BİZİM İÇİMİZDEKİLER …

BİZİM İÇİMİZDEKİLER …

Remzi UYSAL – 15 Mayıs 2021

“Kahramanları kadar hainleri de bol olan bir milletiz”, sözü boş değildir.
Bu söz İNÖNÜ’ye de, ATATÜRK’e de mal edilir.
Ama bu söz, benim doğruluğuna inandığım bir sözdür.
Yıl 1993. Türkiye ilk olarak cep telefonu İle tanışır ve Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’de ilk olarak cep telefonu kullanır. “Biz neden bunu yapmıyoruz?” Diye düşünen ASELSANLI 30 kadar Türk mühendisimiz 1994 yılında işe koyulur, yüzde yüz yerli Türk malı bir cep telefonu üretilir.
Yeni marka Türk malı cep telefonunun adı da “1919” konur. 1919, dünyada ilk titreşimli ve dışarıdan dinlenemeyen bir cep telefonudur. O yıllarda dünyada sadece 9 ülkede cep telefonları üretilir. İngiltere Teknoloji Fuarı’nda, Türk malı 1919 birinci seçilir. Türkiye’de piyasaya 500 adet sürülür ve KKTC ile Azerbaycan ülkelerine de 1919 marka cep telefonumuz ihraç eder.
Süleyman DEMİREL’de bu cep telefonumuzun tanıtımını bir basın toplantısı ile yapar ve ilk yerli Türk ürünü olan bu cep telefonumuzdan övgü ile bahseder. Mühendislerimiz yeniden kollarını sıvarlar ve “1920” ile “1923” marka ASELSAN üretimli Türk malı telefonlarının üretimine koyulurlar. Dış ülkelerden büyük talepler gelir. Türkiye 3 ay içinde 10 ülkeye 5000 (beş bin) adet cep telefonu ihraç eder.
Türk istihbaratı da, dinlenemediği için
bu yerli cep telefonumuzu kullanmaya başlar.
Yıl 1997 olunca, Türkiye Nokia’ dan bir mühendis getirtir. Ve aksilikler başlar.
Türkiye, yerli malı cep telefonunun patentini henüz almamıştır.
Oysa o günlerde dünya pazarında ve ülke vitrinlerinde sadece Nokia, Erickson ve Motorola telefonları vardır. Samsung ve İPhone telefonları henüz piyasaya girmemiştir. 1997 yılında Nokia’dan getirttiğimiz mühendis, rakip firmalara, Türk cep telefonunun patentinin olmadığını ispiyonlar.
Rakip cep telefonu firmaları Uluslararası mahkemeye giderler ve davayı kazanırlar.
Dönemin hükümeti de ASELSAN ürünü yerli ve milli cep telefonumuza sahip çıkmaz.
O günlerde Türkiye’de bütün cep telefonlarının bayiilere dağıtımını tek bir Çukurova Holding’e bağlı KVK şirketi yapar.
KVK tarafından 1921 ve 1923 piyasaya sürülmez ve satışı yapılmaz. Ama Nokia şirketi, depolarda tutulup piyasaya sürülmeyen ASELSAN üretimi Türk cep telefonlarının parasını, KVK’ya öder.
Türk insanı kendi malı cep telefonuna bir türlü ulaşamaz ve de sahip olamaz. Artık ne derseniz deyin? Sahipsizlik, ilgisizlik ve de ihanet. Sonraki yıllarda, göz bebeğimiz ASELSAN elemanlarımızın, değişik kazalarda yaşamlarını yitirdiklerini öğreneceğiz!
Balıkesir’de Ulus Sokak’daki, sonradan Fotoğraf Müzesine dönüştürülmüş olan Yoksulları Gözetme Birliği Erkek Öğrenci Yurdunda kalıp, orta okul ve lise öğrenimimi yatılı okudum. Yurdumuzun sevecen, yaşından beklenmeyecek hız ve çevikliğe sahip, küçük öğrencilerin dede, yönetici ve bazı büyük öğrencilerin ise onu, hoşlandığı ve kendini tanımladığı ÖMER AĞA diye çağırdığı ufak tefek yaşlı bir hademesi vardı. Ömerağa’dan geç saatlerde birlikte sigara içip, yaptığımız sohbetlerde bir kaç defa dinlemiştik.
Kuvvay-i Milliye / Kurtuluş yıllarında, sabahın erken saatlerinde kent meydanından istasyonu inen ve Cumhuriyet’in ilanından sonra adı Kuvvay-ı Milliye diye bilinen caddenin sağ ve solundaki akasya ağaçlarında, asılmış asker kaçaklarını görmüş olduğunu bize anlatırdı.
Şevket Süreyya AYDEMİR Tek Adam kitabında da değinir: “Biz cephede şehit olan asker kadar, cephe gerisinde kaçakları astık” der.
Benim anneannem Kurtuluş Savaşı yerine, “Eşkiyalık Zamanı” derdi. Çünkü köylerin eli silah tutan erkekleri Kurtuluş savaşında cephelerde iken, asker kaçakları, savaş yıllarında memleketlerine gidemedikleri İçin, başka yörelerde eşkiyalık yapar, cephe gerisindeki halkımızı soyar, halka zulm edermiş.
Yine o günlerde, asker kaçakları nedeni ile Tarihimizin SUBAY SAVAŞI diye kayıt ettiği Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra, yedek subay olan Afyon Eski Milletvekili Ali TAŞKAPILI anlatır.
Büyük Taaruz’dan önce, ATATÜRK: “Ali bey, neden kaçağımız çok? …. Mevcudumuz nedir?” diye sorduğunda aldığı yanıt: “ …. her gece 1000 kişi silahı, potini, palaskası, matarası ile tam teçhizatlı kaçıyor Paşam” der.
ATATÜRK, yine de sonuçtan memnun olacak ki: “… Demek yine de her gün 800 asker kazanıyoruz” der. (ÇANKAYA, Falih Rıfkı ATAY).
Lübeck‘ten muhabbetlerimle
This entry was posted in GEÇMİŞİN İÇİNDEN, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *