Uğur Dündar / 11 Eylül 2020
26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ege’deki haklarımız için harekete geçilmesini istedi
Sevgili okurlarım,
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 26. Genelkurmay Başkanı, Emekli Orgeneral İlker Başbuğ ile başlattığımız Türk-Yunan ilişkilerinin dünü ve bugünü ile, Doğu Akdeniz’deki sorunları kapsayan söyleşimize, kaldığımız yerden devam ediyoruz.
İlker Başbuğ
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Başbuğ, dün de belirttiğimiz gibi, 24 Nisan 1830’da Yunanistan Krallığı kuruldu. Temmuz 1832’de imzalanan İstanbul Antlaşması ile de Avrupa devletleri bağımsız Yunanistan’ın sınırlarını garanti altına aldı. O tarihte Yunanistan’ın sahip olduğu topraklar nereleri kapsıyordu?
İLKER BAŞBUĞ (İ.B.): 1832’de Yunanistan Krallığı’nın sınırları içerisinde, Mora Yarımadası, Attika ve Sikland Adaları bulunmaktaydı. Toplam yüzölçümü 47.517 kilometrekare idi.
(U.D.): Peki, Yunanistan topraklarını genişletmeye ne zaman ve nasıl başladı?
YUNANİSTAN TOPRAKLARINI BALKAN SAVAŞI’NDAN SONRA GENİŞLETTİ
(İ.B.): Osmanlı Devleti Ruslara yenilince, 7 Temmuz 1881’de düzenlenen İstanbul Elçiler Konferansı’nda, Teselya ve Epir’i Yunanistan’a terk etmek zorunda kaldı. Ancak, Yunanistan’ın Makedonya, Selanik ve Kuzey Ege’deki adaları alarak topraklarını genişletmesi, Balkan Savaşları sonunda oldu. Balkan Savaşı’nı çok iyi bilmeli ve anlamalıyız.
17 Ekim 1912’de Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu iç siyasi kargaşadan istifade etmek isteyerek savaş ilan etti. Bulgar ordusu Çatalca’ya kadar geldi. Londra’da Barış Konferansı toplandı. Osmanlı’dan istenilenler ağırdı. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Meclis dağıtılmıştı. 22 Ocak 1913’te toplanan Şura-yı Saltanat barış yapılmasına karar verdi.
Barış Antlaşması’yla Bulgaristan Batı Trakya’yı, Yunanistan ise Selanik, Makedonya ve Girit’i ele geçirdi. Birinci Balkan Savaşı’nda en büyük kazancı elde eden Bulgaristan bu sefer müttefiklerine saldırınca, İkinci Balkan Savaşı başladı. Bu savaş sonucunda da Yunanistan Epir’in tamamı ile Drama ve Kavala’yı topraklarına kattı.
(U.D.): Balkan Savaşları sonucunda Yunanistan Selanik, Makedonya, Girit, Epir, Drama ve Kavala’yı topraklarına katıyor. Peki, Batı Trakya’yı (İskeçe, Gümülcüne, Dedeağaç) ne zaman ele geçirdi?
(İ.B.): İkinci Balkan Savaşı sonunda 29 Eylül 1913’te imzalanan antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu Batı Trakya’yı Bulgaristan’a bırakmıştı. Şimdi değineceğim noktayı çok kişinin pek fark ettiğini zannetmiyorum:
BATI TRAKYA, İZMİR’E ÇIKAN YUNAN’A ADETA MÜKAFAT OLARAK VERİLDİ
Yunanistan Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren 27 Kasım 1919 Neuilly Antlaşması’yla, Batı Trakya’yı Bulgaristan’dan aldı. Bakın burası çok önemli; 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan Yunanistan’a Batı Trakya, 27 Kasım 1919’da adeta mükafat olarak verilmiş. Balkan Savaşı’nın bütün safhalarından Yunanistan hep toprak kazanarak çıkmış. Kasım 1919’da Batı Trakya’yı masa başında kazanan Yunanistan için artık Doğu Trakya’ya ve Batı Anadolu’ya el atma zamanı gelmişti. Tabii sonuç, Yunanistan için acıklı oldu. Çünkü artık karşılarında Mustafa Kemal Atatürk vardı.
(U.D.): Aslında bugün Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege Denizi sorunlarına bakılırsa bunların, temelde Ege’deki adalardan kaynaklandığını söyleyebiliriz. 1832’de Yunanistan sadece Ege’deki “Sikland Adaları”na sahip. Peki, 12 Ada ile Kuzey Ege’deki adalara Yunanistan ne zaman ve nasıl sahip oldu?
OSMANLI İMPARATORLUĞU EGE’DEKİ 24 ADAYI 6 AYDA KAYBETTİ
(İ.B.): Osmanlı İmparatorluğu Ege’deki 24 adayı 6 ay içinde kaybetti.
Bu konuyla ilgili olarak yine sizinle 17 ve 18 Ocak 2018 tarihlerinde geniş kapsamlı iki söyleşi yapmıştık. İlgilenenler o konuşmalarda konuların detaylarını bulabilirler. Burada kısaca özetlemek gerekirse, şunlar söylenebilir:
İtalyanlar Ekim 1911’de Trablusgarp’a çıkarma yaptı. Direnişle karşılaşan İtalyanlar, 1912 Mayıs ayında 12 Ada olarak isimlendirilecek adaları işgal ettiler. 18 Ekim 1912’de İtalya ile Uşi Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre; İtalya geçici olarak işgal ettiği bu adaları boşaltacaktı. Ancak, İtalya adalardan ayrılmadı. Güçlü değilseniz, imzaladığınız antlaşmaların uygulanmasını bile sağlayamıyorsunuz. Aynı konu Kıbrıs’ta da yaşanmıştı.
Lozan Antlaşması ile de bu defakto durum teyit edildi.
YUNANİSTAN TEK MERMİ ATMADAN 12 ADAYA SAHİP OLDU
İkinci Dünya Savaşı’nda İtalya, yenilen devletler arasında yer aldı. 1947 Paris Antlaşması’nın 14. maddesine göre; 12 Ada Yunanistan’a verildi. Yunanistan yine bir tek mermi atmadan, Batı Trakya gibi 12 Adaları da masa başında kazanmış oldu.
Ege’nin kuzeydoğusundaki adalara gelince, Birinci Balkan Savaşı başlar başlamaz Ekim 1912’de Yunanistan Kuzey Ege’deki Osmanlı’nın hâkimiyetinde bulunan bu adaları işgal etti. Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında 13 Kasım 1913’te imzalanan Atina Antlaşması ile bu adaların geleceğinin Avrupalı büyük devletler tarafından tespit edilmesi kararı alınmıştı. Sonuçta; 14 Şubat 1914’te bu devletler bu adaların Yunanistan’a bırakılması kararını verdiler. Bu karara karşı da Osmanlı devleti pek bir şey yapamadı.
Lozan Antlaşması ile de bu defakto durum teyit edildi.
(U.D): 1912 yılında neredeyse 6 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde Osmanlı İmparatorluğu, Ege’deki adalar üzerindeki 500 yıllık hakimiyetini kaybediyor. Bu acı sonucun sizce ana nedenlerini sorabilir miyim?
BALKAN VE TRABLUSGARP SAVAŞLARI’NA OSMANLI ORDUSU EN ZAYIF DÖNEMİNDE GİRDİ
(İ.B.): Balkan ve Trablusgarp Savaşlarına, Osmanlı Ordusu ve Osmanlı Donanması en zayıf durumda yakalanmıştır. 1821 Mora İsyanı’nda benzer durum var. Ordu tam anlamıyla siyasetin içine bulaşmıştır. Bir tarafta İttihat ve Terakkiciler, öbür tarafta ise Hürriyet ve İtilafçılar. Halaskar Zabıtan Grubu liberal politikacılarla yani, Hürriyet ve İtilafçılarla irtibatlıydılar. Ordudaki emir ve komuta sistemi, disiplin anlayışı çökmüş ve eğitim seviyesi de dibe vurmuştur. Bence, ana neden budur.
(U.D.): Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardır Ege Denizi kaynaklı sorunlar yaşanıyor. Bunların değerlendirilmesine “karasuları” sorunu ile başlayalım. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
TÜRKİYE YUNANİSTAN’IN EGE’DEKİ KARASULARINI 6 MİLİN ÜZERİNE ÇIKARMASINI ASLA KABUL EDEMEZ
(İ.B.): Kara suları ülkelerin tam hakimiyete, yani hükümranlık hakkına sahip olduğu deniz alanlarıdır. Dolayısıyla kara suları bir ülke için “hayati değer” dedir. Şu anda hem Türkiye, hem de Yunanistan kara sularının Ege Denizi’ndeki genişliği 6 deniz milidir. Karasularının 12 deniz miline çıkarılması, Ege Denizi’ndeki çıkar dengelerini Türkiye’nin aleyhine orantısız bir şekilde değiştirir. Adaların da karasuları vardır. Şu anda sahip olduğu adalar sebebiyle Yunanistan’ın karasuları Ege Denizi’nin yüzde 40’ını oluşturmaktadır. Karasularının 12 deniz miline çıkarılması durumunda bu oran yüzde 70’e yükselir. Bu durumda açık deniz büyüklüğü yüzde 51’den yüzde 19’a düşer. Türkiye’ye de Ege Denizi’nin neredeyse karasuları olarak yüzde 10’undan daha az bir alan kalır. Bu bir noktada, Türkiye’nin Çanakkale Boğazı’ndan çıktıktan sonra, Akdeniz’e inebilmesi için Yunanistan’dan izin alması sonucunu yaratır. Türkiye, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde karasularını 6 deniz milinin üzerine çıkarılmasını hiçbir şekilde kabul edemez. Bu Türkiye için “hayati” bir sorundur. Yunan parlamentosu 1 Haziran 1995 tarihinde “kendi stratejisine uygun bir zamanda”, Ege’de karasularını 12 deniz miline çıkarma hakkını saklı tuttuğunu ilan etti.
TBMM 8 Haziran 1995 tarihinde aldığı bir kararla, bu durumun “savaş sebebi” sayılacağını, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne askeri bakımdan gerekli tüm yetkilerin verileceğini beyan etti.
Türkiye için hiçbir koşulda, Ege’de karasularının 6 deniz milinin üzerine çıkarılması tartışma konusu bile yapılamaz.
(U.D.): Ege’deki diğer bir sorun ise, 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması ve konuya ilişkin diğer uluslararası belgeler çerçevesinde 12 Adanın, Doğu Ege adalarının “askersizleştirilmesi”dir. Yani bu adalarda asker, askeri tesis ve askeri teçhizat bulundurulamaz. Bu sorunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
(İ.B.): Maalesef Yunanistan bu yükümlülüğünü 1960’lardan beri ihlal etmektedir. Bu konunun Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesini de engellemeye çalışmaktadır. Bu konuda Türkiye’nin haklılığı tartışılmaz bir noktadadır. Bugüne kadar, Türkiye’nin bu konuya ilişkin tepkisi NATO çerçevesinde kaldı. Söz konusu adalar üzerine yapılması teklif edilen NATO altyapı projelerine karşı çıkıldı. Ayrıca, bu adaların NATO tatbikatlarında kullanılması engellenmeye çalışıldı. Bu konuda uluslararası diplomaside daha ileri adımlar atılmalıydı. Ancak, Türkiye’nin Türk-Yunan sorunlarında “paket yaklaşımı”nı benimsemesi, bu şekilde adımların atılmasını engelledi. Paket yaklaşımında bütün sorunların birlikte ele alınması ve bütün sorunların birlikte çözüme kavuşturulması esas alınmaktadır. Sorunların tek tek ele alınmasına paket yaklaşımı izin vermemektedir.
(U.D.): Ege sorunlarından birisi de uluslararası hukuka aykırı olarak Ege’de hava sahasının 10 deniz mili olduğunun iddia edilmesi oluşturuyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
(İ.B.): Yunanistan’ın Ege’deki karasuları 6 deniz miliyken, hava sahasının 10 deniz mili olarak iddia etmesi gibi saçma bir şey olamaz. Uluslararası hukuka göre bir ülkenin karasuları genişliği, aynı zamanda o ülkenin hava sahasının genişliğini de belirler. Türkiye haklı olarak bunu tanımamakta, özellikle hava kuvvetleri ile de bunu tanımadığını göstermektedir. Peki bu konuda uluslararası düzeyde atılması gereken işlemler ne derece yapılmaktadır? Yine burada da karşımıza sorunların paket çözümü yaklaşımı ile çözülmesi çıkmaktadır.
YUNANİSTAN’A BIRAKILMAYAN ADA, ADACIK VE KAYALIKLAR TÜRKİYE’NİNDİR
(U.D.): Ege Denizi’nde antlaşmalarla egemenliği açık olarak Yunanistan’a bırakılmayan birçok ada, adacık ve kayalıklar gibi coğrafi formasyonların Yunanistan tarafından işgal edilmesi sorununa nasıl bakıyorsunuz?
(İ.B.): Antlaşmalarla egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar Türkiye’ye aittir. Bu konuya bir kaç net örnek vermeye çalışalım: Ege’nin kuzeydoğusundaki adalar biliyorsunuz, 14 Şubat 1914’de, 6 büyük Avrupa Devleti’nin aldığı kararla Yunanistan’a verildi. Yalnız burada önemli bir nokta var. Bu karara göre 13 Şubat 1914’de Yunan işgali altında olmayan adalar üzerindeki Türk egemenliği devam ediyordu. Peki o tarihte Yunanlılar tarafından işgal edilmeyen adalar hangileridir? Bu adalar şunlardı: Koyun, Paşa, Vatan, Gavati, Andipsara, Hurşid ve Fornoz adaları. Bu adalar üzerinde Yunanistan’ın bir hakkı yoktur. 12 Adanın İtalya’ya bırakıldığı Lozan Antlaşması’nın 15. maddesi ile teyit edilmiştir. Söz konusu maddede bu adalara bağlı adacıklar ismen yer almamıştır. Daha da önemlisi bu maddeye ilişkin haritada İtalya’ya bırakılan adalar kırmızı ile çizilirken, adacıkların altı aynı şekilde çizilmemiştir. Bu adacıklar ise şunlardır:
Eşek Adası, Nergiscik, Bulamaç, Keçi, Koçbaba, Ardıççık, Kendiroz, Kandilli, Kızkardeşler, Sirina, Üç Adalar, Safran ve İstakida. Bu adacıklar da Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir. Kayalıklar ise hiçbir antlaşma metninde açıkça yer almamaktadır. Anlaşmalarla egemenliği Yunanistan’a bırakılmamış ada, adacık ve kayalıkların durumu Türkiye ile Yunanistan arasında yıllarca yürütülen “istikşafi görüşmelerin” ana konusunu oluşturmuştur. İstikşafi, keşif ve tanıma amaçlı “ön görüşme” anlamına gelmektedir. Ancak, bu görüşmelerde hiçbir ilerleme bugüne kadar sağlanamamıştır. 18 Ocak 2018 günü yaptığımız söyleşide de ifade ettiğimiz gibi, Türkiye bu konuya ilişkin resmi görüş ve taleplerini net olarak tespit etmeli, bu hususlar kamuoyuna açıklanmalı ve isteklerimizde diplomatik yolla en sert bir şekilde Yunanistan’a bildirilmelidir.
(U.D.): Son olarak da Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sorunlarına bakalım. Bugün bu sorunlar daha öne çıkmaktadır. Bu konulara ilişkin düşünceleriniz nelerdir?
(İ.B.): Kıta sahanlığı kıyı devletlerinin, kara ülkelerinin denizin altındaki doğal uzantısıdır. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne göre; kıta sahanlığının karasularının dışında 200 metre derinliğe kadar uzandığı kabul ediliyordu. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuki Sözleşmesi ise, kıta sahanlığının dış sınırını 200 deniz miline çıkarttı. Ülkeler kıta sahanlığı içinde kalan bölgelerde deniz dibinde yer alan bütün kaynakların araştırılması ve kullanılması hakkına sahiptir. Kıta sahanlığının ülkeler tarafından ilan edilmesi zorunluluğu yoktur.
MEB’ler ise, karasuları dış sınırından itibaren açık denizlere doğru 200 deniz mili kadar uzanmaktadır. Aslında bu açıdan kıta sahanlıkları ile MEB’ler birleşmektedir. Aralarındaki ana fark, MEB’lerin sahip olan ülkelere yalnız deniz dibi kaynaklarını değil, deniz dibi üstündeki deniz kaynaklarının da araştırılması ve kullanılmasına hak tanımış olmasıdır.
MEB’ler normal olarak karşılıklı sahildar ülkelerin anlaşarak ilan edilmesi ile gerçekleşiyor. Ancak, tek taraflı MEB’lerin ilan edildiğine ilişkin bazı örnekler de var. Türkiye, Doğu Akdeniz’in gerek coğrafi özellikleri gerekse bölgenin siyasi durumu gereği, bu bölgede MEB ilan etmedi. Bu konuda geç kalındığı ileri sürülebilir. Türkiye, 2004 yılında yayımladığı nota ile MEB konusundaki haklarını saklı tuttuğunu, kıta sahanlığı üzerinden ilan etti. KKTC ile 21 Eylül 2011’de “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırılması Hakkındaki Antlaşma” yı imzaladı. En son olarak da Libya ile MEB anlaşması yapıldı.
Kıta sahanlığı ve MEB’ler konusunda Türkiye ve Yunanistan arasındaki temel farklılığı adaların durumu yaratmaktadır. Yunanistan adalarında kıta sahanlığı MEB’leri olduğunu savunmaktadır. Halbuki burada önemli olan husus “bağımsız devlet” durumundaki “ada devletler” için bu hususun geçerli olmasıdır. Türkiye adaların kıta sahanlığı ve MEB’lerinin olduğunu kabul edemez. Hele bir de, sahildar devletin hak ve çıkarlarının gözardı edildiği durumları, emrivakileri kabul etmesi söz konusu olamaz. Türkiye özellikle bu iki sorunu, milli menfaatlerini her şeyin önüne alarak, Doğu Akdeniz’deki kıyısı olan devletlerle ilişkilerini düzelterek ve onlarla karşılıklı yapılacak MEB anlaşmaları ile çözebilir. Bu konuda kilit ülkeler ise; Mısır, Suriye ve İsrail’dir.
(U.D.): Bu konulara ilişkin son değerlendirmenizi de alayım.
(İ.B.): Tarihte yaşananlar bize şu gerçekleri göstermektedir:
-1830’da bağımsızlığını kazanan Yunanistan’ın o yıllarda topraklarının genişliği 47.517 kilometrekareydi. Bugün ise Yunanistan’ın yüzölçümü 132.562 kilometrekaredir. Yunanistan hep topraklarını büyütmüştür. Bu sonucun alınmasında, Avrupa devletlerinin hep Yunanistan’ın arkasında ve desteğinde yer alması önemli etken olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonucunda Batı Trakya, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise 12 Adalar masa başında Avrupa devletleri tarafından adeta Yunanistan’a hediye edilerek, Ege’deki Türk-Yunan dengesi bozulmuştur.
-Türkiye Ege’de karasularının 6 milin üzerine çıkılmasını savaş nedeni olarak kabul etmiştir. Bu tutum aynen korunmalıdır.
-Hava sahasının Yunanistan tarafından Ege’de 10 deniz mili olarak kabul edilmesi konusu mutlaka uluslararası yetkili kurumlara getirilmelidir.
-Türkiye, Yunanistan’ın anlaşmalara aykırı olarak askeri tesis yaptığı, askeri birlik ve malzeme getirdiği adalar konusunu yetkili uluslararası kuruluşlara götürmelidir.
-Türkiye, anlaşmalarla egemenliği Yunanistan’a bırakılmamış ada, adacık ve kayalıklara ilişkin resmi görüşünü biran önce tespit etmeli ve bu konudaki taleplerini de diplomatik yolla en sert şekilde Yunanistan’a bildirmelidir.
-Türkiye özellikle Doğu Akdeniz’deki kıyısı olan devletlerle ilişkilerini düzelterek onlarla karşılıklı olarak yapılacak MEB anlaşmalarının gerçekleştirilmesini hedef almalıdır.
Bu konuda kilit ülkeler ise; Mısır, Suriye ve İsrail’dir.