Sözcü
Saygı Öztürk
Aralık 1, 2015
Suçlama şu: Askeri casusluk!
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün tutuklanması, ülkemizde gazeteciliğin ne zorlu hale geldiğinin de kanıtıdır. Bundan önce Gültekin Avcı yazdıklarından, Nokta Dergisinin sahibi Cevheri Güven de yayınlanmamış yazılar nedeniyle tutuklandı. Bakıyorsunuz suçlamalar ya “casusluk” ya da “hükümete karşı darbe” oluyor. Peki Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin polislerin gözleri önünde öldürülmesine ne deniliyor?
Gazetecinin yazdıkları hatta yazmadıkları bile “casusluk”, “darbe” diye değerlendirilirse “özgür basından” nasıl söz edeceksiniz? Açıkçası o suçlamalarla, gazetecileri yan yana getirdiğiniz zaman ürküyorsunuz… “Yazmayın, konuşmayın” sözlerini sıkça duyuyorsunuz.
ASIL CASUSLUK UNUTULDU
“Balyoz”, “Ergenekon” gibi davalarda, devletin bütün sırları mahkemelere döküldü. Yunanistan’a karşı savaş planlarımız mahkeme salonlarında taşındı. O belgelerin birer örneği de Yunanistan Genelkurmay Başkanının masasına kadar gitmiştir.
Ya “kozmik oda komedisi”ne ne buyrulur? Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a “suikast yapılacakmış” iddiasıyla bu ülkenin gizli olması gereken “kozmik oda bilgileri” dışarıya çıkarılmadı mı? Sonra bu belgeler elden ele dolaşmadı mı? Sonunda “takipsizlik” verilmedi mi? Tüm bunlar görmezden gelinecek, yıllardır bu ülkede gazetecilik yapan Can Dündar ve Erdem Gül şu suçlamayla tutuklanacak:
“Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme, terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etmek.”
ONUN HESABI KİMDEN SORULACAKTI?
Gazeteciler, yazdıklarından dolayı casuslukla, terör örgütüne yardımla suçlanıyor. Aslında ülkemizde değişen bir şey yok. “Ergenekon”da, “Balyoz”da, Poyrazköy’de de insanlar benzer suçlamalarla karşılaştı. Aradan yıllar geçtikten sonra “Cemaat size kumpas kurmuş” denildi ve kendilerince o dosyalar kapatıldı. O dosyalar kapatılsa bile insanların yüreklerinde hep açık kalacaktır. Onları “yaşayan ölü” haline getirenlerden hesap sorulmadığı, kumpasçılar ve onun destekçileri tam olarak ortaya çıkarılmadan o dosyalar asla kapanmayacaktır.
Jandarmaya içinde silah ve patlayıcı bulunduğu öne sürülen TIR’larla ilgili ihbar ulaşınca görevliler sessiz mi kalmalıydı? Cumhuriyet Savcısı hiçbir araştırma-soruşturma yapmadan TIR’ların geçişine izin mi vermeliydi? İhbarda, patlayıcı olduğu öne sürülen TIR’lar bir ilçemize getirilip patlatılsaydı bunun altında hiçbir işlem yapmayan jandarma, savcı nasıl kalkacaktı?
TIRLARA EL KONULMADI
Suriye’de Bayır Bucak Türkmenlerine dönük saldırılar devam ederken, Cumhurbaşkanı ve başbakan, “MİT TIR’ları durdurulmayıp zamanında Bayır Bucak Türkmenlerine ulaştırılmış olsaydı bugün benzer olayların yaşanmayacağı” anlamına gelen açıklama yaptılar. Bu konuda da biraz insaflı davranılmalı.
Çünkü, durdurulan o TIR’larla ilgili durum aydınlığa kavuştu ve 5-6 saat sonra ilgililere teslim edildi. Yani TIR’lara el konulması, içindekilerin bir depoya boşaltılması gibi olaylar yaşanmadı. Yine hatırlayalım, Genelkurmay Başkanlığı’na ait patlayıcı yüklü kamyon, polis tarafından bir ihbar üzerine durdurulup Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün bahçesine çekilmedi mi? O TIR’lar konusunda duyarlılık gösterenlerin, benzer duyarlığı askerler için de göstermesi gerekirdi. Oysa, iktidar partisini yetkilileri durumdan son derece memnun gözüküyorlardı ki “siz ne yapıyorsunuz” deme gereğini bile duymadılar.
Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki 2014/161 Esas sayılı dosyayla açılan davada, savcılık iddiası yardımların Bayır Bucak Türkmenlerine gittiğidir. Oysa İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2014/41637 Hazırlık sayılı dosyasından yapılan soruşturmada, iddia konusu TIR’lardaki malzemelerin Suriye’nin Halep kentindeki Türkmenlere gittiği ileri sürülerek soruşturma yapılıyor. Askerlerin tutuklanması ve tutukluluğun devamına karar veren hakimlerin gerekçelerinde de yine Halep’deki Türkmenlere yardımların gönderildiğine yer veriliyor.O zaman şuna bakmak gerekiyor: Yardımların gittiği dönemde Halep kimlerin kontrolü altındaydı, o yardımların fiilen ulaşma durumu var mıydı?
Bayır Bucak Türkmenlerinin bir yetkilisine dayandırılarak Sabah gazetesinde yayımlanan haberde, “Durdurulan 3 adet TIR’ın kendilerine ulaştırılmadığından dolayı 200’e yakın köyün düştüğü” belirtildi. O zaman dönemin Adana Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık’ın HSYK müfettişine yaptığı savunmayı okuyalım:
TIRLAR YOLA DEVAM ETTİ
“TIR’ların durdurulması ve delil toplanmaya çalışılması aşamasında bu TIR’ların MİT’e ait olduğu ve görevleri kapsamında sevk edildiklerine dair yazılı belge ibrazı üzerine, Cumhuriyet savcısı tarafından arama işlemine derhal son verilerek TIR’ların yola devamına izin verilmiştir.”
Bu gecikme Suriye’de kıyamet kopartmadı ama ülkemizde savcıların, jandarma komutanlarının ve son olarak da gazetecilerin tutuklanmalarına neden oldu. Hem de hepsi “casusluk”, “darbe” diyerek… Ben meslektaşlarımı bilirim; onların gazetecilikten başka bir amacı olamaz. Casusluk nere, meslektaşlarım nere?
http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/saygi-ozturk/suclama-su-askeri-casusluk-998737/