türkiyemizin içinde bulunduğu bu durum, ülkemizi son derece kuşku veren ve sizin de asla isteyemeyeceğiniz gelişmelere taşıyabilir. İvedi olarak Türkiye’yi bu kutuplaşmadan kurtarmak, yeniden sosyal ve siyasal barışı sağlamak öncelikle sizin görevinizdir. Sizi ve hükümetinizi eleştirmenin bir suç olmadığı, aksine vatandaşlık hakkı ve görevi olduğu erdemliğini ve hoşgörüsünü göstermek, siyasi karşıtlarınız olsalar bile, aydın, çağdaş ve laik düşünür, yazar, gazeteci, öğretim üyelerinin, sivil toplum ve meslek kuruluşlarının son derece haksız ve asılsız suçlamalarla uygulama görmelerini engellemek, yine en başta hükümetinizin asli görevidir.

Sizi daha fazla gecikmeksizin, Türk halkının esenliği, barışı, kardeşliği için gerekli önlemleri ivedi olarak almaya ve bunun için de Türkiye’de yaşanan kutuplaşmaya son vermeye çağırıyorum. İnanınız ki bundan en çok siz yararlı çıkacaksınız.

Saygılarımla

Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyasal Bilimci
2005-2009 Federal Almanya Parlamentosu Miletvekili
ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi
www.keskin.de hakki@keskin.de
+ 49 (0)151 4730 8778 + 90 (0)537 648 2335

AVRUPA’DAN BAŞBAKAN ERDOĞAN’A ELEŞTİRİ MEKTUPLARI * II

02.08.2010

BAŞBAKANA İKİNCİ MEKTUBUM

(Offener Brief an den Ministerpräsidenten der Türkei)
Sayın Recep Tayyip Erdoğan Başbakan Ankara

Sayın Başbakan,
Size ilk mektubumu 17 Nisan 2009’da yazmış, Türkiye`nin son derece kuşku veren kutuplaşmaya taşındığını, hükümetinizi eleştirenlere karşı değişik yöntemlerle baskı, korku, yıldırma, sindirme siyaseti güdüldüğünü ve çok sayıda aydın, gazeteci ve yazarın tutuklandığını, bu durumun Türkiye` de sosyal ve siyasal barışı yok etmekte olduğunu ve ülkemizin – sizin bile istiyemiyeceğiniz – çok tehlikeli bir çatışma ortamına sürüklenmekte olduğunu vurgulamıştım.

Bugün, ilk mektubumdan 15 ay sonra, güzel ülkemiz Türkiye`nin getirildiği noktaya bakınca, endişelerimde ne denli haklı olduğumu, büyük bir üzüntüyle görmekteyim. Türkiyemizin şu anda içine itildiği durumdan, yurtsever hiçkimsenin memnun olamayacağı açık ve kesindir.

Her geçen gün, askerlerin, polislerin, sivil vatandaşların terörün hedefi olduğu, teröristlerin ve yandaşlarının,terörü kentlere kadar tırmandırdığı, İnegöl ve Dörtyol`dà yaşanan son olaylarda görüldüğü gibi, 1980 öncesinde yaşanan bir iç çatışmaya yol açabildiği bir duruma geldi güzel ülkemiz.

Türkiye`nin siyasi ve toplumsal olarak bu son derece gergin çatışma ortamına sürüklenmesinden, hiç kuşkusuz Başbakan olarak siz ve hükümetiniz sorumludur. Çünkü, öncelikle hükümet asli görevi olan, toplumda kutuplaşmayı, ayrışmayı ve bölünmeyi önleyici önlemleri almak ve her vatandaşın can güvenliğini sağlamakla yükümlüdür.

Oysa siz, toplumun en hassas konularında bile bu sorumluluğu gösteremiyerek, uzlaşma yerine Türkiye`yi ayrışma ve kutuplaşmaya götürecek siyasetler izlediniz. Buna kanıt olarak sadece iki somut örnek vermek istiyorum.

İlki: Kamuoyunun büyük bir ilgi ve merakla izlediği, benim de televizyondan pür dikkat izlediğim „Demokratik Açılım“a ilişkin olarak, ki buna daha önce „Kürt Açılımı“ dediniz, TBMM’’deki konuşmanızda, muhalefete ve kamuoyuna amacı ve yöntemi bilinmeyen bu projenizi anlatarak uzlaşma olanaği aramak yerine, bir meydan nutku edasıyla yaptığınız konuşma ve muhalefete karşı ağır saldırılarınız, çok sayıda muhalefet milletvekilinin oturumu terketmesine neden oldu. Türkiye için çok büyük önem taşıyan bu konudaki tavrınızı derin bir hayret ve üzüntüyle izledim. Konseptsiz ve stratejisiz başlattığınız bu „Demokratik açılım“ diğer bir deyişinizle „Kürt açılımı“, sonradan adını „Kardeşlik ve Barış Projesi“ olarak değiştirdiğiniz girişiminizle, terörü yoketme veya en azından azaltma bir yana, terörün tırmanmasına neden oldunuz.

Çünkü, izlenen son derece yanlış politikayla, terör örgütü ve yandaşları Habur olayında tanık olunduğu gibi, adeta muhatap kabul edildi. Böylece terör yanlılarına büyük ölçüde prestij kazandırıldı ve cesaret verildi. Son haftalarda terörün daha da yoğunlaşması, sizin bu yanlış politikalarınızın sonucudur. Diğer ülkelerdeki deneyimlerden de görüldüğü gibi, terörü yapanlar ve yandaşları karşılarında onu yok etmeye kararlı bir iktidar görmezlerse ceseratlenir ve eylemlerini artırırlar. Türkiye`de son dönemde aynen bu durumu yaşıyoruz.

İkincisi: Anayasa değişikliği için muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşlarıyla baştan itibaren geniş katılımlı ve uzlaşmayı sağlayacak bir komisyon çalışması yapmak yerine, partinizin hazırladığı veya hazırlattığı paketi meclise getirdiniz. Buna karşın ana muhalefet partisi CHP size çok somut bir uzlaşma önerisinde bulunarak, üç maddenin paketten çıkartılarak seçim sonrası köklü bir anayasa değişikliğine gidilmesini, diğer maddelerinse CHP’nin de desteğiyle meclisten geçmesini, böylece referanduma gerek kalmadan anayasa konusunun çözülmesini önerdi. Hükümetiniz bu uzlaşıma önerisini anlaşılmaz bir yaklaşımla reddetti.

Böylece Türkiye`yi, temel amacı hükümet ve cumhurbaşkanı güdümlü bir yargı sistemini öngören ve yüksek yargı bağımsızlığını büyük ölçüde zedeleyecek olan bir anayasa referendumuna kilitlediniz. Özellikle kapsamlı ve geniş destekli bir anayasa değişikliği için zorunlu olan tüm partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla hazırlanması gereken anayasa değişikliği paketine olanak vermediniz. Bu tavrınızla uzlaşma yerine toplumda kutuplaşma ve ayrışmayı daha da pekiştiren bir yolu seçtiniz.

İşte bu nedenle, yargının bağımsızlığını ve hukuk devletini savunan herkesin bu referandumda hayır demesi bir zorunluluk olmuştur.

Sayın Başbakan, Çağdaş demokrasi ve hukuk devletinin vazgeçilemez koşulu, hatta önkoşulu, bağımsız yargı, özgür muhalefet, özgür basın, özerk üniversite vede ülkenin ve devletin temel sorunlarının çözümünde uzlaşma kültürüdür.

Ancak siz, izlemekte olduğunuz politikayla, yargıyı olabildiğince siyasallaştırmaya yöneldiniz. Özel yetkili savcılar ve mahkemeler yoluyla, „Ergenekon“ ve „Balyoz“ denen dava ve operasyonlarla aralarında Türkiye`nin seçkin bilim insanları, gazeteciler, yüksek rütbeli subayların bulunduğu ve halkın sevgi, saygı ve güvenini kazanmış çok sayıda insan, hukuk devletiyle bağdaşmayacak yöntemlerle, gözaltına alındılar, alınmaktadırlar. Bunlardan bazıları aylardır, bazıları bir yılı hatta iki yılı aşkın bir süredir tutuklu bulunuyorlar. Yüzbinlerce kişinin telefonları hukuka aykırı yollardan dinlenerek, yurttaşların en temel hakkı olan korkususz haberleşmeleri bile engelleniyor. Artık Türkiye`de insanlar askeri darbe dönemlerinde olduğu gibi korku ve kuşkuyla yaşar duruma getirilmiş durumdadırlar.

Medyanın büyük bir kesimini doğrudan veya dolaylı yollardan, hemde çoğu kez kamu bankaları kredileriyle satın alarak veya aldırtarak, bir kesimini da büyük bir baskı altında tutarak, eleştirel yayın yapmalarını önleme, hatta bazı gazetecilerin işlerinden atılmasına varan yötemleri uyguladınız, uygulamaktasınız.

Özerk ve hükümetten bağımsız olması gereken kamu kurum ve kuruluşlarından TRT, hükümetin adeta yayın organı durumuna getirilmiştir. Yine tamamen özerk olarak çalışmaları gereken Üniversitelere, yapılan seçim sonuçlarının aksine, taraflı rektör atamaları yaptırdınız ve demokratik olmayan YÖK denen kurum üzerinden, hiçbir dönemde görülmeyen biçimde üniversiteleri susuturdunuz. Toplumun en duyarlı kesimi olması gereken üniversitelerden yıllardır siyasi ve toplumsal sorunlara ilişkin hiç bir ses duyulmaması bu politikanızın sonucudur.

1980 darbesinin ilk yılları hariç, • Hiç bir dönemde Türkiye`de, benim gözlemleme olanağı bulduğum 1965’lerden günümüze, eleştirilere bu denli tahammülsüz ve baskıcı bir hükümet görmedim.

• Yarım yüzyıla yakın bu sürede hiç bir yönetim, medyanın öemli bir kısmını kendine bu denli bağnazca bağımlı kılıp, yandaş konumuna getirmedi ve kamuoyunu bilinçli olarak yanlış bilgilendirmedi.

• Hiç bir dönemde, Türkiye`de anayasanın emrettiği demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini inançla savunan, askeri darbelere ve hukuk dışı uygulamalara her zaman karşı tavır sergilemiş olan, tam anlamıyla yurtsever, namuslu ve dürüst insanlar, aydınlar, Kemalistler asla haketmedikleri suçlamalarla karalanmadılar, inandırıcılıktan tamamen uzak gerekçelerle darbe yanlısıymışcasına tutuklanmadılar.

• Hiç bir dönemde yüksek yargı kurumlarının saygınlığını bu denli sarsıcı tavırlar sergilenmedi.

Hiçbir dönemde, tam bir kampanya yöntemiyle Türk ordusuna ve komutanlarına karşı böyle karalama ve suçlama yapılmadı.

• Hiçbir dönemde, Türkiye`nin gündeminde olması ve sürekli tartışılması gereken artan işsizlik, yoksulluk, zengin-fakir uçurumu, yolsuzluk ve rüşvet olayları, eğitim ve sağlık gibi sorunlar, büyük bir başarıyla gündem dışı tutularak, ülke gündemi sürekli olarak yapay konularla değiştirilmedi.

• Hiç bir dönemde, Türkiye`de son yıllarda yaşandığı kadar, partizanca ve hem de çoğu kişinin getirildikleri görevi ve statüyü haketmedikleri kadrolaşma yaşanmadı.

• Hiç bir dönemde, siyasilerin ve yakınlarının politika üzerinden kısa sürede bu denli zengin oldukları, sonderece ustaca yöntemlerle kamu varlıklarının adeta talan edildiği, yerli ve yabancılara satıldığı ve bu denli büyük yolsuzlukların yaşandığı görülmedi.

• Hiçbir dönemde, yüzlerce Milletvekilini işledikleri adi suçlardan bile koruyan ender bir dokunulmazlık zırhıyla korunmasında bu denli ısrarcı olunmadı.

• Ve hiç bir dönemde Türkiye, AKP iktidarı döneminde olduğu kadar, borç yükü altına sokulmadı.

Sayın Başbakan, Bana öyle geliyor ki, Türkiye, yukarıda özetlediğim konularda belki sizin bile istemediğiniz ve kabul edemiyeceğiniz bir konuma gelmiştir. Hatta kanımca bazı alanlarda size rağmen Türkiye bu son derece üzücü ve tedirgin edici bir çizgiye taşınmıştır.Evet Sayın Başbakan,siz ve hükümetiniz bu durumun baş sorumlususunuz.
Halk bunun hesabını, en geç gelecek genel seçimlerde sizden sormak zorundadır, soracaktır da. Sağduyu sahibi Türk halkının bunu yapacağından kuşku duymuyorum.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyasal Bilimci

2005-2009 Federal Almanya Parlamentosu Miletvekili
ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi
www.keskin.de hakki@keskin.de
+ 49 (0)151 4730 8778 + 90 (0)537 648 2335

AVRUPA’DAN BAŞBAKAN ERDOĞAN’A ELEŞTİRİ MEKTUPLARI * III

15 Ocak 2013

Başbakan sayın Recep Tayyip Erdoğan`a üçüncü açık mektubum

Sayın Başbakan,

Size yazdığım ilk iki açık mektubumda (17.4.2009 ve 2.8.2010, www.keskin.de) özetle, izlediğiniz politikaların toplumu endişe edilecek düzeyde kutuplaştırdığını, Türkiye`de demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları gibi temel ilkelerden hızla uzaklaşıldığını, hükümetinizi eleştirenlere karşı değişik yöntemlerle baskı, korku, yıldırma, sindirme siyaseti güdüldüğünü ve çok sayıda aydın, gazeteci, bilim adamı, öğrenci ve üst rütbeli subayın tutuklandığını belirtmiştim. Bu durumun 21. Yüzyılın Türkiyesi‘ne yakışmadığına, sosyal ve siyasal barışın yok edilmekte olduğuna, ve giderek Türkiye`nin bir çatışma ortamına doğru sürüklendiğine vurgu yapmıştım.

Batı Avrupa ülke parlamentolarında siyaset yapan 13 arkadaşımla birlikte 11 Mart 2011‘de yaptığımız açıklamamızda, Türkiye`de basın ve ifade özgürlüğünün ciddi bir tehdit altında olduğunu belirtmiştik. Grup toplantınızda bu açıklamaya değinerek, “yurt dışındaki Türk kökenli milletvekilleri dikkat etsinler, ezilirler“ diyerek, en sade eleştirilere bile tahammül edemeyeceğinizi; eleştirileri baskı ve tehditle sindirme tavrınızı, bize karşı da açıkça gözler önüne sermiştiniz.

Bilmelisiniz ki, ben bu girişimlerimde konuya asla partisel anlayışla yaklaşmıyorum. O kadar ki, sol dünya görüşüme karşın, iktidara geldiğiniz 2002‘yi izleyen ilk yıllarda ekonomik ve sosyal alanda yaptığınız bazı reformlara yazılarımla destek verdim. Bugün de, özellikle ulaştırma ve sağlık bakanlığı tarafından yapılmakta olan çalışmaları, olumlu değerlendirdiğimi söylemek isterim.

1968‘den bu yana Türkiye`de ve son elli yıldır yaşamakta olduğum Almanya`da, her zaman kararlılıkla, gerçek demokrasi, hukuk devleti, sosyal devlet, insan hakları, Almanya`daki Türk toplumunun eşitlik hakları ve eşit yaşam koşulları için uğraş verdim, vermekteyim.

Anavatanım Türkiye ile bağlarımı sürdürerek, oradaki gelişmeleri yakından izlemekteyim. İşte bu nedenle, basında yer alan yazılarımda ve size yazdığım açık mektuplarımda, bir bilim adamı sorumluluğuyla çok sevdiğim Türkiye`deki olumsuz gelişmelere ilişkin olarak duyduğum kuşkuları hem bilginize sunmak hem de kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.

Türkiye’deki olumsuz gelişmeleri görebilen ve dile getirme cesareti gösterebilenlerin çoktan bildikleri endişe verici gerçeklerden birini, siz bir süre önce bizzat itiraf ederek,parlamenter demokrasinin önkoşulu ve vazgeçilemez temel ilkesi olan „kuvvetler ayrılığına“ özünde karşı olduğunuzu söylediniz. Parti kurultayınızda coşkuyla kucakladığınız, Mısır halkının çoğunluğu tarafından „Mısır`ın yeni Firavunu“ olarak nitelenen Mursi`nin de yapmaya çalıştığı gibi, yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplamak istiyorsunuz.

İşte, kuvvetler ayrılığının mevcut olmadığı ve bunun neticesi olarak, bağımsız yargı tarafından denetlenemeyen yönetim biçiminin adı, açıkça diktatörlüktür.

Yargının ve muhalefetin, bazı kararlarınıza ve projelerinize direndiklerinden yakınıyorsunuz. Açıkca diyorsunuz ki, mecliste çoğunluğu elinde bulunduran partinin Başbakanı olarak ben, istediğim her kararı engelsiz uygulamaya koyabilmeliyim.

– Türkiye Cumhuriyeti`nin büyük kazanımlarının simgesi olan ve Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze değin coşkuyla kutlanan ulusal bayramlarımız ve ulusal bağımsızlık savaşımızın büyük önderi, Çağdaş Türkiye’nin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, inanılmaz gerekçelerle ve yasaklarla unutturulmaya çalışılacak;

– Ülkenin kamu varlıklarına sahip çıkan yurtsever aydınlar, Kemalistler ve hükümeti yanlış uygulamalarından ötürü eleştiren gazeteciler,yazarlar,bilim adamları,hatta milletvekilleri,yüksek rütbeli subaylar, öğrenciler „terör“ suçlusu iddiasıyla yıllardır Silivri`de tutuklu kalacak;

– Devletin elindeki ve hatta kârla çalışan ve de stratejik önemi olan tüm kamu kuruluşları gerçek değerlerinin çok altında özelleştirilecek;

– Doğal ve tükenmez enerji kaynakları olan güneş ve rüzgar enerjisi gereğince değerlendirilmezken, çoğu ülkelerin vazgeçtiği atom santrallerinin hem de deprem bölgelerinde kurulması planlanacak ve enerji bakımından Türkiye`nin risk düzeyinde bağımlı olduğu ve teknolojisinin de geri olduğu Rusya ile atom santrali anlaşması yapılacak;

– Karadeniz bölgesindeki köylerin ve ilçelerin doğal yaşam kaynağı olan çayları, dereleri ve giderek Türkiye`nin nehirleri satılacak;

– Dünyanın ikinci en zengin oksijen kaynağı olan Kazdağları, siyanürle madencilik yapan, bu nedenle de ormanları, çevreyi ve kaynak sularını zehirleyen zihniyetin tekellerine açılacak;

– Belediyelere ait deniz taşımacılığı, İstanbul İDO örneğinde olduğu gibi, rakipsiz firmalara yok fiyatına devredilecek;

– Boğaz köprüleri ve otobanlar satılarak, vatandaşların yakında daha fazla ücret ödemelerine göz yumulacak;

– Son derece yaşamsal nedenlerden nehirlerine, çaylarına, derelerine, toprağına, ormanına, doğasına, sendikal haklarına, çağdaş eğitimine sahip çıkan aileler, köylüler, işçiler, öğrenciler cop, tazyikli su ve biber gazı kullanılarak susturulmaya çalışılacak;

– Tüm uyarılara karşın gerekli önlemler alınmayarak, son 10 yılda 11.475 işçi iş kazalarında can verecek;

– Türkiye`de hükümetlerin yüzkarası olan Maraş ve Sivas katliamlarını anma yürüyüşleri, aşırı güç kullanılarak, engellenecek;

– Türkiye bakımından hiçbir haklı gerekçesi olmaksızın, ABD böyle istediği için, kısa bir süre öncesine değin ailece birlikte tatil ve ortak Bakanlar Kurulu toplantısı yaptığınız Suriye Devlet Başkanı Esad`ın düşürülmesinin öncü gücü olunacak ve Türkiye-Suriye sınırının PKK‘nın yan kuruluşunun eline geçmesine neden olunacak.

Sayın Başbakan, siz dolaylı olarak diyorsunuzki, bana sadece partim değil, partimin milletvekilleri değil, demokrasinin vazgeçilmezi olan bağımsız yargı, özgür basın, muhalefet ve farklı düşünen herkes de biat ve itaat etmelidir. Başbakan yardımcısı sayın Bülent Arinç`ın bu gerçeğı açıkca belirttiği gibi.

Demokrasi ve hukuk devletinin temel ilkelerinden ne denli uzaklaşıldığına bir kaç somut örnek daha vereyim:

Demokrasilerde bağımsız olması gereken yargıyı, özel yetkili hakim ve savcılarla ve istenen davalarda savcı ve hakimlerin görev yerleri keyfi olarak değiştirilerek, yargı kararlarına müdahale edilmektedir.

– Tıpkı Deniz Feneri davasında olduğu gibi, suçluları tutuklatan savcıları görevden alarak, haklarında kovuşturma açtırıldığı gibi.

– Bir toplantınızda „parasız eğitim istiyoruz“ yazılı bir pankart açan öğrencilere, „yasal haklarını kullandıklarını“ belirterek ceza verilemiyeceğini söyleyen savcıyı görevden alarak, bu ğrencilere „terör suçlusu“ muamelesi yaptırılarak, 8.5 yıl hapis cezasi verildiği gibi.

– Tüm demokratik ülke üniversitelerinde en doğal hak olan protesto göstrerilerine katıldıkları için, tutuklanan yüzlerce öğrenci ve binbir güçlükle kaydolabildikleri üniversitelerden atılan binlerce öğrenciye uygulanan cezalar gibi.

Demokrasilerin varolabilmesi ve yaşayabilmesi için özgür olması gereken medyada, sizi ve hükümetinizi eleştirenler, doğrudan veya dolaylı baskılar sonucu işlerinden atıldı, tutuklandı veya yönettikleri TV programları yayından kaldırıldı.

– Partinizin Grup toplantılarında medya patronlarına çağrı yaparak, sizi eleştiren gazetecileri çalıştırmamaları yönünde baskı yaptınız, yapmayı sürdürüyorsunuz. Emin Çolaşan, Bekir Coşkun, Uğur Dündar, Oktay Ekşi, Ruhat Mengi, Nuray Mert, Banu Güven, Cüneyt Ülsever, Can Dündar, Ruşen Çakır ve daha birçoğu.

– Bazı Görsel ve yazılı medya kuruluşlarını da yakın çevrenize satın aldırarak, medyayı büyük ölçüde kontrol altına aldınız. Yaptığınız her konuşma, verdiğiniz her demeç, istediğiniz gibi günlerce tekrarlanarak kamuoyuna sunulmaktadır.

Demokrasinin gereği özgür olması gereken bilimi, sanatı ve kültürü bile, kendi beğeninize uymaya zorluyorsunuz. Kars`ta belediyenin demokratik kararla yaptırdığı heykeli, „ucube“ diye niteleyerek yıktırttığınız gibi. Böyle bir duruma, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde tanık olunmamıştır. Halkımızın büyük beğeniyle izlediği Muhteşem Yüzyıl dizisinin de yasaklanması yönünde baskılarınız gündemdedir. Sizin beğenmediğiniz karikatürleri devlet memurlarının izlemesini bile yasaklamaya kalkıyorsunuz. Demokrasilerin vazgeçilmezi olan parlamento içi ve dışı muhalefet susturulmaya çalışılıyor. Yüzlerce gazeteci, bilim adamı, üst rutbeli subay ve öğrenci, yıllardır tamamen siyasi nedenlerden ve Kemalist, yurtsever olmaları nedeniyle „terör suçlusu“ iddiasıyla tutuklu bulunuyorlar. 1991 yılına değin hükümetleri eleştirenlerin ve farklı görüşte olanların “kominizm propagandası“ yaptıkları iddiasıyla Türk Ceza kanununun 141./142. maddelerinden tutuklandıkları gibi..

– Türkiye`nin tam üyelik için müzakereler yaptığı AB ülkelerinde, tutukluluk süresi maksimal 16 ay olduğu halde, size ve hükümetinize muhalif olanların birçoğu, kanıtlanmamış ve hatta çoğu kez gerçekliği tartışma götüren iddialarla, 4 yıla yakın süredir tutuklu bulunuyorlar. Avrupa Konseyi`nin 47 ülkesi arasında, toplam tutukluların sayi ve orani bakimindan Türkiye en kötü durumdadır.

– ODTÜ öğrencilerinin, en doğal demokratik haklarını kullanarak politikanızı ve üniversiteye 3500 polis, 20 zırhlı araçla gelmenizi protesto etmek istemeleri, ölçüsüz güç kullanılarak engellendi. Bazı göstericiler evlerinden alınarak terör suçlusu iddiasıyla tutuklandı. Ve siz günlerdir basın yoluyla ODTÜ Rektörüne, „bu öğrencileri üniversiteden neden atmıyorsunuz“ diye, talimat verici bir çağrıda bulundunuz. Emir kulu konumuna sokulmuş olan çoğu üniversite rektörlerini, ODTÜ` ne karşı protesto yapmaları yönünde girişimler yapıldı.

Oysa Üniversiteler, her türlü baskıdan arınmış bilim kurumları olarak, ülke ve dünya sorunlarını araştırmak, tartışmak, çözümler aramak ve demokratik yollardan iktidara ve kamuoyuna gerekli uyarılarda bulunmak görevi olan bilim merkezleridir. Onların, bugün olduğu gibi, bu görevlerini yapmamaları en büyük sorumsuzluktur. Özgür ve bağımsız bir yönetime sahip olması ve çalışması gereken üniversitelerin rektörleri, üniversite senatolarının seçim sonuçlarının aksine, siyasi tercihlere göre tayin edilmekte, emir ve talimatla çalıştırılmaktadır. Ortaçağ zihniyetiyle „Şiiler ve Aleviler cennete gidemez“ diyecek kadar kuru cahil kişiler, 18 Mart Üniversitesi Rektörü Laçiner örneğinde olduğu gibi, bilimsel çalışma yerine, fetva vermektedirler. Bu nedenle özgür bilim kurumları olması gereken üniversitelerin çok büyük bir kesimi, kış uykusuna yatmışcasına, Türkiye`deki ve Dünya`daki oluşumlar karşısında yıllardır seslerini çıkarmamaktadırlar.

Ve siz, sayın Başbakan, Meclisten istediğiniz her yasayı çıkarabilecek çoğunluğunuza rağmen, tüm bu endişeverici, demokrasi ve hukuk devletiyle bağdaşmayan yönetiminiz karşısında, muhalefet partilerinin, yargının, tüm basının ve sivil toplum kuruluşlarının susmasını, ülkede olup bitenlere seyirci kalmasını istediğinizden, kuvvetler ayrılığından yakınmaktasınız. Çok zor koşullarda bile olsa, halkın gerçekleri öğrenmesinden ve görmesinden büyük rahatsızlık duymaktasınız. İste bu nedenle sayın Başbakan siz, özünde kuvvetler ayrılığı olmayan bir yönetim biçimini istemektesiniz. Ve siz, böyle bir siyasi yönetime demokrasi, hatta „ileri demokrasi“ demektesiniz.

Oysa çok iyi bilinmektedirki, yasama organının çıkardığı yasaların ve yürütme organının uygulamalarının Anayasa’ya ve yasalara uygun olup olmadığını denetleyecek bağımsız yargısı, etkin muhalefeti ve özgür basını olmayan ülkelerde demokrasiden asla söz edilemez.Almanya`da 30 yıl siyasal bilgiler dersi vermiş bir bilim adamı ve 8 yıl milletvekilliği yapmış bir siyasetçi olarak söylemek zorundayım ki, sizin istediğiniz böyle bir yönetim biçimine, gerçekte örtülü dikta rejimi denir.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyasal Bilimci
2005-2009 Federal Almanya Parlamentosu Miletvekili
ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi
www.keskin.de hakki@keskin.de
+ 49 (0)151 4730 8778 + 90 (0)537 648 2335

This entry was posted in AB, EMPERYALİZM, FAŞİZM, HUKUK-YARGI-ADALET, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *