Cennete Gidip Gelenler…

Derler ki, binli yılların başlarında çağı etkilemiş üç İranlı vardır:
Dünyayı gözlemlemiş olan Ömer Hayyam,
dünyaya hükmetmiş olan Nizamülmülk ve
dünyayı titretmiş olan Hasan Sabbah.

Amin Maalouf – ” Semerkant ”

Not : Fotoğraf; Hasan Sabbah, Nizamülmülk, Ömer Hayyam üçlüsünü çok ilginç benzetmelerle anlatan Semerkant Yazması‘ndan bir mesel’den alınmıştır.

Işıl Özgentürk
isilozgenturk@gmail.com
26 Ocak 2014 Pazar
Cumhuriyet

Cennete Gidip Gelenler…

Hiç böyle zamanlar yaşamamıştık. “At izinin it izine karıştığı”, her an, her dakika bir lağım pisliğinin üstümüze sıçradığı, bazılarının bu lağım pisliğini dünyanın en güzel kokusu gibi akciğerlerine çekip “Şükür Allahıma” dedikleri bir zaman. Mide bulantısından, utançtan başımızı kaldıramadığımız bir zaman. Ve bu zamanda beni bir düşünce aldı: “İnsanlar cenneti ne zaman keşfetti ve neden cennet, hurilerle dolu bir mekân olarak tasvir ediliyor?”

Kuran’da biraz var ama meğerse bu işin ucu suikastlarıyla tanınan ve Alamut Kalesi’nde ikamet eden Haşhaşilere ve çok güçlü bir lider olan Hasan Sabbah’a dayanıyormuş.

Bu konuda ben ünlü gezgin Marco Polo’nun yalancısıyım. Haşhaşiler Moğol İmparatorluğu tarafından yıkıldıktan çok sonraları Alamut Kalesi’ne giden ve çevrede dolaşan hikâyeleri ballandıra ballandıra anlatan Marco Polo’nun. Hemen söyleyeyim, Marco Polo da bizim Evliya Çelebi gibi, olayları abartmaya pek bir meraklı. Eh gezginler öyledir, hele de o çağda dünyayı gezip de muhteşem hikâyelerle dönmemek olmaz.

Ol hikâye şöyle; bu Alamut Kalesi çok dik bir yerde. Yani öyle elini kolunu sallayarak buraya ulaşmak mümkün değil, ayrıca kalenin çevresi çok güzel bahçelerden oluşuyor. Havuzlu fıskiyelerinden rengârenk sular fışkıran gül ve yasemin kokusunun insanın aklını başından aldığı bahçeler. Bu bahçelerin yanı başında da göz alabildiğine haşhaş ekilmiş tarlalar uzanıyor, bunun nedenini biraz sonra anlayacağız.

Diyelim ki, bir grup Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’ne geliyor. Çünkü bir söylenti dolaşıyor, Hasan Sabbah insanları cennete gönderiyormuş. Bu durumda gönüllülerin kuyruk olduğunu düşünebiliriz. Yahu cennete gideceksin…

Buraya kadar tamam, Hasan Sabbah çok zeki, cin gibi, insan zaaflarını çözmüş biri. Evet, gönüllü geliyor ve Sabbah’ın karşısına oturuyor, Sabbah onu cennete yollayacak. Biraz sohbetten sonra tarlalardaki haşhaştan yapılmış şerbet gönüllüye sunuluyor. Gönüllü şerbeti içip kendinden geçiyor ve hemen fıskiyeli havuzların bulunduğu bahçeye götürülüp, bir havuz başına bırakılıyor. Gönüllü bir süre sonra gözlerini açıyor, yasemin ve gül kokusu, yarı çıplak huriler, dünyanın bütün yemişleri ve hiç eksilmeyen bir müzik.

Gönüllü orada bir hafta kalıyor, canı hangi içkiyi istiyorsa içiyor, hangi yemeği yemek istiyorsa yiyor ve hangi huriyle yatmak istiyorsa yatıyor. Her şey serbest, grup seks bile. Bu arada gönüllüye, burada sürekli kalabilmen mümkün ama onun için ölüp yeniden yanımıza gelmen gerekiyor, deniyor. Ve bir gün gönüllüye yine haşhaşlı şerbet içirilip, Hasan Sabbah’ın karşısına bırakılıyor. Uyanan gönüllü o andan sonra ölmek ve yeniden cennetine kavuşmak için can atmaya başlıyor.

Sonraları bu hikâye dönüp dolaşıyor. Ve İslam dünyası cennete gitmeye can atan binlerce fedainin ölümüyle anılmaya başlıyor.Bu cennet fikri, bütün yüzyıllar boyunca etkisini koruyor. Kimi fedai oluyor, kimileri açlıktan sürünürken, gökyüzüne bakıp, hurileri düşlüyor. Kimi düşüncelerini hiç sorgulamadan cennetin anahtarını elinde tuttuğunu iddia eden birilerine soru sormadan biat ederse, hurilere kavuşacağını düşünüyor.

Bu Hasan Sabbah büyük adammış. Şimdilerde yaşasaydı, dünya şirketlerinin en muteber CEO’su olurdu.

Yoksullara ölünce gidecekleri cenneti sunmaya devam eder. Biraz parası olanlara da tek taş pırlantayı cennete gitmek olarak yuttururdu. Neyse ki, bugün onun işini yapanlar pek çok. Hasan Sabbah’a yatıp kalkıp dua etsinler. Marco Polo’ya da…

This entry was posted in DİN-İNANÇ. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *