Taner Akçam
Hitler seçimleri kazanarak işbaşına gelmedi ise, nasıl işbaşına geldi?
Siyasetçilerin, asker-sivil elitlerin basit ayak oyunları ile. Hitler işbaşına geldikten sonra ilk iş olarak sandığı, yani demokrasiyi iptal etti.
Hitler iktidarı aldıktan sonra Mart 1933’te yapılan seçimleri kazandı. Ama bu seçim artık serbest seçim değildir. Hitler işbaşına gelir gelmez, 27 Şubat 1933’te meşhur Alman Parlamentosu yangını provokasyonu organize edildi; bu olay bahane edilerek Olağanüstü Hal Kanunu çıkarıldı
Gerçek, 1932 ve 1933 yıllarında yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçim sonuçlarında yatıyor.
Almanya’da geniş yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanlığı için her yedi yılda bir, doğrudan halkoyuyla seçim yapılıyordu. En son seçim 1932 yılında yapıldı. 13 mart ve 10 nisan tarihlerinde iki aşamalı olarak yapılan bu seçimi Hindenburg kazandı. Hitler seçimi açık farkla kaybetti (Hindenburg yüzde 53, Hitler yüzde 36).
Alman demokrasisinin son serbest genel seçimleri ise 1932’nin temmuz ve kasım aylarında, iki defa yapıldı. Temmuz 1932 seçimlerinde Naziler yüzde 37,2 oy alarak birinci parti oldu. Aynı seçimlerde Sosyal Demokratlar yüzde 21,6 ve Komünistler ise yüzde 14,3 civarında oy aldılar.
Son serbest genel seçim Kasım 1932’de yapıldı. Nazi oylarında büyük bir düşüş yaşandı ve oylar yüzde 37,2’den yüzde 33’e düştü. Sosyal Demokratlar yüzde 20,4; Komünistler ise yüzde 17 civarında oy aldılar.
Bu seçimde “sol” oylar artmıştı ve Nazi oylarından daha fazla idi. Ama maalesef Komünistler Sosyal Demokratları sosyal faşist olarak adlandırıyor ve Nazilerden daha tehlikeli buluyorlardı. Oysa bu iki parti, birbirlerine saldırmak yerine ortaklık yapsalardı, Almanya’da Nazizm iktidara gelemeyebilecekti.
Kasım 1932 seçiminden sonra Hitler başbakan olarak atanmadı. Hindenburg, Kurt von Schleicher adlı başka bir kişiyi hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Bundan sonra, Hindenburg’un Ocak 1933’te Hitler’i başbakan olarak atamasına kadar geçen sürede bir sürü ayak oyunları yaşandı. Sonuçta Hitler, sandıktan çıkmadı, Hindenburg ve çevresinin iktidarı ona teslim etmesi ile iktidara geldi.
Doğrudur, Hitler iktidarı aldıktan sonra Mart 1933’te yapılan seçimleri kazandı. Ama bu seçim artık serbest seçim değildir. Hitler işbaşına gelir gelmez, 27 Şubat 1933’te meşhur Alman Parlamentosu yangını provokasyonu organize edildi; bu olay bahane edilerek Olağanüstü Hal Kanunu çıkarıldı. Yangın Komünistlerin üstüne atıldı ve muhalefete yönelik sistematik saldırılar başladı. Hak ve özgürlükler askıya alındı; 20 civarında gazetenin yayınına son verildi; merkez sağ ve sol partilerin faaliyetlerine ciddi kısıtlamalar getirildi ve Sosyal Demokrat ve Komünist Parti liderleri tutuklandı.
Yani Hitler’in, tüm baskılara rağmen yüzde 43 oy alabildiği bu seçim, serbest bir seçim değildir. Sıradan herhangi bir diktatörün organize ettiği bir seçimdir. Demokrasi değil, diktatörlük seçimidir. 1934 yılında Hindenburg’un ölmesi ile birlikte Hitler Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığını birleştirdi ve diktatörlüğünü perçinledi.
Prof. Dr. Vural ÜLKÜ
Mersin Üniversitesi
Almanya’da 1932 Seçimleri…
Iki numarali Nazi lideri Göring, savas suçlusu olarak yargilanacagini anlayinca söyle der: “Biz, halka gerçegi söylemistik. Sadece iktidara gelene kadar demokratik yollara basvuracaktik…”
Bundan 70 yil önce, 1932 yilinda Almanya’da iki seçim yapildi, hem de 31 Temmuz’da ve 6 Kasim’da olmak üzere, yaklasik üç ay arayla. Aslinda daha 14 Eylül 1930’da da halk sandiga çagrilmis ve yeni “Reichstag” (parlamento) seçilmisti, fakat seçimler çözüm getirmemisti. Ülke bunalimlar içindeydi. Versailles Baris Antlasmasi’nin, kanli bir iç savasin, tarihte esi görülmemis bir enflasyonun sarsintilari daha geçmeden, 1929 büyük bunalimi (krizi) ekonomiyi vurmus, orta sinif erimis, issiz sayisi milyonu bulmustu.
Siyasal partiler sorunlara çözüm bulamiyor, sadece birbirleriyle bogusuyordu. Halkta partilere ve siyasetçilere karsi tam bir güvensizlik, hatta nefret egemendi . Dis politikada, bütün ülkelerin Almanya’ya komplo kurdugu, ülkeyi parçalamak istedigi inancinin yayginlasmasi, en asiri milliyetçi (soven) duygulari harekete geçirirken sanat ve kültür dünyasi ile ilgili haberler, basinin bir bölümünce “sefahat, çiplaklik, ahlaksizlik, azginlik” olarak isleniyor, issiz ve yoksul kesimlerle tutucular kiskirtiliyordu.
1920’lerin basinda adini duyuran, önce kimsenin önemsemedigi bir parti, “Nasyonal Sosyalist Alman Isçi Partisi” , bu ortamdan en çok kazanç saglayan partiydi; Naziler kitle psikolojisinden çok iyi yararlaniyor ve çok iyi örgütleniyordu. Gerçi 9 Kasim 1923’te Münih’te, bu partinin lideri Adolf Hitler “adinda birisi” bir darbe girisiminde bulunmustu, ama girisim polisin el koymasi, bir iki el ates ve birkaç kisinin vurulmasi ile hemen sona ermis, darbeciler sagci ve vatansever olduklarindan, is örtbas edilmisti. Adini bu olayla duyuran Adolf Hitler, birkaç ay bir kalede kalmaya mahkûm edilmis, o da bu dinlenme zamanini “Mein Kampf” (“Kavgam”) adli, o sirada kimsenin okumadigi bir “eser” yazarak degerlendirmisti.
Hitler, yeniden siyasete basladiginda, kalede kaldigi sürede degistigini, artik iktidara kanli degil, demokratik yollardan gelmek istedigini söylüyor, hatta bu konuda yazili belge veriyor ve ona inananlarin sayisi hizla artiyordu. Gerçi söylediklerinde önemsiz bir ayrinti vardi, “sadece iktidara gelene kadar demokrasi kurallarina uyacagini” söylüyordu, ama kimse bunu o kadar önemsemiyordu; adamin degistigini söylemesi yeterli sayiliyordu.
Her seye karsin 1920’li yillar Nazilere iktidar yolunu açmadi. Ancak yapilan seçimlerde hiçbir parti çogunluk saglayamiyordu. Bu yüzden sürekli olarak ve her biri kendisinden öncekinden zayif koalisyon hükümetleri kuruluyor, bunlar da üçer dörder ay içinde devriliyordu. Her seçimde güçlenen tek parti Nazilerdi. Varoslardaki egitimsiz-kültürsüz yiginlarda “Bir de bunlari deneyelim” slogani, büyük yanki buluyordu. Çünkü “bunlar”, onlara istedikleri her seyi verecekti ya da sinirsiz ve soyut vaatlerden insanlar bunu anliyordu. Nazilerin seçim vaatleri arasinda, kamu kurumlarinda, özellikle üniversitelerde Yahudilerle solculari temizleyip o kadrolara issizleri yerlestirmek, herkese is bulmak, herkesi iki anahtarla ev ve otomobil sahibi yapmak, bütün çalisanlari gemilerle tatile çikarmak vb. seyler vardi.
14 Eylül 1930 seçimlerinden Naziler yüzde 18.3 oyla ikinci parti olarak çiktilar. En güçlü parti SPD (Sosyal Demokratlar) oylarin yüzde 24.5’ini alabilmis, Komünistler yüzde 13’te kalmisti. Bunun yaninda bir sürü harfli neredeyse tek kisilik onlarca “sol” parti vardi. Bunlar hem birbirleriyle ugrasiyor hem de kendi içlerinde fraksiyonlara, hiziplere bölünüyordu; bazi asiri sol gruplar, kendi aralarinda uzlasma yerine, rejimi yikmak için Nazilerle isbirligini bile tercih ediyordu. Aralarinda hiçbir fark bulunmayan partilerin “lider”leri, “Ufak olsun, benim olsun” düsüncesi ile baskalari ile degil isbirligini, görüsmeyi bile kabul etmiyordu.
Sorunlara çözüm üretemeyen Alman Meclisi, sonunda 31 Temmuz 1932’de erken seçim yapilmasini kabul etti; bu seçimle ülkenin önü açilacak, dis borçlara ve issizlige çare bulacak bir yönetim isbasina gelecekti. Bazilari, istikrarli bir hükümet kurulmasi için, seçimlerden önce Seçim Yasasi’nda degisiklik yapilmasini istiyordu; ama buna zaman bulunamamisti. 1932’de yapilan ilk seçim, ne istikrar sagladi ne de daginikligi ortadan kaldirdi; ancak Naziler oylarin yüzde 37.4’ünü alarak en güçlü parti oldu. Bu durumda hemen yeni bir seçim gerektigi anlasildi. Yüzde 5-10 oy oranli partiler bir hükümet kuramayinca, rahatsizlik daha da artti. Nazileri durdurmak, ona karsi bir demokratik set olusturmak için çabalar da gösterildi. Fakat solun temsilcileri, “demokratik sol”, “sol demokrasi,”, “sosyal demokrasi”, “sosyalist demokrasi” vb. kavramlar üzerinde sonu gelmez akademik tartismalar disinda hiçbir sonuca ulasamadi.
Merkez sagda da bütün particikler birbiriyle kavgaliydi. Yine de toplumda bazi kesimler, tehlike karsisinda silkinmislerdi ve “zorunlu olarak” yapilan 6 Kasim 1932 seçimlerinde Nazilerin oy oraninin yüzde 33.1’e düsmesini sagladilar. Buna karsilik diger bütün “büyük” partilerin oy oranlari yüzde 88 ile 20.4 arasinda oynuyordu; onlarca küçük sol parti ise oylarin toplam yüzde 5.8’ini almisti.
Yeniden pazarliklar yapildi, ama bir türlü hükümet kurulamiyor, ülke kararnameler ile yönetiliyordu. 3 Aralik 1932’de basbakanliga getirilen General von Schleicher de basarili olamayinca, asiri sagci bir baska partinin destegini alan Adolf Hitler, 30 Ocak 1933’te Cumhurbaskani Hindenburg tarafindan basbakanliga atandi.
Kamuoyu, Nazilerin iktidarini normal karsilayacak biçimde hazirlanmisti. Yaygin inanç söyleydi: “Madem demokrasi var, seçmen iradesine saygi göstermek gerekir. Bir kere de bu partiye bir sans verelim. Adam zaten degistigini söylüyor. Hem bu ülkede yasalar var, kurumlar var, hele hele ordu var. Ayrica on iki kisiden ibaret hükümette sadece üç Nazi yer aliyor: Hitler, Göring , bir de Içisleri Bakani Frick . Onlar da asla olumsuz bir sey yapamaz, on ikide üç kisiler. Hem zaten üç ay içinde bunlar da basarisiz olur ve çekilirler. O zaman yeni seçimlere gidilir, halk da bunlari görmüs olur ve bu is biter.”
Isler gerçekten bir ay içinde bitti ama baska biçimde. 27 Subat 1933’te Reichstag (Meclis) binasi yandi. Daha o aksam, bu saldirinin Komünistlerin marifeti oldugu ilan edildi ve hemen ertesi gün, 28 Subat 1933’te “Halki ve Devleti Koruma Kararnamesi” olaganüstü yetki yasasi çikarildi. Anayasadaki bütün haklar kaldirildi, sayisiz suç için ölüm cezasi getirildi. Bir iki gün içinde bütün “vatan hainleri” toplandi, bir iki hafta içinde her kentte toplama kamplari kuruldu. Ilk temizleme dalgasinda öldürülmemis, “kaçarken vurulmamis” veya yurtdisina kaçamamis bütün parti liderleri, her renkten solcular, liberaller, muhalifler, Yahudiler, “milli örf ve âdetlere uymayan” insanlar bu kamplara tikildilar.
“Liderler” in çogu, o kamplarda enselerine birer kursun sikilarak veya agir iskencelerle öldürüldü.
Ortalik biraz temizlendikten, “huzur ve düzen” saglandiktan(!) sonra, Naziler 5 Mart 1933’te son bir göstermelik seçim daha yaptilar ve bu son seçimde oylarin 43.9’unu aldilar. Propaganda Bakani Goebbels , günlügüne not düstü o gün: “Sayilarin ne önemi var? Devlette efendiler artik biziz!”
Totaliter bir rejim için mutlak çogunluk gerekmiyordu. Almanya yikildiginda 1945 Mayisi’nda ailesi ile birlikte Amerikan kuvvetlerine teslim olan, rejimin 2 numarali adami Göring, mahkemeye çikarilacagini duyunca büyük tepki gösterdi.
Nürnberg Savas Suçlari Mahkemesi’nde Amerikali bassavcinin “demokrasiyi, insan haklarin çigneme, insanlik disi bir rejim kurma” suçlamalarina bagirarak söyle karsilik verdi: “Biz halka gerçegi söylemistik, sadece iktidara gelene kadar demokratik yollara basvuracagimizi açiklamistik. Halk bizi bilerek seçti, bizi istedi. Bizi yargilayamazsiniz!”
Iste böyle. Fakat bu anlatilanlarin bizim ülkemizle herhangi bir ilgisi, iliskisi olabilir mi ki!..
http://t24.com.tr/haber/hitler-secimle-isbasina-gelmedi,235021
http://www.ceng.metu.edu.tr/~ucoluk/yazin/dorduncureich.html