Nazım Hikmet üzerine yazışmalar
Mehmet Boz / 19.01.2019
Ben bir insan,
ben bir Türk şairi Nazım Hikmet
ben tepeden tırnağa insan
tepeden tırnağa kavga,
hasret ve ümitten ibaret…
15 Ocak 1902’de Selanik’te doğan Nâzım Hikmet’i doğum 117. yıldönümünde saygı,sevgiyle ve bir şiiriyle anıyoruz. ( İnsanlar öldüğü günden daha çok doğum günlerinde anılsa ne güzel olur)
KUVÂYİ MİLLİYE DESTANI
BAŞLANGIÇ
ONLAR
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
Onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
KUVÂYİ MİLLİYE ŞİİRİ BÖLÜMLERİ
Başlangıç
Birinci Bap
İkinci Bap
Üçüncü Bap
Dördüncü Bap
Beşinci Bap
Altıncı Bap
Yedinci Bap
Sekizinci Bap
Edebiyat dostu Selçuk Ülger ,bazı edebiyatçıların
yüreklendirmesiyle Kavanozdaki Yürek adında bir kitap yazmış.
İlginç bir ismi olan bu kitabı alıp okuduğumda ,hem Macaristan’ı,hem Macar halkını,
hem de Nazım’ın Kavanozdaki Yürek şirinin ilginç öyküsünü de öğrendim.
-1955 güzü Budapeşte’de bir klinik odasında Macaristan’ın ünlü kalp doktoru L. İmre kulağındaki aygıtla, konuk şair Nazım Hikmet’in sancılı yüreğini dinlemektedir. Şairin gözü masasındaki içinde bir kalp olan ilaçlı sıvıyla dolu üstünde “Csabai Janosne” yazın cam kavanoza ilişir. Daha sırtına geçirdiği gömleğini iliklemeden merakla kavanozdaki yüreğin sırrını sorar doktoruna şair. Ve doktor “Kavanozdaki Yürek”in öyküsünü şaire anlatır.(Özetle ilginç öyküsü olan kalp genç bir hanıma aittir.)
“Kavanozdaki Yürek” bilindiği gibi Nazım Hikmet’in şiirlerinden birisinin adıdır. Ve Macar kadından “Bayan Çabai Yanoş” diye bahsederek aşağıdaki şiiri yazar.
KAVANOZDAKİ YÜREK
Doktor Litman İmre’nin masasında
Bayan Çabai Yanoş’un yüreği
Birazcık kibirli, birazcık mahzun
Duruyor içinde bir kavanozun
Kayısı güllerinin arasında.
İncecik yarılmış ortasından
Yüreği Bayan Çabai Yanoş’un
Yarayı açan ne doktor? Neşter mi?
Yoksa hasretlik mi? Acı sözler mi?
Bir ağlayanı var mı, arkasından?
Otuzundaymış, baktım etikete
Bayan Çabai Yanoş’un yüreği.
Evli miydi? Ne iş tutar Bay Yanoş?
Belki şimdi Rojakert’te oturmuş
Çekiyor akşamı seyrede ede.
Duruyor kavanozda çırılçıplak
Bayan Çabai Yanoş’un yüreği
Bayan kaç kere böyle bir kaba
Reçel kaynatarak koydu acaba?
Elbet gazlı bezden değildi kapak.
Kendi gitmişse de içinde odanın
Bayan Çabai Yanoş’un yüreği
Almış da onu karşısına doktor
Sırlarına ermeye çalışıyor
Belki bir damarın, belki bir sevdanın.
Akıllı bir doktorun masasında
Bayan Çabai Yanoş’unki gibi
Yüreğimiz, güllerin arasında
Bizlerden sonra da faydalı olsun
İçinde tertemiz bir kavanozun.
T.C. BURHAN SAVAŞ / 18 Oca 2019
Nazım Hikmet’i bugüne kadar fil gibi , bir orasından bir burasından yazdılar.
Prof. Dr. Kalp Damar Cerrahi Uzmanı Birgül Sönmez bir Nazım röportajı vermiş. Dondum kaldım.
1902 Haziran Selaniğinde , diğer özel Selanikli Atatürk 21 Yaşında Harbiye’de iken doğan.Nazım 36 yaşında kodeslenmiş akıl hastalarının güleceği gerekçeyle ,onunla beraber 18’lik Deniz Harbiyeli altın madenleri ile .38 yaşında hapisanede enfaktrüs başlamış kalbinde .Bu yaşta ağır kalp hastası.
1950’de 48 yaşındayken kafesi birden açmışlar.Tıpkı bugünün akitleri , vicdansızları bu kalp hastasının peşine düşmüş infaz için.
.
Refik Erduran bir motorlu kayıkla Boğaz’dan geçen Romen Yük Gemisi’ne cıscıplak çıkarmış Nazım’ı.Moskovalar , Azerbaycanlar , en son Bulgaristan. Edebiyat , şu bulara hiiç girmicem.Daniskalarını okuduğum Nazım Durumları’nın hiiiç biri asıl Nazım Olayı değilmiş.
.
İşin en dramı meğer Nazım 1963’teki 61 yaşından tam 10 yıl önce , 1953’te 51 yaşındayken kalbi durup ölmüş.Kalbine adrenalin iğnesi sokmuş evinde yaşayan doktor kadın.Kalp tesadüfen uyanmış.Saat sonra ambülans hastane ve orada sırtüstü 4 ay.Tek tedavi buymuş.Yatır sırtüstü yürek calansın !
.
Hastalığın bataklığında azcık nefes almak için , üstün yeteneği Türkçe’ye , Türk şiirinin matematikle efsunlanmışlığının gösteri şovlarına hasretmiş, topunda ölüme gidişi dibinden yaşamı. Her insan öleceğini doktorlarından bile çok önce bilir. Bir çok kez tedavi denen şey fasafisodur , kimya tekeri kırılmışsa organizmanın ücralarında.
.
Ölümünü , Cenazesini ölmeye yakınken şiire dökmüş. Mümkün olsa Nazım gibiler , mezarını kazar , içine atlar , kazdığı toprakları da üzerine döküp kendi kendini gömerdi.
.
Kiiim bilir kaaaç yıllardaan beri ;
Değerlerimizi , akıl , mantık , vicdan , temiz canlarımızı , dellendire , dellendire,yürek Taç Damarlarını stresle , üzüntüyle , infaz tehditleri ile kürek toprakla tıkıyoruz , karnını deşerimci katilleri onlara tebelleş ederek köşe , bucaklara kaçmalarına ,saklanmalarına sebeboluyoruz. Ben kaçabileni , tam saklanabileni hiç görmedim. Göremicem de kesin.
.
Nazım’ı ve sayısız gibileri av köpeği gibi , son çıkmazda kıstırıp üzerlerine çöküp infaz edişimiz olarak okuyalım. Şiirmiş , Komünizmmiş .safsatasıymış . Geçin.
.
En ufak kuşkunuz olmasın. Nazım ve gibiler sütre gerisinde gizlenen kimbilir hangi haraminin,bürokratın , katil köşklünün , puşt oğlu puştların ‘’ tavuğuna kış’’ demiş. Belki bilmeden bile demiş olabilir. Saaadece bu kadar basittir olay. Hayatın her alanında , farklı bambaşka kişilerin durumu bile ‘’tavuğuna kış ‘’ demedir bir puştun.
Hiiç görünmez sizin için bambaşka olayları bahane ettirip ‘’çeker’’ altınızdaki iskemleyi. Hayatınız kayar. Önce hastalıklar başlar , çaresizinden. Yavaş , yavaş , yorula , yorula ölür , yerçekimine yenik düşü verirsiz.
.
Kaçyüzbin Nazım var olmuş , oluyor , olacak daha.
.
Çok sevindim , ilk kez Gerçek Türk Evlâdı Temiz ama minik bir yavru serçe kadar çarsiz yürekle 61 yıl hayata tutunmaya çalışmış ‘’bizde’’ Nazım’ı öğrendiğime.
.
Sağol ;
Prof.Dr. Kardiyolog Yürek Ustası Birgül Hocam.
Ve Birgül Hoca‘nın anlattıklarını röportajlayan Sözcü’ye.
.
T.C. Burhan
Ünlü profesör, Nazım Hikmet’in ölümüne sebep olan kalp hastalığını anlattı
Nazım Hikmet yaşasaydı 15 Ocak Salı günü 117 yaşında olacaktı.
Sözcü / Yüksel ŞENGÜL
Kültür Sanat / 16 Ocak 2019
Son olarak 80. ölüm yıldönümünde Atatürk’ün kalp sağlığıyla ilgili önemli açıklamalarda bulunan ünlü kalp ve damar cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez, bu kez de 15 Ocak 1902 Selanik doğumlu Nazım Hikmet’in ölümüne neden olan kalp hastalığını şiirleriyle birlikte dile getirdi. İşte Nazım’ın ölümünden 56 yıl sonra ünlü kalp doktoru Sönmez’le konuştuklarımız… Hayatı ayrılıklar, hasretler ve acılar içinde geçen Nazım Hikmet’in kalbi, ilk uyarıyı ne zaman vermişti hocam?
Nazım Hikmet şiirleri yüzünden 1938 yılında 28 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapisliği Çankırı Cezaevi’nde başladı, Bursa ve İstanbul cezaevlerinde devam etti. 1940 yılında bir gece, henüz 38 yaşındayken, bağırarak uyandı, göğsüne ve omuzuna vuran bir ağrısı vardı. Üç genç bahriyeli onu hafifçe doğrultup, sırtını yastıklarla takviye ederek su içirdi. Genç bahriyeliler “Geçer geçer… Bir şey değil! Bu hapishaneler beni böyle yaptı. Kanlı bir zanaatim var. Şair olmak, kendi kalbini yemek demektir. Hem kendini yiyeceksin, hem başkalarına yedireceksin” diyen Nazım’ın başından gün ışıyana kadar ayrılmadılar. Nazım, artık kalp hastası olduğunu biliyordu.
38, ölmek için çok erken bir yaş…
1950 yılında Bursa Cezaevi’nde ölüm korkusu içinde şöyle seslenir Nazım Hikmet “İki elin kanda bile olsa gel. Sana bir bayrak gibi açacağım içimi. İşte, yine durmakta ısrar ediyor kalbim. Hapishane duvarları içinde, yalnız sessiz. Miskince bir ölüme razı olmuyor gönlüm.” Şair aftan yararlanıp hapisten çıktıktan sonra, hayatına kastedileceği endişesi ile ikinci eşi Piraye ve yeni doğan oğlu Memed’i arkada bırakarak, 1951 Haziran’ında Tarabya’dan bindiği bir sürat teknesiyle önce bir Romen şilebine binerek Varna’ya, sonra Bükreş’e ve nihayetinde Moskova’ya gitti.
Doğmadığı yerde öleceğini artık o da hissetmişti mutlaka…
1952 yılında Bulgaristan’ı ziyaretinde arkadaşı Fahri’ye sorar; ‘Bazen doğmadığı yerde ölür insanlar, öyle mi? Galiba benin yazgım da aynen böyle olacak. Doğmadığım yerde öleceğim!’ Aynı yıl Dünya Barış Konseyi’nin önce Pekin’deki sonra da Berlin’deki toplantılarına katıldı. Berlin dönüşü göğsündeki ağrıların iyiden iyiye artması üzerine Barvikha Sanatoryumu’na yatırıldı. Hasta kalbiyle o günlerin tek tedavi şekli olan sırt üstü yatarak üç ay ölümü bekledi. İki kadın doktoru vardı. Lidya İvanna’dan hoşlanmasına rağmen, Galina ile eve dönmek zorunda kaldı.
‘KALBİ ANSIZIN DURDU’
Nazım’ın ilk ölümü, asıl ölümünden 10 yıl önce oldu değil mi hocam?
Evet… 1953 yılını sağlık sorunlarıyla geçiren Nazım Hikmet’in kalbi, nisan ayında ansızın gelen ikinci krizde durdu. Enfarktüs, onu Peredelkino’da, evde yakalamıştı. Bereket, yanında doktor Galina vardı. Nazım’ın nabzı durmuştu, nefes alamıyordu. Arbat Hastanesi de Peredelkino’ya 30 dakika uzaklıktaydı. Yetişmesi imkânsızdı. Galina büyük bir cesaretle Nazım’ın kalbine adrenalin iğnesi yaptı. Bu iğne ölen Nazım’ı hayata döndürdü. Ambulans gelene kadar kalp masajı uygulayarak aşık olduğu adama hayat öpücüğü verdi. Ambulans geldiğinde Nazım artık nefes alıyordu, kendisine gelmişti.. Dört ay kadar gene Barvikha Sanatoryumu’nda kaldı. Artık içki, sigara, kadın yoktu. Düzenli yaşayacak, heyecanlanmayacak, üzülmeyecek, sevinmeyecekti. Yolun sonuna geldiğini hisseder, öleceğine inanır, artık depressif bir dönem başlamıştır.
‘YURDUNU GÖRME UMUDU AZALMIŞTI’
Ünlü ‘Vasiyet’ şiirini de o günlerde mi yazdı?
1953 yılında Barviha Sanatoryumu’nda kaleme alır Vasiyet şiirini: ‘Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü / Ölürsem kurtuluştan önce yani / Alıp götürün Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni / Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani / Öyle gibi de görünüyor / Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni / Ve de uyarına gelirse / Tepemde bir de çınar olursa / Taş maş da istemez hani…’ 1957 mayısında Sofya’ya geldi, yanında Galya da vardı. Karadeniz kıyılarında biraz gezecek, hasta yüreğini sakinleştirecekti. Aklı fikri Moskova’da Stalin dönemini eleştiren İvan İvanoviç oyununun galasındaydı. İlk gece, oyun büyük ilgi görmüştü ama hemen yasaklanmıştı. Buna çok üzüldü ve Varna’ya geçti. Boğulacak gibiydi, yüreği çarpıp duruyordu. Karadeniz’in ötesine, oğlu Memed’e şöyle seslenir: ‘Karşı yaka memleket / Sesleniyorum Varna’dan / İşitiyor musun Memed! Memed! / Karadeniz akıyor durmadan / Deli hasret, deli hasret / Oğlum, sana sesleniyorum / İşitiyor musun? Memed! Memed!’
Yüreği yoruldukça hasret şiirleri de artıyor…Ölmeden önce yüreğindeki hasretler artarken, yurdunu görme umudu da iyice azalmıştı. Açıklarda İstanbul’a giden bir vapur görür. Uzun uzun gemiye bakar. Hasretini, yorgunluğunu ve umutsuzluğunu dört dizeye sığdırıverir:
‘Çok yorgunum, beni bekleme kaptan / Seyir defterini başkası yazsın / Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman / Beni o limana çıkaramazsın…’
Kalbi yorulsa da Nazım Hikmet aşk adamıdır… Sevmeyi sevmektedir…
1958’den itibaren son aşkı olan Vera hayatına girmişti. Artık kalbinde 3 kadın vardı; memlekette oğlu Memed ile birlikte bıraktığı Münevver, 10 yıldır beraber olduğu, hayatını 3 kez kurtaran Galina ve kendisinden 30 yaş küçük Vera…’Ölüm, uslandır beni’ dese de daha evlenmeden Vera onu yormuştu. Doktorlar “Bu kalple aşık olursan ancak 3 yıl yaşarsın’ derler. O da tercihini 3 yıldan, yani aşkla yaşamaktan yana kullanır. O günden sonra tam 3 yıl 4 ay yaşayacaktır. 10 Eylül 1961’de yazdığı şiirinde artık ölümü çok yakınında hissetmektedir:
‘Geliyor sıram / Ansızın atlayacağım boşluğa / Ne çürüyen etimden haberim olacak / Ne gözlerimin çukurunda dolaşan böceklerden / Durup dinlenmeden ölümü düşünüyorum / Sıram yakın demek…’
Hayatının son yılına Vera ile birlikte Paris’te giriyor…
1962 Kasım’ında Nazım ile Vera yorgunluklarını atmak, birlikte gezmek, dinlenmek için İtalya’ya gittiler, yeni yılı Dino’larla birlikte karşılamaya Paris’e geçtiler, kalp uzmanı Dr. Hershel ile görüştüler. Nâzım Hikmet hayatının son yılını Paris’te eşi ve dostlarıyla karşıladı. Hem çocuklar kadar şen, hem de ölümün eşiğindeymişçesine hüzünlüdür bu son yılbaşında… 1963 yılında henüz 61 yaşındadır ama artık yaşlandığını kabul eder. Şubat 1963’te Asya ve Afrika yazarlarının Tanganika’daki toplantısına katılır. Mart ve Nisan’da Berlin’dedir. Nisan sonunda Moskova’ya döndüğü zaman aşırı bir yorgunluk duymaktadır. Ölüm düşüncesi iyice sarmıştır onu, Cenaze Merasimim şiirini yazarak sakin bir şekilde üzülmeden, öfkelenmeden cenazesinin nasıl kaldırılacağını tarif eder: ‘Bizim avludan mı kalkacak cenazem? / Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan? / Asansöre sığmaz tabut / Merdivenlerse daracık / Belki avluda diz boyu güneş ve güvercinler olacak / Belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu / Belki ıslak asfaltıyla yağmur / Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi / Kamyona, yerli gelenekle, yüzüm açık yükleneceksem / Bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden, uğurdur / Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma / Meraklıdır ölülere çocuklar / Bakacak arkamdan mutfak penceremiz / Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla / Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar / Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize…’
Sanki ertesi gün hayata gözlerini kapayacakmış gibi cenaze merasimini cesurca anlatan şairin son günlerdeki ruh hali ortadadır. Son sevgilisinden beklediğini bulamamış, üzgün, mutsuz adeta ölümü beklemektedir.
‘EN BÜYÜK ÜZÜNTÜSÜ…’
Ve geliyoruz Nazım Hikmet’in hayattaki son gününe…
2 Haziran 1963 Pazar sabahı, erken uyanmışlardı. Vera yatakta içmesi için Türk kahvesi pişirdi, yiyecek bir şeyler getirdi. Konuşmaya başladılar, daha doğrusu şair karısına anımsayabildiği bütün ayrıntılarıyla yaşamını anlatmaya başladı. İki saat boyunca sürekli anlattı. Annesi, babası, kardeşleri, evlilikleri, cezaevi günleri, açlık grevi ve Türkiye’den kaçışını. Ve geliyoruz hayatının son günü olan 3 Haziran 1963 Pazartesi sabahına. Nazım her zaman olduğu gibi yedi buçuğa doğru yatağından kalktı, posta kutusuna bakmak için kapıya gitti. Birdenbire dizleri çözülüp yere yığıldı. Enfarktlı yürek susmuştu. Onu kurtaracak Galina da yoktu. Vera merak edip kapıya gidince mektuplarla gazetelerin arasında yerde yatan Nazım’ı gördü. Bilinçsizdi, mavi gözleri yarı açıktı. İlk yardıma doktorla ekibi geldiğinde Nâzım Hikmet çoktan ölmüştü. Pasaportunu bulmak için kocasının ceketinin ceplerini karıştırırken kendi fotoğrafıyla karşılaştı Vera. Fotoğrafın arkasında sekiz satırlık bir şiir bırakmıştı ona: ‘Gelsene dedi bana / Kalsana dedi bana / Gülsene dedi bana / Ölsene dedi bana / Geldim / Kaldım / Güldüm / Öldüm…’
Aslında ölüm, onun yaşadığı hasretlere, acılara bir anlamda nokta koyuyordu böylece…O büyük ozanın ölümüne kadar süren en büyük üzüntüsü, şiirlerinin kendi dilinden, kendi ülkesinde serbestçe yayınladığını görememiş olmasıydı. Kalbi izin verseydi, bir iki yıl daha yaşayabilseydi onu da görecekti. Kısmet, olmadı işte…