Sözcü – Yılmaz Özdil
Osmanlı’nın mecali yoktu. Akdeniz’e çıkamıyor, adeta kapış kapış giden topraklarını koruyabilmek için asker gönderemiyor, erzak bile gönderemiyordu.
Vaziyet hazindi.
Yurtsever subaylar birer ikişer yola düştü.
İtalyanlar tarafından işgal edilen Trablusgarp’a gitmeye başladılar.
Onlardan biri, Mustafa Kemal’di.
İlk savaşı’ydı.
İstanbul’dan Rus yolcu gemisine bindi.
“Gazeteci Mustafa Şerif” adıyla İskenderiye’ye geldi. Sahte pasaporttu. Güya Tanin gazetesinin yazarıydı. İngiliz kontrolündeki Mısır’ı boydan boya katetmeleri gerekiyordu. Arkadaşlarıyla birlikte bedevi kıyafetleri giydi. Kah deve sırtında, kah yürüyerek, kavurucu çölü geçtiler.
Güzergah üzerinde ne köy vardı, ne mezra… Hava kararınca çadır kuruyorlardı, yemeklerini kamp ateşinde kendileri pişiriyorlardı. Gündüzleri 50 derece, geceleri beş derece oluyordu. Kum fırtınalarıyla boğuşarak 657 kilometre gittiler. Sekiz gün sürdü. Tobruk’a ulaştılar.
Trablus’a gitti, Bingazi’ye gitti, kabile reislerini örgütledi, bunlardan topladığı yerli halkı düzenli birlik haline getirdi, çarpıştı, gayri nizami harp taktikleri uyguladı.
Derne’ye geçti. Basın tarihindeki ilk fotoğrafları Derne’de çekildi. The Illustrated London News dergisinde yayınlandı. Dünyanın ilk haber dergisiydi. Direnişi örgütleyen Osmanlı subaylarının tanıtıldığı fotoğraflı haberde, Enver Paşa’yla birlikte görülüyordu.
Gözünden yaralandı.
İlk defa “gazi” oldu.
Arkadaşı Fuat Bulca o anı şöyle anlatıyordu:
“Hedefimiz Kasr-ı Harun’du. Kartacalılardan kalma bir harabeydi. Boğaz boğaza boğuşma başlamıştı. Mustafa Kemal’in koşarak Kasr-ı Harun’un merkez binasına daldığını gördüm. İşte o sırada gökyüzünde gürültü duydum. İki İtalyan uçağı çok alçaktan uçuyordu. El bombalarını koyverdiler. Patlamalar oldu. Mustafa Kemal’in yanına vardığımda, yüzünü tanınmaz halde buldum. Bir elinde mendili vardı, sağ gözünü kapatıyordu, diğer elinde kılıcı vardı.”
Balkan savaşı patladı… Canlarını hiçe sayarak tee Fizan’ı korumaya çalışırlarken, vatan elden gidiyordu. Trablus için yapılabilecek bir şey kalmamıştı, bugünkü Libya topraklarında ömrünün 10 ayını feda eden Mustafa Kemal, diğer subaylarla birlikte İstanbul’a dönmek üzere yola çıktı.
Gemiye binmek üzere İskenderiye’ye geldi. Doğup büyüdüğü baba ocağı Selanik’in tek kurşun bile atılmadan Yunanlara teslim edildiğini orada öğrendi. Bir gözü bandajla kapalıydı, öbür gözünden bir damla yaş süzüldü. Belindeki Smith Wesson’ın kabzasını çaresizlikle sıktı. Burnunda tüten Selanik’in hatıraları, o çelik mavisi bakışlarından keder bulutu gibi geçti.
İkinci kattaki ocaklı odasında dünyaya geldiği pembe boyalı ev, çocukluğu, delikanlığı, ilk çapkınlıkları, Beyaz Kule’nin çay bahçesi, ilk birayı yudumladığı Olimpos gazinosu, Yonyo meyhanesi… Henüz altı yaşındayken kaybettiği evinin direği, babası aklına geldi.
O an neler hissettiğini şöyle yazacaktı…
“İşittim ki, vatanım Selanik ve orada anam, kardeşim, bütün akraba ve hısımlarım düşmana bağışlanmıştır. İşittim ki, Hortacı Camisi’nin minaresine çan taktırılmış, orada yatan babamın kemikleri Yunan palikaryalarının kirli ayakları altında çiğnetilmiştir!”
1430 yılında Fatih Sultan Mehmet’in babası II. Murat tarafından fethedilen Selanik, Büyük İskender’in kızkardeşinin adıydı. Mustafa Kemal’in dünyaya geldiği dönemde etnografya müzesi gibiydi, nüfusu 130 bindi, 60 bini Türk ve müslüman çoğunluktu, gerisi Rum, Yahudi, Bulgar ve levantendi. Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza efendi, pembe ev’e yürüme mesafesindeki Hortacı Camisi’nin haziresinde toprağa verilmişti.
Hortacı Camisi, Osmanlı egemenliğinden önce kiliseydi. Aslında, 1700 yıl önce Roma imparatoru Galerius tarafından devasa mezar anıtı olarak yaptırılmıştı, daha sonra Aya Yorgi adıyla kiliseye dönüştürülmüştü. Türk fethinden sonra 160 yıl boyunca dokunulmadı, 160 yıl boyunca kilise olarak kullanılmaya devam etti, 1590’da minare inşa edildi, tekke şeyhinin adıyla Hortacı Süleyman Camisi haline getirildi.
1912’de Selanik kaybedildi. Minaresinin külahı söküldü, haziresindeki mezar taşları kaldırıldı, çan takıldı, yeniden kiliseye dönüştürüldü. Mübadele sırasında Anadolu’dan gelen Rum göçmenlere geçici barınma merkezi yapıldı.
1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Mustafa Kemal’in vizyonuyla iki ülke arasında barışçıl komşuluk ilişkisi kurulunca, Yunanistan sürpriz bir karar aldı, bu kiliseyi arkeolojik eser kapsamında “Galerius rotundası” sıfatıyla müzeye çevirdi, kültür bakanlığına bağladı. Unesco tarafından “dünya mirası” listesine dahil edildi. Rotunda, dini bir isim değil, mimari bir terim, dairesel planlı inşa edilen, kubbeyle örtülü tüm Roma yapılarına rotunda deniyor.
Ve önceki gün…
Biontech aşısını geliştiren Doktor Özlem Türeci ve Profesör Uğur Şahin’e, insanlığa katkılarından ötürü, Yunanistan cumhurbaşkanı tarafından İmparatoriçe Theophano Ödülü takdim edildi.
Bizans imparatoriçesi Theophano, Avrupa’nın kültürel köklerinde ortak figür kabul ediliyor, Avrupa’yı birleştiren imparatoriçe olarak tanınıyor. Dolayısıyla bu ödül, “Avrupa’nın farklılıkları arasında köprü kuran” kişi veya kurumlara veriliyor.
Bu tarihi ödül töreni nerede yapıldı biliyor musunuz?
Selanik’te, Rotunda’da!
Bir taşla üç kuş vurdular.
Hem… Türkiye’nin lütfedip ödül vermediği, ama, dünyanın gıptayla takip ettiği Türk bilim insanlarına ödül verdiler. Hem… Türk bilim insanlarını onurlandırmak için, biz Türkler açısından Yunanistan’daki manevi değeri en yüksek şehir Selanik’i tercih ettiler, sembolik olarak bütün Türkleri onurlandırdılar.
Hem de… Kiliseden camiye, camiden kiliseye dönüşen, neticede müze yapılan, haziresinde Mustafa Kemal’in babasının yattığı Rotunda’yı tercih ederek, insan ilişkilerinde dini veya etnik değil, ortak kültürel değerlere önem verdiklerini göstermiş oldular.
Özlem Türeci ve Uğur Şahin, bu tarihi ödül töreninden önce Atatürk’ün dünyaya geldiği Pembe Ev’i ziyaret ettiler. Anı defterine şunu yazdılar…
“Atatürk’ün doğduğu yeri ziyaret etmek, Türk kökenli biliminsanları olarak bizler için onurdur. Atatürk, modern Avrupa’nın öncü liderlerinden biri olarak, özgür düşünce ve bilimin, insanlık için taşıdıkları temel değeri anladı. ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ şeklindeki bilge sözüne tamamen katılıyoruz.”
Ve, varlığıyla onur duyduğumuz Özlem Türeci’yle Uğur Şahin’in, Atatürk Evi’nde bunları yazarak, Yunanistan devletinden törenle ödül aldığı dakikalarda… Ankara’ya terlikle gelerek, VIP’ten giriş yapan Taliban heyeti, Cumhuriyetimizin manevi mücevher kutusu, Atatürk’ün hatırası Çankaya Köşkü’nde törenle ağırlanıyordu!
Bana sorarsanız ayıp edildi… Ortaçağ karanlığından fışkırmış terlikli arkadaşlara devlet şeref madalyası da takdim edilmeliydi.
https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/yilmaz-ozdil/selanik-ankara-6709668/