YÜZÜNCÜ 23 NİSAN, ANKARA’NIN İLK GÜNLERİ GİBİ

V. Acun <va950@hotmail.com>
Date: 23.04.2020 18:20:49

“ANKARANIN İLK GÜNLERİ”

Yunus Nadi bey milli mücadelenin ilk günlerinde, zorlu ve tehlikeli yolculuktan sonra, 1 Nisan 1920 akşamı Ankara’ya ulaşmıştır. Şahit olduğu yokluklar, halkın sefaleti, ordu dağıtılmış iken milli mücadele söylemleri karşısında umutsuzluğa kapılır.
Oysa, Mustafa Kemal Paşa inançla ve büyük bir azimle “teşkilatlanmaya” ve milleti ayağa kaldırmaya gayret etmektedir. Çünkü o milletine inanmaktadır. Yapılacak iş, milletin temsilcilerinİ meclis çatısında bir araya getirerek, millete “SEN ESARETE VE ZİLLETE RAZI MISIN?” diye sormaktır. Millet, esaret ve zilleti kabul etmeyecektir. Meclis kararları ile, ordu kurulacak ve yokluklara, ihanetlere, umutsuzluğa rağmen milli mücadele başlatılacak ve zafere ulaşılacaktır.
Özlemle, rahmetle, minnet duygularımızla, dualarımızla andığımız Atatürk’ümüzün milli mücadeleye, kuvayı milliye hareketine, ve büyük zafere yol gösteren düşünceleri ve sözleri, büyük milletine, büyük Millet Meclisine, demokrasiye olan sarsılmaz güveni ve inancı, bugün içine düşürüldüğümüz durumdan çıkışımızın yolunu da aydınlatmaktadır.
Bugün yüzüncü 23 Nisan! Aşağıda sunduğum özet yazıyı okuduğunuzda, daha inançla, daha yürekten, en güçlü sesinizle haykıracaksınız; “RUHUN ŞAD OLSUN BÜYÜK ATATÜRK! NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!”
Vecihi Acun / TFDK Ankara/Girne / İnş.Y. Müh. ODTÜ’72

“ANKARANIN İLK GÜNLERİ”

YUNUS NADİ
SEL Yayınları, Haldun Sel ve Şeriki, Hisar Matbaası, Cağaloğlu, İstanbul 1955 – Atatürk Kütüphanesi : 4 – 124 sayfa

Yunus Nadi bey büyük zorlukları aşarak 1 Nisan 1920 Akşamı Ankara tiren istasyonuna ulaşmıştır. “Nisan’ın ikinci günü” Ziraat Mektebi’nde Mustafa Kemal Paşayı ziyarete gider. İsanbul’dan kaçışını, yolculuğu boyunca atlattığı tehlikeleri, Geyve-Ankara tren yolculuğunda izlenimlerini anlatır. Görüşme sırasında, İstanbul Meclisi mebuslarının da Ankara’ya geçimeleri üzerine konuşurlar. Paşa, İstanbul Meclisi’nin başkanı Celaleddin Arif beyin Ankara’ya geliyor olmasına sevinmiştir, “Meclisin Reisi İstanbul’u terk etmekle pek iyi yapmıştır” der.

Rauf (Orbay) bey ve diğer Kuvayı Milliyeci mebusların Atatürk’ün uyarılarına rağmen İstanbul’a gitmeleri, İstanbulda kalmaları, ve nihayet tutuklanmaları Paşayı çok üzmüştür; “Rauf beyi vaktinde bu hadiseden haberdar etmiş ve tedbir almalarını tavsiye etmiştim.” (s.85) “Meclis illa İstanbul’da toplanmalıdır’mış! İngilizler bir parlamentoya taarruz etmezler’miş! O kadar söyledim, hiç Türk Meclisi İngilizlerin aleti olur mu? … Hayır, Meclis İstanbul’da olur ve vazife görür dediler. … Netice şu oldu ki, bizi yeni bir intihap külfetine maruz bırakmış oldular. Şimdi onu yapıyoruz!” (s.86)

Yunus Nadi bey, şahit olduğu yokluklar ve engeller karşısında, iki hafta içinde karamsarlığa kapılır ve duygularını Paşaya açıklar “… (Paşa’nın) kendi huzuru azami emniyet ve itminanı mucip idi. Fakat üst tarafı da insana bir boşluk, bir çöl hissi vermekte o kadar kuvvetli idi.” Paşa ise milletine güvenmektedir; cevabı, daima yüreğinde yaşattığı, milletine inanma duygusudur. “Öyle görünür Nadi bey. … Sen ortadaki boşluğa bakma. BOŞ GÖRÜNEN SAHA DOLUDUR, çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O milletdir, O TÜRK MİLLETİDİR. EKSİK OLAN ŞEY TEŞKİLATTIR, işte şimdi onun üzerindeyiz.” … “Önümüzde (misakı milli) var ki bütün prensiplerimizi … ifade ediyor. Düsturu vazetmişizdir: Milletin istiklalini vatanın son kaya parçası üzerinde müdafaa edeceğiz, kurtaracağız veya -eğer mukadderse- öleceğiz. Fakat eminiz ki ölmiyeceğiz ve kurtaracağız.”

Yunus Nadi devamla “.. her kerameti meclisten beklemek niyetinde miyiz? … ben bu niyet ve kanaatte değilim. Zaten ızdırabım da ondandır.”der. Mustafa Kemal Paşa’nın -bugün de içinde bulunduğumuz şartlarda da yol gösteren, demokrasiye ve millet iradesinin egemen kılındığı Meclis’e inancını vurgulayan- veciz cevabı yüreklerimize kazınmalıdır.. “Ben bilakis kerameti meclisten bekleyenlerdenim. Nadi bey, bir devre yetiştik ki onda HER İŞ MEŞRU OLMALIDIR. Millet işlerinde meşruiyet, ancak milli kararlara istinat etmekle, milletin temayülatı umumiyesine tercüman olmakla hasıldır.

MİLLETİMiZ ÇOK BÜYÜKTÜR. HİÇ KORKMAYALIM. O ESARET VE ZİLLETİ KABUL ETMEZ. FAKAT ONU BİR ARAYA TOPLAMAK VE KENDİSİNE “EY MİLLET! SEN ESARET VE ZİLLETİ KABUL EDER MİSİN? DİYE SORMAK LAZIMDIR. BEN MİLLETİN VERECEĞİ CEVABI BİLİYORUM. … BU MİLLET KENDİSİNE BU SUALİ SORAN ÇOCUKLARININ HEP O ESASA MÜSTENİT TEDABİR VE TERTİBATINI CANLA, BAŞLA KABUL EDECEKTİR. ONUN İÇİN BEN ŞİMDİ BU YOLDAYIM…

” Yunus Nadi bey için “Fakat İstanbul’da düşmanlarla birleşmiş bir saray olduğunu bilmek…” umutsuzluk sebebidir. “BİZİM BİLDİĞİMİZ HAKİKATLAR MİLLETÇE DE TAMAMEN MALUM OLUNCA, ONUN MUKARRERAT BAHSİNDE DAHİ, BİZİM GİBİ DÜŞÜNECEĞİ NEDEN KABUL EDİLMEMELİDİR?”

Yunus Nadi bu düşünceleri özümseyememiştir; “nazariyat çok güzel de, vaziyetin hakikatlerinden çıkan icaplarda…Mesela Ankara’da beni bihuzur eden en büyük şey ordunun yokluğudur. … Paşa’nın cevabı Dünya Demokrasi tarihine nakşedilmiştir; “Bence meclis nazariye değil, hakikattır ve hakikatlerin en büyüğüdür. EVVELA MECLİS, SONRA ORDU Nadi bey. ORDUYU YAPACAK OLAN MİLLET VE ONA NİYABEN MECLİSTİR. Çünkü ordu demek yüz binlerce insan, … Servet ve sâman demektir. Buna iki üç şahıs karar veremez. BUNU ANCAK MİLLETİN KARAR VE KABÜLÜ MEYDANA ÇIKARABİLİR, ve bir kere bu hale geldikten sonra milletin hayat ve mevcudiyetine zıd olan mezalim ve tazyikatın kâffesini bertaraf etmeye muktedir olmak salahiyetini … fiilen de kazanmış oluruz!”

Yunus Nadi bey, “… sabaha karşı saat üç buçuk sularında, odasına çekildiğinde Ankaranın boşluğu gözümden silinmiş, bütün vatan nazarımda … bir gülistan olmuştu. İlk defa olarak, vicdanen de pür huzur, çok rahat bir uyku uyudum.” der. (s.98-100)

Bugün de izlememiz gereken yol için reçete budur;

beyninden, midesinden, cebinden satılmış işbirlikçi Türk düşmanlarına karşı,
Büyük Millet Meclisi’ni yeniden milletin ve Türk Demokrasisinin kutsal karargahı durumuna yükselterek,bildiğimiz gerçekleri milletimize anlatacağız,
milletimizin büyüklüğüne inanarak, “ey Millet, sen ‘esaret ve zilleti kabul eder misin?” diye soracağız.

TÜRK MİLLETİ yoksulluğu, ezikliği, sadakaya muhtaç edilmeyi, kısacası “esareti ve zilleti” kabul etmeyecek, “bu soruları soran çocuklarını alınlarından öperek” bağrına basacaktır!

Bugün yüzüncü 23 Nisan; daha yürekten, en güçlü sesinizle haykırın; “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!”

This entry was posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, Tarih, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *