CEHALETİN BEKASI * Müslüman Türkiye’de darülharpın talan ve yağmaya, yani hırsızlığa dayalı geleneğini genetik belleğinde taşıyan bir toplum tabanı, oldum olası vardı. Bu zihniyet, suyun başını tutan hırsızın küpünü herkesten çok doldurmasını anlayışla karşılayan, büyük hırsızı yöneticiliğe getirirse onun da kendi küçük hırsızlığına göz yumacağını; hatta hırsızlık payını artıracağını hesaplayan kafadır.

CEHALETİN BEKASI

CUMHURİYET – Mine G. Kırıkkanat – 12 Şubat 2023 Pazar

“Yine apansız ve derinden geldi ölüm.

Kapıları vurmadı, kırdı. Çatıları abanmadan çökertti, duvarları dokunmadan yıktı. Rüzgâr olsaydı, duyumsardık acı soluğunu. Su olsaydı, bilirdik boğduğunu. Ama topraktı. Üstüne hanelerimizi, hayatımızı kurduğumuz, altına tohumlar ektiğimiz, bereketli bereketsiz, olmayınca olmadığımız toprak. Canlı cansız her şey gibi, onun bağrından çıkmıştık. Anamızdı bizim. İyi ya da kötü, hâlâ anamız. Otlardan, ağaçlardan tek farkımız, toprağı sarmalayan kökler yerine, bağımsız ayaklar vermiş olmasıydı bize. Arada bir havayla aldatır, bulutlarla oynaşırdık, ama yine ona dönmecesine. Hanelerimizin köklerini salmıştık ya bağrına, bizi böyle uçarı, kabul etti sanmıştık. Elbet bir gün toprak olacaktık ama, ölümümüz onun elinden olmayacaktı, temellerimiz çürük olsa da onun analığı sağlamdı.”


KEHANET DEĞİL, ÖNGÖRÜ
Yukardaki satırlar, 14 Kasım 1999’da yayımlanan Havagazı Yaşamlar yazımın girişiydi. Dört akrabamı kaybettiğim Gölcük ve Düzce depremlerinin ardından dünyada ulaşabildiğim birçok rasathane, jeolog ve sismologlarla görüştüm, öğrendiklerimden zaman içinde hepsi doğrulanan sonuçlar çıkardım, onlarca yazı yazdım.
Yetmedi, 2003’te içerdiği uyarı yaşadığımız günlerde (nihayet) ortak akıl tarafından kabul edilen çok önemli bir roman yazdım: Bir Gün, Gece*... Bugün bölgede yaşanan her şeyi, yoz politikacıları, siyasal İslamcıları, çarpık kentleşmeyi, hükümetin aczini, liyakatsizliğin yarattığı kaosu, yağmacıları, kehanet gibi tek tek öngördüm.
YOZLUK KÖRÜ, YOLSUZLUK SAĞIRI
Bu romanla Türkiye’nin beklenen Marmara depreminin sonucunda işgal edileceği tezini, Celal Şengör hocamızla ilk dile getirenler olduk. Bugün projeksiyon yapabilen her beyin, yani öngörü yeteneğine sahip herkes bu tezi paylaşıyor.  Yabancı dillere de çevrilen Bir Gün, Gece çok konuşuldu, çok okundu ve okunuyor. Ama yeterince değil.
Ne gazete ne de kitap okuyanların, hepsi dünya çapında donanımlı, örneğin Prof. Dr. Naci Görür gibi bilim insanlarının uyarılarını dinlemeleri, elbette beklenemezdi… Nitekim Türkiye’yi 6 Şubat’ta vuran Kahramanmaraş merkezli, korkunç şiddette iki depremin sonrasında oluşan tablo; 1999’dan 2023’e ülkeyi yönetenlerin de yönetilenlerin de bilimsel gerçeklere kulak asmadığını gösterdi. Geçmiş afetten, çekilmiş acılardan ve uğranan kayıplardan hiçbir ders çıkarmadığını ortaya serdi.
DARÜLHARP GENETİĞİ
Her halk layık olduğu biçimde yönetilir.
Müslüman Türkiye’de darülharpın talan ve yağmaya, yani hırsızlığa dayalı geleneğini genetik belleğinde taşıyan bir toplum tabanı, oldum olası vardı. Bu zihniyet, suyun başını tutan hırsızın küpünü herkesten çok doldurmasını anlayışla karşılayan, büyük hırsızı yöneticiliğe getirirse onun da kendi küçük hırsızlığına göz yumacağını; hatta hırsızlık payını artıracağını hesaplayan kafadır.
Bu zihniyet “Çalıyor ama çalışıyor” savunmasını geliştiren küçük hırsız mantığıdır.
Ya “Devlet malı deniz yemeyen domuz” hangi imanın şiarıdır?
MÜLK MEVTA, CEHALET BAKİ
Her halk, kendisine benzeyeni seçer.
Seçilen de benzerliği genişletir.
Önce AKP, ardından AKP ve MHP iktidarları, işte bu toplum tabanını bilimsel eğitim, yani hem bilgi hem de laik ahlaktan kopararak dinle uyuşturdu, avantacılığı artırdı, cehaleti özenle yayarak seçmen kitlesini genişletti.
Ne mülkün bekasını, ne halkın geleceğini düşündükleri; her şeyi bir yana bırakın AFAD’a 8 milyar, Diyanet’e 36 milyar bütçe ayırmalarından belli değil mi?
Afet bölgesine yardımları yağmalayanlar hangi ahlakın, hangi zihniyetin ürünüdür, sizce?
Cahiller cahilleri, hırsızlar hırsızları kollayıp koltuklaya bugünlere gelmedik mi? Sarayları yasadışı olan ülkede müteahhidin çimentodan, demirden, mühendislikten çalması olağan sayılmaz mı?
BEKLENEN TERÖR DEĞİL MİYDİ?
Kafama takıldı, söylemeden geçemeyeceğim: NATO üyesi Batılı ülkeler, ABD’nin uyarısı üzerine 27 Ocak’tan öteye sırayla Türkiye’deki diplomatik temsilciliklerini kapatıp okullarını tatil ettiler.
Acaba asıl gerekçe terör değil de “beklenen” bir deprem miydi?
Eğer öyleyse, uyarmadıkları Türkiye’nin NATO üyeliği de gözden çıkarılmış demektir… Ne de olsa Naci Görür ve meslektaşları bölgede deprem olacağını iki yıldır haykırıyordu! Hatta yabancı bir kaynak, tam 48 saat önce uyardı. Acaba içeride iktidar ve yandaşlarının kulak asmadığı bilimsel verileri, dışarıda dikkatle izleyen devletler mi var?
*Kırmızı Kedi Yayınevi, 2022.

Not; Karikatürler için sayın Birol Akkerman’a teşekkür ederim
This entry was posted in MİNE KIRIKKANAT. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *