UÇAK DÜŞÜRMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ * Suriye hava sahası arama radar kontrolörü, Hatay güneyinde sınıra çok yakın alçak irtifa ve düşük süratle uçan cismin sivil ve silahsız bir Türk kadastro uçağı olduğunu tam olarak bilmese de, Suriye’ye bir tehdit oluşturmadığının farkındaydı.

Bahadır Altan – Pilot
bahadiraltan@yahoo.com
28 Kasım 2015 Cumartesi

UÇAK DÜŞÜRMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Ülkemizi uluslararası çatışmaların merkezi haline getirme riski içeren Rus uçağının düşürülmesindeki gerçekleri daha iyi anlayabilmek için 1989 yılında aynı bölgede düşürülen “Türk Kadastro Uçağı” olayını hatırlamakta yarar var. Bu olay ve sonrasında bölgede yaptığımız uçuşları 23 yıl sonra Haziran 2012 de bu kez bir RF-4 keşif uçağımız düşürüldüğünde detaylarıyla yazmıştım. Meraklısı bakabilir: (Uçağımızı Düşüren Suriye Değil)

Suriye hava sahası arama radar kontrolörü, Hatay güneyinde sınıra çok yakın alçak irtifa ve düşük süratle uçan cismin sivil ve silahsız bir Türk kadastro uçağı olduğunu tam olarak bilmese de, Suriye’ye bir tehdit oluşturmadığının farkındaydı. Bu nedenle yerde hazır (scramble nöbeti) bekleyen Mig-21 uçağına “kalk” emri verdikten sonra, pilotla telsiz teması sağladığında, bunun bir “teşhis önlemesi” olacağını, “kesinlikle silah kullanılmayacağını” iletmişti. Suriyeli pilotu hedefe yönlendirirken bunu birkaç kez tekrarlayıp “sakın silah kullanma” diye uyarmış, hedefe kilitlenen sorumsuz fanatik pilot tetiğe basıp “VURDUM” diyerek işlediği cinayeti ilan edince de “Allah belanı versin, sana ateş etme dedim” anlamına gelecek sözlerle onu azarlamıştı.

Burada araya girerek uçağın nasıl düşürüldüğüne ilişkin 1 Kasım 1989 tarihli Milliyet ve Güneş Gazetelerinin olayı nasıl yazdığını aktarmak isterim ;

Suriye jetleri 26 yıl önce Türkiye sınırları içinde tarım ilaçlama uçağımızı vurmuşlar ve ‘İsrail uçağı sandık’ demişlerdi !

Suriye yönetimi, “vur” emrinin kendilerinden gelmediğini, pilotların kendi inisiyatifleriyle saldırıyı gerçekleştirdiklerini belirterek üzüntülerini bildirmiş ve özür dilemişti.
 
1989 yılı Ekim ayının son günlerinde Türkiye, 8. Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ne kilitlenmişti. Devlet zirvesinin yeniden şekilleneceği bu süreçte artan terör eylemleri ve Suriye Devleti’nin PKK lehine olan tutumu da kamuoyunda dikkatle takip edilen konular arasındaydı. İşte böyle bir ortamda, 21 Ekim 1989 günü, siyasetin sıcak gündeminin gölgesinde kalan ve Türkiye ile Suriye arasında bugün yaşanan krize benzeyen bir olay meydana gelmişti.

Suriye jetleri sınırımızdan 20 kilometre içeri girmişti

Türkiye Cumhuriyeti’nin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne ait iki keşif-araştırma uçağı, Adana Havaalanı’ndan orman alanlarının kadastrosunu yapmak üzere havalanmış, Hatay’ın Altınözü ilçesinde ölçüm işlemlerine başlayan uçaklardan biri Akanbar Köyü yakınlarında Suriye’den kalkan iki MİG-21 model jet tarafından ateş altına alınarak düşürülmüştü. Saldırı sırasında uçakta bulunan pilotlar İsmail Faik Ayten, Talat Gencer, mühendisler Yusuf Gören, Fikri Köşker ve teknik eleman Selahattin Çelik’ten oluşan beş kişilik ekip hayatını kaybetmişti.   

Dışişlerinin tepkisi ne olmuştu?

Türkiye toprakları üzerinde yaşanan olaya tanık olan köylüler, tarlada çalıştıkları sırada küçük bir uçağın arkasından gelen iki jet uçağı gördüklerini, bunlardan açılan ateş sonucu alevler içinde kalan küçük uçağın parçalanarak üzerlerine yağdığını söylemişlerdi. Saldırının Suriye jetlerince yapıldığının kesinleşmesi üzerine Dışişleri Bakanlığı olayı şiddetle protesto etmiş ve izlenecek yol haritası konusunda çalışmaya başlamıştı. İlk aşamada Suriye’nin Ankara Büyükelçisi’ne verilen bir nota ile Türkiye’nin olaydan doğacak haklarının saklı olduğu, Suriye’den tazminat ile ayrıntılı açıklama beklendiği bildirilmişti.

 Suriye’den ilk açıklama: “Biz vurmadık”

Türk siyasilerce “vahşet ve ulusal birliğimize” bir saldırı olarak nitelenen bu olay sonrasında Suriye, ilk önce bunun Ermeniler veya PKK tarafından füzelerle gerçekleştirildiği tezini öne sürmüş fakat bu tez, Türkiye tarafından olay yerinde yapılan incelemelerde bulunan Rus yapımı jet mermileri ve Türk radar kayıtlarıyla çürütülmüştü. Ayrıca, iki pervaneli, yalnızca araştırmaya tahsis edilmiş küçük bir uçağın hiçbir uyarı yapılmaksızın Türkiye sınırları ihlal edilerek düşürülmesinin vahametine dikkat çekilmişti.    

Pilotlar vurmuş

Bunun üzerine son derece yumuşak ve alttan alıcı ifadeler kullanmaya başlayan Suriye yönetimi, “vur” emrinin kendilerinden gelmediğini, pilotların kendi inisiyatifleriyle saldırıyı gerçekleştirdiklerini belirterek üzüntülerini bildirmiş ve özür dilemişti. Türk radar kayıtlarında kayda geçirilen Suriyeli pilotların konuşmaları da bu ifadeleri doğrular nitelikte olduğundan Suriye hükümeti sorumluların cezalandırılacağına dair güvence vermiş ve işbirliği teklifinde bulunmuştu.

 Devlet Bakanı Saffet Sert: “Suçlular cezasız kalmayacak. Hükümetimiz ciddi girişimde bulunmuştur, bulunmaya da devam edecektir.”

Düşen uçakta hayatını kaybedenlerin cenaze töreninde konuşan dönemin Devlet Bakanı Saffet Sert’te benzeri yönde bir açıklama yaparak: “Suçlular cezasız kalmayacak. Canice saldırıya uğrayarak hayatını kaybeden kardeşlerimiz tüm Türkiye’yi üzüntüye gark etmişlerdir. Bu konuda hükümetimiz ciddi girişimde bulunmuştur, bulunmaya da devam edecektir.” Demiş, Dışişleri Bakanlığı ise: Suriyeli pilotların peşinin bırakılmayacağını, saldırının kasıtlı olarak yapıldığını süreçle ilgili Şam’ın tavrının dikkatle izlendiğini duyurmuştu.

Suriye: “Bu olayın Türkiye ile ilişkileri bozmaması ve bir daha tekrarlanmaması için azami gayret gösterilecek”

Uçağımızın kendi sınırlarımızın 20 kilometre içinde düşürülmesi, sınırlı bir hava ihlali değil, iki ülke arasındaki ilişkileri derinden sarsacak bir hareket olduğundan, Suriye, olayı araştırmak üzere bir komisyon kurulduğunu ve bu tür olayların ileride tekrarlanmaması için gerekli tedbirlerin alınacağını bildirmiş: “Bu olayın Türkiye ile ilişkileri bozmaması ve bir daha tekrarlanmaması için azami gayret gösterilecek” demişti.

Suriyeli pilotlar: “İsrail uçağı sandık”

Bundan sonraki süreçte Suriye ile Türkiye arasında tazminat talebi gündeme gelmiş, Türk Dışişleri Bakanlığı da gerekli adımı atarak ödenmesi gereken tazminat miktarını tespit etmek için ilgili birimlerinde çalışma başlatmıştı. 15-20 milyon dolar olarak belirlenen tazminat miktarı Şam’a bildirilmiş, tazminat talebini reddetmeyen Şam yönetimi ise soruşturma sonucunun beklenmesini istemişti. Fakat aradan iki ay geçtiği halde yürütülen soruşturma sürüncemede kalmış, gözaltında bulunan Suriyeli pilotların Türk uçağını İsrail uçağı sanarak düşürdüklerini söylemeleri ortamın tekrar gerilmesine sebep olmuştu.

Tazminat meselesi

Türkiye ise ikinci bir nota ile durumu protesto ederek tazminat talebini yinelemiş, “Suriye’nin oyalama taktiği karşısında Türk hükümetinin meselenin peşini bırakmayacağını” iletmişti. Tazminat talebinin reddi halinde konuyu uluslararası platforma taşıyacağını da deklare eden Türkiye’nin bu tehditlerine rağmen tazminat miktarını yüksek bulan Suriye, görüşmelerde pürüzler çıkartmış ve tazminat protokolünde “sorumluluğun taraflarca paylaşılması gerektiğine” yer verilmesini isteyerek görüşmeleri tartışmalarla uzatmıştı.

Suriye hatasını kabul ederek 3 milyon 430 bin dolarlık tazminat ödemişti

Nihayet, 18 Ekim 1990’da, ilk önce Türk uçağının hava sahasını ihlal ettiğini, sonra Türk uçağının İsrail uçağı sanılarak vurulduğunu iddia eden Suriye, sorumluluğu üstlenerek, toplamda 3 milyon 430 bin dolarlık tazminat ödemeyi imzalanan protokolle kabul etmişti. İmzalanan protokole göre Suriye, uçak için 1 milyon 238 bin dolar, Tapu ve Kadastro İdaresine 192 bin dolar ve yakınlarını kaybeden ailelere de toplam 2 milyon dolar ödemişti.

Cemil Esad’a karşılama: “Yaşasın Suriye, zafer Apo’nundur”

Bu olay o dönemde uzun süre gündemde kalmış, Türkiye tarafından kendisine yönelik bir “saldırı” olarak görüldüyse de “savaş sebebi” sayılmayarak diplomatik girişimler ve tazminat ödenmesi ile yetinilmişti. Fakat Suriye ve özellikle Esad ailesinin PKK terör örgütüne olan desteği olay öncesi ve sonrasında dahi açıkça görülmüş, Federal Almanya’nın Düsseldorf Mahkemesi’nde başlayan PKK davası duruşmasına, saldırıdan 10 gün sonra, PKK Avrupa temsilcisi Salman Aslan ile birlikte giren Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın kardeşi “Cemil Esad”, 19 sanık ve salondaki PKK’lılar tarafından “Yaşasın Suriye, zafer Apo’nundur” sloganları ile karşılanmıştı. *2* (Naci Kaptan)

Yine ana yazımıza dönelim ;

Bu bilgiler radar mevzilerinde bulunan dinleme istasyonlarınca (GES: Genelkurmay Elektronik Sistemleri) kaydedilmiş ve sonradan değerlendirilmişti.Düşürülen uçağımızın pilotu, uçuş okulundan öğretmenimiz rahmetli Faik Aytan, önlemeye gelen Suriye uçağını ve attığı füzeyi görmeden şehit olmuştu. Öfkeliydik, aylarca hava-hava füzeleri yüklü olarak Suriye sınırında, hatta zaman zaman tahrik edecek kadar yakınlaşarak devriye uçuşları yapıp Suriye Mig’lerini kalkışa zorladık. Gelselerdi düşürmeye kararlıydık. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın, adına “ONUR HAREKATI” dediği bu uçuşlar, bir çatışma yaşanmadan, duyduğumuz kadarıyla Özal’ın talimatıyla durduruldu.

Eldeki bilgiler ışığında Rus SU-24’ün düşürülmesinde ise pilot-radar kontrolörü arasında kodlu veya açık telsiz konuşmalarında yukarıdakinin tersi bir diyalog yaşandığını söylemek yanlış olmaz.Somut verileri şöyle sıralayabiliriz:

1- Düşürülen uçağın kime ait olduğu biliniyordu, aksi halde bir ABD uçağı da vurulabilirdi. Aynı şekilde SU-24 bombardıman uçağının hava sahamız içindeki F-16’larımıza tehdit oluşturacak hava-hava füzesi vb. silahlara sahip olmadığı da biliniyordu. Çünkü pilotların isimlerine kadar tespit edebilen GES dinleme istasyonları her ne kadar artık MİT’e bağlı olsalar da hala radar istasyonlarının hemen yanında ve askeri personelin çalıştığı, bilgilerin anında iletildiği birliklerdir.

2- SU-24 uçağı havadan yere atılan bombalar taşıdığı ve hedeflerinin de sınırımıza çok yakın bulunan Esad muhalifi cihatçı gruplar olduğu biliniyordu. Türkiye sınırları içinde bir hedefe yönlenmeleri, yani kara sınırlarımız içinde de ülkemize bir tehdit oluşturmaları söz konusu değildi.

3- Silah kullanılması pilotların inisiyatifiyle değil, siyasi iradenin kararıydı. Çünkü F-16 pilotlarının ne uçakların milliyetini ne de sınır ihlali yapıp yapmadıklarını belirleme olanakları yoktu. Pilotların, yukarıdaki örnekte olduğu gibi radarın verdiği talimatlara göre hareket etmeleri söz konusuydu.

4- İhlal yapan uçağın uyarılması ancak evrensel SOS kanalı diyebileceğimiz “Guard 243.0) kanalından yapılabilirdi ve bu kanalı Rus pilotlarının dinleyip İngilizce veya Türkçe mesajları anlama olasılıkları çok zayıftı.

5- Angajman kuralları denen ve ihlal yapan uçağa önleme uçağının yaklaşıp kendi gövdesiyle işaret vererek uyarması ise burada söz konusu olmamıştır. Bu işaretleşme ve uyarı, önlemeyi takiben bir F-16 silah kullanmaya hazır şekilde arkada beklerken diğerinin, ihlali yapan uçak inişe zorlanacaksa solundan; bölgeden uzaklaştırılacaksa sağından kanat sallayarak öne geçmesi şeklinde yapılıyor.

6- Siyasi otoritelerin olayın hemen ardından yaptığı açıklamalar, Rus uçağının sınır ihlali yapmasından çok “Türkmenleri bombaladığından” rahatsızlık duyulduğu ve bu nedenle hedef alındığını göstermekte ve yukarıdaki 5 maddeyi doğrulamaktadır.

Biraz daha detaylarla açıklamaya çalışalım. Av-bombardıman uçağı Su-24, bölgede bombardıman rolünde kullanılmakta olduğu için gövde ve kanat altında hava-hava füzeleri değil, havadan yere bomba yüklü olarak kalkış yapıyordu (Bunun bilinmemesi istihbarat açısından mümkün değildir.) Yani Türkiye ve F-16’lar için yukarıda söz ettiğimiz kadastro uçağı kadar “tehdit” oluşturuyordu. Aksi halde F-16’lara karşı, Mig-29 vb. av uçakları bölgede olurdu ve eminim F-16 pilotlarımız bundan sonra daha çok bu hava savunma uçaklarıyla karşı karşıya getirilecekler.

Önleme amaçlı (CAP) devriye görevi yapan F-16’lar havada hipodrum paterni denilen elipsoid bir patern çizerler. Havada durmak mümkün olmadığından en az birinin hedefleri kendi radarından görecek yönde olacak şekilde bu patern kurulur. Radar, hedef tarifi yaptığında bu paterni terk edip hedefe yönelirler. F-16 pilotları için artık hedef uçak, sadece radarlarında gördükleri bir ekodan (izden) ibarettir. Bu izin sınırın içinde veya dışında olduğunu anlama olanakları yoktur. Zamanlama açısından da pilotların elinde bir olanak yoktur. Yani hedef Su-24’ün, 17 saniye sürdüğü açıklanan ihlal sırasında vurulması, ısı güdümlü füzenin ateşlenmesi, hedefe ulaşması için geçecek süre de düşünüldüğünde neredeyse olanaksızdır.

Ege denizi üzerinde yıllardır, hem de hava savunma füzeleri yüklü olarak defalarca it dalaşı denilen hava muharebesine girildi. Gerek bizim gerek Yunan uçaklarının bilinçli veya bilinçsiz yüzlerce hava sahası ihlali oldu, hiç birinde silah kullanılmadı. Hatta bunlardan birinde Yunanlı pilot tetiğe basıp bir F-16’ımızı düşürüp pilotunu şehit ettiği halde o zamanki dış politika gereği örtbas edildi.

Özetle; ihlal bahane, savunmasız hedef şahanedir! Ve bu hedef askeri olmaktan çok siyasi bir hedeftir. Bölgede yer alan Türkiye’den destekli silahlı unsurların paraşütle atlayan pilotlara havada ateş etmeleri de bunu ispatlamaktadır. Uçak büyük bir olasılıkla Türkiye hava sahasında değil ihlal öncesi veya sonrasında vurulmuştur. Aksi halde paraşütle atlayanların Türk F-16 pilotları olma ihtimaline karşı en azından yere ininceye kadar beklemeleri mantıklıdır. Ama böyle olmamış, sanki önceden Türkiye tarafından Rus uçaklarına müdahale edileceği bildirilmiş gibi harekete geçmişlerdir. Bölgede hazır bekleyen canlı yayın araçları da, daha önce Kobani’ye Türkiye’den geçilerek yapılan IŞİD saldırılarında patlama anını “yakalayan gazetecilerin” olması gibi ilginçtir!

Kuşkusuz olayın nedenleri ve getireceği sonuçların yorumlanması askeri olmaktan çok siyasidir ve devletler arası ilişkiler açısından didik didik edilecektir. Bu konuda da iktidarın iç politikaya vermeye başladığı mesajlar gösteriyor ki, 1 Kasım seçimleri öncesi başlatılan savaş gibi, halk oylamasına gideceği anlaşılan anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi sürecinde, bu olayın etinden sütünden, derisinden sonuna kadar yararlanılacaktır. Daha önce IŞİD tarafından Türkmen köyleri katledilip kadınlara tecavüz edilirken sessiz kalan siyasal iktidar şimdi adeta bir dış politika batağında çırpındıkça batıyor. Ve ne yazık ki onları ilgilendiren esas konu, uluslararası arenada ülkemizin düştüğü durum ve ulusça ödenecek bedellerden çok, bu milliyetçi-mezhepçi-fanatik taraftar kitlesinin yönlendirilmesi ve kullanılması olduğu anlaşılıyor.
Emniyetli, füzesiz uçuşlar…

*1* http://www.airkule.com/yazar/UCAK-DUSURMENIN-DAYANILMAZ-HAFIFLIGI/1085 

*2* TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Haber Bülteni Ankara, 1993.

This entry was posted in Gundem, TSK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *