Çiğdem Toker
10 Ocak 2015 Cumartesi
Cumhuriyet
Üç kuşak karikatürist-gazeteciyle birlikte toplam 12 kişinin katledildiği Charlie Hebdo saldırısı, sadece Fransa tarihine değil, ifade ve düşünce özgürlüğüne de “kara gün” olarak geçti.
İslamcı teröristlerin vahşetinden tamamen şans eseri sağ kurtulan ödüllü gazeteci Laurent Leger, şahit olduklarını güçlükle anlattığı Aujourd’hui en France gazetesine, saldırganların, toplantı masasında yeni yayımlanmış bir roman üzerine konuşurken girdiğini belirtiyor.O dehşet anını, hep birlikte önce “bir şaka” zannettiklerini nakleden Leger’nin;
yaşadığı derin travmaya rağmen yaptığı şu değerlendirme, ikircikli bütün “ama”cılar için insanlık dersi niteliğinde.Saldırının sorumluluğunu İslam dinine yıkmaktan özenle kaçınan Leger, “Bunun bir inançla ilgisi yok, bu bir terörist olay” diyor. (Hürriyet)
Laiklik ve ifade özgürlüğünün anavatanında yetişmiş bir gazetecinin bu yorumunun; Sünni cihatçılığı meşru görmekle kalmayıp; bizzat topraklarında cihatçı yetiştiren bir siyasi kadronun yönettiği ülkenin ezici çoğunluğunda olumlu etki yaratmasını beklemek naif kaçıyordur; farkındayım.
Yine de kayıtlara geçsin: Tehlike büyüklüğü, düşünce özgürlüğünün yanında, dini fanatizmin karşısında yer aldığımız ve alacağımız gerçeğini değiştirmiyor.
Leger’nin anlatımındaki etkileyici tek cümle İslamı sorumlu tutmamasından ibaret değildi. Katliamdan sağ kurtulan Fransız gazetecinin, “Barbarlık Suriye’de sanıyorduk. Ama bizi Paris’in göbeğinde yakaladı” ifadesi, yazık ki Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın radikal İslam konusunda vaktiyle Batı’ya yaptığı uyarıyı hatırlatıyor.
Suriye iç savaşının başında, o sıralar henüz “muhalif” adıyla anılan cihatçı çetelere lojistik desteği nedeniyle Avrupa’ya “bu desteğin bir gün kendilerini vuracağını” söyleyen Esad’ın öngörüsünün doğru çıkması, bugünkü tablonun, inanç çatışmasından ibaret olmadığını da siyasi kadrolara belki anlatıyordur.
Tam da bu nedenle, dün Paris’te bütün dünyanın nefesini tutup canlı izlediği “kovalamaca”; peş peşe patlayan baskın ve rehine krizleri; düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik, bugüne kadarki en vahşi eylem olarak tarihteki yerini alan Charlie Hebdo katliamının orada durmayacağını bize gösteriyor.
Dünyanın en büyük metropollerinden birini cehenneme çevirerek, Avrupa’nın en köklü ülkesini diken üstünde oturur hale getiren Sünni cihatçıların ansızın ortaya çıkmadığını; Fransa’nın yanı sıra ve işbirliği içinde Türkiye’nin de bugünkü formatı “eğit-donat” olarak sunulan cihatçı yetiştirme politikasında geriye dönük sorumlulukları bulunduğunu kavramak gerekiyor.
Bu katliamı ve peşi sıra yaşanan kâbusu var eden dinamikler; ifade özgürlüğünü aşarak, ekonomik çıkar stratejileri temelinde geriye uzanıyor.Dolayısıyla Avrupa yetimhanelerinde büyüyen, pizza dağıtan, Paris’te, Berlin’de, Londra’da “rap” söyleyen, kimi zaman gettolarında yaşadıkları kentin kadınlarını, kendi şehirlerinde yaşamaya korkar hale getiren, günün birinde de muhtelif “eğit-donat”larla Suriye halkına karşı savaşmaya giden cihatçılardan, ifade özgürlüğüne saygı beklentisi hiç mi rasyonel değil.
Suriye’ye, Irak’a Türkiye’den giden cihatçıların durumu ise bizler açısından çok daha görünür. Hatay’da, İstanbul’da, Konya’da engin bir hoşgörü altında yetişip serpildiler. CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, Konya’da yetiştirilerek Suriye’ye “cihat”a gönderilen gençleri, yer yer, sayı sayı defalarca saptayıp kamuoyuyla paylaştı. TBMM’deki denetim hakkını kullanarak soru önergesi verdi. Kuru bir “IŞİD’e destek olmuyoruz” açıklaması dışında hiçbirine yanıt alamadı.
Sözün özü; üç silahlı saldırgan bir Avrupa başkentini kana ve gözyaşına boğarken, yüzlerce kilometrelik sınırda binlerce “cihatçı”nın elini kolunu sallayarak gezdiği ülkemizde ne kadar rahatsız olsak yeridir.
Mesele, ifade özgürlüğüne saldırıyı da içine alan ama onun çok ötesinde bir uluslararası nitelikte siyasi yüzleşme meselesidir.