1953’ün 09 Kasımında son derste öğretmenimiz bizlere şöyle demişti :
“Çocuklar, yarın 10 Kasım, Ata’mızın 15. ölüm yıldönümü. Cenazesi Anıtkabire nakledilecek ve Ankara radyosundan yayınlanacak. Yarın 08:30’da hepiniz okulda olun, sizlerle, evinin dışında hoparlörü olan köylümüz Abdülkadir Topuz amcanın evinin önünde olacağız ve naklen yayını dinleyeceğiz” demişti.
43 öğrenci idik ve saat 09:00’dan önce evin önünde üç sıra olmuş naklen yayını dinlemeye başlamıştık hepimiz Ankara radyosundan. Öğretmenimiz açıklamalar yapıyordu. Naklen yayından konuşmalar ve ağlamalar dinliyor etkileniyorduk. Yıllar sonra öğrendik ki, Atamızın Naaşı 1938’de İstanbul’dan Ankara’ya getirilip, Ulus’taki Etnografya müzesine konmuş. 10 Kasım 1953’de de tamamlanan ebedi istirahatgahı olan ANITKABİR’e nakledilmişti. İşte o gün biz ilkokul 2. sınıf öğrencileri olarak bu nakli, radyodan dinlemiştik… Ve o günü hiç unutmadım.
Aşağıdaki yazısında Yılmaz ÖZDİL, 10 Kasım 2017’de o günün öncesini ve sonrasını anlatmış…
Bize, hayatları pahasına bağımsız vatanı ve cumhuriyeti bırakan Yüce ATAmıza ve silah arkadaşlarına sonsuz minnet ve saygılarımı sunuyorum. Işıklar içinde uyusunlar…
Saygılarımla.
Duran Aydoğmuş
14.11.2017
Sözcü
YILMAZ ÖZDİL
10 Kasım 2017
Ölümünden 15 yıl sonra
bir kadın tarafından yanağı okşanan adam…
11 Kasım 1938.
Atatürk’ün naaşı, İslam Tetkikleri Entsitüsü direktörü Ordinaryüs Profesör Mehmet Şerafettin Yaltkaya’nın nezaretinde yıkandı. Başbakan Celal Bayar’ın talimatıyla, Profesör Lütfi Aksu tarafından tahnit işlemi yapıldı. Vücudun bozulmadan korunmasını sağlayacak olan solüsyon, 200 gram formalin, 1 gram sublime, 200 gram tuz, 10 gram acide pehenque, 1000 gram su’dan oluşuyordu. Profesör Aksu, tahnit işlemi bittikten sonra, iki küçük şişeye solüsyondan doldurdu, ağızlarını lehimledi, üzerlerine yapıştırdığı etiketlere terkibi yazdı, Atatürk’ün kollarının arasına sıkıştırdı. Kurşun galvanizli tabuta yerleştirildi, kapağı kapatıldı, gül ağacından yapılmış tabuta yerleştirildi, onun da kapağı kapatıldı, üzerine Türk Bayrağı örtüldü.
Cenaze namazı için camiye götürülmesinin dinen şart olup olmadığı konusu, cumhuriyetimizin ilk diyanet işleri başkanı Mehmet Rifat Börekçi’ye danışıldı. Milli mücadele kahramanı Börekçi, “Atatürk’ün cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği vatan toprağının her yerinde kılınabilir” dedi. Namaz, Dolmabahçe Sarayı’nda Ordinaryüs Profesör Yaltkaya tarafından kıldırıldı. Tekbir, Türkçe verildi.
*
17 Kasım 1938.
Dolmabahçe Sarayı.
Atatürk’ün naaşı muayede salonundaki katafalkta yatıyordu. İlk gün 200 bin civarında kişi, bayrağa sarılı tabutun önünden ağlayarak geçti. İkinci gün, hava çoktan kararmış, geceyarısı olmuştu ama, kuyruğun ucu hâlâ taa Ortaköy’deydi.Yüzbinlerce kişi ısrarla oradan ayrılmıyor, saraya girebilmek için sıra bekliyordu,insan seliydi.
*
Maalesef, izdihamdan dalgalanma oldu, durun ittirmeyin demeye kalmadı, giriş kapısının önünde, saat kulesinin çevresinde çığlıklar yükseldi, atlı polisler arkadan yüklenen kalabalığı dağıtana kadar iş işten geçti, insanlar sıkıştı, ezildi,11 kişi hayatını kaybetti.
*
Ertesi günkü gazeteler, hükümetin resmi tebliğini yazıyordu… Denizyolları işletmesi müdürü Raufi Manyas’ın kızı Bilun, 16 yaşındaydı. İstiklal caddesi 236 numarada oturan bayan Anna, 58 yaşındaydı. Bayan Rona Kişnir ve kızı Bella,istiklal caddesi yıldız apartmanında oturuyorlardı. Bakırköy’den Hatice hanım,aşçıydı, 55 yaşındaydı. Kurtuluş semtinden Diyamandi, sütçüydü, 40 yaşındaydı.Topkapı arpaemini yokuşunda oturan Abdülhamid, 50 yaşındaydı. Aksaray Laleli’de oturan bayan Kevser Mehmet, 35 yaşındaydı .Tarlabaşı 19 numarada oturan Satenik Ohannes, 35 yaşındaydı. Saint Benoit Lisesi öğrencisi Paul Kuto,henüz 15 yaşındaydı. Ve, Beyoğlu Lüksemburg otelinde kalan Leon.
Müslüman, hıristiyan, musevi, Türk, Rum, Ermeni… “Ne Mutlu Türküm Diyene”ye dua etmek için, saygılarını sunmak için kuyruğa girmişlerdi. Memleketin ortak paydası’na ortak gözyaşı döküyorlardı.
Atatürk’ün naaşı yavuz gemisinde
19 Kasım 1938…
Türk donanması, tarihinin en hüzünlü görevini yerine getiriyordu, bu toprakların yetiştirdiği en değerli insan, Ankara’ya götürülmek üzere İstanbul’dan İzmit’e taşınıyordu.
*
Atatürk’ün naaşı 12 generalin omuzunda Dolmabahçe’den çıkarıldı, top arabasına yerleştirildi, mahşeri kalabalık eşliğinde, gözyaşı seliyle, tam dört saatte Sarayburnu’na getirildi, bu yürüyüş sırasında Yavuz zırhlısından her beş dakikada bir selam topu atılıyordu, Zafer muhribi 15 Mayıs 1919’da Samsun’a gitmek üzere yola çıktığı Sarayburnu rıhtımına yanaşmıştı, yine 12 generalin omuzlarında, rıhtımdaki duba üzerinden Zafer muhribine aktarıldı, Zafer muhribi aracılığıyla da, Haydarpaşa önünde demirli bulunan Yavuz zırhlısına nakledildi, güverteye yerleştirildi. Seyir esnasında birer dakika arayla matem topu atacak olan Yavuz’a, Hamidiye kruvazörü, Zafer ve Tınaztepe muhripleri, Dumlupınar ve Gür denizaltıları, Doğan ve Martı hücumbotları eşlik ediyordu.Türk donanmasının sancak gemisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin denizlerdeki gücünün simgesi olan Yavuz, tarihinin en zor görevini yerine getirmek üzere yola çıktı.
Atatürkün Cenazesinin Anıtkabir’e Yolculuğu
15 sene sonra…
Anıtkabir tamamlandı.
*
8 Kasım 1953, saat 23 suları… Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi histoloji kürsüsü başkanı Profesör Kamile Şevki Mutlu’nun ev telefonu çaldı. Arayan, Ankara valisiydi. “Atatürk’ün tabutunun açılması ve tahnit işleminin çözülmesi için, hükümet tarafından kendisinin görevlendirildiğini” bildirdi.
9 Kasım 1953, saat 7.30… Profesör Kamile Şevki Mutlu, Etnografya Müzesi’nde, geçici kabirden çıkarılan ve katafalkın üzerine konulan gül ağacı tabutun önündeydi, titriyordu. İçinden “galiba bayılacağım” diye mırıldandı. Ama, dayanmak zorundaydı. Saygı duruşu yapıldı. Ve “başlayalım lütfen” dedi. Yardımcı olmaları için, Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’ndan 10 öğretmen getirilmişti, öğretmenler gül ağacı tabutun vidalarını söktü, kapak kaldırıldı,kurşun tabutun lehimleri söküldü, onun kapağı da kaldırıldı, ortalığı tahnitte kullanılan solüsyonun kokusu sardı. Cenaze, kahverengi muşambaya sarılıydı. Taşınma sırasında zarar görmesin diye, naaş ile tabut arasındaki boşluklar talaşla doldurulmuştu. Talaş ıslaktı, bu iyiye işaretti, koruyucu solüsyonun uçup gitmediğini gösteriyordu. Profesör Kamile Şevki Mutlu, muşambayı göğüs hizasına kadar açtı, vücut parafinli sargılarla örtülüydü, yüzü ise, ıslak pamukla kaplıydı. Adeta zaman durmuştu. Çıt çıkmıyordu. Nefesler tutulmuştu.
Profesör Mutlu, pamuk tabakasını yavaşça kaldırdı. Atatürk’ün yüzü ortaya çıktı.Hiç bozulmamıştı… Teni bronzdu. Altın saçları, rengini kaybetmemişti. Kalın kaşlarından bi kaç tel kopmuş, sol göz kapağının üstüne düşmüştü. Sakalı hafif uzamıştı. İnce dudakları yapışıktı. 15 sene önce Dolmabahçe Sarayı’ndaki yatağında uyur gibiydi. Ne bozulma, ne kokuşma vardı. İki sene önce rahmetli olan Profesör Lütfi Aksu’nun tahniti son derece başarılıydı.
*
Profesör Kamile Şevki Mutlu, Atatürk’le yüz yüzeydi. Yanağına dokundu, okşadı.
*
Kadınları özgürleştiren adam…
Bir kadın tarafından yanağı okşanarak uğurlanıyordu.
*
Profesör Mutlu o an neler hissetti derseniz…
Hatıralarında anlatacaktı.
“Bir an için sanki konuşacakmışız gibi hissettim” diyecekti.
*
Salonda derin sessizlik hakimdi, duygular darmadağındı. Atatürk’ün naaşı kurşun tabuttan çıkarıldı, dualarla kefenlendi, ceviz ağacından yapılan yeni tabuta konuldu, Türk Bayrağı’yla örtüldü, yarın toprağa verilmek üzere, generaller tarafından ihtiram nöbetine başlandı.
*
17 Kasım 1953…
Anıtkabir ziyarete açıldı.
İlk gün çok kısa süre açık kaldı, 70 bin kişi girebildi.
75’inci ölüm yıldönümünde, sadece 10 Kasım günü, sadece bir günde, 1 milyon 89 bin kişi vardı.
*
Anıtkabir’e her yıl beş ila dokuz milyon yurttaş koşuyor, dua ediyor, devrimlerine bağlılığını sunuyor. Ortalama yedi milyon kabul etsek… 1953’ten bu yana 455 milyon kişi Anıtkabir’i ziyaret etti. ABD’nin nüfusundan 120 milyon daha fazla, Avrupa Birliği’ne üye 28 ülkenin toplam nüfusu kadar… Yıllar geçtikçe külleneceğine, giderek alevlenen böylesine bir sevginin, insanlık tarihinde örneği yok.
*
Çünkü…
İstedikleri kadar hakaret etmeye, iftira atmaya çalışsınlar, istedikleri kadar silmeye, unutturmaya çalışsınlar… Bunların arasında, Mustafa Kemal’in kaşından kopmuş bir tek tel kadar değeri olan yok! *1*
SUNAY AKIN´dan bir Atatürk anısı…
ÇIT ÇIT
Mustafa Kemal´in naaşı…Ve Atatürk İstanbul´dan ayrılıyor, Ankara´ya götürülecek.İnsanlar üzüntülü, hüzün var her yerde…
Karaköy´den geçerken birdenbire,
´Çıt´ diye bir ses..
Çıt ! Çıt ! Çıt !
Aa !
Gökyüzünden düğme yağdı biliyor musunuz?!!
Düğme yağdı gökyüzünden !
Atatürk´ün o bayrağa sarılı tabutuna düğme yağdı..
Rengarenk düğmeler !
Düğme yağıyor ! Çıt ! Çıt ! Düğme yağıyor !
Herkes yukarı baktı!
O caddedeki dükkanlardan bürolardan
Türkiye Cumhuriyeti´nin Yahudi vatandaşları var (pencerelerde)…
Ve Yahudi kardeşlerimiz, ülkenin Yahudi vatandaşları, Liderlerini, bu güzel
insanı kendi (Matem) geleneklerine göre “gömleklerinin ceketlerinin
düğmelerini kopararak” uğurluyorlar..
Nasıl bir görüntü,
Atların çektiği top arabasında Mustafa Kemal Atatürk´ün tabutu, ve üstüne
rengarenk düğmeler yağıyor, pencerede gözüyaşlı insanlar…
NOT: “GÖMLEKLERİN, CEKETLERİN DÜĞMELERİ KOPARTILARAK
UĞURLAMA NE DEMEKMİŞ ?” BİLİYOR MUSUNUZ?
“BEN SENDEN SONRA EKSİĞİM” DEMEKMİŞ ∞