İTİDAL VE LİYAKAT..

Serendip Altındal / 10.07.2019

İTİDAL VE LİYAKAT..


Türkiye’nin Ortadoğu’da gölge boksuna devamla, Amerikan güdümlü Peşmerge durumuna giderek getiriliyor olması, milli güvenlik perspektifiyle de hiç güven vermiyor. Nitekim önce Suriye sonra da Libya da başlayan meşru ve milli yapılanmalarda yürütülen askeri ve istihbarî müdahaleler, her şeyden önce iktidar Partisinin değil; ama ülkemizin bir milli sorunudur.

Aynı bağlamda Suriye’de ÖSO yaftalı Milli Hükümet karşıtları desteklenirken, Libya’ da ulusalcı Hafter güçlerinin destekleniyor olması. İnsana bizim Hükümet sahiden oralarda neler yapıyor ya da yaptığını sanıyor veya yapmak istediğini gerçekten biliyor mu, sorusunu sorduruyor.

Çünkü her noktadan ülkemiz yalnızlığa terkedilip aynı bileşkede ise terörist Devlet yaftası ile de mevcut Hükümet vasıtasıyla hızla yol alırken yakında kendi karasularımızda ve Kıbrıs’ta hiçbir söz hakkımızın kalmayacağı günlere doğru adım adım yaklaşıyoruz. Yakında gaz arama gemilerimizin başına da havadan bir şeyler yağarsa kime müracaat edeceğimizi bile bilmiyoruz.

Öyle ki bırakın karasularımızın altını, kendi sahillerimizde bile denize ayağımızı sokarken birilerinden müsaade almak zorunda kalırsak şaşırmayalım. Esasen kendi sahillerimizde bile sahil mafyası ve birtakım başıbozuklar yüzünden, tatil yörelerinde tek başına tatil yapmak, denize girmek bile bir mesele olmuşken mesela 2 çocuklu normal gelirli bir ailenin bile tatil yerinde denizi arkasına alıp selfie çekmekle yetinmekten ve komşularına işte burada tatil yaptık demekten başka da çaresi kalmıyor.

Bu arada USA’nın niyeti sahiden de kötü, aslında s-400’lere karşı çıkmasının tek nedeni, Türkiye’ye muhtemelen yapmayı düşündüğü hava baskınının, Suriye de olduğu gibi akamete uğramasıdır. En azından ve hiç olmazsa ancak önceden ilan edilmiş bir savaş durumunda füzelerin devreye sokulmasını sağlayarak, ani baskın opsiyonunu kendine saklamak istiyordur herhalde. Her neyse biz dolmuşa gelmeyelim de.

Hırsızıyla, terörist ve bölücüsüyle pazarlık yapan Devlete Devlet denmez. O halde Türkiye Cumhuriyeti’nin de Devlet kalabilmesi için bütün siyasa suçlularının da sırası geldiğinde Devlet katında istisnasız hesap vermeleri mecburiyeti vardır. Öyleyse sabıkalı siyasilerin şimdiden ve hiç vakit kaybetmeden kendilerini bu geleceğe göre ayarlamaları veya güvenilir menfez yolları aramaları, menfaatleri icabıdır.

Yandaş medya Çin’deki Uygur Türklerinin çakma çileli yaşamlarını büyük başlık yaparak emperyalist Dünyanın yanında yer alırken, Başkanlarının, Çin Devlet Başkanına Uygurların mutluluğundan söz ederek, aslında bir doğruya da işaret etmesi, kendisi için olumlu olurken, ikircikli tutumu yine yandaşlarda kafa karışıklığı yarattı.

Bir zamanlar Atatürk’ün ön tensibi ve İnönü’nün 27 yıllık bir Devlet yönetiminden – ki CHP bir parti değil, fırka amblemli bir Devlet Kurumuydu aslında – İnönü’nün seçim kanununu da değiştirerek tensibi seçim yolunu açması sonunda bir Menderes’i de gördü bu ülke. Şimdi bir iki alıntıyla o döneme de uzanalım ve en büyük başarısının aslında hatası olduğunu kendisi de kabul eden rahmetli İnönü’nün bitmeyen çilesine bir göz atalım.

§ «Ak saçlı bir General; Milli Şef unvanını senelerce üzerinde taşımış bir insan, devlet idaresi mesuliyetini bunca yıllar tek başına omuzlarında taşımak mesuliyetinden kaçınmamış, ürkmemiş, hatta bunu yaparken; kendi kanaatlerine göre vatandaş hak ve hürriyetlerini haciz altına almak cüret ve cesaretini göstermiş, bu mesuliyeti dahi üzerine almış bir insan; 1946 seçimlerini yapmış bir insan, Tek Parti idaresinin kahramanı ve şampiyonu olarak kendisini tanıtmış bir insan, bugün karşımıza çıkıyor: Büyük mücadelelerle bugünkü demokratik inkılâbı bugünkü hak ve hürriyet rejimini, bugünkü hukuk devletini tahakkuk ettiren bir Partinin karşısında, vatandaş hak ve hürriyetlerinin müdafii kesiliyor! Hayatının bir kısmını muharebe meydanlarında geçirmiş, yaşlanmış, ak pak olmuş bir zatın, böyle bir derekeye düşmüş olması, hakikaten elem vericidir…»

«Dünkü diktatörün, bugün huzurunuza çıkarak, vatandaş hak ve hürriyetlerinin müdafii vazifesini üzerine alması gülünçtür, İşte bir taraftan da gülünç olan böyle bir sahnenin karşısında bulunmaktayım arkadaşlar!»

«Anlaşılıyor ki, zaman gelmiştir. Anlaşılıyor ki. Kader konuşuyor. Anlaşılıyor ki, Kader hükmünü vermek üzeredir!»

«Biz, millet iradesiyle geldik. Bundan şüphe yok! Bir İçtimaî ve siyasî cereyan, sili hurûşan (coşkun sel) halinde gelir, eskiyi yıkar. Eski yıkıntının bekası, bakiyyetüs-sûyûfu (kılıç artığı) kendisini yenen silâhın ne olduğuna, yattığı yerden bakar. Onu elde edip tekrar varlığını devam ettirmek yollarını arar. Yattığı yerden görüp de elde etmek istediği silâh, hak ve hürriyet silâhıdır. Bunu sizlerden almak istiyorlar. Sizler, hak ve hürriyet silâhını, hak ve hürriyet bayrağını elinizden başkalarına kaptıracak bir teşekkül değilsiniz arkadaşlar «Muhterem arkadaşlar! Bir sözlü soru münasebetiyle benim adımdan, mesul Bakanlar muhtelif şekillerde bahsettiler. Demokrasilerde, hükümetlerden istihzah (soru) yapıldığı görülür. Fakat hükümetlerin muhalefet Partisi liderlerini, halk efkârında olduğu kadar, Meclis kürsüsünde de mesuliyetsiz, ölçüsüz olarak itham ettikleri görülmez. Biz, kanunlara göre hakkımız olan bir vazifeyi yaparken, kanunların teminatı altında bulunduğumuzu zannederken tecavüze uğradık. Bu tecavüze karşı kanundan beklemeye hakkımız olan himayeyi görmedik. Bizim hükümet bize bunu reva görüyor…»

<Arkadaşlar! Bu memlekette zulüm yoktur. Bu memlekette zulüm devri ismet Paşa ile onun iktidardan düşmesiyle kapanmıştır!»

<Alacaksınız hepsinin cevabını. Ebediyete kadar! Arkadaşlar, bir adamın kendi ihtirasıyla, memlekette bir mülkiyet iddiasıyla ortaya çıkıp da bu memleketin istikbalini köreltmeye çalışmasına imkân ve ihtimal mevcut değildir…» (Menderes’in meclis konuşmalarından)

Menderes’in, hem de İnönü gibi Atatürk’ün ardından hiç gönüllüsü olmadığı halde; ama ikinci adam olduğu için üstlenmek zorunda kaldığı Milli Şefliği, 27 yıl şaibesiz ve kusursuz yürüten, kendi iktidar varlığını bile borçlu olduğu bir Saygın Devlet büyüğüne karşı bu tutarsız, hezeyan ve kin dolu hitabetiyle aslında kendi kaderini noktalamıştı.

Çünkü halkın hürriyetini gasp eden bir diktatör olarak betimlediği insan 27 yıllık meşru tek milli Şef iktidarını, kendi eliyle çok Partili sisteme teslim eden emsalsiz bir Devlet lideriydi. Ve bu nasıl bir diktatördü? Dış ülkelerdeki sayısız aydın ve liderlerin ve Dünyanın en ciddi basın kuruluşları tarafından da takdirle onore edilerek anılan bir insanın, siyasi muhatabı bile olabilmenin belki de şaşkınlığını taşıyordu muhtemel Menderes.

Belki de bu şaşkınlığı, savrukluğu kendisine bağışlanırdı da. Lakin öyle olmadı. İnönü’ye kalsa asılmazdı da asla. Ne var ki kendisinin de söylediği gibi artık onu İnönü bile kurtaramazdı.

§ «Vaktiyle Başbakan, benim “deham, irşadımla memleketi ihya ediyor” diye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde bana hitap ederdi. Yazardı. Ben bunların hiç birisine asla iltifat etmezdim. Zulüm yapan adam ise, dalkavuğa muhtaçtır ve dalkavuğa itibar eder. Büyük Millet Meclisinin karşısında nasıl konuşulacağını bilirim. Ve hiçbir zaman Büyük Millet Meclisine, Başbakan gibi hitap etmek seviyesine düşmem».

«Arkadaşlar, ben İzmir’deki nutkumda zulme misal olarak, muayyen bir konuyu söyledim: Demokratik bir rejimde muhalefet Partisi hususî bir kanun tehdidi altında yaşarsa, zulüm vardır demektir dedim. Söylesin Başbakan, muhalefet Partisi aleyhine hususî bir kanun çıkarmak, bununla muhalefeti bertaraf etmek teşebbüsü var mıdır? Bu teşebbüs yürürlükte midir? Bu teşebbüs çıkacak mıdır? Söylesin».

«Sözlerinde Başbakan, benim yaptığım zulümlerden bahsediyor. Benim yaptığım zulümlere dair söylediklerinin hepsi yalandır. Hepsi iftiradır.

«Başbakan âdeti olduğu üzere, bir tez tertip eder. Bunu bana veya muhalefet Partisine mal eder. Sonra onunla mücadele eder. Şimdi öteden beri söylediği bir sözü burada tekrar edeyim: Biz, milleti yalnız biz idare ederiz, bizden başkası idare edemez kanaatini taşıyormuşuz. Bu sadece bir iftiradır. Eğer hakikaten buna inanıyorsa, bu yanlış telâkkiden kendisini tedavi etsin…»

«Gerek şahsı gerek Partisi bu memleketi idare etmek için tek mercidir, tek ehliyet sahibidir kanaatinde olan insanlar, ellerinde bulunan kudret ile mücadele ederler, içinde bulundukları devri tekemmül ettirerek bu hale getirirler mi?»

«C.H.P. Cumhuriyet devrinde yaptığı ıslahatın bir sonuncusu olarak. Bu memleketin idaresini demokratik tekâmüle (evrime) mazhar etmiştir».

«Biz, memlekette ıstırabın, şikâyetin ifadesiyiz».

«Başbakanın zihninden geçen, tekrar Tek Parti devrine dönmektir!»

«Bu hükümet, çok teessüf ediyorum ki, iktidar Partisi içinde bulunan ifrat zümresinin içindedir ve başındadır…» (İnönü’nün Meclis Konuşmalarından)

Yukarıda, iki büyük cihan Savaşı ve tarihte emsali olmayan bir Kurtuluş Savaşını, arkasında bırakan ötesinde de İstiklal Savaşı veren bir ülkenin, Dünya genelinde Devlet olmasını da sağlayan Lozan savaşının da galibi, kocaman; ama basit bir tevazu adamıydı İnönü.

Menderesin uçuk, kaçık, isterik ve ihtirastan, maksadını aşmış Parlamento seviyesinin dışında kalan – ki bugünkü meclisin acınası haline ne kadar oturuyor- ifadelerine itidalli, sabırlı, olgun bir büyük Devlet adamı olarak, Parlamento diliyle ve asla polemiğe girmeden verdiği cevaplardan da ikili arasındaki uçurum fark daha iyi anlaşılıyor.

Ve Atatürk’ün milletine neden ‘benden sonra İnönü’nün peşinden gidin’ dediğini daha iyi anlatıyor herhalde bu ifadeler. Yani İnönü’nün itidal ve olgun Devlet adamlığının sadece üçte biri Menderes’te olsaydı herhalde asılmasına da gerek kalmazdı. Yani kendi etti kendi buldu sonunda. Daha ne söylenebilir ki.

İşte kadir bilmez ve ahde vefasızların sonu hep böyle olmuş ve her zaman da böyle olmaya devam edecektir. Bilinsin ki şayet Atatürk ve İnönü diktatör olsalardı, 27 yılda Menderes gibilerinin alayı, cümlesiyle ki buna irtica da dâhil olmak üzere, bu ülkeden ebediyen kazınır ve tarihin mezarlığında yok olurlardı.

Ne ki her şerde bir hayır vardır. DP’ler, AKP’ler ve diğer ibretlikler yeni nesillerimizi değişik varyasyonlarla eğitiyorlar sadece, onlara tecrübe kazandırıyorlar. Böylece geleceğimiz eğitimli kuşaklarla daha bir güven kazanıyor herhalde. Menderes’in bilmediği veya bilmek istemediği; CHP’nin DP gibi sıradan bir Parti olmadığı, bizatihi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kadim varlığından sorumlu Partiler üstü bir Devlet kurumu olduğuydu.

Aslında bu cehaleti veya gafleti kendi sonunu da getiren nedendi. Hâlbuki her konuşmasını çılgınca ve isterik alkışlarla teşyi eden partililer müsait olan ruhsal yapısını gaza getirmeselerdi, adamın sonu belki de böyle olmayacaktı. İşte bir öğreti daha çıktı ortaya. Tabii anlayacak olanlar için. Demek oluyor ki çevrendeki menfaatçi dalkavukların gazına da fazla gelmeyeceksin.

Demek ki Devlet gücünü eline geçiren bir muktedir. Devlet idaresini bir kıraathane vs. patronluğu ile eş tutarsa, sonunda idam edilme riskini bile taşıyor demektir. Bir başka deyişle de top yerde kalmaz oyun bitene kadar. Bir anda dönüp kendi kalene de girer. Oyunun kurallarına, dengeli ve itidalli bir taktiğe, oyun bitene kadar disiplinle uymak, rakip kim olursa olsun en azından hezimete uğramanın da önüne geçer,

Buraya kadar anlatılanlardan, seçmenin kültür seviyesinin, adayın itidalini, liyakatini bir demagog popülistten ayırabilen en büyük etken olduğu, bir kere daha ortaya çıkmış olmuyor mu? Yoksa neydi ülkemizin arada sırada yetiştirmiş olduğu itidal ve liyakat sahibi Devlet adamlarımızın günahı…

Serendip Altındal

Özün Kişiliğinin Aynasıdır…

serendipaltindal.blogspot.com

serendipaltindal@gmail.com

This entry was posted in Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *