OSMANLI’DA HAL VE DURUM VE KÖY ENSTİTÜLERİNİN KURULUŞU BÖLÜM IV

Naci Kaptan / 22.02.2019

BÖLÜMLER

Bölüm I / II    https://nacikaptan.com/?p=65846
Bölüm III        https://nacikaptan.com/?p=66192
Bölüm IV        https://nacikaptan.com/?p=66254

 

Mustafa Kemal Paşanın askeri başarılarını ve zaferlerini taçlandıran DEVLET ADAMLIĞI özelliklerini ve AYDINLANMA DEVRİMLERİNİ tam kavrayabilmek için Osmanlı Devletinin son dönemini , işgal sürecini , Lozan başarısını gözden geçirmek yararlı olacağı için bu bölümde de Lozan Antlaşmasının arka yüzünü paylaşıyorum .

MONDROS MÜTAREKESİ

Mondros Mütarekesi ya da Mondros Bırakışması, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan mütarekename (bırakışma belgesi). Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf Bey tarafından, Limni adasının Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 akşamı imzalanmıştır. Bu antlaşma ile beraber Osmanlı İmparatorluğu fiilen sona ermiştir

Mondros Mütarekesine göre ülkemiz işgal edilmeye başlandı ;

İngilizler; Musul ve çevresini(Irak) işgal etmiştir. Ayrıca, Batum, Çanakkale Boğazı, İstanbul, Afyon, Eskişehir, İzmit, Samsun ve Merzifon’da asker bulundurdular. Urfa, Maraş ve çevresini işgal ettikten kısa süre sonra bu bölgeyi Fransızlara devrettiler.

Fransızlar; Adana, Mersin, Antep, Maraş, Urfa ve çevresini .

İtalyanlar; Antalya, Konya, Burdur, Muğla ve çevresini .

Yunanlılar; Önce İzmir ve çevresini işgal etmiş, daha sonra doğuya doğru ilerleyerek, Manisa, Aydın, Bursa, Balıkesir, Afyon, Eskişehir ve çevresine kadar işgal etmiştir.

Ermeniler; Rusların l.Dünya Savaşı’nda çekilerek boşalttığı yerler olan Kars, Ağrı, Artvin, Ardahan, Iğdır ve Erzurum’un ilçelerini işgal etmiştir.

24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, 23 Ağustos 1923’ten itibaren İtilaf kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başladı. Son İtilaf birliği ise 4 Ekim 1923 günü Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk bayrağını selamlayarak şehri terk etti. 6 Ekim 1923’te ise Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu İstanbul’a girdi ve işgal resmen sonlandı. İşgal 4 yıl 10 ay 23 gün sürdü. Her yılın 6 Ekim’i böylece İstanbul’un kurtuluş günü olarak belirlendi ve kutlanmaya başlandı.

ANKARA HÜKÜMETİ SEVR ANTLAŞMASINI
İMZALAYANLARI İDAMA MAHKÜM ETTİ

10 Ağustos 1920’de Sevr’de gerçekleşti. Üç Türk murahhası Paris’in banliyösü Sevres’de anlaşmayı imzaladılar. Ankara’da TBMM’nin Sevr Antlaşması’na tepkisi çok sert oldu. Ankara İstiklâl Mahkemesinin 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan üç kişiyi ve Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı idama mahkûm etti ve vatan haini ilan etti.

Yunanistan dışında Sevr’i hiçbir ülkenin meclislerinde onaylamaması nedeni ile Sevr bir anlaşma taslağı olarak kaldı. Onaylanmamış olmasının yanı sıra Anadolu’daki mücadelenin de başarıya ulaşması ve zaferle sonuçlanması neticesinde Sevr Antlaşması hiçbir zaman uygulanamadı. Buna karşın, İzmir’in Kurtuluşu ile Lozan Antlaşması’na giden süreçte Birleşik Krallık içinde 2 uçak gemisinin de bulunduğu donanmayı İstanbul’a göndermiştir. Aynı süreçte ABD de 13 yeni savaş gemisini Türkiye sularına göndermiştir. Ayrıca Amiral Bristol komutasındaki USS Scorpion gemisinin, istihbarat görevi de yapmak suretiyle 1908-1923 arası sürekli olarak İstanbul’da bulunduğu bilinmektedir.

LOZAN’a DAVET

TBMM Hükümeti’nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922’de TBMM Hükümeti’ni Lozan’da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal Atatürk İsmet Paşa’nın katılmasını uygun görmüştür. Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katılan İsmet Paşa’nın Lozan’a baş temsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dışişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan’a TBMM Hükümeti üzerinde baskı kurmak için İstanbul Hükûmeti’ni de davet ettiler. Bu duruma tepki gösteren TBMM Hükümeti, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı.

MİSAK-I MİLLİ

TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı’na katılarak Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmeyi, Türkiye’de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamış Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlanamazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.

Lozan’da TBMM Hükümeti, sadece Anadolu’ya saldıran ve orada yendiği Yunanlarla değil I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni mağlup eden devletlerle de karşılaşıp hesaplaştı ve artık tarihe karışmış olan bu imparatorluğun tüm tasfiye davaları ile yüzleşmek zorunda kaldı. 20 Kasım 1922’de Lozan görüşmeleri başlamıştır. Osmanlı borçları, Türk-Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul’un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır. [1]

LOZAN’DA ABD DELEGESİNİN NOTLARINDAN İSMET PAŞA

Bu notlar toplum tarafından pek bilinmez ;

“ABD Delegesi John Grew’un, “Atatürk ve İnönü – İlk ABD Büyükelçisinin Türkiye Hatıraları” adı ile Türkçeleştirilen ve bir kısmı Grew’un Lozan günlüklerini kapsayan notlarında konferansa ilişkin ayrıntılı anlatımlar bulunmaktadır. Grew bu notlarında, konferansın bütün katılımcıları açısından geçerli olan gerilim ve sıkışma anları ile işgalci güçlerin özellikle de İngiltere Dışişleri Bakanı Curzon’un İsmet Paşa’ya yönelik tutumunu ve İsmet Paşa’nın direnişini de yansıtmaktadır. Aşağıdaki alıntılar, Grew’un bu günlüğünden aktarılmaktadır.

28 Aralık 1922

“ (…) Toplantıda İsmet önceden de sanıldığı gibi uzlaşmaya hiç yanaşmayan bir tutum takındı. Curzon, Barreré, Garroni, Hayashi ve Bombard kapitülasyonların kaldırılması yolunda şimdiye dek Müttefiklerce verilen ödünlere karşı Paşa’nın böyle bir tavır takınmasını şiddetli deyimlerle protesto ettiler. Curzon’un konuşması alışılmış tonunu korumakla birlikte çok zayıftı. Türklerin “mahkemelerine yabancı yargıçlar kabul ederlerse milli egemenliklerinin baltalanmış olacağı” yolundaki şikayetlerine karşı Curzon, “milli egemenlik” deyiminin Türklerin kafasında değişmez fikir durumuna gelmiş olduğunu, ne zaman bir imtiyaz [ayrıcalık] söz konusu olsa hemen milli egemenliklerinin tehlikeye düştüğü sanısına kapıldıklarını, fakat bu garip fikrin hiç kimsenin zihninde var olmadığını söyledi. Curzon alay etmek istiyordu, ama bu kere pek beceremiyordu.”

17 Ocak 1923

“Türkiye’nin yararı bakımından ise, kapitülasyonları kaldırarak kesin bağımsızlığa kavuşmanın ve ne reform yapmak için her hangi bir geçiş rejimine, ne de kapitülasyonların yerine geçecek yeni bir rejime, hiç başvurmamanın Türkiye için öteki bütün görüşlerden daha yararlı olacağı kanısında bulunduğunu söyledi. Türkiye’nin içişlerine yabancılar tarafından hiçbir müdahaleye olanak vermeyen mutlak bağımsızlık sorununun şimdi ve ebediyen çözülmesi, Türk halkının kesin isteğidir. İsmet Paşa, her şeyi göze alarak ve doğacak bütün sonuçları kabullenerek bu konudaki tavrını ve görüşünü asla değiştirmeyeceğini mümkün olduğu kadar açık şekilde belirtti. Paşa ile görüşmelerimizde hiçbir sonuca varamadık.”

3 Şubat 1923

“(…) Curzon bugün İsmet’e, yarın öğleden sonra antlaşma metninin masaya konulacağını, eğer isterse gelip imzalamasını, bunun kendisine verilmiş son şans olduğunu söylemiş. Curzon, Bombard ve Garroni [İngiltere, Fransa, İtalya temsilcileri] ile birlikte yaptıkları toplantıda Müttefiklerin son fedakârlıklarını da içine alan kesin antlaşma hükümleri İsmet Paşa’ya verildi.

“Böylece, bekledik ve her an antlaşmanın imza törenini görmek için davet edilmeyi umduk. Ansızın saat tam 20’de yukarıda bir kapının açıldığı duyuldu. Herkes kalktı ve merdivene doğru ilerledi. Bir an içinde Paşa göründü, arkasında delege arkadaşları olduğu halde merdivenden inmeye başladı.

“Son basamaklara gelince melon şapkasını çıkardı, neşeli bir insan tavrı ile gülerek ve başını sağa sola çevirerek, nezaketle salondaki kalabalığı selamladı ve otelden çıkıp gitti. Bu sahneyi ömrüm oldukça unutmayacağım. Konferans bitmişti. Hiçbir imzalama olmayacaktı. Bir saat önce Bentinck’in telefonla verdiği haber üzerine böyle bir sonuçla karşılaşacağımızı hatıra bile getirmiyorduk. Child ve Bristol ile birlikte hemen Curzon’un odasına gittik. “Herkes dışarı çıkmıştı. Bir anda Curzon göründü, kızgın bir boğa gibi odaya hücum etti, bizlere baktı, parmağını havada dalgalandırarak aşağı yukarı yürümeye başladı. Durmadan ter döküyor ve içeridekilerin yüzüne bakıyordu. Birden bağırdı: “Dört korkunç saatten beri burada oturduk ve İsmet her sözümüze şu bayat ve adi kelimelerle cevap verdi: ‘Bağımsız[lık] ve ulusal egemenlik.’ Biz elimizden geleni yaptık. Hatta Bombard bile masayı yumrukladı ve İsmet’i savaş kundakçılığı ile suçladı. Şimdiye dek kendisinden duyduğum en kuvvetli konuşmayı yaptı.

“Her şey bitmişti. Curzon ızdırap ve korku içinde idi.” [2]

TEKRAR SAVAŞ İHTİMALİNDE RUSYA TÜRKİYE’NİN YANINDA

Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923’te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Başkomutan Müşîr Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu’na savaş hazırlıklarının başlamasını emretmiştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye’nin yanında savaşa gireceğini duyurmuştur. Haim Nahum Efendi öncülüğündeki azınlık temsilcileri de Türkiye’yi destekleyerek arabulucu olmuşlardır Yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye’yi tekrar Lozan’a çağırmıştır.

TÜRKİYE LOZAN’DA ÜLKESİNİN TAPUSUNU ALDI

Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923’te tekrar başlamış, 23 Nisan’da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923’e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ile sonuçlanmıştır.

Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını gerektiren yasalar gereğinceta raf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923’te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923’te, İtalya tarafından 12 Mart 1924’te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924’te imzalanmıştır. Birleşik Krallık’ın anlaşmayı onaylaması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onayladığına dair belgeler resmi olarak Paris’e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Lozan Konferansındaki bu tıkanmayı Erdal İnönü
“Lozan Telgrafları”nda şöyle anlatır:

“Şubat başında Lord Curzon’un önderlik ettiği müttefik devlet delegeleri kendi isteklerine göre hazırladıkları bir antlaşma taslağını İsmet Paşa’nın önüne koyup imzalamasını öneriyor, aksi halde Konferansın dağılacağını söylüyorlar. Kapitülasyonları kaldırmayan, yeni Türkiye devletinin öteki bağımsız devletlerle eşit haklara sahip olmasını kabul etmeyen bu oldu bitti’ye babam boyun eğmiyor ve delegeler bir sonuca varmadan Lozan’dan ayrılıyorlar.”

Ali Naci Karacan da bu ayrılışın arka planına ilişkin, Curzon’un “Türkiye’nin imza edeceği en iyi antlaşma budur. Eğer imza etmezse, Türkiye düşünsün! Asya’nın görünmez derinliklerinde kaybolur!” sözlerine karşılık İsmet Paşa’nın:

“Memleketimi esarete mahkum eden bir vesikaya [belgeye] imza koyamam!” diyerek, Lozan’dan ayrıldığını aktarmaktadır.

L’Illustration mecmuasında 28 temmuz 1923 günü çıkan bir karikatür Lozan

GÖRÜŞMELERİN TEKRAR BAŞLAMASI

Gündüzleri uzun oturumlar, geceleri bir araya gelip yapılan ara tartışmalarda İsmet Paşa, zorlu bir uğraş veriyordu. John Grew, konferansın sonlarına ilişkin bu bağlamdaki bir gözlemini şöyle aktarır:

“İsmet Paşa’ya ecel terleri döktürüyorlardı. Gözlerinin altında derin halkalar belirmiş, saçları dimdik olmuş, tüm gücü tükenmişti, fakat bütün saldırılara rağmen ayakta durma ve karşı koymaya devam ediyordu. Sonuç sabaha karşı saat 3’de geldi. Anlaşıldı ki Müttefikler son bir saldırıdan sonra silahlarını bırakmış ve (…) kabullenmişlerdi. Ertesi sabah Paşa’yı gördüm, on yıl yaşlanmış görünüyordu.”

Ancak bu uğraşların sonunda İsmet Paşa ve Türkiye bir zafer kazanacak ve imza törenine geçilecekti. Lozan Barış Antlaşmasının İmza Töreni .Antlaşmanın imza törenini izleyen Ali Naci Karacan’ın o anlara ilişkin tasviri oldukça ayrıntılıdır:

“İsmet Paşa her zamanki vakur, ciddi duruşu ile istediğini yapmış, hakkını almış bir insan sükunet ve soğukkanlılığıyla bekliyordu. Yüzündeki daimi aydınlık, gözlerinin her zamanki siyah ve zeki parlayışı, bugün daha çok dikkate çarpıyordu.

“(…) Saat üçü beş geçe, İsviçre hükümeti adına Konfederasyon Reisi [Başkanı] Mösyö Scheurer, reis vekili [başkan yardımcısı] sıfatıyla Mösyö Şvarts ve Mösyö Chultess, önlerinde beyaz mantolu, elinde, içine kalem konmuş hokka taşıyan bir tören hademesi, içeri girdiler. Ayağa kalkıldı. Bu üç kişi kürsünün önüne geldiler ve oradaki üç koltuğa yerleştiler.

“Herkes meraklı gözlerle İsmet Paşa’nın imza atışını takip ediyor. Salonda çıt yok. Sol taraftakiler sükunetle, Türk delegeler heyetinin antlaşmayı, sözleşmeleri, beyannameleri imzalayıp bitirmesini ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar.

“(…) Türk heyetinin anlaşma ile eklerini, protokollerini imzalaması yedi dakika sürdü.”

Lozan’da ilk imza İsmet Paşa tarafından saat 15.09’da atılıyor ve aynı gün saat 17’den itibaren Türkiye’de Ankara, İstanbul, İzmit, Diyarbakır, Sarıkamış, Erzurum ve Adana’da 101 pare top atışı ile Türkiye’nin ulusal bağımsızlığı kutlanıyordu.

“ESKİ TÜRKİYE MAZİYE KARIŞMIŞTIR!”:

Lozan Dolayısıyla İsmet Paşa ve yeni Türkiye İçin Söylenenler

Ali Naci Karacan, Konferansa katılan Fransız Baş Delegesi General Maurice Pellé’nin İsmet Paşa’ya ilişkin sözlerini şöyle aktarıyor:

“İkinci konferansta İsmet Paşa ile en çok mücadeleye mecbur kalan General Pellé olmuştu. Buna rağmen Fransız generali Türk generaline hayrandı:

“Mükemmel bir asker olduğu kadar, mükemmel bir diplomat! Az söylüyor, fakat özlü söylüyor. Bir şeye ‘olmaz!’ dediği zaman biliyorsunuz ki o şey ‘olmaz’dır. Artık onu yaptırmamaya uğraşacaktır. Onun için görüşmelerde ‘Peki, kabul ediyorum’ dediği zaman rahatlık duyardım. ‘Hayır…’ dediği zaman ise büyük bir mücadelenin başlamak üzere olduğunu anlardık.”

Ali Naci Karacan, İtalyan Baş Delegesi Marki Camille Garroni’nin İsmet Paşa’ya ilişkin sözlerini de şöyle aktarır:

“İtalyan başdelegesinin fikri de şu idi:

“Lozan Konferansında Türk delegasyon heyetinin üstünlüğü kesin idi. İsmet Paşa her itibarla konferansa hakimdi. Görüşmeleri daima iyi idare etti. Karşısındakilerin zayıf noktalarını buldu. Bilgi ile, anlayışlılık ile, zeka ile mücadeleden yılmayarak uğraştı. İsmet Paşa, büyük askeri başarısından sonra Türk tarihinde örneği olmayan bir siyasi zafer kazandı. Yalnız mükemmel bir asker değil, mükemmel bir diplomat olduğunu da gösterdi. Ben şahsen onun bu konferansta oynadığı büyük siyasi role hayranım.”

Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı’nı izleyen yabancı basının konferans ve Türkiye değerlendirmelerini ise şöyle aktarır:

“Nihayet Paris ve Londra gazeteleri Lozan’a geldiler. Hepsi “Türkler büyük bir siyasal zafer kazandılar” başlıklarıyla donanmışlardı. Bir takım Fransız gazeteleri antlaşmayı Fransa için bir yenilgi olarak düşünüyorlar ve “Türk heyeti diğer heyetlere üstün ve konferansa hakimdi” sonucunu çıkarıyorlardı. İngiliz gazetelerinin hepsi Türk heyetinin başarılarını anlatan makalelere boğulmuşlardı.

Yunan basını,

“Türkler Mondros Anlaşmasını yırttılar ve müttefikleri hezimete uğrattılar” diyorlardı.

18 Temmuz 1923 tarihli “Times” Gazetesinin Başmakalesinde ise şu çarpıcı saptamalar dile getiriliyordu:

“Yapılan barışın genel çehresi meydana çıkmıştır: Batı ile Türkiye arasında yeni bir ilişki şekli ortaya çıkmaktadır. Artık eski günler geçmiştir. Türk memleketlerinde Avrupa devletleri tarafından iddia ve temin edilen ayrıcalıklarla hükümdarlık yönetimi ve sultanlar devri kapanmış, Türklerin batı devletlerine ait rekabetler arasında garip ve belirsiz bir varlık olduğu günler maziye [geçmişe] karışmıştır. Genç Türkler tarafından vaktiyle uygulanan Meşrutiyet [hükümdar yönetimindeki parlamento sistemi], bu konumlarda pek az değişiklik yapmıştı. Şimdi meydana gelen değişiklik ise çok büyüktür. Lozan Konferansında cereyan eden durumlarla, davranışlarla Türkiye büyük devletlerle aynı ayak üzerinde konuşmuştur.

“Bu konferansta Türkiye tam egemenlik ve bağımsızlık noktasında ısrar etmiştir. Artık bu devlet kendi başına yürümek istemektedir. O derece ki, hatta bütün çağdaş uluslar arasında bağımsızlığın bir diğerine bağlılığı zorunluluğunu bile tanımak istememektedir. Kapitülasyonlar artık maziye karışmıştır. (…)

“Maziyi arayabiliriz, fakat onu iade edemeyiz.” [2]

İsmet İnönü Lozan’daki büyük başarısıyla Devlet adamı sıfatını alıyordu . Yeni kurulan Türkiye’ye de Osmanlı’nın yabancılara verdiği imtiyazların devamını isteyen müttefiklere direnmiş ve BAĞIMSIZLIKTAN hiç bir şekilde taviz vermeyerek isteklerimizi kabul ettirmişti. Düşünüyorum da bugünlerde Lozan’ı değersizleştirmek isteyenler İsmet İnönü’nün yerinde olsalardı , Müttefik Devletler Lozan Masasından çok mutlu ve ellerini oğuşturarak kalkarlardı. Bağımsızlığımız masada rehin edilirdi.

BÖLÜM IV sonu / Devam edecek

Naci Kaptan

[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Lozan_Antlaşması
[2] http://www.ismetinonu.org.tr/ismet-inonu-ve-lozan-baris-konferansi-yayinlar/

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, Tarih, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *