Trump Beyaz Saray’dan istese de istemese de bir ay içinde ayrılacak. Onun ABD demokrasisine ve ABD nin dünyadaki rolüne verdiği zarar büyük. Ama arkasında bırakacağı önemli bir miras var.“Abraham Anlaşmaları”.
Yani Orta Doğu’da İsrail ile Arap ülkeleri arasında oluşturulan uzlaşma zemini ve dört Arap ülkesinin imzalayarak, İsrail ile ilişkileri normalleştirme sürecine girmesi. Tabii Abraham anlaşmalarının maya tutması bölge ülkelerine ve İsrail’e bağlı. Ayrıca mevcut durum Biden yönetimin Orta Doğu’da izleyeceği stratejiden de etkilenecektir. İran ile JCPOA in ek maddelerle yeniden yürürlüğe girmesi ihtimali, belki şimdi İsrail ve dört Arap ülkesinin ilişkilerini güçlendirebilir. Türkiye’nin yaptırımlarla zorlanması da Abraham anlaşmalarının yaşam şansını arttırabilir. Hatta belli koşullarla Türkiye- İsrail ilişkilerinde de olumlu gelişmeler yaşanabilir.
Şimdi Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Fas’tan sonra, sırada Suudi Arabistan var. Umman sultanlığı, Mısır ve Ürdün İsrail ile zaten barışık. Suudi Arabistan’ın Mısır ile ilişkilerinin de düzelmiş olması yanı sıra, ortak endişeler, tehditler ve potansiyel projeler bu ülkeyi de Abraham katarına bindirebilir. Ama Orta Doğu’da bir ülke daha var ki onun bu katara katılması, birçok koşulun yerine gelmesine bağlı.
La Rahad-ı Fid El Halij (Körfez)
Evet, bu ülke, Körfez İşbirliği Konseyinin(GCC) bir başka üyesi Katar. Hatırlanacağı gibi Umman’dan sonra aslında İsrail ile ilk ilişki kuran ülke Katar’dı. 1990 ların ikinci yarısında birçok akılcı proje ile bu yürüyen ilişkiler, sonunda Filistin-İsrail sorunu tuzağına düştü. Yine de, Katar bir ara, Suriye, İsrail, Lübnan ve Filistin için aynı anda çözüm öngören Orta Doğu Barış Süreci’nin baş aktörlerinden birisi ve en önemlisi para kasasıydı. O süreç, tarafların birbiriyle aynı odada bulunmaya bile tahammül edemediği bir ortamda bir çıkmaz sokağa saptı. Ama İran ile JCPOA yenilenirken, eğer Katar yeniden fabrika ayarlarına döner, Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve Mısır ile arasındaki kara kediyi kovabilirse, GCC yeniden canlanır ve tabii sonra istenirse Abraham katarına katılabilir.
Ancak öne sürülen koşullar öyle kolay yerine getirilebilecek cinsten değil. Yine de Katar yeni bir kavşakta, önüne konulan koşulları gözden geçirmeye başlarsa şaşırmam. Çünkü bu Orta Doğu incisinin her şeyden önce barış ve istikrara ihtiyacı var. Sonra da Akdeniz doğal gaz alanlarında çıkarları.Tabii o gün geldiğinde Türkiye ne yapar? Çünkü koşullardan bir tanesi Türkiye ile ilgili. Ama körfez zaten hep huzursuz. Bu zengin ülkeler arasında kadim sorunlar var. Dışarıdan bakıldığında hepsi Arap, hepsi Müslüman ve komşu. Ama bütün bunlar, aradaki düşmanca ilişkiyi engellemeye yetmedi.
İsterseniz bunu tarihte kısa bir gezinti ile hatırlayabiliriz[1]. Katar’ın sonraki ufkuna, petrol krizleri ile zenginleşme, modernleşme, İran tehdidine karşı Arap komşuları ile GCC çatısı altında buluşma, nihayet dünyada, ticaret görüşmelerinden, spor turnuvalarına kadar her alana bir Doha damgası vurma rasyonalitesi ve ideolojik yaklaşımların dışında tutma tercihi girdi. Doha ve çevresinde gerçek bir uygarlık yarattı. Ama komşuları ile sorunları hiçbir zaman tamamen çözülemedi. 1981 yılında el sıkışıp ortak olduğu GCC, gıpta edilecek bölgesel bir ekonomik işbirliği örneği olsa bile, komşular arasındaki rekabet ateşini söndüremedi, sadece küllendirdi[2].
Suudi Arabistan ile Katar’ın sorunları ise, 1965 yılında kara sınırları nedeni ile başladı, 1992 yılında zirveye ulaştı. İki ülke, 1996 da bir geçici sınır belirleme anlaşması yapsa bile, konunun hukuki güvenceye alınması işi, 2008 yılına kadar uzadı[3]. Bir ara doğal gaz boru hattı projeleri Katar ile Suriye ve Suudi Arabistan’ın arasını iyice açtı. İpler, bu defa borular üzerinden gerildi. Önce Suudi Arabistan Katar’dan 2000 yılında döşenecek boru hattı için onay verir gibi yaptı.
Ama altı yıl sonra bir punduna getirip, boruların Suudi topraklarından geçmesi projesini askıya aldı. Katar da bundan zarar gördü, Kuveyt de. Suudi Arabistan, alternatif bir boru hattının BAE ve Umman üzerinden geçmesine de, Bahreyn ile yapılabilecek bir başka projeye de karşı çıktı.Diplomatların sıkça karşılıklı geri çekilmesi, Suudi Arabistan ile Katar arasında çözüm üretme platformlarına da pek az şans bıraktı. Öyle ki 2002 de El Cezire’nin bir yorumu bile Doha’dan büyükelçi çektirmeye yetti. Suudi Arabistan kerhen 2008 sınır anlaşmasını onaylasa bile pamuk ipliğine bağlı ilişkiler, 2014 yılına kadar derin dondurucuya kondu.
Katar’ın Körfez Komşuları ile Uzlaşması Mümkün mü?
Sonrasında Katar da bir başka yöne savrulmaya, tercihlerini ideolojik bir kisveye büründürmeye başladı. BAE ve Suudi Arabistan ortak bir cepheden, Katar’ın Müslüman Kardeşlere destek verdiğini ve aralarındaki 2013 tarihli güvenlik anlaşmasını ihlal ettiğini iddia ettiler. Üstelik Mısır ve Bahreyn de iddiaya katıldı. El Cezire’nin yayınları engellendi. 2014 yılının Kasım ayında ilişkiler normal seyrine döndü gibi gözükse bile 2015 de, Katar yeniden, terörizmi desteklemekle suçlandı. BAE de yangına körükle gitmeye başlayınca, Mayıs 2017 den itibaren zahiri bir takım nedenlerle, Trump’ın kılıç dansı ile özgüven kazanan Suudi’ler, Katar’a karşı yeni bir huruç harekâtına girişti. Gelişen olaylarda, Katar’ın ideolojik tercihlerinden öte, ekonomik çıkar çatışmalarının olduğunun bilinmesi önemli. Bu nedenle Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Bahreyn Katar’a 2017 Haziran ayından bu yana, çeşitli yaptırımlar uygulamakta. Bunların arasında kara listeye alınan Katar vatandaşları ve şirketleri olduğu gibi, kara, hava ve deniz ablukası uygulamaları da var.
Türkiye’nin Katar ile yakınlaşması, orada bir askeri üs elde etmesi ve Katar ile olan ekonomik bağlarını, orada, burada ve her yerde çok güçlendirmesi, hem Katar’ın komşuları ile barışmasına engel, hem de Türkiye’nin Arap ülkeleri ile ilişkilerinde sorun olarak takdim edilmeye başlandı. Suudi bloku şimdi Biden’ın iktidara gelmesine hazırlanıyor. Aynı zamanda dörtlü kara, hava ve deniz ablukasını kaldırmak için Katar’dan on üç koşulu yerine getirmesini istiyor. Her ülkenin derdi farklı.
Açıkçası, El Cezire gibi Türkiye’nin Doha’daki askeri üssü de başta Suudi Arabistan olmak üzere dörtlü ittifakın gözüne fena batıyor. Bahreyn ve BAE körfezde serbest seyir hakkını kullanırken Katar tarafından taciz edilmek istemiyor. Mısır, ihvan itirazı en yüksek ses. Ama ortak sesin en yüksek tınısı El Cezire’nin kapatılması, İran ile ilişkilerin sınırlandırılması, Türk askeri birliklerinin Katar topraklarını terk etmesi ve ihvan desteğinin sonlandırılmasında yankılanıyor.
Bakalım şimdi bir yol ayırımında, Katar, Türkiye ile dostluğu mu, yoksa körfez komşuları ve sonra İsrail ile uzlaşıyı mı tercih eder? Türkiye, kendisinden yüz çevirmemesi için Katar’a daha başka ne verebilir ve bunun Türkiye’ye maliyeti ne olur? Bu açıdan ikili ilişkilerde ibret için biraz tarihe bakılmasını öneririm (bakınız dipnot 1).
[1] Katar ilk sınır çatışmasını, 1867 yılında Bahreyn ile yaşamış. Ama aynı yıl Katar, İngiltere’den, tam bağımsızlık sözü almış. Sonra Doha Emiri, Osmanlılara da yaslanmayı denemiş. 1871-1913 arasında, can çekişen imparatorluk, yardım isteyen eli geri çevirmemiş ve oraya bir Osmanlı garnizonu göndermiş. Ama bu destek, Katar’ın bağımsızlık hayallerine engel olamamış. Osmanlı’ya karşı bir minnet duygusu da yaratmamış.1916, takvimin Katar içinİngiliz himayesine işaret eden yıl.Katar’a önce Bahreyn ve BAE ile bir federasyon kurması önerilse bile, o bunu kabul etmeyerek 1971 de bağımsız bir ülke oldu.
[2]Katar’ın Bahreyn ile sürtüşmesi, 1991 yılında yeniden alevlendi. Konu Birleşmiş Milletler Adalet Divanına intikal etti. BM kararı ile sürtüşmeye konu olan Havar adası Bahreyn’e kalırken, Zubara ve Cenan Katar’a bırakıldı.
[3] Arada ipler zaman zaman o denli gerildi ki, 2000 yılında Suudi Arabistan, Doha’da yapılan İslam Konferansı’nı boykot edecek kadar ileri gitti.2016 da Doha’ya yapılan en üst düzeyli ziyaret bile semeresini veremedi.