Devlet dini olarak laiklik (4)

ÖZDEMİR İNCE
30 Ekim 2013
AYDINLIK

Devlet dini olarak laiklik (4)

İslam dinini her işe karıştırmayın, maymuncuk olarak kullanmayın, dokunulmaz olanı dokunulur hale getirirsiniz diye yıllarca yazdım.

Bu madrabazlara isyan eden insanlar bunlara süslüman, pislüman demeye başladılar. Bu gidişle “İslam”ın da ya başına ya da sonuna bir takı taktırır bunlar.

Utanmasalar, kendilerini bu hale laikliğin getirdiğini söylerler. Kim bilir, belki de “devlet dini laiklik” yüzünden böyle süslüman, pislüman, müsteathit, müsmatör olmuşlardır. Kendi düşen ağlamaz, biz işimize bakalım ve Henri Pena-Ruiz okumayı sürdürelim:

Laik okul ve eğitim

“Devletin görevi, laik eğitim vermektir. Ailelerin çocuklarına kendi tercih ettikleri dinin eğitimini istemeleri hakkı varsayımı, devlet okullarında ateizm ve bilinmezcilik (agnostisizm) derslerinin de olmasını gerektirir. İnançlı aileler, durumun tersini, yani bu defa kendilerinin kurban olacağı, daha açık söylersek okul programlarında ateist hümanizma dersinin koyulduğu ve kendilerine karşı çıkma olanağı verildiği bir durumu düşünebiliyorlar mı? Eğitimin laikliği her türlü inanç propagandasını ve yüceltilmesini ve hatta inancın dini biçimini dışladığı gibi, resmi ateizm telkinini de dışlar. Dolayısıyla devlet okulunda hiçbir din ya da ateizm dersinin yeri yoktur. Bütün yurttaşların eşitliği bu noktada vicdan özgürlüğü ile buluşur.” (Laiklik Nedir? s.94)

***

Laik bir cumhuriyetin okulu da laik olur. Bu nedenle Türkiye’de okullarda din dersinin zorunlu olması, öğrencilerin türban takması laiklik ilkesine aykırıdır. Bir kamusal alan olan okulda din öğretiminin yapılması temel hak ve özgürlükleri zedeler niteliktedir. AKP iktidarında Sünni görüş devlet dini haline getirilmiştir.

Kamusal alan

“Laik bir cumhuriyette farklı inançların mensuplarının, ateistlerin ve inanç belli etmeyenlerin, kendilerine ayrılmış ve aynı hak ve ödevleri beraberinde getiren aynı düzeyde yerleri vardır. Bir “cemaatte”, hatta dini resmi bir norm haline getiren bir ülkede ise inanç mensuplarının, ateistlerin ve inançlarını gizleyenlerin yeri elbette aynı değildir. Bunun nedeni, birlik ölçütünün basitçe aidiyet ve dışlama ölçütü olmasıdır. Böyle bir bağlamda, örfi ya da dini niteliklerine göre grupların öznesi olacağı özel hakların tanınması, son derece zararlı olan “iletişimli tüpler” kanunu gereği bu grupları oluşturan bireylerin haklarını ortadan kaldırır ya da tehlikeye atar. Türban takma zorunluluğu ya da eşin dayatması örnekleri, bu nedenle, bireysel özgür iradeye karşıt saldırılar haline gelme tehlikesi taşır.

Laiklik hiçbir şekilde özel bağlılıkların ifade edilmesiyle uyumsuz değildir; aksine bu bağlılıkları eşitlik çerçevesinde olanaklı kılarken aynı zamanda kamusal alanı bunların tahakkümünden korur. Bu kaygının keyfi bir yanı yoktur. Hatta, söz konusu kamusal alanın herkesin eşitliğinde özgürlük olanağının koşulu olduğu düşünülürse temel niteliktedir. Yapılması gereken, farklı olma hakkını halkların farklılığına ve ortak referans alanın imhasına yönelmeksizin güvece altına almaktır.

Özel bağlılıkların, hukuki açıdan göz ardı edilmesi onları inkâr etmek değil; onların bundan böyle ortak olan bir norm yerine geçemeyeceğini belirtmektir. Yalnızca çoklukları bile bunun bir çatışmayla sonuçlanacağına işaret eder: Ateistlerin ve çeşitli din mensuplarının tamamı ortak, kamusal normu kendi inançlarıyla imlemek isterse çatışma kaçınılmaz olur. Dolayısıyla zorluk, bu özel bağlılıkların, her şeye rağmen, yaşatılmalarına ve ifade edilmelerine olanak sağlamaktır. […] Laik ve cumhuriyetçi çözüm bu bağlılıkları, hukuki anlamıyla özel alana taşımaktır ki bu, hiçbir şekilde bu bağlılıkların toplumsal boyutunun inkârı anlamına gelmez.

Şu halde toplum ile cemaat arasındaki alternatif farkı bir anlam kazanabilir: Site olarak düzenlenmiş toplum ya da “yasal topluluk/cemaat”, belli bağlılıkları yüceltmeyi amaçlayan “cemaatlerin” varlığıyla uyumsuz değildir; ancak bunun üç yönlü bir koşulu vardır. Öncelikle, cemaatlerin gelecekteki üyelerinin cemaatleri bağlanma ya da bağlanmama tam özgürlüğü ile bu cemaatlere verecekleri norm olma niteliğinin düzeyini ve katılım derecelerini kendi başlarına belirleme özgürlüğü olmalıdır. Hukukun öznesi yalnızca birey olmalıdır. İkinci koşul, bütün manevi tercihlerin ya da bütün yaşam etiklerinin kesin eşitliğidir; elbette bu tercihler örf ve âdet hukukuna uygun bilimde ifade edilmelidir. Son koşul ise herkese ortak olan yasanın cemaat içi bir etkiden kaynaklanabilecek her tür özel bağımlılık üzerindeki üstünlüğüdür. Görüldüğü gibi bu üç şart ayrılmaz niteliktedir ve laik bir cumhuriyete karşılıklı olarak birbirlerini gerekli kılar.”(Age, s.175-176)

***

İslamcıların, AKP tarikatının, tarikatların, F tipi cemaatin ve öteki cemaatlerin ve hatta dindarların çok büyük bir bölümünün bugün okuduğunuz düşünceleri kabul edebileceklerini sanmıyorum. Sanmıyorum; çünkü Tanzimat’tan, İkinci Meşrutiyet’ten ve Cumhuriyet’ten bu yana Müslüman olmayanlarla, Aleviler, Şiilerle eşit konum ve düzeyde olmayı kabul etmediler. Laik anayasanın ve Devrim Yasaları’nın zorlamasıyla yasanın üstünlüğünü, yaşam etiklerinin eşitliğini ve bireysel özgürlüğü kabul etmek zorunda kaldılar (aslında kabul edermiş gibi yaptılar); bütün suçu laikliğe yüklediler ve onu bir din olarak gördüler.

Oysa laiklik , kendisi bir din ve inanç olmadığı gibi hiçbir dinin ve inancın yanında ya da karşısında da değildir. Sadece, benim deyişimle, birey ve toplumları dincilerin saldırısına karşı korur. AKP bunu da anlamadığı için, iktidarda durmadan suç işlemektedir. (Devam edecek)

This entry was posted in DİN-İNANÇ, Dizi Yazilari, İrtica, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *