Kıskaçta İsyanlar * Asker ve Siyaset * BAŞKANIN SİNEĞİ

Mine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com
08 Ekim 2014 Çarşamba
Cumhuriyet

“İki paralık aptal değilim. Ama bir milyon için sırılsıklam salak olabilirim.” (PIERRE DANINOS)

Kıskaçta İsyanlar

Bilgisizliğin ne olduğunu araştıran bilim dalına agnotoloji deniyor. Platon, bilgiyi kanıtlanmış gerçek inanç olarak tanımlar. Bilgi kavramının karşısında tanısızlık (agnosia) yer alır. Stanford Üniversitesi’nde 2005 yılında “Agnotology” konusunda yapılan bir konferansta bu kavram, “göz ardı etmenin kültürel üretimi” olarak tanımlandı.

Bunu bilgisizliğin kültürel üretimi, cehaletin kültürel üretimi diye de çeşitlendirmek mümkün. Kavramı bilim dünyasına kazandıran kişi ise Stanford Üniversitesi’nden bilim tarihçisi Robert N. Proctor. Bugün dünyada kanserden sigaranın zararlarına, iklim değişikliğinden genetiği değiştirilmiş organizmalara kadar pek çok konuda gerçek olan ile olmayan arasında düşünsel manipülasyonun alabildiğine sürdüğü bir dönem yaşıyoruz.

Bir toplum; bilimi, aklı dinlemek veya “agnotoloji”ye yem olmak arasında seçim yapmak zorunda kalabilir. Ne yazık ki Türkiye, R.T. Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarı ile birlikte agnotoloji üretiminde müthiş bir patlama yaşıyor. Eğitimden işsizliğe, devasa sorunlarda arpa boyu yol alınmamışken, lider çıkıp “çılgın projelerini” anlatarak oy toplayabildi. “En az 3 çocuk yapın” söylemi ile kadınları eve kapatmanın en doğrudan formülünü uygulamasına, “Kadın-erkek eşitliği yoktur” demesine karşın bu ülkenin kadınlarının oylarını alabildi.

1.7 milyon üniversite adayı gencin geleceğini hiçe sayarak üzerinde onca şaibe ve şüphe olan YGS’yi iptal etmedi; buna karşın gençlerin de büyük çoğunluğunun oylarını aldı. Demek ki seçmenin beklentilerini karşıladı.Büyük çoğunluk büyük resme bakmaya gerek görmüyor, istemiyor. Zaten büyük resim de ona gerçeğinden çok daha farklı anlatılıyor.*

*ÖZLEM YÜZAK’ın Kıskaçtaki İnsan ve İsyan (Kırmızı Kedi Yayınları, 2014) kitabından alıntıdır.

Asker ve Siyaset

Orduyu denetim altına almak ve daha önce mimlenen şahısları tasfiye için gereken düzenlemeler, sessiz sedasız gerçekleştirilir. Bir yandan da topluma şu mesaj verilir: “Askerleri hapse tıktığımıza göre, herkese istediğimizi yaparız.”

Bu durum, iki sonuca yol açar: Birincisi, TSK itibarsızlaştırılır. İkincisi, zayıflatılır. Aslında zayıflayan sadece TSK değildir. Türkiye hem yumuşak gücünden, hem de sert gücünden kaybeder. Yumuşak gücünden kaybeder, çünkü hukuk devleti aşınır, demokrasi zayıflar ve düne kadar pek sorgulanmasa da hükümetin meşruiyeti tartışılır hale gelir. Sert gücünden kaybeder, çünkü donanması adeta kötürüm olur, Hava Kuvvetleri zaafa uğrar, Kara Kuvvetleri ve Jandarması artık moralsizdir. Okurun şu soruyu sorması en doğal hakkıdır: Bu davaların içerisinde suça konu hiçbir şey yok mudur?

Samimi yanıt, davaların esasına ilişkin suçlamaların tamamen temelsiz olduğudur. Ama her şeyin üzerine inşa edildiği bir genel doğru vardır: “Ordunun darbeci geçmişi.” Her türlü yalan, tertip ve komplo bu genel doğrunun üzerine oturtularak pazarlanır ve insanlar kandırılır. Bu algıdan alınan güçle kimi küçük suçların mahiyetleri değiştirilerek ve sahte delillerle bezenerek suçlar ve suçlular yaratılır.

Aslında bütün davaların tamamı bir davadır, Odatv davası da buna dahildir: Rejimi dönüştürme davası. Barış Terkoğlu da Silivri davası olarak zikredilen davaların tamamının tek bir dava olduğu görüşündedir. O, bu tek davayı “Toplumsal Özgürlük Davası” olarak adlandırmaktadır. TSK’nin davalara yaklaşımı ise sakat ve problemlidir.

Kendi saygınlığına yakışmamaktadır. Yapılan operasyonun ülkenin ve kendi varlığının bekasıyla ilgili olduğu gerçeğinden bihaber bir görüntü sergilemektedir. Unuttuğu şudur: İtibar kaybeden yargılanan kişiler değil, bizatihi TSK’nin kendisidir. Yargılanan kişiler değil, ordudur. İtibar kaybeden de gerçeklere sırt çeviren TSK komuta heyetidir.*

*İSMAİL H.PEKİN ile AHMET YAVUZ’un Asker ve Siyaset
(Kaynak Yayınları, 2014) kitabından alıntıdır.

BAŞKANIN SİNEĞİ

Et bayramı arifesinde, Beyefendi’nin burnuna konmakta zorluk çektim. Çok rüzgâr vardı, savrulmaktan korktum. Bıyıklarına karışıp, üst dudağına yapıştım. Beyefendi hırsla, “Ah baydın, aaaah baydın…” diye soluyordu. Önce kendisini baydığımı sandım. Üst dudağı da uzun. Bir şaplak patlatır, hem beni düzletir, hem canı yanar, diye ödüm koptu. Meğer benden söz etmiyormuş. Miski amber kokulu nefesini, Baydın diye biri harlamış. Vallahi kebap olmama ramak kalmıştı ki, “Beyefendi, beyefendi, hiddet buyurmayınız, özür diliyor…” diye GDO’lu sinek pisliği büyüklüğünde bir alet koşturdular.

Simsiyahtı. Üstünde IPhone 5 yazıyordu. Garibim, daha 6’sını alamamış. Neyse, beyefendi içine konuştu: “Selımıneleykınhayırdır mistırbaydın!” IPhone da “Eleykınsilemmayfrendbestinlov!”
dedi. Sonrasını anlamadım. IPhone, “Detizyorçensvanminuttu… Teykitenseyaydifaysoyues” dedi. Beyefendinin soluğu ılıdı. “İtiz-klirokeytenkyubestrigardsfordıvaytpalıs, oooverisori, vaythavz!” diye kıkırdadı. Ne olup bittiğini bilemedim, ama günceme not düşüyorum.

This entry was posted in Gundem, Haber. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *