Çiğdem Toker
04 Şubat 2015 Çarşamba
Cumhuriyet
Demokrasi Tramvayı
Polisin silah kullanma yetkisini genişleterek 12 Eylül dönemi uygulamalarını fersah fersah geride bırakan İç Güvenlik Paketi, -eğer sıra dışı bir gelişme olmazsa- birkaç gün içinde tasarı olmaktan çıkıp hayata geçirilecek.
Saray fermanıyla Meclis’e fazla mesai yaptırılarak bu hafta sonu kabul edilmesi hedeflenen tasarı, toplumsal olaylarda ölümleri artırarak yaşam hakkına müdahalenin yanı sıra yargıçlara “cezasızlık” hükmü kurmasına da olanak tanıyor.
Hukukçular, halihazırda il il dolaştırılan ve karartılan davalarda yargılanan polislerin de “lehe olan ceza hükümlerinin geriye uygulanacağı” prensibinden hareketle ceza almayabileceğini vurguluyor. Tasarı sadece silah kullanma değil; arama, dinleme ve belli koşulların gerçekleşmesi halinde tanığı gözaltı yetkisiyle de polisi “savcı” kılarak, en temel insan hakları arasında sayılan toplantı ve gösteri hakkını “terörist” bir faaliyete dönüştürerek kriminalize ediyor.
Bu boyutuyla tasarı, neredeyse 20 yıl önce “Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İnmek istediğimiz yere gelince ineriz” diyen -ama her hatırlatılışında tevil eden- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çizdiği hedefin son kilometre taşlarından birisi olacağa benzer.
Gerek yasal altyapı, gerekse somut olaylarla inşa edilen “polis devleti” ne doğru gidiş “perşembenin gelişi” misali, 2015 bütçesinde de somutlaşmıştı.
İç Güvenlik Paketi vesilesiyle -toplamda 52 milyar TL’ye ulaşan- 2015 bütçesindeki iç güvenlik için ayrılan ödenekleri aktaralım:
-İçişleri Bakanlığı bütçesi 3 milyar 898 milyon TL,
– Milli Savunma Bakanlığı bütçesi 22 milyar 764 milyon TL,
– Milli İstihbarat Teşkilatı bütçesi 1 milyar 108 milyon TL,
-Emniyet Genel Müdürlüğü’ne 17 milyar 623 milyon TL,
– Jandarma Genel Komutanlığı’na 6 milyar 490 milyon TL.
Bütçenin yüzde 11.1’ine karşılık gelen bu tutara, Başbakanlık’a bağlı olan ve Erdoğan döneminde 7 milyar TL’ye ulaşan örtülü ödenek harcamaları ve bütçede görünmeyen, Savunma Fonu harcamalarının dahil olmadığını vurgulayalım.
Dün Balıkesir’de, polisin attığı gaz bombasıyla, henüz 22’sindeyken yaşamını yitiren Abdullah Cömert davasının duruşması yapıldı. “Abdocan” Antakya’da öldürülmüştü oysa.
Cömert ailesi, tam bir buçuk yıldır adalet arıyor. İç Güvenlik Paketi yasalaştığında ise adalet şöyle dursun, cezasızlıkla sonuçlanacak bir kararın ayak sesleri kapıda.
Arkadaşlarının “O kadar güler yüzlüydü ki, kahrolsun faşizm derken bile gülümserdi” diye tarif ettiği “Abdocan” ın yaşamını yitirdiği günün ertesinde Antakya’daydım. Babası Edip Cömert’in, sarsıla sarsıla ağlarken söyledikleri, bugün gibi kulaklarımda:
“Biz memlekete hayırlı evlat yetiştirdik. Abdullah’ın kimseye bir zararı yoktu. Benim vergilerimle maaşı ödenen polis, geldi vurdu. Reva mı bize bu? Tek istediği haktı, özgürlüktü.”
Edip Cömert, İç Güvenlik Paketi’ni ta o günden özetlemiş aslında:
Bizim vergilerimizle maaşı ödenen polis, şimdi hepimizi daha çok vurmaya hazırlanıyor. Demokrasi tramvayı “istenen” durağa çok yaklaştı.