TARİHİN FIRTINALI SAYFALARINDAN * ERTUĞRUL FIRKATEYNİNİN TRAJİK YOLCULUĞU – Bölüm III-IV

ERTUĞRUL FIRKATEYNİNİN TRAJİK YOLCULUĞU – Bölüm III

Naci Kaptan / 11.12.2007 / Güncellendi 07.12.2020

Bölüm     I / II   https://nacikaptan.com/?p=84541
Bölüm III / IV   https://nacikaptan.com/?p=84568
Bölüm   V / VI   https://nacikaptan.com/?p=84659

Ertuğrul Fırkateyni’nin hangi şartlar altında binlerce millik, aylarca sürecek ölümcül yolculuğa nasıl hazırlandığını tam anlayabilmek için Osmanlı İstanbul’una, 1800’lü yıllara bir tarih yolculuğu yaparak Osmanlı’daki denizciliğe ve günün imkanlarına göz atmak gerektir. Dönemin şartlarını bilmeden, donanmanın, gemilerin, denizcilerin durumlarını bilmeden Ertuğrul’un nerede ise bir sene süren yolculuğunu gereği gibi bilemeyiz. 

BAHRİYE, Arapça “deniz” anlamına gelen BAHR’dan  türemiş olup
sözlükte “denize ait, denizle ilgili” , BAHRİYELİ, denizci demektir.

OSMANLI DÖNEMİNDE DENİZCİLİĞİN GELİŞMESİ NASIL BAŞLADI
“Tarih 1804, Sultan III. Selim yılında gönderdiği bir irade ile bir bahriye nizamnamesi çıkartmıştır. Kanunnamenin en önemli özelliği, reformlar için gerekli olan kaynağın sağlanması ve harcamaların bir esasa bağlanmasıdır. Osmanlı Bahriye’sinin her kademesinde görevli memurların bir nevi çalışma programı mahiyetindeki bu kanunname ile bahriyenin özellikle teşkilat konusundaki noksanlıkları ele alınmış, devlet malının talan edilmesi veya ziyana uğratılmasının önüne geçilmiştir.

Daha sonra yeni nizamname gereğince gemiler; kalyon, fırkateyin ve şehtiye diye üç gurupta tertip edilerek her gemiye ehliyet derecesine göre gemi komutanları tayin edilmiştir. Liyakati esas alan bir terfi sistemi hayata geçirilmiştir. Padişah damadı dışında hiçbir özelliği olmayan kimselerin üs kademeleri işgal etmesi ve bir kısım personelin görevdeki başarılarından ziyade saraya yakınlıkları oranında terfi etmeleri bir şekilde engellenmeye çalışılmıştır.”
Görüldüğü gibi Sultan III. Selim bahriyede reform yapmaya çalışmaktadır. Bir konuya daha dikkat çekerim, padişah damadı dışında üst düzey görevlere aile yakınlarının ve liyakatsiz olanların da atanmasını yasaklamıştır.
22 Aralık 1806 tarihinde Osmanlı-Rus savaşının başladığı bir dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiki olan İngiltere 12 harp gemisinden oluşan bir kuvvet ile Çanakkale Boğazı’nı ablukaya almış, buna karşı Osmanlı Devleti (gemilerin arızaları ve askerinin talimsiz olmasından dolayı) Çanakkale’ye ablukayı önlemek üzere ancak 4 harp gemisi gönderebilmiştir.İngiliz Filosu, 19 Şubat 1807 tarihinde ani bir baskınla Çanakkale Boğazı’nı geçmiş, Osmanlı gemilerini teker teker batırarak İstanbul önlerine gelmeyi başarmıştır. Marmara Denizi Adalar civarında 10 gün kadar kalan İngiliz Filosu, Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı savaştan caydırma çabalarında bulundu ise de başarılı olamamış ve mevcut durumunun kendisi açısından tehlikeli görerek geri çekilmek zorunda kalmıştır.
İngiliz savaş gemilerinin 1807 yılında Çanakkale’yi geçerek İstanbul’a gelip demirlemeleri ve bir tehdit oluşturması güçlü bir donanmanın önemini bir kez daha göstermiştir. Konu sadece güçlü bir donanmaya, savaş gemilerine sahip olmak değildir. Donanmayı yönetecek iyi eğitimli liyakatli amirallere, gemi komutanlarına ve mürettebata ihtiyaç vardır.
Örneğin Girit İsyanı döneminde Mısır’a gönderilen bir Türk gemisi süvarisi Portsait limanını, bir diğeri de Yafa limanını bulamamışlardı. Dönemdeki denizcilik ve eğitim bu durumda idi. Osmanlı gemicileri hala, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Baron de Tott’un Mühendishane-i Bahri Hümayunu kurduğu sıradaki seviyede idiler.
Heybeliada’daki deniz okulunun kadrosu zayıf ve idaresi kötü durumda bırakılmıştır. Deniz erlerinin Müslüman olması prensibi kabul edilmiş olmasına rağmen ticaret gemilerinde çalışarak tecrübe kazanmış Rum tayfadan önemli ölçüde istifade edilmiştir. Abdülaziz’in yakın ilgisi ile geliştirilmesine çalışılan Osmanlı donanması zamanla, 30 zırhlı ve 76 ahşap gemi olmak üzere 106 gemiye ulaşmış, zırhlıların erat toplamı 15 bin, top sayısı 500 yaklaşmıştır.
Bundan başka donanma hizmetinde yelkenli harp gemisi bulunmaktadır. Yabancılardan alınan borç ile meydana getirilmiş olan bu harp filosu, devrinin üçüncü filosu olmakla şöhret kazanmıştı. Fakat bu şöhret gemi sayısının temsil ettiği değer yönündendir. Subaylarının ve erlerinin talim ve terbiyesi yeterli düzeyde değildir.Sultan Abdülaziz’in devletle ilgili reformlarının önemli bir parçası, hiç şüphesiz denizcilik eğitimi alanında kendisini göstermektedir.

Sahil kasabaları ve adalarda yaşayan Osmanlı ve Rum gemicilerinden silâhaltına alınan “Mariner” denilen ücretli asker hizmetinden bir süre vazgeçilememiştir. Donanma askeri bu dönemde harp sınıfı erler, Marinerler ve esnaf olarak üç sınıf halinde düzenlenmiştir. Donanma seferden dönüşünde gemiler tersaneye bağlanır, harp sınıfı erat Kasımpaşa kışlasında talim ve dinlenme ile kışı geçirir, esnaf ve marinerlere izin verilirdi.
Bahriye Nezareti’nin kurulduğu 1867 yılında kuruldu . Osmanlı Bahriye Nezareti kurulduğunda, daha uzun süreli seyir yapma maksadıyla navigasyon ve seyir alanındaki gelişmeler titizlikle takip edilmeye başlanmış ve gemilerde kayıtların düzenli tutulması konusunda esaslar belirlenmiştir. Konu hakkında bahriye bürokrasisi çeşitli emirler neşredilmiştir.
İlk defa gemilerde seyir defteri ya da seyir jurnali (logbook) adı verilen kayıtlar tutulmaya başlanmıştır. Bu defterler yanında seyir talimatlarını ve düzenlemelerini içeren ve Kavâid-i Bahriyeye adı verilen belgelerin gemilerde taşınması bir kural haline getirilmiştir. Bunlara ilaveten kaptanlardan Piri Reis’in Kitâb-ı Bahriye isimli eseri gemide bulundurmaları ve bu esere gözlem ve tecrübeleriyle katkıda bulunmaları istenmiştir.
Bahriye Nezareti’nin ihdası ile birlikte gemilerin sığ sularda karaya oturmalarının önüne geçmek için gemilerde denizin derinliğini ve zemin yapısını tespite yardımcı olan iskandil, kum saati (saat-i rîk), el saati (fulo), kadran (rub’tahtası), gemi pusulası, ahşap gönye, pergel, resimli yıldız küresi (musavver kebir Kürre-i sema) tahkimatlı bölgeleri gösteren haritalar vb. birçok alet ve edevatın bulundurulması zorunlu hale gelmiştir.Osmanlı Devleti bahse konu cihazları gemilere tahsis ederek, hatasız seyir yapılmalarını sağladığı gibi, seyir yapılan bölgelerin oşinografik özellikleri kayıt altına alınarak bir tür bilgi/veri bankası oluşturmaya çalışmıştır.
Bir müddet sonra da elde verilen bilgiler toplanarak; Almanak, Bilgi Broşürü, Liman Tanıtma Rehberi gibi seyir yardımcı dokümanlarına dönüştürülmüştür. Böylece gemicilerin daha bilinçli olarak, sığ ve ıskarça sularda emniyetle seyir yapmaları sağlanmıştır. Bahriye Nezareti’nin kuruluşu esnasında, Müslüman ahalinin denizciliğe ilgi göstermemesi müteşşebüs sermayesinin çok sınırlı olması, mevcut sermaye ise toplumun yapısı gereği girişimciler denizcilik işini riskli görmesi ve denizciliğe para yatırmaması nedeniyle deniz taşımacılığı ve ulaştırması yabancı kumpanyaların uğraş alanı olmuştur.
Sermaye konusunda yabancılar ile baş edemeyen Osmanlı bürokrasisi kendisine göre de tedbiri elden bırakmamıştır. Şöyle ki yük ve yolcu taşıma işleme yapacak kurum ve kuruluşlarına devletten lisans alınmasını şart koşmuştur. Bu lisans gelirleri zamanla bütçede önemli bir yeküne ulaşmıştır. Yük ve yolcu taşıma lisansını elde eden yabancı sermayeli şirketler, askerî yük ve malzeme naklînde de kullanılmışlardır. Her ne kadar imparatorluğun kuruluş felsefesinde her türlü mal ve mülkün devlete ait olduğu belirtilmişse de 1800 yılların son çeyreğinde, imparatorluğun zayıflaması, araya yabancı güçlerin girmesi ve iktisadi kapitülasyonlar nedeniyle özel mülkiyet kavramı oluşmaya başlamıştır. Örneğin bu dönemde ticaret gemilerinin mülkiyetinin çoğu şahıslara (yabancı uyruklu) aitti.
7 Nisan 1864 tarihli vesikaya göre tersane fabrikalarında Gemi inşa eğitimi gören 17 Bahriye Mektebi öğrencisi Gemi inşa konusunda eğitim almak üzere İngiltere’ye gönderilmiştir.Devlet ricalinde de denizci subay kadrosunda artışlar göze çarpmaktadır. İlk defa 1864 yılından itibaren başlamak üzere Liman Reisliklerine Muvazzaf (muharip) deniz subayları atandırılmaya başlamıştır. Ayrıca deniz eri görev süresi 5 yıldan, 6 yıla çıkarıldığı gibi, 6 yılda yedeklik süresi ilave edilmiştir.

Sultan Abdülaziz devrinde bahriye kıyafetleri ve bir fırkateyn
Kapitülasyonların uygulamalarında Deniz Ticareti itilaflarında Osmanlı Devleti kaptanları ile Yabancı Kaptanlar arasındaki anlaşmazlıklara İstanbul Liman Başkanlığınca çözümleneceği vurgulanmıştır.390 Osmanlı İmparatorluğu döneminde boğazlardan geçen ticaret gemilerinden taşıdıkları yükün cinsine bağlı ton başına müruriye (geçiş) ücreti alınmaktaydı.391 16 Şubat 1871 tarihinde Sultan Abdülaziz tarafından Bahriye Nezareti’ne gönderilen iradeye göre boğazlardan geçen gemilerden ton başına alınan müruriye (geçiş) ücreti 15 paradan (40 para 1 gümüş kuruş) 20 paraya çıkarılmıştır.39
İlk kez 4 Ekim 1868 tarihinde Bahriye Mektebi Matbaasında İstanbul Liman haritası basılmıştır435. Portolon liman haritaları gemi komutanları ve kaptanları için limanlara girişte gemi emniyeti bakımından hayatı öneme haizdir.
Sultan Abdülaziz denizciliğe ve donanmaya en çok ilgi gösteren, yatırım yapan ve teşkilatlanmasını sağlayan padişahtır. Gelecek bölümde donanmayı Haliç’e sokarak hapseden sultan Abdülhamid’i anlatarak daha sonra Ertuğrul Fırkateyni’nin yolculuğuna döneceğiz.

Hacettepe Üniversitesi,sayın Erdoğan ORAN’ın “OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E BİR KURUM OLARAK BAHRİYE VEKÂLETİ” Doktora Tezinden bölüm aktarısı yapılmıştır.
Bölüm III sonu / devam edecek / 07.12.2020

ERTUĞRUL FIRKATEYNİNİN TRAJİK YOLCULUĞU – Bölüm IV

Naci Kaptan / 11.12.2007 / Güncellendi 08.12.2020

Değerli okur, Ertuğrul’un yolculuğuna katılan değerli tayfa,
Aşağıdaki giriş paragraflarını okuduğunda tarih içinden günümüze pek bir şey değişmediğini göreceksin. Ülkelere hükmeden, krallar, padişahlar, başkanlar hep aynı güç zehirlenmesini yaşamışlar, kibirlerinin, bencilliklerinin, vicdansızlıklarının kurbanları olarak kendilerine emanet edilen devletin varlıklarını harcayarak tüketmişlerdir. Günümüzde de yaşadığımız  bu savurganlık geçmişte Sultan Abdülaziz’in yaptırdığı saray inşaatı ve aşırı borçlanma ile Osmanlı hazinesinin iflasına neden olmuştur. Görünen odur ki günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve hazinesi/merkez bankası 1875 yılının şartlarına dönmüştür…

Kırım Savaşı’ndan itibaren alınmaya başlanan dış borçlar vadesinde ödenmediği gibi, yurtdışına verilen yüksek maliyetli gemi siparişleri ve yine Sultan Abdülaziz’in yaptırdığı saray inşası, maliyeyi kısa sürede iflasa sürüklemiştir. Yüklü miktarda dış borçların ağırlığını çekemeyen hazine 1875 yılında muharrem kararnamesi ile iflâsını ilan etmiştir. Saraya normalde maliye genel bütçenin 1/14 tahsis edilirken, devam eden inşa faaliyetleri nedeniyle bu oranın bütçenin 1/7’sine kadar çıkmıştır. [*]
Üstelik 1873 ve 1874 yılları büyük felaket yılları olmuştur. İki yıl üst üste kıtlık ve arada olağanüstü şiddetli kış insanları zor durumda bırakmıştır. Tenzil-i faiz kararı ile Mahmut Nedim Hükümeti, 5 yıl süreyle faiz borçlarının ancak yarısını ödeyeceğini, ödemeyeceği faizlere karşılık %5 faizli tahviller vereceğini açıklamıştır. (Daha sonra, Aralık 1876 tarihinde ödemeler tamamen durdurulmuştur.) Böylece Osmanlı Devletinde iktisadi ve askerî iflastan sonra birde mali iflas yaşanmıştır.[*]

II. Abdülhamid devrinde denizci kıyafetleri
SULTAN ABDÜLHAMİD ZAMANINDA DONANMANIN HALİÇ’e HAPSEDİLMESİ
1876 yılında Sultan Abdülhamit kılıç kuşanmış ve 33 yıl sürecek yeni sadaret dönemine başlanmıştır. Yolsuzluk ve rüşvet konusunda Sultan II. Abdülhamit döneminde Bahriye Nazırı olarak görev yapmış Hüseyin Rami Paşa’nın anılarındır.
Söz konusu anılarda gemi alımlarındaki yolsuzluklardan bahseden Paşa, İngiltere’den Peleng-i Derya gambotunu 77.000 Osmanlı altın satın alındığını, hâlbuki İngiliz Armadası için özel imal edilmiş, daha süratli ve üzerinde daha fazla topu/silahı bulunan, aynı sınıf gambotun fiyatının sadece 36.000 Osmanlı altın lirası olduğunu, görev süresi boyunca tüm iyi niyetli mücadelelerine rağmen vücudu kanser gibi saran rüşvet ve yolsuzluk illeti ile baş edemediğini vurgulamaktadır.
Başta İngilizler yabancı danışmanlar olmak üzere, Osmanlı Donanmasında görev yapan Fransız, İtalyan hatta Alman kökenli personelden istifade edilmiştir. 1. Gemilerde görevli Baş çarkçı, II. Çarkçı, Elektrikçi gibi teknik personelin önemli bir bölümü yıllık sözleşmeli İngiliz, Fransız, İtalyan, Rus, İsveç ve Alman gibi yabancılardan oluşmuştur.
II. Abdülhamit donanmayı Haliç’e bağlamış ve donanmanın kendisini tahtından edeceği korkusunu her zaman hissetmiştir. Bu dönemi ilginç kılan bir hususta İngiltere ile Almanya arasında deniz silahlanma yarışının hayli şiddetlendiği bir zamana rast gelmesidir. Böyle bir zamanda Sultan II. Abdülhamit hem İngiltere’den hem de Almanya’dan Osmanlı Donanması’na eğitimci getirtmiştir. [*]

ABDÜLHAMİT DÖNEMİNDE GEMİ MÜRETTEBATI NE YAPIYORDU?
II. Abdülhamit döneminde, Donanmanın Haliç’e çekilmesiyle artık yapacakları fazla bir şey kalmayan zabit ve neferlerin Kasımpaşa’da bulunan kahvelerde vakitlerini geçirdikleri, fal baktırdıkları hatta kahve önlerinde oturup üstlerine karşı lakayt bir tavır sergiledikleri görülmüştür. Bunların Eyüp’te, Beyoğlu’nda bulunan viran hanelerde uygunsuz harekette bulundukları haber alınmış, yakalananlar ise en ağır cezalara çarptırılmış ve bir kısmı da Fizan’a sürgüne gönderilmişlerdir.
Bahriye Meclisi, Mazbatada ifade edildiği üzere bir türlü ödenemeyen maaşlar nedeniyle Maliye Nezaretinin tahsisatta bulunmasını istemiştir. Bu dönemde Bahriye askerinin içinde bulunduğu maddi zaruretten dolayı ek iş yapmaları da kesinlikle yasaklanmıştır. Bahriye askerinin sarraflara maaşlarını kırdırmaları ve hatta çaresiz kalanların Bahriye Nezareti’ne müracaat ederek avans talebinde bulunmaları ve bu sayının da her geçen gün artması üzerine liman kumandanlığına gönderilen genelgede bu günlerde bazı zabıtanın ellerinde bir senetle Bahriye Nezaretine müracaat ederek akçe talebinde bulundukları belirtilerek, bunların bir müddetten beri ödenemeyen maaşlarından dolayı çektikleri sıkıntıların farkında olunduğu, ancak bu gecikmenin sebebinin devletin içinde bulunduğu zaruri ve fevkalade masraflardan kaynaklandığı bildirilmiştir.
Devamında da hazineden her ne vakit maaş gönderilir ise bunların o zaman hakkaniyetli bir şekilde kendilerine dağıtılacağı ve hiç kimsenin bu şekilde akçe talebinde bulunmaması, cenazesi olanların yahut tayin edilenlerin ise bundan istisna tutulduğu ifade edilmiştir.
Bahriye zabitlerinin ekserisi kılıçsız olarak dolaşmakta, yakası buruşmuş ceket giymekte, hatta sivil elbiseleriyle gezmekte oldukları görülmüş ve bunlardan tespit edilenler hakkında yasal işlem başlatılması istenmiştir. Cidde’de görevli Bahr-i Ahmer Filosu kumandanının gündüzleri dahi gecelik entarisi ile dolaştığı ve emrindekilere şiddetli muamelede bulunduğu istihbar olunmuştur. Bu konunun doğruluğu Bahriye idaresince teyit edildikten sonra sıfat-ı askeriyeye uygun hareket etmesi konusunda kendisi uyarılmıştır.[*]

DENİZCİLER, Levend
İtalyanca “Levantino (şark ahalisi, doğulu)” kelimesinden gelme bir isimdir. Önceleri genel manada denizcilerin serseri takımına denilmişse de daha sonra iyi manası ile Osmanlı’nın deniz askerini anlatmada kullanılmıştır.
Levendler deniz ve kara olmak üzere iki kısım idiler. Deniz levendleri korsan gemilerinde gemici ve cenkçi olarak bulunurlardı. XVII. yy.dan sonra ihtiyaç anında sahil ahalisiden donanmada tüfenkçi er olarak hizmete alınır olmuşlardır. Önceleri korsanlık yapan serbest levendler, Barbaros zamanında devlet hizmetine girmişlerdi. Maaşlı olan bu yerli levendler İstanbul’daki hanlarda ikamet ederler ve sulh zamanında çeşitli taşkınlıklar yaparlarmış.
XVIII.yy. da Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa bunlar için Galata, Beşiktaş, Hasköy ve Eyüp’te bazı tesisler yaptırıp zabt u rabta alınmalarını sağlamıştı. Keza Cezayirli Gazi Hasan Paşa da aynı asrın sonlarına doğru levendler için Kasımpaşa’da (Bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Karargah binası) ve Levent’te (Bugünkü 3. Kolordu Komutanlığı Karargahı olan Levent Çiftliği) birer kışla yaptırmıştır.
Kara leventleri XVII.yy. başlarında (Saruca ve Sekban) kuvvetleriyle beraber beylerbeyi maiyyetinde süvari hizmeti görmüşlerdir. Bir vezir veya beylerbeyi kapısında hizmet eden bu levendlere Kapılı levend denirdi. Azledildikleri zaman ise Kapısız levend diye anılırlar ve başıboş bir hayat sürerlerdi. Daha sonraları Levendler dağıtılmış ve ocakları lağvedilmiştir.
Bugün halk dilindeki “levend, şeblevend, levend gibi delikanlı” tabirleri genellikle onların boylu poslu, güzel endamlı olmalarından dilimize yadigar kalmıştır.

Mimar Ahmet Kalfa tarafından yapılan Feyz-i Mabût korveti 1808-1839
OSMANLI’da GEMİLER
kalita, Çekdiri sınıfından bir gemi olan kalita 24 oturaklı olup kadırganın bir boy küçüğüdür. Halen Deniz Müzesi’nde (İstanbul) bulunan boyu 40 m; eni 5.70 m; baş yüksekliği 2.28 m., kıç yüksekliği 21,90 m. dir. Beher oturakta 3 kürekçi bulunan kalitanın toplam kürekleri adedi 144 dür.
Orta, yeniçeri teşkilatında tabur (sonradan bölük) yerine kullanılan bir tabir olup her ortada önceleri 60-70, sonra da 100 nefer bulunurdu. Ortalar birbirlerinden alametleriyle ayrılırlardı. Bu alametler, ortaların özel bayrak ve çadırlarına işlenir, bazan da dövme olarak mensuplarının pazularına nakşedilirdi. Orta alametleri ise genellikle yaptıkları görev ile alakalı olurdu.
Kırlangıç, çekdiri sınıfından bir gemidir. Çekelve’den büyük, firkateden küçük olup daha çok karakol ve haberleşmede kullanılırdı. 1 süvari, 2 reis, 25 zabit yanında 60-70 kadar mürettebatı olurdu. Küreklerinden her biri 2-3 kürekçi ile çekilen 10-16 oturaklı gemilerdir.
Çekdiri, kürekle yürüyen gemi sınıfının genel adıdır. Bu tip gemilerde yelken, bir yardımcı hareket unsuru olarak bulunur. Küçükten büyüğe doğru 19 çeşidi vardır. Çekelve (10,13 oturaklı), kırlangıç (14-16 oturaklı), firkate (16-18 oturaklı), kalita (19-24 oturaklı), kadırga (25 oturaklı) ve baştarda (26’dan fazla oturaklı) bunlardandır. Çekdiri sınıfının kalita ve daha az oturaklı olanları savaşta değil, yardımcı hizmetlerde kullanılırlardı.
Barça, kalyon sınıfından bir gemidir. Altı düz olup nakliye hizmeti görürdü. Ancak yine de gemide irili ufaklı 85 top bulundurulur, gerektiğinde savaşa girilirdi. Barçalar kalyondan küçük olup 2-3 direkli idiler. Daha çok İspanyollar tarafından kullanılmışlardır. [**]

[*] Hacettepe Üniversitesi,sayın Erdoğan ORAN’ın “OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E BİR KURUM OLARAK BAHRİYE VEKÂLETİ” Doktora Tezinden bölüm aktarısı yapılmıştır.
[**] https://osmanli-devleti1299.tr.gg/osmanli-da-korsan-kaptanlar.htm

Bölüm III / IV sonu devam edecek / Naci Kaptan 08.12.2020
This entry was posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, GEÇMİŞİN İÇİNDEN, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *