KARAMANIN KOYUNU.. * Yurdumun tüm kimsesizlerinin olduğu gibi senin de anan, baban olan ve diğer renktaşlarınla birlikte tek yaradılış nedeniniz iken; Cebinize de vatandaş kimliklerinizi koyan, sizleri dahi hatırı sayılır yapan, yüce ve emsalsiz Atatürk Cumhuriyetini nasıl yok sayarsın.

Serendip Altındal
serendipaltindal@gmail.com
17.04.2018

KARAMANIN KOYUNU..

Koyununun postu gibi oyunu da sonradan ortaya çıkan ve Abdülhamit ile Erdoğan arasını duraklama Devriyle kıyaslayan mister Karaman, herhalde Osmanlı tarihini ya hiç okumadı ya da tersinden o da bir miktar okudu. Muhtemelen de tarihsel dönemlerin sadece başlıklarını okumuş olmalı mutlaka ki sapla samanı karıştırmış.

Duraklama devrinin atalet, uyuşukluk ve topuklarına kadar zafiyet içindeki liyakatsiz, harem Padişahlarıyla, perpetimobile gibi neredeyse kendi kendini şarj eden dinamik, yürekli, bataktaki bir ulusu yeniden ayaklarının üstüne diken Atatürk ve arkadaşları dönemini aynılama şaşkınlığı, garabet ötesi değil de nedir Allah aşkına. Ufak at da bari yutulur olsun. Ve daha fazla da söylemeyelim ki RTÜK(!) müdahil olmasın

Aslında böylesine sormak lazım; gerçekte yurdumun tüm kimsesizlerinin olduğu gibi senin de anan, baban olan ve diğer renktaşlarınla birlikte tek yaradılış nedeniniz iken; Cebinize de vatandaş kimliklerinizi koyan, sizleri dahi hatırı sayılır yapan, yüce ve emsalsiz Atatürk Cumhuriyetini nasıl yok sayarsın.

Ki senin ve meydanı boş bulan tüm senin gibi aymazların bile bugünlere kadar da aziz yurdun bağlarında, dağlarında özgürce at koşturduğunuz dönemdir. Osmanlı döneminde Cumhuriyet döneminde olduğu gibi serbest ve özgür olabilacekmiydin ya da yediğin içtiğin senin olsun; ama en az nankör ve uzun dilinden ötürü kelleni çoktan cellata kaptırmış mı olurdun acaba.

Adı üstünde İstiklal Savaşımızı ‘bir Anadolu asiler hareketi’ betiğiyle parafe eden Batılı, taraflı tüm yazar, çizer ve sözde tarihçiler karşısında, bu savaşın tamamen Türk tarafı adına haklı bir misakı milli savı oluğunu vurgulayarak, Türk Ulusunun varlığını, haklılık ve kadim yüceliğini ortaya koyarken de diğer aymazları hem şaşırtıp hem de eğiten, tarafsız ve bağımsız tarihçi Toynbee, o dönem Türk Ulusunun da takdirlerini kazanmıştı. Çünkü yüce Atatürk ve haklı İstiklal Davamız, Toynbee gibi başlangıçta hemcinslerine benzer bir Türk aleyhtarını bile tarafımıza çevirmişti.

İşte bu tarafsız, bağımsız, aydın ve örnek tarihçi ile o dönemlerdeki bileşkelerini dile getiren A. Emin Yalman’ın savaş sonrası anılarından yaptığım bir alıntıyı, sırası gelmişken yine aşağıda görüşlerinize sunuyorum. Çünkü kulak dolgusu olmayan; ama bizatihi yaşanmış tarihin belgeliği ve bilgeliği kadimdir. Birilerine kapak olması dileğimle…

§ Arnold Toynbee Bu sıralarda memlekete mühim zi­yaretçiler geliyordu. Ben, bunlardan hepsi ile temas arıyor, konuşuyor ve dost oluyordum. Başta gelenlerden biri Pro­fesör Arnold Toynbee idi. Londra Üniversitesi’nde Yunan parasıyla kurulan Bizans Kürsüsünün profesörü bulunan Toynbee, İngiltere’de eskiden beri Türklük aleyhinde bu­lunan belli başlı şahsiyetlerden biriydi.

Harp yıllarında İn­giltere tarafından Ermeni meselesine dair neşredilen ve her tarafından bize karşı düşmanlık hislen taşan meşhur “Ma­vi Kıtap’ın meydana gelmesinde İngiltere’nin eski Washington sefiri ve kitabı hazırlayan komitenin başkanı Lord James Bryce’in yardımcısı sıfatıyla başrolü oynamıştı. İn­giltere’de Yunan hayranlığını yaratanlardan Oxford Üni­versitesinin eski Yunan Tarihi Profesörü Gilbert Murray’in de damadı idi. Manchester’da çıkan Türk düşmanı “Guardian” gazetesi, Yakındoğu’nun hali hakkında bir etüt yaptırmak ihtiyacını duyunca, tabii olarak Profesör Toynbee’nin üzerinde durdu.

Hâlbuki Toynbee İstanbul’a gelip ortalıktaki manza­rayı görünce, ilk işi, Yalova, Çınarcık ve civarında toptan yok edilmek tehlikesine maruz olan Türk halkının arasına bir Kızılay heyeti ile beraber koşmak ve onları muhakkak bir felaketten kurtarmak olmuştu. Bütün o civar halkı, o günlerin korku ve dehşetini ve kurtarıcılara karşı olan minnet borcunu hiç unutmamıştır.

Toynbee bundan son­ra Türk istiklal Mücadelesinin İngiltere’de ne kadar yan­lış tanındığını gördü, doğruyu herkese duyurmak için bü­yük bir cesaretle kaleme sarıldı. Türk düşmanı “Manchester Guardian” hiç beklemediği bu yazıları aynen neşretmek büyüklüğünü gösterdi. Bu sayede İngiltere’de hakkımızda esen hava değişti. Yunanlılar küplere bindiler, Profesörü Bizans Tarihi Kürsüsünden azlettiler. Toynbee’ye İstan­bul Üniversitesi’nde bir tarih kürsüsü teklif edilmişse dc kendi memleketinde başka bir vazifeye geçirildiği için ka­bul edemedi.

Bundan sonra yazdığı “Türkiye ve Yunanis­tan’da Batı Medeniyeti” adlı kitabında ve diğer eserlerinde tamamıyla objektif bir lisan kullandı ve Yakın ve Orta Doğa’da taşkın hareketlerin yalnız bir tek memlekette görül­mediğini ve zaman zaman bütün memleketlerde bunların örneklerine rast gelindiğini ileri sürdü.

Toynbee İle tartışmam Toynbee ile Türkiye’yi ilk ziyaretinden başlayarak ömrüm boyunca sıkı bir teması muhafaza ettim. İngiltere’yi her ziyaretimde kendisini ara­dım, Malatya suikastı sırasında bana gönderdiği mektup­tan sırası gelince bahsedeceğim Profesörle yalnız bir defa çatıştık. Avrupa Konseyi’nin Roma’da tertip ettiği bir yu­varlak masa toplantısına ikimiz de davetliydik.

Toynbee, bu toplantıda, Batı medeniyetinin ancak bir Hıristiyan me­deniyeti olduğu, Hıristiyan olmayan milletlerin bu mede­niyetin şekillerini taklit ettiklerini, fakat ruhuna gireme­diklerini ilen sürdü. Ben de kendisine şu cevabı verdim:

“Medeniyet, bütün insanların ortak malıdır. Ayrı ayrı top­lulukların buna hizmetleri zamana göre değişmiştir. Müs­lümanlık, ilk yayılış devrinde eski Roma ve Yunan medeni­yetlerinin eserlerini benimsemiş, Endülüs’te kendi prensip­leriyle beraber bunlara da dayanan bir idare kurmuştur. Gaflet ve cehalet içinde bulunan Hıristiyan Avrupası’nın kapılarını vurmuş ve kendilerine Aristo’nun eserlerinin manasını duyurmuştur. Osmanlı tarihinin parlak devirle­rinde medeniyetin en yüksek kıymetleri Osmanlı İmpa­ratorluğu’nda yaşanılmıştır. Medeniyetin en değerli sembolü olan dini toleransa asırlarca müddet yalnız Tür­kiye’de rast gelinmiştir. Avrupa’da otuz yıllık din muha­rebeleri esnasında Protestanlar Türkiye’ye aklın ve me­deniyetin bir iltica yeri, bir cenneti gözüyle bakmışlardır.

Atatürk’ün, Türkiye’nin ölüm döşeğinde sanıldığı bir dakikada yürütmeye başladığı inkılap hamlelerine ve or­taya koyduğu örneklere ve bilhassa büyük bir cesaretle laikliği benimsemesine medeniyetin büyük bir zaferi gözüyle bakmak lazımdır. Asırlarca süren engizisyon ka­ranlıklarını unutarak, medeniyete bir Hıristiyan damgası vurmak, Hıristiyan olmayanlara eşit haklara sahip ortak­lar değil, sığıntılar gözüyle bakmak manasına gelir. Müstemlekeci ligin kötü bir maskesi olan böyle bir muamele tarzına kimse boyun eğmez. O zaman medeniyetin ica­bı olan karşılıklı saygı korunacak yerde, dünya boş yere iki düşman cepheye bölünmüş olur. Hâlbuki son iki Ci­han Harbi’nin acı derslerinden sonra yeni bir dünya kur­mak için aklı başında bütün insanların işbirliğine ihtiyaç vardır.”

Toplantıda bulunan eski Fransız Hariciye nâzırı Mr. Schumann bana hak verdiğini belirtti. Öğle yemeği için paydos yaptığımız sırada Prof. Toynbee yanıma geldi:

“ Beraber yemek yiyelim,” dedi.

Yemek masasında eski tanıdığım itidalli ve berrak gö­rüşlü Toynbee’yi karşımda buldum. Tatlı tatlı konuştuk ve bütün görüşlerde birleştik. Sonradan anladım ki bu parlak zekâlı büyük tarihçiye dinle ilgili sabit bir fikir zaman zaman misafir oluyor ve tarihi kendine mahsus bir zaviyeden tefsir etmek hevesine kapılmasına sebep oluyor.

https://serendipaltindal.blogspot.com

This entry was posted in ATATURK, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *