DÜNYA ŞAİRİ NAZIM HİKMET 121 YAŞINDA * Nâzım Hikmet’in Yaşam Öyküsü

Ne mutlu bize ki Nâzım Hikmetimiz var!

Nâzım Hikmet 121 yaşında
Bugün 15 Ocak. Nâzım Hikmet’in yaş günü. Yüreklerimizde ve ideallerimizde onun yaşı yoksa da bugün 121 yaşında olacaktı. Benim kuşağım onu yasaklı yıllarında tanıdı. Onun şiirlerini okumaya başladığımızda, elimizde hiçbir kitabı yoktu. Gözden uzak köşelerde, gizli kapaklı, birbirimizin defterinden, başka defterlere, kâğıt parçalarına, şiirleri el yazısıyla kopya eder dururduk. Evlerde, çekmecelerin en karanlık bölümünde saklanırdı. Yakalanmaktan korkardık. Suçluymuşuz gibi korkardık…
YASAKLARA LANET
Çocukluğumda bana o korkuyu yaşatanlara öfkelenmeyi, öfkeyle bilenmeyi sonradan öğrendim. Tarihimi, coğrafyamı, kültürümü, insanlarımı bana tanıtan, Türkçemin en yetkin şairini okuyorum diye çocuk kalbimi parçalayanları hep lanetledim.
Karısı Piraye’ye yazdığı mektuptan:
“Ben kendimin , her namuslu insan gibi yurtsever ve halkını sever olduğunu bildikten, bu hususta vicdanım rahatken, birkaç münferit yalan kusmuşlar umurumda değil. 20 Sene sonra, 50 sene sonra, birçoğunun adını bile unutacak Türk milleti… Halbuki bu millet var oldukça, yeryüzünde Türkçe’m konuşuldukça, ben bu dilin ve bu halkın en namuslu şiirlerini yazmış insan olarak yaşayacağım. Sen üzülme.”
CUMHURİYET – Zeynep Oral – 15 Ocak 2023

Memet Fuat – 02 Haziran 2001
İstanbul – BİA Haber Merkezi

Nâzım Hikmet’in Yaşam Öyküsü


Nâzım Hikmet 3 Haziran 1963’te Moskova’da sürgünde öldü. Türkçenin en büyük şairlerinden biri kabul edilen Nazım, sürgündeyken yurttaşlıktan çıkarılmıştı.
Nâzım Hikmet 20 Kasım 1901’de Selanik’te doğdu (aile çevresinde 40 gün için bir yaş büyük görünmesin diye bu tarih 15 Ocak 1902 olarak anılmış, kendisi de bunu benimsemiştir), 3 Haziran 1963’te Moskova’da öldü.
Baba tarafından dedesi Nâzım Paşa valiliklerde bulunmuş, özgürlükçü, şairliğe yatkın bir kişiydi. Mevlevi tarikatındandı. Anayasacı Mithat Paşanın yakın arkadaşıydı. Babası Hikmet Bey ise Mekteb-i Sultani (sonradan Galatasaray Lisesi) mezunu, önce ticaret yaşamını denemiş, başaramayınca Kalem-i Ecnebiye’ye (dışişleri) bağlanmış bir memurdu.
Nâzım Hikmet 1917’de girdiği Heybeliada Bahriye Mektebi’ni 1919’da bitirip Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atandı. O yılın kışında son sınıftayken geçirdiği zatülcenp hastalığı tekrarladı. Aile dostu olan Deniz Hastanesi Başhekimi Hakkı Şinasi Paşa’nın gözetiminde iki ay süren bir tedavi döneminden sonra, kendisine iki ay da evde dinlenme izni verildi.
Bu süre sonunda da toparlanamadığı, deniz subayı olarak görev yapabilecek sağlığa kavuşamadığı görülünce, 17 Mayıs 1920’de, Sağlık Kurulu raporuyla, askerlikten çürüğe çıkarıldı.
Kurtuluş Savaşında
1 Ocak 1921’de Mustafa Kemal’e silah ve cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla dört şair, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Nâzım Hikmet, Vâlâ Nureddin, Sirkeci’den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice bindiler. İnebolu’ya varınca, Ankara’ya geçebilmek için beş altı gün, izin ve yol parası beklemeleri gerekti. Ama Ankara’dan yalnız Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nureddin’e izin çıktı.
En büyük aşkı Piraye
Nazım, 1930’da tanışıp 1931’de evlenmeye karar verdiği halde kovuşturmalar, tutuklamalar yüzünden buna olanak bulamadığı Piraye Altınoğlu ile 31 Ocak 1935’te evlendi.
Nâzım daha önce de Sovyetler Birliği’nde iki kez evlenmişti : Birincisi orada görevli bir Türk ailesinin kızı olan Nüzhet Hanım ile kısa bir evlilikti, ikincisi ise bir Rus kızı olan Dr. Lena ile memleket hasreti yüzünden sona eren bir evlilik…
Piraye Altınoğlu’nun ise ilk kocasından iki çocuğu vardı. Bu evlilikle Nâzım Hikmet dört kişilik bir ailenin sorumluluğunu yüklenmiş oluyordu.
Harp Okulu Olayı
17 Ocak 1938 gecesi akrabası olan Celâleddin Ezine’nin evinde otururlarken gelen polislerce tutuklanıp kısa bir süre İstanbul Tevkifhanesi’nde bekletildikten sonra, Nâzım Hikmet Ankara’ya Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderildi. Kesinlikle beraat edeceğini umduğu bu dava, 29 Mart 1938’de “askeri kişileri üstlerine karşı isyana teşvik” suçuyla 15 yıl ağır hapse mahkûm edilmesiyle sonuçlandı.
28 Mayıs 1938’de temyiz bu cezayı onayladıktan sonra, Ankara Cezaevi’nden alınarak İstanbul’da Sultanahmet Cezaevi’ne getirildi, bir ay geçmeden, haziran sonlarına doğru, Donanma Komutanlığı’ndan gelen görevliler onu alıp kelepçeli olarak Köprü Kadıköy iskelesinden bir motorla Adalar açığında bekleyen Erkin gemisine götürdüler. Önce bir ayakyoluna, sonra sintine ambarına kapatıldı.
Bu kez de Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yargılanacaktı. 10 Ağustos 1938 günü başlayan davada, on dokuz gün sonra, 29 Ağustos 1938’de, “askeri isyana teşvik”ten, 20 yıl ağır hapse mahkûm oldu. İki cezası birleştirilince 35 yıl tutuyordu. Mahkeme bunu çeşitli gerekçelerle 28 yıl 4 aya indirerek karara bağladı.
29 Aralık 1938’de, Askeri Yargıtay’dan gelen onay, son umutları da boşa çıkardı. 1 Eylül 1938’de İstanbul Tevkifhanesi’ne, şubat 1940’ta Çankırı Cezaevi’ne, aynı yıl aralık ayında da Bursa Cezaevi’ne gönderildi.
Nazım’a Özgürlük
1949 ortalarına doğru Ahmet Emin Yalman’ın “Vatan” gazetesinde yazdığı bir dizi yazı ve gazetenin, avukatı Mehmet Ali Sebük’e yaptırdığı on yazıdan oluşan bir inceleme sonucunda, kamuoyunda Nâzım Hikmet’in bir “adli hata” yüzünden cezaevinde olduğu görüşü ağırlık kazandı. Ankara’da avukatlar, İstanbul’da aydınlar topluca imzaladıkları dilekçelerle cumhurbaşkanına başvurdular.
Yurt dışında da sanatçıların, hukukçuların öncülüğü ile benzer girişimler yapıldı. Bu arada Birleşmiş Milletler Örgütü’nün danışma organlarından olan Uluslararası Hukukçular Derneği 9 Şubat 1950’de Nâzım Hikmet’in serbest bırakılması dileğiyle Büyük Millet Meclisi başkanına, milli savunma ve adalet bakanlarına birer mektup gönderdi.
Açlık grevi özgürlük
Bütün bu girişimlerden bir sonuç alınamadığını gören Nâzım Hikmet 8 Nisan 1950’de açlık grevine başladı.
14 Nisan 1950 seçimlerini kazanan Demokrat Parti’nin çıkardığı af yasası, Büyük Millet Meclisi’nde tartışılırken, Nâzım Hikmet’in bağışlanmaması için, çok tatsız, çok üzücü konuşmalar yapıldı.
Sonuçta gergin bir ortamda çıkarılan yasa onu doğrudan bağışlamıyor, yalnızca cezasının üçte ikisi indirilenler kapsamına alıyordu. 12 yıl 7 ay yatmıştı. 28 yıl 4 aylık cezasının geri kalanı bağışlanıyordu.
15 Temmuz 1950’de, Cerrahpaşa Hastanesi’nde, artık serbest olduğu kendisine avukatlarınca bildirildi.
Nâzım Hikmet cezaevindeki son iki yılına girerken görüşmeci gelen dayı kızı Münevver Berk’e âşık olmuştu. Cezaevinden çıkınca karısı Piraye’den ayrıldı. Kadıköy’de, önce annesinin Cevizlik’teki evinde, sonra bir apartman katında Münevver Hanımla yaşamaya başladı. Gene İpek Film Stüdyosu’nda çalışıyordu.
26 Mart 1951’de, bir oğulları oldu. Adını Mehmet koydular.
Yurt dışına kaçışı
17 Haziran 1951 sabahı, askerlik işini düzeltmek amacıyla Ankara’ya gideceğini söyleyerek evden ayrılan Nâzım Hikmet’in 20 Haziran 1951’de Romanya’ya vardığı Bükreş Radyosu’ndan öğrenildi.
Sonradan yazılanlara göre, akrabası olan Refik Erduran’ın kullandığı bir sürat motoruyla İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e açılmış, Bulgaristan sahillerine çıkmayı amaçlarken, yolda rastladığı bir Rumen şilebiyle Romanya’ya gitmişti.
Oradan Moskova’ya geçmesi üzerine, Nâzım Hikmet, 25 Temmuz 1951’de, Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
Sürgündeyken birçok uluslararası kongreye katılan, çeşitli ülkelere yolculuklar yapan Nâzım Hikmet büyük bir ün kazandı. Yapıtları çeşitli dillere çevrildi. Pek çok kitabı yayımlandı.
1955 yılı sonlarına doğru, Soyuz Multifilm Enstitüsü’nden Arnavut giysileri konusunda bilgi almak üzere Nâzım Hikmet’i görmeye gelen Valentina Brumberg’in yanında, Vera Tulyakova adında genç bir kadın yardımcı vardı.
Bursa’da 1948 sonunda yaşanan olay bir çırpıda tekrarlanıverdi. Şair gene yaşamında “ilk defa” âşık oluyordu. Ama bu kez gönül verdiği genç kadının evli olduğunu, bir de kızı bulunduğunu bir yıl sonra öğrenecekti.
Son günleri
Ocak 1962’de Kruşçev’in aracılığıyla Nâzım Hikmet’e Sovyetler Birliği pasaportu verildi. Şubatta, Vera’yla birlikte, Asya ve Afrika Yazarlar Birliği Kongresi’ne katılmak üzere Mısır’a gittiler.
Sovyetler’le gerginlik içinde olan Çin delegasyonunun Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşımadığı için, Türk delegesi sayılamayacağını söyleyerek Nâzım Hikmet’e itiraz etmesi, şairin diliyle, varlığıyla nasıl Türkiye’ye bağlı olduğunu anlatan bir konuşma yapmasına neden oldu. Ayakta alkışlanan bu konuşma onun kongreye başkan seçilmesini sağladı.
Nâzım Hikmet sağlığının gittikçe bozulmasına karşın, 1962’de Prag, Berlin, Leipzig, Bükreş’te yapılan toplantılara katılmaktan geri durmadı.
Kasım 1962’de Vera’yla birlikte gezmek, dinlenmek için İtalya’ya gittiler; Milano, Floransa, Roma. Oradan, yeni yılı Dino’larla birlikte karşılamaya, Paris’e geçtiler. Türkler, Türk yemekleri, Türk dili en büyük dinlenme, arınmaydı şair için. Karısını ise tüketim toplumlarının göz kamaştırıcı alışveriş olanaklarıyla mutlu etti.
4 Ocak 1963’te gene Moskova’ydılar.
3 Haziran 1963
Şubat 1963’de Nâzım Hikmet Asya ve Afrika yazarlarının Tanganika’daki toplantısına katıldı.
Martta, nisanda Berlin’deydi. Nisan sonunda Moskova’ya dönünce “Cenaze Merasimim” adlı şiirini yazdı.
Mayısta, oturdukları apartman dairesi temizlenip boyanırken, Staraya Ruza’daki bir daçada kaldılar. Staraya Ruza’dan döndükten kısa bir süre sonra ise, 3 Haziran 1963 sabahı, Nâzım Hikmet bir kalp krizi sonucu Moskova’daki evinde öldü.
Yazarlar Birliği’nin düzenlediği bir törenle Novodeviçiy Mezarlığı’na gömüldü.
This entry was posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, GEÇMİŞİN İÇİNDEN, Genel Kultur, KÜLTÜR - EĞİTİM - ÇAĞDAŞLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *