‘Devlet dini’ olarak laiklik? (3)

ÖZDEMİR İNCE
28 Ekim 2013
AYDINLIK

‘Devlet dini’ olarak laiklik? (3)

Laikliğin birinci amacı kamusal alanı bütün zararlılardan korumaktır. Bunu sağlamak için her türlü engelleyici ve koruyucu ilacı kullanır. Zararlılar, metafora göre, bütün saldırgan inançlar ve her türlü dinsel zorbalık anlamına geliyor.

Kamusal alan elbette yol, sokak, alan anlamında değil. Devlet daireleri ve okullar anlamında. Okullarda öğretmenlerin, devlet dairelerinde memurların herhangi bir dinin simgesini taşıması, kamusal alanın eşitlik ilkesini ortadan kaldırır

Bu girişten sonra, bence laiklikle ilgili en yetkin kitaplardan biri olan, Henri Pena-Ruiz’in Laiklik Nedir? (Gendaş Kültür. Çeviren: Prof. Dr. Ümran Derkunt ) adlı kitabından alıntılar yapacağım.

***

“[Laik ülkede] Kültürel ya da dini farklılıkların inkâr edilmediğini, ancak yalnızca ortak fayda ile yönetilen ve herkese açık bir uzama olanak tanıyacak biçimde yaşandığını görüyoruz. Bu uzamı belirleyen, insanları ayıran ya da bölen değil, birleştiren değerlerdir. Yurttaşlar topluluğu olan cumhuriyetçi ulus, prensip olarak hiçbir dini referans, hiçbir kültürel özellik, hiçbir zorunlu özel yaşam anlayışı üzerine temellenmez. Cumhuriyet Hıristiyan ya da Müslüman değildir; militan bir inancı ya da resmi ateizmi benimsemesi yasaktır. Tam da bu nedenle, manevi tercihleri ne olursa olsun bütün insanları aynı eşitlik düzeyinde kucaklar. Cumhuriyetin özünde, dışlamayı haklı çıkaracak ya da mümkün kılacak hiçbir şey yoktur.

Elbette, insanların uyumlu bir biçimde bir arada yaşayabilmeleri ve tekil tercihlerini geliştirirken çatışmaya savrulmamaları gerekir. Laik cumhuriyette, ortak yasanın rolü bu birlikteliği mümkün kılmak, düzenlemek ve herkese açık bir yurttaşlık uzamının teşkil ettiği ortak faydayı korumaktır. Şu halde kişisel tercihlere saygı duyulmasının koşulu, bu tercihlerin kamusal alana eklemlenme iddiasında olmamaları ve dinlere ya da ateist maneviyatçılara tanınacak hukuksal ayrıcalıklar yoluyla ortak fayda gözetimini tehlikeye atmamalarıdır. Bu anlayışa göre bireyler hukuk özneleridir ve hiçbir grup öznelere herhangi bir şey dayatamaz.

Söz konusu olan, insanların farklılıklarını, sınırları kısa zamanda çatışmalara sahne olan gettolara kendilerini kapatmaksızın ya da kabuklarına çekilmeksizin geliştirmelerini sağlamaktır (…)

Dolayısıyla söz konusu olan belli bir eğilimi belli bir eğilime dayatmak değil, hukuku her türlü eğilimin pençesinden kurtarmaktır. Aynı şekilde, bir kültürün ya da ‘uygarlığın’ bir başkası üzerindeki hegemonyasını güvence altına almak da söz konusu değildir. Söz konusu olan, yasaları bütün halklar için iyi olan adalet gereklilikler üzerine temellendirmektir. Şu halde Fransa’da devlet okullarına dini bir iletinin dayatılması … 1883 yasaları tarafından kaldırılmıştır. Özel alanda ailelerin oynayacağı rol özgür kılınmıştır; çünkü aileler istedikleri takdirde, resmi bir propaganda olmaksızın çocuklarına kendi seçtikleri dini ya da felsefi eğitimi aldırabilecektir. Bu olanak, prensip olarak yalnızca evrensel olan değerleri öğretebilen devlet okulu sınırları dışında kullanılmalıdır. Bir başka laikleşme örneği, Hıristiyanlıktan esinlenmiş olan, geleneksel aile cüzdanı üzerine yazılan maço ‘aile reisi’ kavramının hanenin kadın ve erkek tarafından birlikte yönetilmesi lehine kaldırılmasıdır. Bu cinsiyet eşitliği hiçbir şekilde belli bir kültürün kendiliğinden ortaya çıkan ürünü değildir; geleneksel Hıristiyan kültürünün maço yanına karşı edinilmiş bir kazanımdır.

Bu tür kazanımlar kısmidir ve hukukun laikleşmesi ile halen idealden uzak olan toplumun laikleşmesi sürecine dahil edilir. Öte yandan söz konusu kazanımlar halihazırda göçmenlere yarar sağlayabilir; çünkü böylelikle göçmenler kendini her türlü dini ya da kültürel tercihten uzak tutma kaygısı taşıyan bir cumhuriyete gelmektedirler. Halen kiliselerin faydalanmakta olduğu haksız ayrıcalıkların (devletin finanse ettiği özel okullar, Alcase-Moselle’deki uzlaşmacı rejim) bütün dinlere tanınmasını istemek hata olacaktır. Hukukun kesin olarak özgürleşmesi ve buna bağlı olarak tam eşitliğin sağlanması yoluyla gerçekleşecektir.

Kısacası, laik cumhuriyet bir araya getirdiği kimselere, ‘Kültürünüzden vazgeçip başka bir kültüre boyun eğin,’ demez; ‘laikliğin, size dayatılmak istenen, dini ya da ateist her tür özel ideolojiye karşı mesafeli durmaya çabaladığı bir ülkeye hoş geldiniz,’ der. Şu halde nüfusun çoğunluğunu oluşturan kişiler için, karşılayan ülkenin laikliği, güvencelerin en iyisidir. Elbette bu güvencenin koşulu, istisnasız herkese dayatılan gerekliliktir: Kamusal alana ve onu yaşatan yasalara – çünkü bu yasaların tek varlık nedeni ortak faydadır – saygı duymak. Cumhuriyetçi model tam da bu nedenle bütünleştirici niteliktedir. Bütünleşme ise hiçbir şekilde kültürel mirasın silinmesine neden olmaz.” (S.153-155)

***

Henri Pena-Ruiz’in kitabının “Laik Ülkede ‘Farklılıklar’ın Statüsü” bölümünden aktardığımız, cumhuriyet-demokrasi-laiklik ortamını betimleyen bu satırlar, bir-iki küçük ayrıntı dışında aynen Türkiye Cumhuriyeti için de geçerlidir.

Türbanın tutucu toplumlarda kadını özgürleştirdiğini iddia eden Nilüfer Göle’nin lafları, bu satırlar karşısında hemen gülünçleşiyor. Çünkü demokrasi-cumhuriyet-laiklik üçlüsünün belirlediği uzamda, öğrenci, memur ve öğretmen kadınların dinsel inanç özgürlüklerini kullanmak için türban takmaları, nötr kamusal alana ve onun temsil ettiği bütün değerlere karşı girişilmiş bir saldırıdır.

AKP tarikatı hükümeti bu saldırıyı örgütlemekte ve yönetmektedir. Kamusal alanın nötrlüğünü yitirdiği bir ülkede ne cumhuriyet, ne demokrasi, ne de laiklik kalır. R.T. Erdoğan hükümeti de bunu yapıyor zaten!

Nota bene: Yarın “Cumhuriyet” üzerine yazacağım. Laiklik yazısı Çarşamba günü devam edecek.

http://aydinlikgazete.com/yazarlar/183-oezdemir-nce/26836-ozdemr-nce-devlet-dini-olarak-laiklik-3.html

This entry was posted in DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, DİN-İNANÇ, Dizi Yazilari, İrtica, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *