ERMENİ YALANLARINA KARŞI GERÇEKLER – Bölüm I / II * ERMENİ MEZALİMİ VE ÖMER NECATİ GÖREN’İN ANLATTIKLARI

Bölüm     I – II          https://nacikaptan.com/?p=83329
Bölüm  III – IV        https://nacikaptan.com/?p=83360
Bölüm    V – VI        https://nacikaptan.com/?p=83407
Bölüm VII –  VIII    https://nacikaptan.com/?p=83571
Ermeni yalanlarına karşılık Ergüner Gören ve Dr. Ali Nazmi Cora tarafından yazılmış olan bilgilendiren ve günümüzde emperyalist devletlerin rolünü de yorumlayan ERMENİ MEZALİMİ VE ÖMER NECATİ GÖREN’İN ANLATTIKLARI isimli kitaptan bu konuya ait ERMENİ YALANLARININ arkasındaki gerçek bilgilerin okunması, bilinmesi ve yayılması için bu özeti hazırladım.
Naci Kaptan / 31 Ekim 2020

BÖLÜM I – Sayfa 20 / 26

Osmanlı ülkesinde Sırplar ile başlayan milliyetçi isyanlar 19. Yüzyılda Osmanlı’yı kana buladı. Osmanlı dağılmaya yüz tuttu. Milliyetçilik akımından Ermeniler de etkilendi. Daha doğrusu Avrupalılar tarafından kışkırtıldı. Özellikle Rusya ve İngiltere’nin bu gelişmeye “katkısı” çok büyüktür.
Ermeniler Avrupalıların bu art niyetli kışkırtmalarına meyletti ve yüzyıllar boyu bolluk ve refah içinde yaşadıkları ve “Millet-i Sadıka” olarak anıldıkları Osmanlı Devleti’ne ihanet ettiler.
Hedeflerinde Anadolu’nun orta ve doğu bölümünü Selçuklu öncesi Ermeni Krallığı’nı tekrar canlandırmak vardı. Hayallerinde tasarladıkları bu ütopik devlet; üniter, milli bir devlet olacaktı.
Bu da demek oluyor ki onların hayallerinde Anadolu’da Ermenilerden başkasına yer yoktu.  Bunu gerçekten yapabilirlermiydi? 19. yy başlarında Anadolu’nun yalnızca yüzde 20’sini oluşturuyorlardı. Gerçekten azınlık çoğunluğu yok edebilir miydi?  Ne yazık ki tarihte yaşanılan olaylar bunun olabileceğini kanıtlamaktadır. Balkanların nüfusunun yüzde 70’i Balkan Savaşların dan önce Müslüman Türk’tür. 
Balkan Savaşları’ndan sonra  Balkanlar’daki Türk oranı sadece ve sadece yüzde 5’tir. Yani balkanlarda çoğunluk olan Türkler sadece 2-3 yıl süren savaşlar sonucunda azınlık konumuna düşmüşlerdir.
Balkan Savaşları boyunca Türkler; Bulgarlar, Sırplar ve Rumlar tarafından katledilmiştir. Kalan nüfus ise zorla doğuya doğru göç ettirilmiştir. Kısacası bir yerde çoğunluk olan topluluk katliamlarla, sürgünlerle, yani soykırımla yok edilebilir.
Ermeniler Balkanlar’da yaşanan bu gelişmeleri yakından takip ettiler. Amaçları Balkanlar’da yaşayan Türklerin yaşadığı acının ve dehşetin aynısını Anadolu Türkleri’ne yaşatmaktı. Böylece Türkleri tamamen yok edip kendi büyük devletlerini kuracaklardı.
Bu amaç ve hedeflerini gerçekleştirmek için 18. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı ülkesinde bozgunculuk yapmaya, isyan çıkarmaya,  Osmanlı ahalisine zarar vermeye başladılar.
Birçok isyan, birçok karışıklık çıkardılar.  Ama Osmanlı ya en büyük darbeyi daha vurmamışlardı. Ermeniler Osmanlı’ya asıl darbeyi 1877-78 Osmanlı- Rus Harbin de vuracaktı.
Ermeniler bu savaş sürecinde çok sistematik bir şeklide çalıştılar. Doğu bölgelerinde Müslüman ahaliye karşı çok büyük çapta katliamlar düzenlediler. Azeriler’e karşıda büyük bir katletme kampanyası yürüttüler. Ayrıca Ermeniler ikili çalışıyorlardı. Bir kısım Ermeni Rus ordu sunun öncü birliklerinden oluşurken bir kısım Ermeni de Osmanlı ordusunda Rusya adına casusluk yapıyorlardı. Sonuç olarak Ruslar Erzurum’a kadar ilerledi ve Erzurumu işgal etti.
Tabi bu durum Ermeniler’e yaramıştı. Erzurum’da Ermeniler resmen Erzurumlu Türkleri ezdiler. 6000 Türk ailesini zorla sürgün ettiler, toplu kıyımlara giriştiler.  Kars’ta, Erivan’ da ve Bakü’de daha beter olaylar oldu. Özellikle Erivan’da Türklerin köklerini kazıdılar. Nüfusun 3’te 2’sini katlettiler. Geri kalanları da zorla göç ettirdiler. Bakü’de 10 000 Türk’ü vahşi bir şekilde katlettiler. 93 harbinden Ermeniler kazançlı çıktılar.
Diplomasi yönünden Berlin Antlaşmasıyla artık resmi bir şekilde kayıtlara geçtiler. Bu savaştan sonra eylemleri iyice şiddetlenmiştir.1890’larda on binlerce Türk’ü katlettiler. Bu katliamların sonu gelmeyince dönemin sultanı 2. Abdülhamit Ermeni çetelerine karşı koyacak Hamidiye alaylarını kurdurttu.
Bu alaylar Kürt aşiretlerinden oluşuyordu, başta Ermenilere başarılı bir şekilde karşı koymuşlarsa da 1. Dünya savaşında onlarda Kürdistan Devleti kurma hayali içinde Van çevresindeki Türk Halkı’na saldırdılar.
1.Dünya Savaşı’na kadar Ermeniler Avrupa Devletleri sayesinde silahlandılar, evlerini cephanelik haline getirdiler. Öyle ki 1.Dünya Savaşı öncesinde Van’da Ermeni saygın bir ailenin kilerinde bile yüklü miktarda cephanelik bulunmuştur.
Ayrıca bu süreçte Taşnak, Hınçak, Armenistler adında üç büyük komite kuruldu; hepsi Batı destekliydi ve Ermeni çeteciler yetiştiriyorlardı. Böylece Ermeniler, çıkacağını bildikleri 1.Dünya Savaşının öncesinde hazırlanmışlardı.
Nihayet 1. Dünya Savaşı kopunca bekledikleri ortamı buldular ve bu sefer 93 Harbindeki olayları da aşacak çeşitli trajediler ortaya çıktı. Sarıkamış Harekatı’nda Osmanlı ordusunu arkadan vuran Ermeniler, Rusya dan gelen gönüllü Ermeni ordusuyla birleşerek Erzu rum, Van, Bitlis, Erzincan ve daha birçok yerde terör estirdiler.
Buralarda vahşet uyguladılar, daha önce eşi benzeri görülmemiş katliamlar yaptılar. Ermenilerin katliam yaptığı yerlerin başında Zeytun  (Ermeniler savaş sırasın da ilk kez burada isyan etmişlerdir.) Van, Bitlis, Erzurum, Erzincan, Ağrı, Ardahan gelir.
Şimdi mezalimin anlaşılması için örnek olarak Muş Olayları görgü tanıklarının ifadeleriyle anlatılacaktır:
“Van’ın düşmesinden sonra Muş’taki saldırılar artmış, Ermeni çetecileri çok kanlı katliamlar yapmıştır. Bu katliamlarını görgü tanıkları tarafından açıklanan olaylar zinciri şöyledir:
Muş düştükten sonra Ermeni eşkıyaları kana susamış vahşi hayvanlar gibi şehrin etrafında “İntikamımızı aldık!” diye bağırarak dolaştılar. Rastladıkları her Türk ve Müslümanı acımasızca öldürdüler. Kadınlara ve küçük kızlara tecavüz ettiler. Yaşlıları diri diri yaktılar. Muş’un ileri gelenlerini koyun boğazlar gibi kestiler. Varto’da Cebranlı Aşiretinden Cindi Ağa’nın 15 köyünün halkının ayaklarına at nalları çakarak çivilediler ve Hazar Gölüne attılar.
Hastalar çocuklar ve yaşlılarla dolu olan Tekke Manastırı’nı yaktılar.  Şeyh Abdülgaffar Efendi işkenceler içinde kafa derisi yüzülerek öldürüldü. Doktor Mustafa Bey götürüldüğü dikilitaş arasında bir çoğu boğazlanmış binlerce kadın ve erkek cesedi gördüğünü yeminle beyan etti.”
Artan bu vahşet karşısında İttihat ve Terakki Cemiyetin- den Talat Paşa önderliğinde bu katliamların durması için 27 Mayıs 1915’te Tehcir Kanunu çıkarılmıştır. Buna göre Anadolu’nun doğu kesiminde bulunan Ermeniler savaşın olmadığı Suriye taraflarına göç ettirilecekti.
Ama bu tehcir asla bir soykırım niteliği taşımamış, Türk görevlileri yol boyunca Ermeniler’e karşı ılımlı bir yakla- şım sergilemişlerdir. Elbette ki göçün zorluğu, devletin Ermenilerin ihtiyaçlarını karşılamadaki yetersizliği, salgın hastalıklar ve çete saldırıları gibi olaylar yüzünden Ermenilerin bir kısmı ölmüştür.
Bu durum günümüzde Ermeni Soykırımı olarak lanse edilmekte ve Türk halkı aleyhine faaliyetler düzenlenmektedir. Ama gerçek hiçbir zaman değişmeyecektir. Gerçek olan da Türklerin Ermenilere soy kırım yaptığı değil, Ermenilerin Türklere karşı uyguladıkları mezalimdir.
Günümüzde, 2000 yılı Ekim ayında düğmeye Washing- ton’dan basıldı. O günden bu yana, ABD başta olmak üzere, Batılı devletlerin parlamentolarında, bu arada AB organlarında bir “Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısı” furyası var.
“Tasarı”, bazı Avrupa devletlerinin parlamentolarından geçirilerek yasalaştı. AB Parlamentosu ise “işi” daha, 1978’de bitirmişti. ABD ile diğer bazı Avrupa devletleri ise “Tasarı”yı, kritik durumlarda Türkiye üzerinde baskı kurmak için, şimdilik zulada tutuyor.
Bugün için Dünyanın yarısı, en gelişmiş ülkeler de, Batı ülkelerinin hemen hemen tamamı Ermeni Soykırımını yasal olarak kabul etmiştir. Hatta, bazı ülkelerde örneğin; ABD’nin bazı eyaletlerinde ve Avrupada bazı ülkelerde örneğin İsviçre’de “Soykırımı yok” demek, hatta bunu tartışmak bile sizi hapse attıran bir suçtur.
Bu durum ikiyüzlü çifte standartlığı yüzyıllar boyunca uygulayan Batının ahlak kurallarına uymayan bir davranışıdır. Türkler 5 asırdır batının tek taraflı, acımasız ve gerçek dışı davranışı, suçlaması ve baskısı ile karşılaşmıştır ve hem ABD hem de Avrupa Birliği’nin aynı tip akıl dışı dayatmaları devam etmektedir.
Peki böyle olduğu biliniyor da bizlerin hiç mi suçu yok. Olmaz mı? Hem de onlardan binlerce defa daha suçluyuz biz.
Batıya körü körüne hayranlık, idarecilerin basiret- sizliği ve Türk toplumunun acı ama gerçek TEPKİSİZLİĞİ hep batıyı cesaretlendirmiştir.
Ermeniler yıllarca karınca gibi çalıştılar. Bizler yattık. Çekirge misali yattık, ta ki yumurta kapıya gelinceye kadar. Şimdi Batı’yı suçluyor, saçımızı başımızı yoluyoruz. Bayanlar ve baylar! Atı alan çoktan Üsküdar’ı geçti. Bari şimdi bu konu üzerine ciddi olarak eğilelim. Zararın neresinden dönersek kardır.
Bildiğimiz gibi, Ermeni soykırımı” iddialarının kökeni, Birinci Dünya Savaşı yıllarına dayanıyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Ermeni sorununun yaşandığı coğrafyada tarihin akışını etkileyen iki büyük devrim oldu.
Önce Rusya’da, Çarlığın yıkılmasından sonra, Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Sonra Türkiye’de, emperyalist iş­gale karşı, çağımızın ilk kurtuluş savaşı gerçekleşti. Savaşı yürüten ulusal kuvvetler, egemen oldukları toprağı emperyalizmden olduğu kadar ortaçağ ilişki ve kurumlarından da arındırmaya yönelen bir ulusal devlet kurdular.
Devrimci Cumhuriyet yönetimi, bu zaferi Lo­zan Antlaşması’yla bütün dünyaya kabul ettirdi ve kalıcı kıldı. Birinci Dünya Savaşı, emperyalist devletler tarafın- dan, Osman­lı imparatorluğu ile Çin ve İran’ı paylaşmak ve eski sömürgeleri ye­ni kuvvet oranına göre yeniden bölüşmek üzere başlatılmıştı.
“Er­meni soykırımı” iddiasını, Osmanlı topraklarından en büyük payı koparmaya çalışan emperyalist devletler ortaya attı. Ne var ki, Sov­yet Devrimi ve Türkiye Devrimi, bölgedeki siyasal sınırları istikra­ra ve Ermeni sorununu devrimci ve kalıcı bir çözüme kavuşturdu.
Ermenilere karşı bir soykırım yapılmamıştı, ama soykırım iddiası silahla temizlenmişti. “Ermeni sorunu”nun sahnelendiği iki ülkede, artık iki devrimci devlet vardı. Bu durumda, “Ermeni soykırımı” id­diaları 1923’ten sonra tamamen ortadan kaldırılmasa bile, 1960 ve 1970’lere kadar uykuya yatırıldı.

BÖLÜM II / Sayfa 27 – 30
Türkiye’de 1940’ların başında durgunluk dönemine giren Atatürk’ün devrimleri  İkinci Dünya Savaşı sonrasında adım adım tasfiye edildi. 27 Mayıs 1960 hareketi, bu tasfiye sürecinde bir kesinti yarat­makla birlikte, 1970’lere gelindiğinde, batı işbirlikçisi güç­ler, iktidarlarını pekiştirmişlerdi.
“Ermeni soykırımı” iddiaları, ABD’de ve Batı Avrupa devletle­rinde  işte bu yıllarda yeniden alevlendirildi. Batı’nın tarihsel gerçekleri saptırarak imal ettiği iddialar ve siyasi dayatmalar, tıpkı 1917-1922 arasında olduğu gibi, ancak devrimci bin irade ve tutumla göğüslenebilirdi. Hem tarih bilimi hem de siyaset alanında yürütülecek mücadele için, en başta gereken buydu. Ne var ki artık iddiaların doğrudan hedefi olan Ankara’da emperyalizme ve onun tarihsel gerçekleri saptırmaya dayanan psikolojik savaşına direnecek bir irade kalmamıştı.
Kuşkusuz asil büyük facia, Ankara’da yaşanıyordu. 1970’lerden günümüze, Türkiye’deki iktidar sahiplerinin  Batıya bağımlılıkları arttıkça, Batı’dan gelen baskı ve tehditlere direnme yetenek­leri de zayıflıyordu. Bu neden le ülkemizi yönetenler, Batı kaynaklı “Ermeni soykırımı” kampanyalarına karşı koymak bir yana, bu yöndeki düş-manca faaliyeti kendi halkımızdan bile gizlediler.
Böylece 1960’larda yeniden ısıtılan “soykırım” iddiaları, 1970’lerde ASALA terörüne sağlanan destekle tırmandırıldı ve bugün artık açık bir tehdit aracı olarak kullanılıyor.
Ankara’daki ABD ve Avrupa Birliği işbirlikçilerinin ellerinin altında ta­rihsel belge, bilgi, kanıt, her şey var. Bunları gün ışığına çıkarıp Türkiye ve dünya kamu- oyuna açıklayacak kadro, para, diplomasi gibi sınırsız devlet olanakları da var. Ancak bunlar bir şey ifade etmiyor. Çünkü bu olanakları, “büyük müttefike” ve diğer “müttefiklere” karşı kullanacak bir irade bulunmuyor.
Nasıl olabilir ki, o iktidar sahipleri, o “müttefik” diye tanımladıkları devletlerle çıkar  birliği içindedirler. Bu çıkar ve suç ortaklığı, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday üyelik statüsü altında denetim altına alınması eylemine kadar varmıştır.
Ve şimdi “Ermeni soykırımı” iddiaları, Avrupa kapısında çarmıha çivilenmiş olan Türkiye’nin üzerine hançer darbeleri gibi birbiri peşi sıra indiriliyor. Bu darbelere karşı koymak ne kelime, işbirlikçi güçler, bu düşmanca faaliyetin başarısına bel bağlamışlardır.
Evet! O güçler, bu düşmanca faaliyetin başarısına bel bağlamışlardır. Bu nedenle eko­nomik, siyasal vb. her cephede, topyekûn bir direnme planı hazırlan­madığı ve uygulanmadığı gibi, bu yöndeki girişimler de baltalanıyor.
Türkiye’yi tanıtma ve savunma amacıyla kurulduğu söylenen tanıtma Fonu gibi kurumlar da, Cumhuriyet Devrimi’ni ve kültürü­nü tanıtmak ve savunmak için değil, o devrimin değerlerini ezmek ve Türkiye’yi Batı’ya sımsıkı bağlamak için faaliyet yürütüyor. Ka­mu kaynakları, ulusal olmayan, hatta ulusa kasteden amaçlar için harcanıyor ve dağıtılıyor.
“Ermeni soykırımı” iddialarını piyasaya sü­ren Batı ile, Türkiye’deki ırkçı ve şeriatçı faaliyeti desteklemen ve yön­lendiren Batı, aynı Batı’dır. Açıkça saptanmalıdır ki, Batı işbirlikçisi iktidar sahipleri, sonuna kadar haklı olduğu bir davada Türkiye’nin kendini savunma yeteneğini bilerek tahrip etmişlerdir.
Tıpkı Damat Ferit Paşa’ların İngiliz emperyalizminin emriyle kurduğu “soykırımı” yargılama mahkemesindeki gibi, Türkiye devrimciliğini, Türkiye yurtseverliğini yargılamak ve idam etmek istemişlerdir. Bu isteklerini fiiliyata geçirmek için başta Ergenekon, Balyoz olmak üzere, Amirallere Suikast, Suga, Oraj, Askeri Fuhuş ve Casusluk adları altında sözde davalar kurgulanmıştır.
Bu durumda, Türkiyemizi “Ermeni soykırımı” suçlusu ilan eden tehdide karşı koyma görevi, yine devrimci kurumların, yine ilerici aydının ve yurtsever araştırıcının omuzlarındadır.
Türkiye’nin devrimci tarihi, burada en değerli hazinemizdir. Unutmayalım, emperyalizm bizim devrimci Kurtuluş Savaşımızı “soykırım” diye mahkûm etmek istiyor. Meselenin özü buradadır. Bu saldırıya karşı koymak, devrimci tarihe sarılmakla olur. Eğer dünyaya anlatılacak bir dava varsa, o dava bizim milli kurtuluş hakkımızdır; vatanımızı savunma hakkımızdır; bağımsız yaşama ­ özgürlüğümüzdür.
Ve biz, bütün bunları silahla kazandık. Bizi boğmak isteyen, bizi mahvetmek isteyen emperyalizmi ve ate­şe sürdüğü güçleri silahla bozguna uğratarak Türkiye Cumhuriyeti ulusal devletini kurduk. Kimilerinin “soykırım”, kimilerinin “Küçük Asya faciası” dedikleri olay, budur.
Türkiye devrimle kuruldu ve o devrimi içlerine sindiremeyenler, şimdi “soykırım” tezleriyle yine ulusal devleti topa tutuyorlar. Her­kes biliyor, silahla kurulan, ancak silahla yıkılabilir. O nedenle “Ermeni soykırımı” iddiacılarının, bu iddialarını ellerinden gelirse, silahla gerçekleştirmeye kalkışacakları kesindir.
100 yıl öncesinin olayları dolayısıyla Türkiye’yi sanık iskemlesine oturtulmaya çalışılarak ülkemizden başka konular için taviz alınmaya çalışılmaktadır. Bizim bu propagandaya karşı yapmamız gereken, Ermeni çetelerinin vatandaşı oldukları Osmanlı İmparatorluğunu arkadan hançerlemek için neler yaptıklarını ve büyük devletlerden nasıl himaye gördüklerini halka anlatmak ve bir suçluluk psikolojisinden kurtulmak olmalıdır.
Bölüm I – II sonu / devam edecek
Naci Kaptan

KAYNAK;  ERMENİ MEZALİMİ VE ÖMER NECATİ GÖREN’İN ANLATTIKLARI Kitabı  sayfa 20/21/22/23/24/25/26/27/28/29/30
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ERMENİ SORUNU. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *