LİYAKATLİ BİR DEVLET ADAMI NASIL OLUR ? * Atatürk’e diktatör diyenlere tokat gibi bir anı * Atatürk’e BAŞKANLIK teklif edildiğinde ne cevap verdi ? * “Ben herşeyi bilemem ki!” * Şaşarım o efendilerin aklı perişanına!

Doç.Dr.Orhan Çekiç

“Ben herşeyi bilemem ki!”

Sene 1930. Gazi’nin ricasıyla Cumhuriyet Halk Fırkası’nın karşısında, bir muhalefet partisi olarak “Serbest Fırka”’nın henüz kurulduğu günler. Amerika’da başlayan 1929 Dünya Krizinin dalgaları bütün dünyayı sarmış, en güçlü ekonomiler bile büyük sarsıntılar içinde. Yıllardır süren savaşlar ve işgaller nedeniyle yakılmış, yıkılmış, ekim görmemiş-hasat vermemiş Anadolu, baştan başa çorak bir bozkır halinde.

Köylü perişan. Eli sapan tutacak güçte olanlar ise, ya o toprağın altındalar, şehitler, yada sakatlar, iş göremez haldeler. Ülkede tepeden tırnağa her şeyin yokluğu her çevreyi derinden etkiliyor. O nedenle de tüm gözler hükümete, daha doğrusu Başbakan İnönü’ye çevrili vaziyette. Sanki bu sonuçlar onun yönetim başarısızlığının bir sonucuymuş gibi algılanıyor.

Bütün bunların yanı sıra Gazi, halkın yaygın hoşnutsuzluğunun doğurduğu muhalefet yetmiyormuş gibi, bir de Meclis’teki muhalefet kanadını oluşturan “bağımsızların” yanında bir muhalefet partisinin yer alması için büyük gayret gösteriyor. Ali Fethi Okyar’ın genel başkanlığında Serbest Fırka böylece kuruluyor.

Atatürk “Başkanlık” rejimine karşı.

Aynı günlerde doğrudan Atatürk’e yönelik bir takım yazılar gazetelerde görülmeye başladı. Bu gazetelerden biri, güya Fethi Bey’in Atatürk’e “yaşam boyu” cumhurbaşkanlığı önerdiğini yazmıştı. Tamamen uydurma olduğu anlaşılan bu haber derhal tekzip edilmiş, fakat yankıları sürmüştü. Gazetelerin Ankara temsilcileri bu vesileyle ve kamuoyunu aydınlatmak için Atatürk’ü ziyaret ettiler. Sordukları soru şuydu:

“Farzedelim ki size böyle bir teklif yapıldı. Yanıtınız ne olurdu?

Atatürk şu yanıtı vermişti:

“Bana ötedenberi bu ve buna mümasil tekliflerde bulunanlar çok olmuştur. Siz ve efkârı umumiye bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim gayem Türkiye’de, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet hakimiyetini egemen kılmak ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir manada telakki ederim. Bu noktada şu veya bu tefsirlere giden sözlerin manasını, beni iyi tanımış olan Türk Milleti, benden daha iyi takdir eder.”

Atatürk bu ifadesiyle, kendisine hilafet hatta saltanat hakkında yapılan önerileri nasıl şiddetle reddettiğini anımsatmak istiyordu. Kendi kurduğu partinin ölünceye kadar başkanı olması yolunda yapılan teklifi de aynı düşünceyle reddetmişti.

27 Nisan 1931’de yeni seçimin sonuçlanması üzerine, ulusa bir beyanname yayınlamış ve yeni seçilenleri kutlamıştı 4 Mayıs günü de üçüncü kez cumhurbaşkanı seçilmiş, kabineyi de İsmet Paşa’nın kurmasını istemişti.

Bu vesile ile Akşam gazetesi başyazarına demeç verirken, sözün arasında,“ …Eğer İsmet Paşa, hükümeti kurmayı kabulden kesin olarak çekinmiş olsaydı, başvekilliği bizzat üzerime almaktan başka çare kalmazdı: Ya ben, ya İsmet Paşa.” demişti.

Bu demeç basında derhal, acaba bizde de A.B.D.’ndeki gibi “başkanlık sistemi mi kurulacak” şeklinde yorumlara yol açtı. Bunun üzerine Atatürk, İsmet Paşa’yı, Fethi Bey’i, Serbest Fırka’nın Genel Sekreteri Nuri Conker’i ve bazı milletvekillerini davet ederek, onlara şu açıklamayı yapmak gereğini duymuştu:

“Arkadaşlarımız içinde başvekillik yapacak zevat çoktur; fakat bütün bu arkadaşlarım da dahil olduğu halde, milletin umumi temayülü (eğilimi), benim şu veya bu zaruret karşısında başvekil olmamı icap ettirirse, bu vazifeyi kemalî tevazu ve minnetle yapmaya hazırım. Bu takdirde benim aynı zamanda Reisicumhurluğu üzerimde bulundurmamın elbette kanunî imkânı yoktur. Benim alacağım bu yeni vaziyeti muhtelif tarz ve manalarda kötüye yorumlamak…hiç de makul ve mantıkî değildir.

Amerika sistemini memleketimizde tatbik etmeyi hiç hatırıma getirmedim; sistemsiz ve kanunsuz tarzda, Reisicumhurlukla Başvekâleti birleştirmeyi düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe malûmdur zannederim. Bugünkü şartlar içinde, bir hükümetin millet ve memleket menfaati için takviyesine masruf herhangi sözümü, bin türlü malayanilerle istismar etmeye kalkışmak isteyenler, çok bedbaht adamlardır. Akşam gazetesi başmuharririne söylediğim sözler, benim ağzımdan çıkmıştır ve icabında daima tekrar olunacak sözlerdir.”

Atatürk bu sözleri aslında tam da günümüz için söylemiş. O’na diktatör yakıştırması yapan Atatürkofobi hastası kimi günümüz yazar-çizer tayfası, O’nun basına verdiği bu demeçten haberdar mıdır acaba?

Böyle bir demeç vermek zorunda kalmasının nedeni şuydu:

Ülkenin her şeye ihtiyacı vardı, buna karşılık olanaklar kısıtlydı. Hükümet bir taraftan çok önemli yatırımlara girişiyor, demiryolları projesi büyük bir hızla sürüyordu, bunun için gereken finansmanı sağlamak için ise, halkın sırtına takatinin üzerinde vergi yükleniyordu. Adeta en büyük yatırımlar, bir neslin sırtından çıkarılmaya çalışılıyordu, çiftçi perişandı.

Paris’ten izinli geldikçe Fethi Bey’in Atatürk’e en büyük yakınması, hükümete yönelik en büyük eleştirisi de işte bu noktada toplanıyordu. Şimdi artık Parti Başkanı olan Fethi Bey, İnönü’ye gene bu noktadan yükleniyordu.

Öte yandan da bu ve benzeri yatırımlara hızla yönelmek gerekiyordu. Devletin önemli bir ihraç kalemi yoktu. Henüz hiçbir ülkeden uygun kredi alınmamıştı. Kendi yağımızla kavrulmak zorundaydık. İyi ama kavrulmak için gerekli olan yağ bile yoktu memlekette..

Bu nedenle ülkede iki farklı fikir oluşmuştu:

1. Vergiler ödeme gücünün üstündeydi. Bazı teşebbüsler zamansız ve yersizdi. Bunların finansmanı tek bir nesilden çıkartılmaya çalışılmamalıydı.2. Hükümet ve taşradaki yöneticiler halka karşı sert davranıyorlardı. Özgürlükler kısıtlanıyordu. Halk genel olarak mutsuzdu.

Çözüm olarak varılan ortak görüşe gelince, en iyisi Atatürk fiilen işin başına geçmeliydi. Hükümeti fiilen o yönetmeliydi. İcraatın içinde olmalı, tüm vekâletleri hergün dolaşıp denetlemeli,işlerin nasıl geliştiğini yakından izlemeliydi. O zaman işler yoluna girerdi.

Halk böyle düşünüyor, basın da bunu haber yapıyordu. Oysa ekonomi yönetimi farklı bir şeydi. Fakat buna rağmen Gazi’ye o kadar güveniyordu ki halk, O’nun her sorunu çözeceğinden emindiler.

İşte bu genel istek üzerine, başbakanlığı kabul edebileceğini ama o takdirde aynı zamanda cumhurbaşkanlığını da üzerinde katiyen tutmayacağını, bunun yasalara aykırı olduğunu söylüyordu. ABD’nin Başkanlık sistemini ise eleştiriyordu.

Üstelik bu tartışmalar basında bile yer alıyordu. Bunları elbette İsmet Paşa da okuyordu. Şimdi de karşısına Fethi Bey çıkarılmıştı. Bütün bunlar İsmet Paşa’yı geriyordu.

Şaşarım o efendilerin aklı perişanına!

Tek çıkar yolun, Devlet Başkanının aynı zamanda fiilen Başbakanlık görevlerini de üzerine almasından geçtiğine ilişkin yazıları Atatürk görmezden geliyordu ama bir gün Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak bu konuyu açtı ve görüşünü sordu.

Soyak’a döndü ve bu tür “tek adam” yönetimlerini katiyen onaylamadığını, bunun kadar budalaca bir düşünce olamayacağını söyledi. Sonra da devam etti:

“ Şaşarım, o efendilerin aklı perişanına. Hep biliyoruz ki, memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsî idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca amillerinden biri de budur. Biz öteden beri, böyle bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim aynı yola gitmekliğim, yeniden devlet hayatında tarafımdan böyle bir çığır açılması istenebilir.

Hadi diyelim ki ben de bu gaflete düştüm!

“Hadi diyelim ki ben de bu gaflete düştüm. Vekâletlerin yürütmekte oldukları işlerin büyük kısmı bilgi ve ihtisas isteyen konular olduğuna göre, ben Hariciye ve Milli Müdafaa Vekâletlerinden başka yerde nasıl faydalı olabilirim? Bu iki vekâlette, yüksek dış siyasetimizin idaresi ile, yurdun müdafaası esbabını hazırlamak işlerinde zaten sorumluluk mevkiindeki arkadaşlarla daimi temas halindeyiz. Bu arkadaşlara aklımın erdiği kadar yardım etmeye, faydalı olmaya çalışıyorum.

Diğer sahalarda pek açık olan ihtiyaçlara, durmadan ilgililerin dikkatini çekiyorum. Meselâ, ‘umumi kültürü yükseltmek, bir taraftan memlekette ziraat işlerini yeni vasıta ve usûllere göre düzenlemek, verimi arttırmak, diğer yandan da ölçülü bir programla muhtaç olduğumuz sanayi kurmak lâzımdır’ diyorum.

Bunları imkân nispetinde süratle tahakkuk ettirmek, tamamen mesuliyet ve ihtisas sahiplerinin işidir; oralarda benim ortaya atacağım yanlış mütalâalar vazife sahibini şaşırtabilir, tereddüte düşürür. Bu suretle mutlaka aksi tesir yaparak, memlekete fayda yerine zarar getirir. Ben her şeyi bilemem ki!.

Cumhurbaşkanlığından ayrılmayı düşünüyor…

Atatürk’ün çok iyi niyetle başlattığı ve ülkemiz demokrasisinin gelişimi açısından son derecede önemli olan bu proje, ne yazık ki başarılı sonuçlanmadı. Aksine söz ayağa düşmüş, memleket baştan başa çalkalanır olmuştu. Tüm köy kahvelerinde partililer birbirine giriyor, tüm ülkeyi bir dedikodu dalgası sarıyordu.

Gazi bu sonuca çok üzülmüştü. Genel Sekreteri Soyak odasına girdiğinde, her zaman yaptığı gibi, “Ne haber?”diye sormuştu. Soyak,birçok yerlerde tekkelerin süpürülüp temizlendiğine, fesler ısmarlandığına, daha bu gibi gerilik kımıldanışlarına dair gelen telgraf haberlerini arzetmiş, arkasından da sormuştu:

“Şimdi ne olacak, Paşam?”

Bu son derecede kritik bir soruydu. Gerisini Soyak’tan dinleyelim.

“Bana sükûnetle yanıt verdi:

“ İki taraftaki arkadaşlar benim gibi düşünseler ve benim sözlerimi dinleselerdi, bu sonuç vasıl olmazdı; fakat bir kere olan olmuştur, çocuk. Şimdi biz işimize bakalım… Yapacağımız şey basittir; Devlet Reisliğinden ayrılmak ve Parti’nin başına geçmek. Karşı taraftaki arkadaşlarla birlikte, ilkin beliren anarşi ve gerilik istidatlarını ortadan kaldırmak, ondan sonra da sükûnetle, samimiyetle yolumuza devam etmek…Belki bu suretle gayeye daha çabuk, daha kolay vasıl oluruz.”

“Ya onlar iktidara gelirse?”

“Olabilir. Biz hiçbir zaman,daima iktidarda kalacağız diye bir iddiada bulunmadık ki.

“ Ya inkılâp esaslarından saparlarsa?…”

“Haaa! Bak, işte bu olamaz. Sen, ben ve inkılâpların hayatî kıymetini ve hedefini kavramış olanlar, bu gibileri her zaman bertaraf etmeye ve inkılâp esaslarını muhafazaya muktedir olacaktır. “

“Reisicumhur kim olacak Paşam!…”

“Tabii TBMM en münasip zatı intihap eder; zaten biliyorsun, bu makama Anayasamızda büyük selahiyetler verilmiş değildir…”

Sonra gülerek latife eder:

“İşte Nuri Bey (Conker) var ya! Zaten öteden beri Reisicumhurluğa istekli…Onu yaparız; partisinden istifa eder, tam tarafsız bir devlet başkanı olur.” İşte, bilge kişiliği tüm dünyayı yakından etkilemiş bir devlet adamı olan Atatürk bile “başkanlık” rejimini bir “tek adamlık” olarak görüyor ve eleştiriyor; bu makamdaki bir kişinin, iyi niyetle de olsa, vereceği yanlış bir kararın, sonunda felaketlere yol açabileceğine işaret ediyordu. Yakın zamandaki Hitler, Mussolini ve benzeri örnekler, O’nu nasıl da haklı çıkarıyor ve insan işte bu durumda düşünmeden edemiyor:

“Eğer Cumhurbaşkanımız Erdoğan, “başkan” olsaydı, biz şimdi Suriye’nin nerelerine kadar girmiş, nerelerinde takılıp kalmış, nerelerindeki bataklıklardan çıkmaya çalışıyor olurduk ?” Her bir birey, bu soruyu kendine sormak ve yanıtını bulmak zorundadır.

This entry was posted in ATATURK, SİYASİ TARİH. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *