Örsan K. Öymen
Odatv.com
09.02.2018
Erdoğan’ın hayran olduğu devlette
Türklük ve vatanseverlik kavramı yoktu
Türklük, millilik ve vatanseverlik konusunda ders vermeye kalkıyorlar! Onlar için söylenecek tek söz kaldı: Türk milleti ikiden büyüktür!
PKK’nın bir terör örgütü olduğu, Suriye’deki PYD’nin ve YPG’nin de PKK’nın uzantısı örgütler olduğu, Türkiye’nin de kendi ulusal güvenliği için, PKK’ya, PYD’ye ve YPG’ye karşı sınır ötesi askeri operasyon gerçekleştirme hakkının bulunduğu ve bu çerçevede Afrin operasyonunun desteklenmesi gerektiği konusunda kesinlikle bir kuşku yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu operasyonu meşrudur ve haklıdır. Suriye toprakları, ister dinci olsun, ister bölücü olsun, IŞİD, El Nusra, PKK, PYD, YPG gibi tüm terör unsurlarından temizlenmelidir. Bunun aksini savunan kişilerin, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ve iyiliğini düşündükleri söylenemez.
Öte yanda, Recep Tayyip Erdoğan’ın, söz konusu operasyona koşullu destek verenleri; operasyonun ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) adı verilen örgütle işbirliği içinde yürütülmesine karşı çıkanları; operasyonun Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile koordinasyon kurularak yürütülmesi gerektiğini savunanları; Suriye’de, PKK, PYD, YPG gibi bölücü unsurları da, El Kaide, El Nusra, IŞİD ve Müslüman Kardeşler gibi dinci unsurları da istemeyen kişileri; Suriye’nin ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünün, Suriye yönetiminin ülkenin kuzeyini tekrar kontrol altına almasıyla olanaklı olduğunu savunanları, doğrudan ya da dolaylı yolla, vatan haini, gayri milli ve terörist işbirlikçisi ilan etmesi, kabul edilebilir bir şey değildir!
ÖSO’nun içinde, daha ılımlı olarak nitelendirilebilecek unsurlarla birlikte, İslamcı terör örgütleri El Kaide’nin ve El Nusra’nın uzantısı olan örgütlerin de bulunduğu bilinen bir gerçektir. ÖSO’nun içinde ayrıca, İslamcı Müslüman Kardeşler örgütü üyelerinin de bulunduğu bilinmektedir. ÖSO’daki unsurların bir çoğu, Suriye’deki Esad rejimini devirip, İslamcı bir yönetim kurmayı amaçlamaktadır. Erdoğan da başından beri, bu hedef doğrultusunda çalışmakta ve bundan bir türlü vazgeçmemektedir. Erdoğan’ın ısrarla ÖSO’yu savunması, hatta ÖSO’yu Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na öncülük eden Kuvayı Milliye’ye benzetmesi büyük bir skandal ve gaf olduğu gibi, Kuvayı Milliye’ye ve onun lideri Mustafa Kemal Atatürk’e yapılabilecek olan en büyük hakarettir.
Erdoğan, Türkiye’de kurduğu diktatörlük yetmiyormuş gibi, şimdi de kendisine muhalefet eden Cumhuriyet Halk Partisi’ni, Türkiye Barolar Birliği’ni, Türk Tabipler Birliği’ni, operasyona koşullu destek veren ve/veya operasyonla ilgili bazı çekincelerini ve endişelerini dile getiren gazetecileri, yazarları, akademisyenleri, sivil toplum örgütü yöneticilerini ve siyasetçileri, doğrudan ya da dolaylı yolla, gayri milli, vatan haini, terörist işbirlikçisi ilan etti!
Hatta olayı, MHP’nin de desteğiyle, Türk Tabipler Birliği ve Türkiye Barolar Birliği’ndeki “Türk” ve “Türkiye” sözcüklerinin kaldırılmasını önermek gibi çılgınca bir noktaya kadar getirdi! Başka bir deyişle, Erdoğan ve Bahçeli, Afrin operasyonundaki hükümet politikasını ve stratejisini tek ve mutlak ölçüt haline getirerek, Türklük, millilik ve vatanseverlik gibi sıfatları, kendi tekellerine aldılar!
Erdoğan ve Bahçeli, aslında bu hamleleriyle, Türklük, millilik ve vatanseverlik kavramlarının ne anlama geldiğini de bilmediklerini ortaya koymuş oldular. Ama bunun farkında değiller. Çünkü kendi tarihlerini ve kendi tarihlerinin kavramsal çerçevesini bilmiyorlar.
TÜRKLÜK, MİLLİLİK, VATANSEVERLİK NASIL ORTAYA ÇIKTI
Bu kavramlar, 19. Yüzyılın sonlarında, doğduktan kısa bir süre sonra ortadan kaldırılan parlamentonun ve Anayasa’nın yeniden tahsis edilmesi amacıyla kurulan İttihat ve Terakki örgütü içindeki bazı unsurlar ve Namık Kemal gibi bazı aydınlar tarafından geliştirilmiş, daha sonra, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde, Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti, Kuvayı Milliye ve Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, soyut bir kavram olmaktan çıkartılıp, pratikte yaşama geçirilmiştir. Bu pratiğin son aşaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve kuruluş ilkeleri doğrultusunda gerçekleşen devrimlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu da, Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin hayran olduğu ve örnek aldığı Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Türkiye adlı bir devlet olmadığı gibi, imparatorluğun özünde Türklük, millilik ve vatanseverlik gibi kavramlar da yoktu. Osmanlı İmparatorluğu devletinin adı Türkiye Cumhuriyeti değildi; Devlet-i Aliyye (Büyük Devlet) veya Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye (Büyük Osmanlı Devleti) idi. Osmanlı sözcüğü de “Türklük” kavramına işaret etmez, feodal bir beyliği, monarşik-feodal-teokratik-emperyal bir imparatorluğa dönüştüren Osmanoğulları ailesine işaret eder. Başka bir deyişle, devlet Türklük ile değil, bir aile ile özdeşleştirilmişti. Osmanlı İmparatorluğu için zaman zaman Türk İmparatorluğu ve onun sahip olduğu bazı topraklar için Türkiye adını kullananlar bazı Avrupalılardı, Osmanlı İmparatorluğu devleti ve yönetimi değildi.
Türk adının devletin adıyla bütünleşmesi Mustafa Kemal Atatürk sayesinde ve Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kişi de Mustafa Kemal Atatürk’tür. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı’dır.
“Yurtta barış, dünyada barış” ve “En gerçek kılavuz bilimdir” gibi ilerici sözlerin sahibi olan Mustafa Kemal Atatürk, “Türk milleti” derken de, bir etnik kimliğe işaret etmemiş, etnik kökeni ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olan herkesi Türk milleti olarak tanımlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Türk milleti ve milli kavramlarıyla, ümmet bilincinden, vatandaşlık bilincine geçilmesinin yolunu açmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, bir ailenin tekelinde olan monarşik, teokratik ve feodal bir devleti, millete, halka ve vatandaşlara devrederek, bir cumhuriyet kurmuştur, bir vatan kurmuştur.
KURULAN VATAN NASIL BİR VATANDIR
Bu cumhuriyetin ve vatanın temel kuruluş ilkelerinden birisi de laikliktir. Başka bir deyişle, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti bir din devleti değildir. Laiklik de, devlet, siyaset, hukuk, eğitim işlerinin dinden arındırılması, dinin bu alanlara müdahale etmemesi ve bu koşulla dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altında alınmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk, laiklik ilkesinin geçerli olmadığı bir devlette demokrasinin olamayacağını, teokrasinin olacağını biliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kuruluş ilkeleri daha sonra Anayasa’nın 2. Maddesi’nde, “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” biçiminde ifade edilmiştir. Bu madde, Anayasa’nın değiştirilemeyecek olan, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan maddelerinden birisidir.
Anayasa’nın 24. Maddesi de, 2. Madde’deki laiklik terimini şöyle tamamlar: “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
Durum bu iken, Mustafa Kemal Atatürk’e “ayyaş” diyen; başta laiklik ilkesi olmak üzere, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerini yerle bir eden; Anayasa’daki demokratik, laik, hukuk devleti ilkesini ortadan kaldırarak sivil darbe yapan ve bir dikta rejimi kuran; kurduğu çarpık eğitim sistemiyle ve sosyal-ekonomik düzenle, Arabistan kültürünün Anadolu kültürünü asimile etmesini tetikleyen; yıllarca Fethullah Gülen’e destek verdikten sonra “kandırıldığını” söyleyip af dileyen; terör örgütü PKK ile doğrudan gizli ve dolaylı açık müzakerelerin yürütülmesi stratejisini yıllarca destekleyen; Kürdistan’ın kurulması hayalleriyle yanıp tutuşan Barzani ile yıllarca siyasi ve ekonomik işbirliği yapan ve Barzani’nin Türkiye topraklarında Kürdistan bayrağı çekmesine göz yuman; PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD/YPG’nin lideri Salih Müslim’in Türkiye’de ağırlanmasının yolunu açan; “milliyetçiliğin her türlüsünü ayaklar altına aldığını” söyleyen, Ege Denizi’nde tartışmalı olan “gri bölgedeki” adacıkların Yunanistan tarafından işgal edilmesine ses çıkartmayan Erdoğan ve onun koltuk değneği görevini yerine getiren Bahçeli, şimdi Türklük, millilik ve vatanseverlik konusunda ders vermeye kalkıyorlar!
Onlar için söylenecek tek söz kaldı: Türk milleti ikiden büyüktür!