BALYOZ KUMPASININ DÜĞÜMÜ GÜN BE GÜN ÇÖZÜLÜYOR *** ERGENEKON VE BALYOZ’UN KUMPASÇISI TARAF * BARANSU VE ALTAN * GAZETECİLİKTEN DE MEN EDİLMELİDİRLER *** Hepinizin eline kan bulaştı …

cumhuriyet / İstanbul Haber Servisi
04 Mart 2015 Çarşamba

Dani Rodrik: ‘Cezası hapis değil, gazetecilikten men’

Eski 1. Ordu Komutanı, emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın damadı Dani Rodrik’ten Baransu değerlendirmesi: ‘Cezası hapis değil, gazetecilikten men’

Eski 1. Ordu Komutanı, emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın damadı Dani Rodrik, Baransu’nun tutuklanmasıyla ilgili Twitter’da şu değerlendirmeleri yaptı: “Gerçek suç işleyenler, sahteliği bariz darbe belgeleri üzerinden kovuşturma, soruşturma ve yargılama yapanlardır. Baransu’nun tutuklanması kanımca hem hukuken hem siyaseten yanlıştır.

Siyaseten yanlıştır çünkü ondan bir basın kahramanı çıkarmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Hukuken yanlıştır çünkü casusluk denilen belgeleri kendisinin askerden sızdırdığına dair bir kanıt yoktur. Baransu’nun hak ettiği hapis değil, diger Taraf yazarlarıyla birlikte, gazetecilikten aforoz edilmektir. Baransu’ya inandırıcılık katan Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’dı. Onların bu sahte davalardaki rolü belki Baransu’dan fazlaydı.”

Hakan Dirik/ Cumhuriyet
04 Mart 2015 Çarşamba

Ahmet Altan’a tepki yağdı

Ahmet Altan’ın Mehmet Baransu’nun tutuklanması nedeniyle yazdığı yazıya Balyoz davası sanık ve avukatlarından tepki geldi.

Balyoz davasına dayanak oluşturan CD’lerin sahteliğini kanıtlayan avukat Hüseyin Ersöz; dava kapsamındaki dokümanları yayımlayan Taraf gazetesinin o dönemki Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’ın “Meydan okumasına”, “Altan’ın davayı takip etmemesinden kaynaklı bilgi eksikliği olduğu açıktır. Artık sahteliği gün yüzüne çıkmış belgeleri savunmak mümkün değildir” yanıtını verdi.

Balyoz davasına dayanak oluşturan dokümanları bavulla teslim eden Mehmet Baransu’nun tutuklanmasının ardından Ahmet Altan’ın gazetemizde yayımlanan yazısında öne sürdüğü argümanların somut gerçeklerden uzak olduğunu kaydeden Ersöz, Altan’ın, Balyoz sanıklarının neyle suçlandığını bilmeksizin açıklama yaptığını belirterek şunları söyledi:

“Ahmet Altan’ın iddia ettiğinin aksine, seminer ve seminerde konuşulanlar, Balyoz davasının konusunu oluşturmamaktadır. Dayanak olan dokümanların, sahteliği kanıtlanmıştır. Gizli olan belgeler, 3 sahte CD dışındaki 16 CD’nin içerisinde kayıtlı bulunanlar- la Baransu’ya bavul içinde teslim edilen imzalı belgelerdir. Bunlar, iddianamede suçlamalara konu değil…

Sorgulanması gereken, Baransu’nun 1. Ordu Karargâhı’ndan bu belgelerin çıkarılmasında ne rol üstlendiğidir… Balyoz Harekât Planı’nın sahteliği ispatlanmışken semineri planla ilişkilendirmeye çalışmak, objektiflik sorunu olabilir. Altan’ın feveranı, yaptığı haberler nedeniyle kamuoyu desteğini arkasına almak istemesinin bir çabası.”

cumhuriyet.com.tr
04 Mart 2015 Çarşamba

Ahmet Altan’ın iddiaları çürütüldü

Balyoz davasında yargılanan emekli Tümamiral Dr. Deniz Kutluk, Ahmet Altan’ın “Telaşa düştüğünü” öne sürdü ve avukatı Hüseyin Ersöz’ün açıklamasını gönderdi.

Gazeteci Mehmet Baransu’nun tutuklanması üzerine, Ahmet Altan’ın yazdığı “Ben buradayım, benimle konuşun” yazısına tepkiler sürüyor. Dün de Balyoz davasında yargılanan emekli Tümamiral Dr. Deniz Kutluk, Ahmet Altan’ın “Telaşa düştüğünü” öne sürdü ve avukatı Hüseyin Ersöz’ün alttaki açıklamasını gönderdi. Avukat Hüseyin Ersöz’ün açıklaması şöyle:

BALYOZ DOKÜMANI GİZLİ BELGE Mİ?

Ahmet Altan, “Balyoz Planları devletin gizli kalması gereken bilgisi mi?” diye sormuş.
Sorunun mantığı “Darbe planı nasıl gizli olur?”
Cevabı basit: Hayır gizli değil.
Çünkü “sahte bir doküman” gizli olmaz.

Mehmet Baransu’nun suçlandığı “gizli belgelerin”, Balyoz Davası ile bir ilgisi yok.
Balyoz dokümanlarının hepsi imzasız, sahte dijital dokümanlar iken “gizli belgeler” imzalı ve gerçek. Bunlardan en önemlisi “Egemen Harekât Planı.” Bu “plan” Yunanistan’la karşılıklı yaşanacak bir askeri hareketlilik durumunda ordunun harekât tarzını konu alıyor.

Ancak bu bilgilerin Yunanistan Genelkurmayı’nın eline geçtiği ve kendi planlarını bu bilgiler ışığında güncelledikleri basına yansımış bir konu. Şimdi biz soralım Ahmet Altan’a: “Gerçek belgeleri gördünüz mü? Okudunuz mu? Savcılığa teslim ettiniz mi? Bu bilgiler nasıl açık kaynaklarda dahi tartışılır duruma geldi?”

SAHTE BELGE DONANMA MERKEZİ’NDE NE ARIYORDU?

Ahmet Altan sormuş biz de cevaplandıralım.

Donanma Komutanlığı İstihbarat Şubesi’nde yapılan aramada Balyoz dokümanları çıkmış.
Madem belgeler sahteymiş neden Genelkurmay Başkanlığı açıklama yapmamış.
Bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir yorum daha…

Açıklayalım:

Sahte Balyoz Dokümanları, Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün zeminindeki bir harddiskte kayıtlı olarak bulundu.

Kısacası yine imzasızdı.

Askeri bilirkişiler, TÜBİTAK uzmanları ve son olarak İTÜ öğretim üyeleri, bu (içeriğinde darbe iddialarının serpiştirildiği) dokümanların hepsinin, bulunmuş olan harddisk normal kullanımından kalktıktan sonra (hurda işlemi görmekteyken) başka bir bilgisayardan yüklendiği tespitini yaptı.

Bu konuda Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma var. Genelkurmay Başkanlığı’nın da Balyoz, Oraj ve Suga’nın “askeri evrak olmadığı” yönünde açıklamaları da mevcut.

Şimdi biz soralım Ahmet Altan’a: “Askeri savcılığın soruşturmasından haberiniz var mı? Genelkurmay açıklamalarını duymadınız mı? Askeri bilirkişiler, TÜBİTAK uzmanları ve İTÜ öğretim üyelerinin bilirkişi raporlarını okumadınız mı?”

ENGİN ALAN’IN SEMİNERDEKİ KONUŞMASINI NE YAPACAĞIZ?

Ahmet Altan, 1. Ordu Komutanlığı seminerinde yapılan bir konuşmayı gündeme getirmiş ve darbe planının kanıtı saymış. Öncelikle düzeltelim o konuşma Engin Alan’ın değil, başka birinin. Üç güne yayılan seminerde tartışılan ana konu dış tehdit.

Ancak senaryoda, dış tehditle mücadele ederken cephe gerisinde yaşanan bir “ayaklanma” kısacası “iç tehdit” de konuşuluyor. Kullanılan ifadeleri eleştirebilirsiniz. Bu eleştirilerinize ben de katılırım ama bunu dokümanların sahteliğinin karşısına koyacağınız bir argüman olarak lanse edemezseniz.

Ederseniz, sahte dokümanları gerçek olarak kabul ediyorsunuz demektir ki bu da akla ve bilime ters düşmek pahasına bilinç altınızdaki askerlere olan önyargının kâğıda dökülmesi sonucu olarak yorumlanır.

Şimdi biz soralım Ahmet Altan’a: “Açıklamanızda değindiğiniz konuşmayı Engin Alan’ın yapmadığını bilmiyor musunuz?

Onlarca bilimsel mütalaa ve bilirkişi raporuna karşın Balyoz Harekât Planı’nın gerçek olduğunu mu düşünüyorsunuz?”

SORUŞTURMA SÜRÜYOR

Savcılığın sahte belgelere ilişkin soruşturmasını sürdürdüğü anlaşılıyor. Mehmet Baransu’ya “sahte belgeleri kimden aldığı” konusundaki soru da bunu gösteriyor. Ahmet Altan’ın cevaplandırması gereken asıl sorular şunlar: Yüzlerce kişinin tutuklanması sonucunu doğuran, gerçek gizli belgelerinin etrafa saçıldığı bir faaliyet gazetecilikle açıklanabilir mi?

Sahtecilikler mahkeme tarafından yapılan incelemelerle ortaya konulmuşken “kaynağımı açıklayamam” gerekçesinin arkasına saklanabilinir mi?

Eğer sahte belgeleri teslim eden “şahsın ismi açıklanmıyorsa” bu, suçluyu kayırmak değil midir?

Bu dakikadan itibaren gazeteci – haber kaynağı ilişkisi kalmış mıdır?

Ahmet Altan bu soruşturma kapsamında savcı tarafından dinlenir ya da dinlenmez, bu beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren bir gazetecinin doğruluğunu araştırmadan ve teyit etmeden sahte dokümanları gerçek kabul edip yayınlaması.Bunun da ötesinde, her sahtecilik tespitine bir kılıf bulma telaşına düşmesi. Bunun adı gazetecilikse eğer basın etik ilkelerini tamamen kaldıralım olsun bitsin.

GAZETECİLİĞİ YENİDEN Mİ TANIMLAYACAĞIZ?

Gazetecinin herkesten bilgi ve belge alması kadar doğal bir şey olmaz. Haber kaynağının kim olduğu önemli değildir. Bazen bir kamu görevlisi, bazen de yasadışı örgüt üyesi olabilir bu kişi. Haberde asıl olan, bilginin doğrulanabilirliği ve kamu yararıdır. Bu yüzden basın özgürlüğü, kaynağını açıklamama hakkını da kapsar. Ancak, haber kaynağı, başka kişilerin telafisi mümkün olmayacak şekilde mağduriyetine neden olmuşsa artık kamu yararından bahsetmek mümkün değildir.

Bireylerin uğradığı zarar, kamu yararının önüne geçmiştir. Balyoz davasında yaşanan tam olarak budur. Artık, basın özgürlüğünün sağladığı güvencelerden yararlanmanız mümkün olmaz. Gazetecinin işi suçluyu kayırmak değildir. Hukuk devletlerinde hiç kimseye böyle bir güvence tanınmaz, tanınamaz.

TELAŞA DÜŞTÜ

Balyoz davası sanıklarından Emekli Tümamiral Dr. A. Deniz Kutluk ise şöyle dedi: “Bu açıklama Balyoz davasını ‘habercilik’ adı altında önce basında kamuoyunun olayları yanlış algılamasının bir aracı yapan ‘gazetecilik’ yönetiminin şimdi silah olarak kullanmaya kalktıkları ‘hukuk mekanizmasının’ kendilerini sorgulamaya başladıklarında içlerine düştükleri telaş olarak anlaşılması gerekmektedir. Bu dava yeniden ve usulünce görülüyor. Ceza yargılaması hukuku kapsamında da tamamlanacaktır.

Ancak bu davayı basın özgürlüklerini kullanarak yaratmış olanların maddi gerçekler ortaya çıktıkça ona tahammül edemedikleri ve kendi sabit fikirlerini, adeta davanın hem ihbarcısı, hem sorgulayanı, hem de kovuşturanı olarak görüp kendi önyargılarını basın yoluyla pazarlamaya devam ettikleri izlenmektedir. Cumhuriyet gazetesi saygın geçmişi, duyarlı ve düşünen okuyucuları adına bu işleme alet olmamalıdır. Bu dava ile ilgili son dört yılda yazılmış 53 kitap Ahmet Bey’in yanıltıcı beyanlarına yukarıda özetle Sayın Ersöz tarafından yanıtlanandan çok daha ayrıntısını ortaya koymuştur. Bilgi edinmeden fikir edinmiş olanların aydınlatılmasında onların yararlı olacağını belirtmekle yetinmek isterim.”

Ahmet Şık/Cumhuriyet
04 Mart 2015 Çarşamba

Ahmet Şık’tan, Altan’a yanıt: Hepinizin eline kan bulaştı

Ahmet Şık, meydan okuyan Ahmet Altan’a, “Kibrinden aklı körelmiş” diyerek yanıt verdi: Devr-i Saadet medyasının günahları.

Zor, her açıdan zor bir yazı olacak. Neresinden tutmaya kalksan elinde kalacak bir konu hakkında kalem oynatmaya çalışmak güç. Bir yanında bir kaç yıla yayılan özgürlüklerin çalınması ve bu sırada yitirilen canlar var. Bu mağduriyetlere yol açan kumpasın kamusal alana taşınması ve meşruiyetini sağlama rolü üstlenmiş bir gazete ve çalışanları var. Diğer yanında “medya çalışanı” birinin tutuklanması var. İddia edilen o ki söz konusu kumpasta yer almakla suçlanıyor. Ne gariptir ki o kumpasta kullanılan ve sahteliği kanıtlanmış belgelerden değil de gerçek olanlarından tutuklanıyor. Ve bir de her sözcüğüne kibir sinmiş bir yazıyla güya meydan okuyan ve gazetecilik yaptığı iddiasında direten bir “kullanışlı aptala” bu gazetenin, Cumhuriyet’in sütunlarını açması meselesi var.

Devr-i Saadet bitince

Durumu en kötü olandan Mehmet Baransu’dan başlayalım. Basın özgürlüğünün ihlaliyle anılan bu tutuklama bir savaşın doğal sonucu. Geçmişin kirine ortak iki suç odağının iktidar savaşında kayıplar verileceği kesindi. Öyle de oldu. Oluyor. Lakin Baransu bir medya çalışanı olunca iş çetrefilleşti. İmzasını attığı haberler ya da hedef aldıklarını tutuklatmakla tehdit ettikleri yazıların hangilerinin ya da ne kadarının mesleki faaliyet kapsamında değerlendirileceğinin hesabını yapmak benim işim değil. Ama Devr-i Saadet döneminin haysiyet cellâtlarından biri olmasına dair söyleyecek çok şey var. Şimdilik bunu da bir kenara not etmekle yetinelim. Zira tutuklu birinin ardından, hele de nasıl kirli olduğuna dair yazı yazmak da benim işim değil. Baransu’yu bir kumpasa ortak olmakla suçlayıp, o komplolarda kullanılan belgelerin sahte olanından değil de gerçek olanlarından tutuklamak hukukun değil geride kalanlara yönelik bir gözdağının kanıtı. Baransu’ya yöneltilen sorular ve yanıtlarına bakıldığında yöneltilen suçlamanın bir kumpasa ortak olmaktan ziyade belge yayımlamaktan ibaret bir mesleki faaliyet olduğu sırıtıyor. Örgüt üyeliği ya da evrakta sahtecilikten değil gizli belgeleri temin etmek ve yayımlamakla suçlanan Baransu’nun yaşadığı despot iktidarın hoşuna gitmeyen haber yapacak her gazetecinin başına geleceklerinin habercisidir. Ama söz konusu kişi gibi kirli bir dönemin en büyük nefret öznelerinden biri olmasında çoğu kişinin haklı nedenleri olduğu Baransu olunca bu gerçek göz ardı ediliyor. Baransu dilerim kısa zamanda özgürlüğüne kavuşur. Ortada suç varsa elbette yargının konusu olmalı ama gazetecilerin mesleki faaliyet olarak değerlendirilen çalışmalarından ötürü tutuklanmasını savunacak değilim. Bu bir prensip. Karşımızdakinin kim olduğuna göre eğip bükebileceğimiz cinsten de değil.

Kulanışlı aptallık ve günah çıkarma

Fazla uzatmadan başta belirttiğim ve kimilerinin hakaret kastıyla söylendiği yorumunu yapmakta gecikmeyeceği “kullanışlı aptal” tanımına ve muhatabı Ahmet Altan’a geçmekte fayda var. Bu niteleme, Fransız gazeteci Ariane Bonzon’un Türkiyeli liberallerin sefaletini anlattığı bir yazısında geçiyordu. Bonzon, referansını dinden alan bir siyasi parti ve dini bir cemaatin gayrı resmi koalisyon ortaklığıyla memlekete demokrasi getireceği illüzyonuna inanmakla kalmayıp bu yalana kamusal meşruiyet sağlama görevini üstlenmekten hala pişman olmadıkları için “kullanışlı aptal” dediği liberalleri ele almıştı yazısında. Kirli bir dönemin suç ortakları olan Gülen Cemaati ile AKP hükümetinin koalisyonunun sona ereceği ortaya çıkınca Taraf gazetesinde üstlendiği tetikçilik rolünü iktidar medyasında sürdüren Yıldıray Oğur’un hoşuna giden bu tanım kendince günahlarından arınmasına da vesile oldu. Oğur, “Cemaat beni kandırdı, kullanışlı aptalmışım” dediği bir yazı kaleme aldı ve kendince geçmişinin günahlarından arındı. Cemaat medyasındaki tetikçilerin helallik isteyerek sırtından atmaya çalıştığı yükten, “Yeni Türkiye”nin, sırtını güce yaslayan dindarları da bu şekilde günah çıkararak kurtuluyordu. Bu yazının konusu Taraf’ta, “medya-polis iş birliğinin nadide örneklerini sergilediğini” söyleyen bir “medya çalışanı” olan Oğur değil. Hakkındaki eleştirel her yazıyı kullanışlı hale getirerek kendine mağduriyet yaratmayı becermekte mahir Oğur, bu yazıda haddinden fazla yer kaplamasına da gerek yok.

Altan, adının ağırlığından faydalanılan isim

Ahmet Altan, alengirli haberlerin ardındaki kaynağın Cemaat olduğundan kimsenin kuşkusu olmadığı Taraf’ın o dönemki çalışanları içinde kullanışlı aptal tanımına en uygun isimdi. Bir projeyle çıkılan yoldaki operasyon gazetesi olan Taraf’ın hitap ettiği kamusal alanı etkilemek için Ahmet Altan, o dönem için kıymeti olan adının ağırlığından faydalanılan bir isim oldu. Yanılıyor olabilirim elbette ama kanımca Altan’ın kullanışlılığı buradan geliyor. Aptallığı ise “devrimci bir gazetecilik” yaptığını sanmasından, Türkiye’de askeri vesayete son veren isim olarak anılacağını düşünmekten. Hakkını yemek istemem Türkiye’de ordunun olması gereken yere siyasetin dışına çekilmesinde iş arkadaşları, “haber kaynakları”, Cemaat’in çetesine mensup polis ve yargı mensupları ve siyasal destekçileri AKP hükümetiyle birlikte büyük payları var. Altan ve ekibi doğruluğunu araştırmadıkları iddiaları, gerçekliğini kontrol ettirmedikleri belgelerde yazanları gazetenin sayfalarına pike ederek yaptıkları haberlerle bir darbe döneminin siyasal davalarında önemli bir kilometre taşı oldular. O iddialar, üretilmiş belgeler ve haberlerle vesayete son vermedi ama sahibini değiştirdi. Siyaseti ve toplumu anti demokratik yöntemlerle şekillendirmeye çalışan silahlı bürokrasinin demokrasi üzerindeki baskısını benzer anti demokratik yöntemlere yok etmeye kalkışınca üniformalı despotların yerini kravatlılar aldı o kadar. İktidar perçinlenince de soygunlar hız kazandı, talan ve yağmayla birlikte zulüm daha da arttı.

Yapılanın adı iyi gazetecilik değil

Yenilir yutulur anti demokratik yöntemler değildi bahsedilenler. Hukukun paspas edildiği darbe dönemlerini aratmayan ama “darbecilikle mücadele” diye sunulan, mağdur edilenlerin arasında masumların çokça yer kapladığı, gerçek suçluyu gerçek suçundan yargılamayan soruşturmalarla Türkiye yargı tarihinin pespayelikler zincirine yenilerini eklediler. Yüzlerce insan özgürlüğünden edildi. Hapiste hayatını kaybetmeyenler, sevdiğine son bir kez dokunamadı. Haysiyet cellâtlığıyla itibarları yok edildi. Bu pespayeliklerin her birisi “Hatalar oluyor ama demokratikleşiyoruz, sivilleşiyoruz” yalanıyla rasyonalize edilmeye çalışıldı. Bunların müsebbiplerinden birisi olan, kibrinden aklı körelen Ahmet Altan, gerçekleri eğip büktüğü iki gün önceki yazısında ise yaptığının nasıl “iyi bir gazetecilik” olduğundan dem vurup aynısını bin defa daha yapmaya hazır olduğunu söylüyordu.

Altan’ın sorusunun hükmü yok

Altan’ın gerçekleri eğip büktüğünü söylememiz boşuna değil. Altan’ın “sarsıcı haberler uzmanı” diye tanıttığı Baransu’ya yönelik suçlamalara kaynaklık eden gizli belgelerin Balyoz Davası ile bir ilgisi yok. Çünkü Balyoz, sanıklarının da reddetmediği seminer konuşmalarından yola çıkılarak üretilen, imzasız sahte dijital dokümanlar üzerine kurgulanmış bir dava. Baransu’nun tutuklanmasının gerekçesi yapılan, gerçekliği kabul edilen imzalı olan Yunanistan’la karşılıklı yaşanacak bir askeri hareketlilik durumunda yapılacakları konu edinen “Egemen Harekât Planı” adlı belgeler. Yani Altan’ın, “Ne zamandan beri darbe planları ‘devletin güvenliğine ilişkin belge’ ve ‘devletin gizli kalması gereken bilgileri’ olarak niteleniyor?” sorusunun bir hükmü yok. Altan eğip büktüğü bu gerçekten yola çıkıp sahte diye savunulan belgelerin Gölcük donanma istihbarat merkezinde ne aradığını da sormuş. Oradan çıkan bir dolu eşya ve doküman arasında kimin hazırladığına dair kanıt olmayan sahte Balyoz dokümanları da bir hard diskin içinde bulundu. Ama belli ki Altan’ın haberi yok ya da öyle davranmayı tercih ediyor. Çünkü konunun uzmanlarının hazırladıkları sayısız bilimsel raporda, söz konusu dokümanların bulunduğu hard diskin kullanımdan kaldırıldıktan sonra tarihi geri alınmış bilgisayara takılmasıyla kopyalandığı yazıyordu.

İddialara takınılan cevvallik kuşkularda yok

Bunu anlamak biraz teknolojik bilgi gerektirdiği için Altan anlamamış olabilir. Bir ihtimal sonradan kendisine ve Cemaat’e ihanet edenlerden Baransu ile birlikte haberlere katkı sunan Yasemin Çongar, Kurtuluş Tayiz, Yıldıray Oğur’dan aldığı bilgilerle yetinmiş de olabilir. Ya da Balyoz delilllerinin çelişkisini aklamak için “sanıkların kendisi güncelleme yapmış” diye taklalar atan Alper Görmüş’ün “engin bilgisi” Altan’a yeterli gelmiş olabilir. Ya da hepsinin toplamıyla birlikte Altan’ın hiçbir şey okumadığını da söyleyebiliriz. Hangisi bilmiyorum. Ancak suçlamaya yol açan seminere katılanların yaklaşık üçte biri darbecilikle suçlanırken, söz konusu çalışmadan haberi bile olmayan çok sayıda subayın hapse konulmasıyla ortaya çıkan kuşkulu durumu anlamamış olmasının bir izahı olmalı. Suça konu edilen dijital belgelerin henüz icat edilmeden önce kullanılan yazı tipleriyle hazırlanmış olmasının da öyle. Ya da o dijital belgeleri hazırlamakla suçlananlardan bazılarının o tarihte denizin dibinde belgesel çekiminde olduğunu ya da binlerce kilometre ötede bir dış görevde olduğunu kanıtlamalarına rağmen kahramanlık payesi verdikleri savcı ve hâkimleri ikna edememesine de bir izahat getirmeli. Bu uzun konuyu yeniden aynı argümanlarla tartışmaya açmaya lüzum yok. Meraklısı Altan’ın “Darbeci kayınpederini aklayabilmek için kıvranıp duran damat” diye nitelediği Dani Rodrik’in eşiyle birlikte, Devr-i Saadet dönemi gazetecilerinde olmayan kuşkuculuktan yola çıkıp bir dedektif gibi iz sürerek ortaya koyduğu gerçeklere göz atabilirler.

Ellerinize kan bulaştı

Meraklısı dediğimiz için Altan’ın bunu yapmayacağı ortada. Çünkü eski yol arkadaşlarının kimisinin alçaklığını tespit eden Altan ve gazetecileri sahte belgelere ne kadar özenlilerse kuşkulu noktalara da bir o kadar uzak kalmayı tercih etmeye devam edeceğini ilan ettiler zaten. Çıkarları gereği sahibinin sesi olmayı tercih ederek, her devrin kullanışlısı olmayı kanıtlamanın çabasındakiler de samimiyetsiz özürlerle günahlarından kurtulduklarını düşünüyorlar. Ama bu kadar kolay değil. Ne biat edip yoluna devam edenler ne de iktidarını sağlamlaştırmasında rolünüz bulunduğu sivil diktanın zulmünden payına düşeni yaşayanlar için. Çünkü hepinizin eline kan bulaştı. Özgürlükten çalınan her bir günün gardiyanı, kurduğunuz medya mahkemelerinin haysiyet cellâtlarıydınız. Altan’ın son yazısından yola çıkarsak, insanın kibri kendinden büyük hale gelince hatalarıyla, günahlarıyla yüzleşemediğini söylememiz mümkün. Adını sanını bilmezken zalimin zulmünü, soygunlarını, talanlarını meşrulaştırma göreviyle Türkiye medyasına boca edilenlerden bazılarının “Taraf okulunda yetişmekle” övünmelerinin günahı Altan’a mı ait bilmiyorum. Ama bir yazısında “sırat köprüsünde sırtında taşıyacağını” söylediği vaiz ve çetesinin günahları, işte onlar Altan’ın sırtında.

Öküzün altına buzağı sokulmasın diye hayli uzun olduğu için benim talebimle internet sayfasında yayınlanan bu yazıyı meraklısı için son bir notla bitireyim. Kişisel kanaatim Balyoz seminerlerinde “iç tehdit” olasılıklarından bahisle yapılan, haddi ve kastı aşan konuşmaların görevi kötüye kullanma suçunun konusu olacağı. Gazeteci ya da yurttaş gözüyle ordunun geleneksel tutumundan yola çıkarak bu konuşmaları bir darbe niyeti olarak yorumlamak da mümkün. Mümkün olmaması gereken, niyet okumayı gizlemek için sahte belgeleri kanıt diye ortalığa saçmak ve bunlar üzerine davalar inşa ederek insanları yıllarca hapsetmek. Sahte belgeleri hazırlayanlar da bu dokümanlardan yola çıkarak darbecilerin yargılandığına yönelik kamusal meşruiyet yaratma gayretine giren medya mensuplarının da bildiği gibi “hukuk, niyeti sorgulayamaz!”.Buna kalkışan bir yargıya sahip rejim, Devr-i Saadet’in sahibi suç ortakları ve kullanışlı gazetecilerinin sivilleşme, demokratikleşme yalanıyla birlikte hukukla değil faşizmle anılır.

This entry was posted in ERGENEKON - BALYOZ, Gundem, Haber, HUKUK-YARGI-ADALET, İSTİHBARAT KURUMLARI. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *