Bulgaristan’dan ithal edilen yaklaşık 4 bin ton saman İzmir Limanı’na geldi. 01 Ekim 2017
Tarım yoksa ülke yoktur
07 Mart 2020 Cumartesi / MUHARREM BAYRAKTAR
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “Türkiye, İsviçre’den saman ithal ediyor” açıklamasına karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Saman değil, hububat kapçığı” diyerek verdiği cevap, Türk tarımının içine düştüğü trajikomik durumu da ortaya koyuyor.
Neymiş? Saman değil, hububat kapçığıymış!
Erdoğan, bu cevabı verirken İzmir Aliağa Limanı’na yaklaşan gemilerden saman balyaları indirilmeye başlanmıştı bile. Erdoğan, Türkiye’nin saman ithal eder hale gelmesinden duyduğu rahatsızlıkla “hububat kapçığına” sığındı diyecek kadar iyimser olmak isterdik ama o samanların ülkemize gelmesinin bizatihi kendisinin uyguladığı tarım politikalarının sonucu olduğu herkesin malumuydu.
Oysa güzelim Anadolu topraklarına ithal samanın girişi yeni değildir ve “ithal saman balyalarının” başımıza balyoz gibi inişinin ayıbı 2013 yılının ocak ayına dayanır. Üstelik samanların ilk dağıtıldığı şehir AKP’nin oy deposu Erzurum’dur.
Ve üstelik bu samanlar -her hatırladığımda bağrıma hançer saplanmış gibi olurum- resmi görevliler tarafından tören düzenlenerek köylüye dağıtılmıştı!
Erzurum, ülkemizin en münbit topraklarındandı, bu münbit topraklarda yetişen yonca, saman ve çayırlar sadece Erzurum’un değil çevre illerin hayvanclığı için dahi büyük katkı sağlardı. Ama uygulanan yanlış tarım politikaları sonucu 2013 yılında başta Erzurum olmak üzere Türkiye samansız kaldı. Gürcistan’dan, Macaristan’dan saman getirir olduk.
Olaylar trajikomiktir:
Samanların Erzurum’a gelmesi üzerine dönemin Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürü Abdullah Kutlu, Palandöken Kayak Merkezi’nde bir otelde köylülerle bir araya geldi. Milletin efendisi olması gereken köylü, samana muhtaçtı ve saman dağıtımı için ne hikmetse kayak merkezi seçilmişti!
Müdür Bey burada yaptığı konuşmada göğsünü gere gere konuştu:
“Kimse endişe duymasın, bu hayvanların aç kalmasına bizim gönlümüz razı olmaz. Türkiye’nin her yerinde talepleri karşılayacak tedbirimiz var. Mersin Limanı’na Kıbrıs’tan, Pakistan’dan, İzmir Limanı’na Bulgaristan’dan, Zonguldak ve Hopa Limanı’na ise Ukrayna’dan, Gürcistan’dan talepler toplandı. Sözleşmeler imzalandı. İhtiyaç ne kadarsa sonuna kadar karşılayacağız.”
Çiftçi mağdur
Gerçi yakın bir zamanda Anadolu’da hayvan diye bir şey kalmayacağı için samana da ihtiyaç kalmayacak ve samanları bedava bile verseler alacak kimse bulamayacaklar.
Ülkede küçükbaş ve büyükbaş hayvan sayısı son yılda yarı yarıya azaldı. Üretim maliyetleri alabildiğince arttı. Köylünün en temel girdisi olan mazot, gübre, tohum fiyatları dünya rekoru kırdı. Tarımda, hayvancılıkta destekler ihtiyacı olan değil belli gruplara dağıtıldı. İthal etin ve diğer hayvansal ürünlerin önü açıldı.
Sonuçta mağdur olan çiftçi “samanını dahi üretemez hale gelince” saman ithalatına giriştiler.
Hiç utanmadan “Doğu Anadolu’nun saman deposu olan Erzurum’da skandal bir tören yaparak” köylüye saman dağıtımının müjdesini verdiler.
Ve Erzurumlu vatandaşlar da kendilerini oraya toplayan bürokrolara, siyasetçilere “Bizi neden bu hale düşürdünüz” diye sormaları gerekirken sormadılar. Tam tersine alkışladılar.
Üzücü tablo
Sonuç olarak da bugün yani ilk saman ithalatından 7 yıl sonra yeniden İzmir Aliağa’dan ülkeye giren samanları konuşuyoruz. Erdoğan, bu duruma “hububat kapçığı” diyedursun, olay tarımın vahametinden başka bir şey değildir.
Türkiye, ne Balkan Savaşları’nda ne Milli Mücadele yıllarında “hayvansız, samansız, otsuz kaldı.”
Ama bugün maalesef tablo bu.
Mesele saman meselesi değildir sadece. Saman bir sonuçtur.
Mesele bu ülkenin eski Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun iğdeyi dahi ithal ettiğimizi öğrendiğinde yaşadığı şaşkınlıktır. Bakan Bey, iğdenin dahi ithal edildiği bir ülkede bakanlık yaptığından habersizdir oturduğu koltukta.
Mesele otuz yıl önce, tarımda kendine yeten nadir ülkelerden olan Türkiye’nin, dağı taşı mercimek, nohut, kuru fasulye, buğday dolu olan bu ülkenin, nohutu da, mercimeği de, kuru fasulyeyi de, buğdayı da ve dahi, arpayı da, pirinci de, ayçiçeğini de, mısırı da, pamuğu da ithal eder hale gelmesidir.
Mesele ülkenin sarmısağı, yeşil soğanı, sivribiberi, inanamayacaksınız ama salatalığı, dolmalık biberi, patlıcanı bile ithal eder hale gelmesidir.
AB’ye girme umuduyla önlerine konulan her belgeyi imzalayanlar, AB emretti diye köyleri boşaltıp, topraklarında üretim yapan çiftçiyi desteksiz bırakıp şehirlere göç etmek zorunda bırakanlar, karşımıza bu acı tabloyu çıkardı.
Tüketen kesim olduk
1980’lerin başında 50 milyon dolar tarım ürünü ithal eden Türkiye, bugün 20 milyar dolar tarım ürünü ithal ediyor. Dünyanın neredeyse 100 ülkesinden tarımsal ürün ithal ediyoruz.
Son 30 yılda tarım ürünleri ihracatı 2 katına çıkarken ithalat 90 kat artmış. Bu oran Türkiye’de uygulanan “köyleri boşalt, şehirleri doldur” politikası ile bire bir örtüşüyor. Siyasetçiler, tarımsal desteği minimuma indirip, Batı’nın baskısı ile köyleri ekonomik olarak yaşanılır bir çevre olmaktan çıkarıp, nüfusu şehirlere yığdıkça bunun doğal sonucu olarak “tarım ürünü üreten değil, tüketen” kesim olduk.
Türkiye’nin 24.5 milyon hektar büyüklüğünde tarım alanı var ve bu alan her geçen gün azalıyor. Bu alan, AB üyesi Lüksemburg’un yüzölçümünün 95 katı büyüklüğünde, İngiltere’nin ise yüzölçümüne eşit. Danimarka’nın 5.6 katı, Hollanda’nın ve İsviçre’nin 5.9, Moldova’nın 7.2, Belçika’nın ise 8 katı büyüklüğünde.
Sonuçta da İsviçre’nin 5.9 katı tarım alanına sahip Türkiye, Erdoğan’ın “Hububat kapçığıdır o!” açıklamaları eşliğinde, İsviçre’den saman alıyor.
Gemilerden inen samanlara bakınca benim hissettiğim şudur:
Evet, bu ülkeye giren samandır ama tablo ağlama zamanıdır!
Çünkü tarım yoksa ülke de yoktur.