Yeni Anayasada Türkler de Olsun…

Bekir Coşkun
Cumhuriyet
20 Şubat 2013

Yeni Anayasada Türkler de Olsun…

Türkler, Kürtlerin ovada yaşayanlarıdır…

Taşa bastığında “tırrk tırrk” diye ses çıkınca…

“Türk” oldu…

Yoksa aynı…

*

Çanakkale’de şehitliğe git bak; birçok Türk ismi görürsün Osman…

Hayret bir şeydir…

Subay dahi var; Türk…

Bu vatanı birlikte kurtardık…

Beş tane cumhurbaşkanı da Türk’tür…

*

Türkler, demokrasi ve insan hakları çerçevesinde, kendilerini ifade etmek istiyorlar netice itibarıyla…

İzmir’de Türk bayrağı açtılar, polisin müdahalesi ile ara sokaklara dağıldılar, on beş kadar Türkçü gözaltına alındı…

Ankara’da Atatürk posterleri ile eylem yaptılar, tazyikli su ile dağıtıldılar…

İstanbul’da yüzü maskeli kişilerce “Türkiye Türklerindir” pankartı açıldı…

Toplatıldı…

Yamaca “Ne mutlu Türküm diyene” yazılıydı…

Cumhurbaşkanı kızdıydı…

Sildiler…

Acun’un programında dahi Türk bayrağını bantladılar, bölücülük olmasın maksat…

*

Türkçülerin karargâhı basıldı…

“Silahlı terör örgütünün” elebaşısı tutuklandı…

Hapiste:

Orgeneral İlker Başbuğ…

Dün Silivri’de “Türkçe savunma hakkı” istedi…

Dinlemediler…

*

Sayın Abdullah Öcalan konuşsun da dinleyelim diye İmralı’ya heyet yolda…

*

Bu bakımdan; yol haritasında olduğu gibi yeni anayasayı da Sayın Abdullah Öcalan ile birlikte yapıyorlar…

Nitekim Başbakan “Türklük” diyenlere kızdı…

“Karşımıza çıkmasınlar, milliyetçiliği ayağımızın altına alırız” dedi…

Bölücülük tabii…

*

Sonuçta…

Türkler de yaşıyor bu memlekette nasılsa…

Türkler, Kürtlerin aşağıda yaşayanlarıdır…

Bastığında “Tırrrkk” sesi çıkınca…

Yoksa aynı…

*

Demokrasi ve insan hakları noktasında Türklerin de kendilerini ifade edecekleri bir anayasa yapılırken…

İnşallah Türkleri koymayı unutmazlar…

Türkler de içinde olsun ne de olsa…

This entry was posted in Bekir Coşkun yazıları, EMPERYALİZM, Kose Yazarlari, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

One Response to Yeni Anayasada Türkler de Olsun…

  1. Selda Suner says:

     Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sorunu.

    AB üyeliği konusunda yapılan tartışmalarda, sözkonusu kimlik farklılığı, kültürel ve dini alanlardaki çatışmaların sürece yansımasına değinmiştik. Burada Avrupa toplumlarının korkularına veya önyargılarına dönersek, görüyoruz ki, İslami örgütlenmeler, Fransa dışında bütün diğer Avrupa ülkelerinde çoğunluk olarak Türkler’ce yönetilmektedir. Yani hemen hemen her yerde Türk imagosu, Müslümanlıkla özdeştir. Sadece Fransa’da Araplar başı çekiyor, Türkiye burada 2.sıradadır. İslam adı altında insanlara dehşet saçan, nefret etmeyi erdem sayan, gülmeyen, mutlu olmayan, eğitimsiz, sanatsız, bilimsiz bir insan güruhunun başını çeken bir kimlik başlı başına bir problemdir. Kadınlara “buçuk” deyip onlara yarım insan muamelesi yapan, Kitap Ehli’nden, güzelliklerden, çiçeklerden, çocuklardan nefret eden bir dehşet dini. Gettolarda, bakımsız ortamlarda, bakımsız bedenleri, bakımsız giyimleriyle kalitesizliğin had safhaya çıktığı bir insan topluluğu. Dış dünyadan izole kalarak ne eğitimini, ne görgüsünü, ne kültürünü, ne de yaşamını asla geliştirmemiş kalitesizliği erdem sanan bir camia. Hala yeğen ve kuzenlerle evlendirilip, poligamili ailelerle olağanüstü derecede coğaltılıp sokaklara sürülen bu kalitesiz, bağnaz kitleler kendilerine değer vermedikleri gibi dünya da onlara değer vermiyor. Müslümanların ürettiği bu sahte din dehşet verici Avrupa için. Yeni nesil Müslüman kesiminin hızla yozlaşıp kriminalleşmesi de, Avrupalıları bekleyen felaketlerden birisidir. Her 200-300 metrede bir cami var. “Caminiz ne kadar çoksa, o kadar fazla Müslümansın” mantığını taşıyan cahil kuru kalabalık hızla çoğalıyor. Caminin birine bilmem ne cemaatı, diğerine başka cemaat gidiyor. Cemaat müezzinlerine “Maşallah hoca, sesin ötekileri bastırıyor, taa 10 km’den duyuluyor. Nefesine kuvvet, ha gayret.” diye övüyor, Hoca da sakalını sıvazlayarak mütevazi bir şekilde “ Evel Allah sesimizi yedi düvele duyuracağız ki, islamın sesi daha gür çıksın, kafirler imana gelsin.” kelamında bulunuyor. Yaşadıkları yere tamamen yabancı, saygısız bu kör cahiller sürüsü ile bir yere varmak mümkün değildir.
    Yeni nesil Türkler’le, eroin, kokain ticaretini yapanlarla, kilisenin karşısına, uyuşturucu ticaretinden elde edilen paralarla camiler dikmek, zamanı geçmiş bir süreci yeniden canlandırmaktır. Uyuştrucu ticaretinden elde edilen paranın önemli bir bölümü islam dinini, Hıristiyanlığa karşı rekabette, ona hizmet eden ticari iş alanlarında,bankalarda, eğitimde, spor alanlarında kullanan ırkçılarla Avrupa toplumlarını Müslümanlaştıracağız diyerek hızlandırılan bu süreç devam ettikçe AB üyeliği mümkün değidir.
    Türkiye’den yönlendirilen devasa örgütler ortaçağ zehirini saçıyor Avrupa’ya. Avrupa elbette korkuyor. “Bu benim dinimde var” deyip insanları katleden, bunu fiilen uygulamış bir topluluk var dünyada, Ve Türkler şimdi çıkmış göçmen olarak gelip onların burunlarının dibine o dinin sembolleri olan camileri kuruyor, onların ülkelerine yıkım ve yokoluşun habercisi olan bir sistemin alt yapısını kurmaya çalışıyorlar. Hem dehşetleri, hem vahşetleri, hem de kalitesizlikleriyle Avrupa için kabus bu topluluk. İşte bu yüzden İslam ülkelerinden uzak duruyorlar.
    Diğer bir eleştiri konusuna dönersek: Avrupalıların dindarlığı tarihe karışmıştır savı, dünyanın çeşitli üniversitelerince yapılan araştırmaların da konusu oldu. Hiç bir Avrupa ülkesi AB’ni Hrıstiyan temelli bir birlik olarak görmüyor. Bugüne kadar da hiçbir platformda hiçbir yetkili AB’nin “Hrıstiyan birlik idealini” gerçekleştirmek için kurulduğunu ifade etmedi. AB, insanlığın evrensel değerleri üzerinde kurulmuş bir yapıdır. “Çok kültürlü” bir AB yapısı, Hrıstiyanlık değerlerini de kucaklamakla birlikte bunu kat kat aşmış ideal bir yapıdır. Müslümanların yanlış hareketlerini, dindarlığın bir parçası olarak algılayan geniş kitleleri oy deposu olarak kaybetmek istemeyen Hristiyan Demokrat Partiler bile gerçekten dini hükümleri gözeten ve insanları Hristiyan inancına göre yöneten partiler olmaktan çıkmışlardır.

    Batı medeniyeti, insanlık tarihinin bu yeni uygarlığı Hıristiyan’lığın bir uygarlığı değil, ona karşı gelişen hareketlerin yarattığı bir sentezdir. Avrupa, gelinen noktada bir Hristiyan kulübü olmadığı gibi, milliyetçilik üzerine kurulu bir birlik de değildir. Daha AB’ye üye olmadan, 5.kol gibi örgütlendirilen cahil ve bağnaz göçmenleri kullanarak her yere cami, kur’an okulu, mescitler açan, her tarafa din doğmaları ihraç eden, türban satışında dünyada 1. sıraya yükselen Türkiye’nin, tam tersine Avrupa kimliğinden uzaklaştığı gerçeği sözkonusudur. Sorun sadece saman alevi gibi yana sönen ekonomi sorunu değildir. Libya, İrak ekonomileri bir zamanlar bazı Avrupa ekonomilerinden daha iyi idiler, Türkiye’den işçi alırlardı. Bu türden birlik sorunlarında ana faktorlerden biri, mentalite birliğidir. Dil birliğinin olmaması, ama kültürde kuvvetli bir entegrasyonun gelişmesi ile, mevcut aşamaya ulaşılabilinmiştir. Avrupa’nın şimdiki kimliği, özgürlük,eşitlik ve kardeşlik temelinde, bilim ve tekniğin yaratıcılığı, özgür düşüncenin doğmalara karşı mücedelesi sayesinde oluşmuştur. Türkiye Avrupa’nın bir parçası olacaksa, onun kimlik sentezine doğru yönelmesi gerekir, yoksa Ortaçağın Osmanlı mentalitesine yönelmekle değil!

    Avrupa, dini ve etnik bağnazlıklarından kurtulduktan sonra kendisini bugün bulunduğu noktaya getiren atılımları başlatabilmiştir. Türkiye’yi, oradan gönderilen milyonlarca cahil kitlenin yüzlerce yıl geriye dayanan değer ve yargılarıyla, algılayan, yani dini ve kültürel alanda, oraçağı canlandırdığını gören Avrupa toplumları hayal kırıklığına uğradıkları gibi, geleceklerinden de endişe etmeye başlamışlardır.
    Türkiye, Avrupa Birliği için bir avantaj olmasına rağmen, üyeliğe alınmıyorsa, buradaki ana nedenleri, İslamcılık kimliğini temel alarak, Türkiye’nin en cahil kesimlerini Avrupa’ya sokan, onları kıskaç altında tutan tarikat,cemaat ve tüm resmi dini kurumların ideolojik politik çalışmalarında aramak gerekir. Avrupa toplumları, cahil ve bağnaz geniş kitleleri kışkırtıp, başka yerleri ele geçirme derdine giren İslam’a karşı antipati duyarken ona benzeyen Hıristiyan dininden de soğumuşlardır.

    ‘Avrupa Birliği bir Hıristiyan kulübüdür savı hayata uymayan bir savdır. Avrupa’da Hıristiyan dini son derece marjinal hale gelmiştir, kiliseler boştur. Türkiye'[nin] başını çektiği politik İslamcılar camileri tıklım tıklım doldururken, papazlar müze haline gelmiş kiliselerde sinek avlamaktadırlar. Yani Avrupa’da din adına örgütlenen ve harekete geçen toplam Müslüman sayısı, dine indeksli toplam Avrupa yerlilerinden daha fazladır. Din’e indeksli bir Avrupa yoktur, aksine şimdiki Avrupa gücünü, rönesans ve dincilerin baskısına karşı direnerek yapılan reformlardan almaktadır. Yani AB’ nin şimdiki kimliği dinlen değil, aydınlanma ile şekillenmiştir. (…) Avrupa’nın büyük şehirlerine binlerce cami, Kur’an kursları, mescitler açarak İslam bayrağını sallamakla AB’ne üye olunamaz.’ – Selda Suner, Entegrasyon komitesi-
     (Rasim Özdenören.) ”…1. Hıristiyan dininin ‘son derece’ marjinal hale geldiği görüşünden hareketle AB’nin bir Hıristiyan kulübü olmadığı kanısı tümüyle temelsizdir. Kiliselerin boş kalması olayı başka bir şeydir, büyük harfle Kilise’nin boş durup durmadığı olayı daha başka bir şeydir. Kilise binaları boş kalabilir. Kaldı ki, bu iddianın da gerçeklikle ilgisi yoktur. Pazar günleri her kilise kendi cemaati ile ayinlerini düzenli biçimde ifa etmektedir. Ama daha önemlisi Kilise (yani Papalık) dünyanın her yerinde, Asya’nın her tarafında, Ortadoğu’da, Afrika’da, her yerde milyarlarca doları misyonerlik faaliyeti çerçevesinde harcamaktadır. Türkiye’de bile nerdeyse her mahalleye bir kilise açmışlardır. Açmaya da devam ediyorlar.”
    ”Bu arkadaşlar kiliseye veya dine kayıtsız kaldığını gördükleri sıradan Hıristiyanları ölçü alırlarsa yanılırlar. Halen Japonya misyonerlerin cirit attığı bir ülke halindedir ve orada Hıristiyan nüfus artan bir ivmeyle çoğalmaktadır.
    2. Belki bazı kiliseler ‘müzeye’ dönüşmüş olabilir. Fakat Kilise’nin kurumsal faaliyeti aralıksız sürmektedir. Öte yandan: ‘Avrupa’da din adına örgütlenen ve harekete geçen toplam Müslüman sayısı, dine indeksli toplam Avrupa yerlilerinden daha fazladır’ cümlesi de yazı sahiplerinin kafa karışıklığını ve bazı temel kavramları bilmediklerini gösteriyor. ‘Dine indeksli Avrupa yerlileri’ denirken ne kastediliyor? Eğer bu ibareden sıradan bir Hıristiyan’ı anlayacaksak onların tümü dine endekslidir. Tümü Kilise’ye vergisini ödemek zorundadır. Aksi takdirde Kilise’den alması gereken hizmeti alamaz. Yani çocuğu vaftiz edilmez (isimsiz kalır), evlenemez (çünkü nikâh kıyma mercii Kilise’dir), ölünce cenazesi kalkmaz, çünkü bu hizmeti de Kilise verir. İnsanların dine kayıtsız gibi durmaları, onların Kilise’ye kayıtsız kalmasını sonuçlamaz.
    Rönesans olsun, Reform olsun, bir başına aydınlanma hareketi değildir. Fakat yeniçağların Aydınlanma hareketinin öncüleridir. ‘AB’ nin şimdiki kimliği dinlen değil, aydınlanma ile şekillenmiştir.’ cümlesi bu bakımdan biraz netameli görünmektedir. Avrupa Hıristiyan insanı Kilise’ye uzak durmak istemiştir (onun soygunu, vurgunu, talanı dolayısıyla), fakat Kilise’ye karşı bu mesafeli duruş onun dine kayıtsız kaldığı anlamını taşımaz. Avrupa ülkelerinin bütün temel yasaları elan dine dayalı yasalardır. ” (Rasim Özdenören)

    İlk önce yeniden belirtelim ki, Hıristiyan dini, Avrupa Birliği ülkelerinde etkisini yitirmeye sadece sembolik pozisyonda olan Kiliselerle ilişkide değil, ruhi şekillenme, politik ve sosyal alanda da kaybetmeye başlamıştır. İnsanlar kilselere gitmiyorlarsa, bu yalnızca 10-15 Euro için değildir. Manevi yaşam alanında Kiliseler ve Hıristiyan dini ile olan bağların kopması, ruhi yaşam kontrolünün değişmesi, kiliselere karşı gelişen ‘biçimsel kayıtsızlıktan’ çok farklıdır. Ortaçağın kiliseleri yüksek minareleri ile muhteşem birer hakimiyet sembolü idiler. Kiliselerce seferber edilen kitleler bu sembollerin gölgesinde, insan maneviyatını yöneten mutlak güce ruh ve bilinçlerini teslim ediyorlardı. Kilise savaş ve barışın, ekonomi ve politikanın temel direği idi. Kilise, bu şekliyle toplumsal yaşamı yüzyıllarca olağanüstü derecede etkilemiştir. Fakat şimdi Avrupa’nın göbeğinde bu Kiliselerin boş durması veya Camilere çevrilmesi iflasın bir kanıtıdır. Kiliseler kuvvetli oldukları zamanlar göçmenleri kendi dini inançlarına çekmeye çelışırken, şimdilerde acizlik içinde kendilerini onlara teslim etmeye başlamışlardır.
     ”…Eğer bu ibareden sıradan bir Hıristiyan’ı anlayacaksak onların tümü dine endekslidir. Tümü Kilise’ye vergisini ödemek zorundadır. Aksi takdirde Kilise’den alması gereken hizmeti alamaz. Yani çocuğu vaftiz edilmez (isimsiz kalır), evlenemez (çünkü nikâh kıyma mercii Kilise’dir), ölünce cenazesi kalkmaz, çünkü bu hizmeti de Kilise verir….”
    Birincisi, Avrupa’ da ”ben hıristiyanım” diyen insanlar gerçekten çok azdır, ”ben Müslümanım” diyenlerden daha azdırlar. Hıristiyanım diyenlerin Kiliseye bağlılıkları da nüanslıdır: çok küçük bir gurup dışında vergi veren yoktur. Pazar günleri bir kaç saatliğine ayinlere katılan insan sayısı da hızla azalmaktadır, bunlar genelikle yaşlı insanlardır ve doğal olarak azalmaktadırlar. Avrupa toplumlarında nikah kıyma mercii olarak kilisenin kullanılması tamamiyla marjinaldır. Geleneksel veya göstermelik fenomenler dine indeksli bir çoğunluğun varlığına işaret edemiyor. Şurada burada varlığını devam ettiren katı Katolik norm ve değerler, yeni tipten ailevi yapılanma, yeni tekniğe dayalı modernize sosyal ilişkilerin hızla form değiştirmesi karşısında ortaya çıkan şartlara cevap verememektedirler. Kilise evliliklerinin serbest düşüşünde önemli rol oynayan faktörlerden biride, klasik evlilik biçiminin azalmasıdır. Aile yapılanmalarının giderek ortak yaşama, ”serbest arkadaşlık” veya benzeri biçimlere bürünmesi, eski değer ve yargıların yeni nesillerde sönmeye yüztutması, hıristiyan kökenlilerin başka kültür ve inançları olanlarla evliliklerindeki artışı, Hıristiyan kilisesinin bu alanlardaki aktivitelerini de geçersiz kılmıştır.
    Devamla: ”(…)İnsanların dine kayıtsız gibi durmaları, onların Kilise’ye kayıtsız kalmasını sonuçlamaz.”, diyorsunuz.
    Kilise her dinin sembolü gibi, hıristiyanlıkta da sistemin çekirdeğidir, ana çekim merkezidir. Avrupa toplumlarının kiliseye kayıtsızlıları, onların, onun temsil ettiği inanç ve kültüre olan kayıtsızlıklarından kopuk değildir. Kilise kontrol mekanizmasını kaybetmeye başlamıştır, bu sadece onun pratik uygulamalarından kaynaklanmıyor, toplumsal gelişmenin geldiği noktada genel olarak din’in insanlar üzerindeki etkisi biçim değiştirmiştir. Türkiye’de, AKP, eski tip İslamcılık, sahteliği sırıtan Diyanet islamcılığını bıraktıktan sonra gelişebilmiş, Fethullah cemaati de Avrupa’da kuru kuru camiler kurma yerine, okullar kurarark hakim pozisyonuna erişebilmiştir. Kısacası, genel olarak İslam dini de Hıritiyanlık gibi kendini yenilemediği yerde kan kaybetmeye devam edecektir. Avrupa’da yetişen yeni nesil Türkler, Diyanet cami’sine maç bakmak için gidiyor, geleneketen dolayı oruç tutuyorsa,bunları dini bütün muminler diye algılamamak gerekir. Bu nesilller arasındaki ailevi ilişkiler, Almanlar’ın ilişkilerinden daha kötüdür. Almanya’nın ve diğer ülkelerin bir çok yerinde, Türkler arasındaki aile boşanmaları, yerliler arasında ki ailevi boşanmaları geçmiştir. Sadece bu temel konuda değil, ruhi yaşamın tüm alanlarında yükselen sahtelik, çürüme ve yıkım, Cami’nin, yıkılan kilisenin yerini dolduramayacağı haberini veriyor.
     3. ‘…şimdiki Avrupa gücünü, rönesans ve dincilerin baskısına karşı direnerek yapılan reformlardan almaktadır’ cümlesinin de içi boştur. Rönesans, evet, Kilise’ye başkaldırı olarak yorumlanabilir. Fakat dine karşı bir başkaldırı değildir. Kilise’nin vurgununa, soygununa, talanına karşı verilen mücadelenin bir kesimini remz eden bir harekettir. Reform hareketi de keza merkezî Kilise’ye başkaldıran, onun yerine mahalli kiliselerin kurulmasını öngören bir başka dinî hareketin adıdır. Ancak şu hususa dikkat etmek lazım: reform, dincilere karşı bir hareket değildir, Kilise’ye karşı bir başkaldırıdır. Ve de gene farklı bir Hıristiyanlık anlayışının tezahürü olarak gerçekleştirilmiştir.”
    Birincisi kilisesiz Hıristiyan dinciler topluluğunu varsaymak yanlıştır. Kilisesiz bir dinin varlığı Avrupa’da sözkonusu olmamıştır.
    Kiliseye karşı çıkanlar, sadece onun haksızlıklarına karşı değil, onun genel ruhani yapısına karşıda yazmış, çizmiş, kilisenin ideolojik politik temellerine, Hıristiyan dininin temel doğmalarına saldırmışlardır. Bütün reform hareketlerinde bunu görmek mümkündür. Galile’den beri bu böyledir. Bilim ve teknikteki bütün ilerlemeler her seferinde Kilisenin ruhani mevcudiyeti ile çatışma durumuna girmişlerdir. Bilimdeki icatlara karşı çıkanlar sokakta, kiliseye gitmeyen saf dindarlar değil, Kilisenin örgütlediği dinci kitlelerdir. Kiliseler arasındaki bölünme hizipleşme hareketleri onların bir bütün olarak reformların karşısında durmalarına engel olmamıştır.

    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon komitesi adına: Selda Suner
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Sezer Aşkın,
    Melahat Baykara,
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk
    Bedri Engin,
    Selma Altuntaş,
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman Bahar
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun
    Metin Kurca
    Sedat Isiklar
    Filiz Bag
    Kadir Baskale
    Sevim Varlik

    Hasan Mesut Akkaya
    Necmi Guler
    Erhan Isguz
    Meral Okur
    Bilge Okyaz.
    Kemal Koç
    L. Mirakoğlu
    Oktay Kızılcık
    Mehmet Yavuzgil
    Erdal Polat
    Hüsnü oktay
    Ahmet tekin.
    Semra Kaya
    Mustafa Çiçek
    Kayhan Göçkaya
    Erdal Solgun
    Mehmet Solgun
    Esra Solgun
    N. Altik
    Oguz Karakış
    Leyla Mert
    Işık mert
    D. Öksüz
    Erdem Yılmaz
    Ayse Eltan
    S. Guner
    M. Deniz Ok
    Mehmet İnce
    Huseyin Cinar
    Meltem Cinar
    Berk Cinar
    L. Demirkaya
    Huseyin Çilek
    Ayten Irmak
    D. Okdere
    Ali Uskan
    Berdan Temiz.
    H. Baskale
    Murat Gülay
    Esra Gülay
    Mustafa Akyol

    http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *