ATATÜRK’LE 30 YIL * 2‏

Cumhuriyet 28.08.2004
 
 
ATATÜRK’LE 30 YIL
Paşa, eski silah arkadaşlarını ve tanıyıp güvendiği kişileri derhal Anadolu’ya geçmeye çağırıyordu

İstanbul’dan zorlu kaçış

Mustafa Kemal ‘in İstanbul’daki mebuslara çağrısı, 19 Mart günü, Ankara’daki yeni Meclis’e gelmeleri yönündeydi. Bu çağrı üzerine, milli mücadeleye gönül vermiş milletvekilleri Ankara yolunu tutmaya başladılar.

Yunus Nadi , köklü bir denizci aile olan Sadıkoğulları’nın yakını Osman Kaptan ‘ın Yeni Dünya vapuruyla Karadeniz’e açılmaya karar vermişti, ertesi gün, İbrahim Süreyya , Bahriye imamlarından İbrahim adındaki bir hocayı Yunus Nadi’ye yolladı ve ertesi gün Beykoz’da beklediğini bildirdi.

İbrahim Süreyya, Anadolu’ya İpsiz Recep diye tanınan birinin komutası altındaki grubun yardımıyla geçilebileceğini, olmazsa Yetimoğulları çetesinden yardım istenebileceğini biliyordu, ama İbrahim Süreyya’nın tavsiye ettiği yolu seçti ve Hoca İbrahim’i bekledi. Hoca randevu yerinde gözükmedi. Yunus Nadi, çeşitli iskelelerde vapurdan vapura aktarma yaparak Beykoz’a geldi. Gidip bir kahveye oturdu… Gelip geçenler arasında tanıdık bir yüz beklemekteydi.

İbrahim Süreyya Yiğit ve Kazım Özalp Yerköy’de.

YUNUS NADİ BULUŞAMIYOR

Bir ara İbrahim Süreyya’nın yeğeni Vahit ‘i, elinde bir paketle koştururken gördü ve hemen kalkıp Vahit’i yakaladı. Vahit Bey, dayısı İbrahim Süreyya’nın geceyi Üsküdar’da, ablasının evinde geçirdiğini, pijamasını bile almadan erkenden yola çıktığını, bu paketi, aralarında bağlantıyı sağlayan eczacı Ferit Bey ‘e getirmesini söylediğini anlattı. Az sonra Ferit Bey geldi ama İbrahim Süreyya hâlâ ortada yoktu. Ferit Bey, ”Nerede İbrahim Süreyya” diye soran Yunus Nadi’ye, ”Bekleyemedi, yürüdü,” dedi. Yunus Nadi buna pek şaşırmadı, İbrahim Süreyya’nın aceleciliğini öteden beri bilirdi… Onun Tepeviran köyüne varmış olacağını hesapladılar…

Yunus Nadi hemen yola çıksa bile, geceden önce o köye ulaşamazdı. Artık Yunus Nadi, ertesi sabah başka bir yoldan Anadolu’ya gitmek zorundaydı.

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’daki eski silah arkadaşlarını ve tanıyıp güvendiği kişileri de derhal Anadolu’ya geçmeye çağırıyordu. Ankara’da bir meclis toplamaya başlayacağını bildiriyor, arkadaşlarından, aday olmalarını ve seçime katılmalarını istiyordu. Çağrı yapılanların arasında Dr. Fikret de vardı. Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısını, Trablusgarp’ta beraber oldukları Dr. Refik de (Saydam) bir mektupla desteklemişti.

TEPEVİRAN KÖYÜ…

Dr. Fikret, Erzurum ve Sıvas kongrelerinin eylemlerinden ve kararlarından haberdardı. Kongrelerde bulunanlardan birinin İbrahim Süreyya olduğunu da biliyordu.

Yunus Nadi, bir an önce yola çıkmakta ne kadar haklı olduğunu giderken anlamıştı. İngilizler, Rauf ve Kara Vasıf beylerden sonra, bu kez de, ellerindeki ikinci listede bulunanların peşine düşmüşlerdi ve bunlardan biri de Yunus Nadi’ydi. Yunus Nadi’nin çalıştığı Yeni Gün Matbaası’nı basmışlar, müdürü İbrahim Efendi ‘yi götürüp döverek, Yunus Nadi’nin nerede olduğunu öğrenmeye çalışmışlardı.

Tepeviran’da Kuvayı Milliye’nin Mahmut Bey adlı komutanı, İstanbul’dan gelen kafileleri Ankara’ya sevk ediyordu. Gelenler için Geyve bir merkez, Mahmut Bey de bir güvenceydi. Yunus Nadi Bey; Yusuf Kemal (Tengirşek) , Rıza Nur ve Konyalı Hoca Vehbi ile buluştu. Geyve’ye geliş altı gün sürmüştü…

Sıvas Kongresi’nden bir anı. (Oturanlar sağdan sola) İbrahim Süreyya, Mazhar Müfit Kansu. (Ayaktakiler sağdan sola) Cevat Abbas Gürer, Dr. Refik Saydam ve Aslan Tufan

HALİDE EDİP’LE KARŞILAŞMA

İbrahim Süreyya ise Tepeören’de bir başka kafileye öncülük edeceği için Yunus Nadi’yi bekleyememişti. Onun kafilesinde Osmanlı Meclisi Mebusanı’nın Başkanı Celaleddin Arif Bey ile Albay İsmet (İnönü) Bey vardı. Onları bekletmemek için, bekletirse başlarına bir felaket gelebileceği ihtimalini düşünen İbrahim Süreyya, en yakın arkadaşı Yunus Nadi’yi, daha yolun başında tek başına bırakmak zorunda kalmıştı.

Bu arada Mahmut Bey, İbrahim Süreyya ve beraberindekileri aramışsa da, onlar Adapazarı’nı aştıkları için, takipten vazgeçmişti.

Bu arada Geyve’ye, Halide Edip Hanım, Dr. Ahmet Adnan (Adıvar), Hüseyin Avni, Zihni, Necati, Abdullah Azmi, Cami (Baykut), Ali Rıza ve Fuat beylerden oluşan büyücek bir kafile gelmişti. Yeni gelenler, Yusuf Kemal, Rıza Nur, Hoca Vehbi, Yunus Nadi ile birlikte, Mahmut Bey’in isteği ve Ali Fuat Paşa’nın yardımıyla sağlanan bir drezine binerek Eskişehir’e ve oradan da hemen hareketle Ankara’ya ulaşmışlardı. Ankara, Keçiören yolunda bulunan Kalaba köyüne varmadan soldaki Ziraat Okulu artık milli mücadelenin karargâhı olmuştu. Milli mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya gelen hemen herkes, tavaf edercesine bu Ziraat Okulu’na gelip yüz sürmekteydi. Herkes oradaydı.

İbrahim Süreyya Bey ve eşi Mediha Hanım, Ankara’da düğünde (Eylül 1922).

İbrahim Süreyya ile Mediha Hanım’ın mutluluğu 30 Ağustos haberiyle coşkuya dönüşüyor

Büyük zafer ve bir düğün

Yunus Nadi Bey’in refikası Nazime Hanım dört çocuğu ile hazırlığını yaparken İbrahim Süreyya’nın annesi Cenaniyar Hanım, kızı Mihrünnisa ‘yı hazırlıyordu. Dr. Fikret , karısı Celile Hanım ile annesi Mevhibe Hanım ve kız kardeşi Mediha ‘nın birlikte gelmelerini istemişti. Onlar da aynı kafileyle gideceklerdi.

İstanbul’daki Ankara Meclisi’ne bağlı gizli teşkilat mensupları, Harbiye, Akaretler ve Sultanahmet’teki evlere giderek, ertesi sabah Bostancı taraflarında olmalarını bildirdiler. Bu haber üzerine her üç evde de heyecan doruğa çıktı.

YOLDA…

Bir arkadaki yaylıda da Saruhan mebusu İbrahim Süreyya Bey’in annesi Cenaniyar Hanım ile kız kardeşi Mihrünnisa Hanım vardı.

Uzun boyu ve müheykel (heykel gibi) duruşuyla dikkat çeken Cenaniyar Hanım ilk önce önündeki arabadan inen Nazime Hanım’a yaklaştı ve, ”Siz, Yunus Nadi Bey’in refikasısınız, değil mi” diye sordu ve ekledi: ”Kocanız benim oğlum sayılır. Onu çok severim, İbrahimimden asla ayırmam.”

Nazime Hanım’a gelini gibi şefkatle bakıyordu. O sırada Nazime Hanım’ın küçük oğlu Doğan annesine yaklaştı ve Cenaniyar Hanım’ın kim olduğunu sordu. Nazime Hanım, ”Babanızın annesi kadar sevdiği bir Hanımefendi, babanızın arkadaşının annesi, bir nine,” diye cevap verdi. O andan sonra Doğan, Cenaniyar Hanım’a ”Haminne” demeye başladı; ona karşı bir yakınlık hissetmişti.

NAZİME HANIM VE DOĞAN

Haşarı bir yapıda olan bu küçük çocuk zaman zaman sıkılıp arabadan atlıyor ve arabanın yanında koşuyordu. Bir defasında düştü, dizi kanamaya başladı. Annesinin kızacağından korktuğu için Haminne’nin arabasına bindi. Sessizce ağlıyor, parmağıyla kanayan dizini gösteriyordu. Cenaniyar Hanım hemen ecza kutusunu açtı, içinden tentürdiyot şişesini çıkarıp Doğan’ın kanayan dizine sürdü; yakacağını bildiği için bir yandan da yaranın üzerine üflüyordu. Az zamanda kan durdu, Doğan gene arabadan atlayıp koşmaya başladı.

Bir başka dinlenme ve atları sulama molası sırasında, Cenaniyar Hanım, Mevhibe Hanım’a gelini Celile Hanım’ın yardım edişini gıptayla izledi. Celile Hanım’ın Müşir Deli Fuat Paşa’ nın kızı olduğunu öğrenmişti.

Mebus aileleri kafilesi, yaylı araba konvoyu halinde Bilecik’e girdi. Onlara karşılamaya gelenlerin oluşturduğu kalabalık da eklenince, ortalık ana-baba gününe dönmüştü; herkes birilerini arıyor, kalabalık yüzünden, yakınlarını bulmakta güçlük çekiyordu.

Mebuslardan bir grup belli bir köşede durmakta ve önlerinden geçen arabaların içinde kimler olduğuna bakmaktaydı.

KARŞILAMA…

İbrahim Süreyya, Yunus Nadi ve Dr. Fikret bir aradaydılar. Ailelerinin birlikte geleceklerini bildiklerinden, yan yana duruyorlardı. Öndeki arabada annesini gören Dr. Fikret hemen koştu ve arkadaşlarına da peşinden gelen arabaları işaret etti. Onlar arabalara yönelirken Yunus Nadi Bey’in çocukları arabadan atlayıp babalarına sarıldı. İbrahim Süreyya da koşup annesini kucakladı.

Muharebelerde düşmanla boğuşulurken, içerde de huzursuzluk nedenleri bir hayliydi. Dikmen sırtlarındaki bağ evlerinde ise evlilik hazırlıkları ilerliyordu. Henüz bir tarih saptanmamış olsa da, çeyizdi, düğündü gibi konularda, aile büyükleri Mevhibe Hanım ile Cenaniyar Hanım kolları sıvamışlardı. İbrahim Süreyya’nın arzusu, düğünün mutlu bir devrede olmasıydı. Bütün eski silah ve yeni siyaset arkadaşlarını düğününe davet etmek istiyordu.

Başkomutan Gazi, o günlerde taarruz kararını vermiş, gün tespit etmemiş fakat planların hazır edilmesini istemişti.

1922’nin 6 Ağustosu’nda ordulara gizli emir ulaştı: Taarruza hazır olun!

30 Ağustos günü, zaferin kazanıldığı kesinleşti. Haber Ankara’ya ulaşınca İbrahim Süreyya’nın evinde bir telaş başladı. Bu zafer haberi, onların mutlu günlerinin yaklaştığının da işaretiydi…

DÜĞÜN

Eylülün ilk haftasının sonunda düğünü yapmayı kararlaştırdılar. Mediha’nın gelinliği İstanbul’dan getirtilmişti. İbrahim Süreyya’nın redingotu çoktan ütülenmiş ve hazırdı. Ankara’da düğünün yapılabileceği bir salon yoktu; hatta ahbap evlerinden hiçbiri davetlileri alacak büyüklükte değildi. Hal böyle olunca, bahçeye iki tane büyük çadırın kurulmasına karar verdiler.

Eski otağlara benzer iki çadır getirtildi ve bağın düzlük kısımlarına kuruldu. Önce biri harem, diğeri selamlık olarak düşünüldüyse de sonra bundan vazgeçildi; çadırlardan biri ziyafet için, diğeri davetlilerin oturtulup ağırlanmasına ayrılacaktı. Çalgısız düğün olmayacağı için bir de saz takımı ayarlandı. Nikâh, 8 Eylül günü kıyılacak ve o günün akşamında da düğün olacaktı.

Belirlenen günde, Ankaralı imam Dikmen’deki eve geldi, nikâh eski usule göre kıyıldı ve düğün töreni beklenmeye başlandı.

TÖREN VE KONUKLAR

Davetlilerin çoğu, İbrahim Süreyya ve Dr. Fikret’ in silah arkadaşları, mebuslar ve ayrıca Ankara’da yeni edindikleri komşu ve ahbaplardı. Aralarında Yunus Nadi, Rauf Bey, Refik Şevket, Muhittin Baha, Celal (Bayar), Kılıç Ali, Cevat Abbas, Mazhar Müfit, Aka Gündüz’ ün de bulunduğu, İbrahim Süreyya’nın yakın arkadaşları, Dikmen’deki otağı doldurmaya başladılar. Cephede bulunan komutanların aileleri de davetliydi. Gazi Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Kâzım (Özalp) Paşa, Karabekir Paşa gibi komutanlar, davetli oldukları halde gelemediklerinden, onların aileleri düğüne gelmişti.

Bir ara Zübeyde Hanımefendi’ nin, Mustafa Kemal’i büyük bir aşkla seven, üvey kuzeni Fikriye ile birlikte gelmekte olduğu haberi duyulunca Cenaniyar Hanım yerinden fırlayıp Akaretler’deki komşusunu yol başında karşıladı. Zübeyde Hanım’a başköşede bir koltuk hazırlanmıştı. Zübeyde Hanım, Cenaniyar Hanım’ı tebrik etti, Cenaniyar Hanım da ”Darısı başınıza hanımefendi, bizi sevince gark ettiniz” dedi. Fikriye Hanım da yaşıtı Mediha’yı düğün töreninde yalnız bırakmamıştı.

Düğünün ilerleyen saatlerinde bir atlı geldi, bu bir asker postasıydı. Rauf Bey’e verilmek üzere bir telgraf getirmişti. Birisi askeri çadıra getirip Rauf Bey’i işaret etti, asker gitti, Başvekil’e selam verip elindeki telgraf zarfını uzattı. Rauf Bey zarfı aldı, bir kenara çekildi ve açıp okudu.

Sonra döndü, telgrafı Mazhar Müfit’e uzattı, o da alıp okudu. İbrahim Süreyya merak içinde onlara bakıyordu. Yunus Nadi hemen, ”Mühim bir haber mi var Rauf Beyefendi” diye sordu. Rauf Bey gelen haberi sevinçle açıkladı: Türk süvarileri İzmir’e girmek üzereydi…

DİKMEN YILDIZI

Sessizlik içinde haberi bekleyen davetliler, bu müjde üzerine sevinçten çılgına dönmüştü. Dışarı fırlayan erkekler, bellerindeki tabancaları çekip ateşlemeye başladılar. Silah seslerini içerdeki saz ekibinin İzmir Marşı’nı çalması bastırdı. Hele İzmir’in Kavakları türküsünden sonra çalınan Vardar Ovası, Zübeyde Hanım’ın bile gözlerini yaşarttı.

Davetliler arasında ünlü edebiyatçı Aka Gündüz de bulunuyordu; gözlemlerini dikkatle biriktiriyor, yazacağı romanı düşünüp duruyordu. Daha sonra romanına, Dikmen Yıldızı adını verecekti.

Bir ara Mazhar Müfit Bey, gelin hanıma yaklaştı ve ”Kızım” dedi, ”bundan sonra sizin adınız Berid-i Zafer (Zafer Müjdecisi) olsun. Ne kadar uğurlu geldiniz. Ne olurdu birkaç ay evvel evlenseydiniz de bu büyük zaferi o zaman tatsaydık” .

Civarda bulunan bir askeri bandonun da katılmasıyla, özel bir düğün, bir anda milli bayram yeri haline dönüvermişti. Orduların başarıları, peş peşe gelen telgraflarla duyurulmakta, evlerinden çıkan, şehrin merkezinden kalkan halk, akın akın Dikmen sırtlarına yürümekteydi.

Silah sesleri sabahlara kadar susmadı, naralar Dikmen bağlarında çın çın yankılandı. Kimse bırakın uyumayı, durup dinlenmeyi bile düşünmüyordu.

Dikmen’e gelen halkın düğünde gördükleri Yunus Nadi’ye ”Yunanistan yıkıldı Yunus Nadi Bey, Yunanistan yıkıldı” diye tezahürat yapmaları, idealist yazarın gözlerini yaşarttı.

Yarın: İbrahim Süreyya öyküsünün sonu

This entry was posted in ATATURK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *