DARAĞACINA MEKTUPLAR 3

Cumhuriyet 08.05.2012
Can Yücel Devrimci Deniz’e seslenir ;
“Acıyorsam sana anam avradım olsun.
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!”
DARAĞACINA MEKTUPLAR 3

TÜREY KÖSE

İLHAN SELÇUK

Gençlerin devrimci dinamizmini değerlendiremeyen her iktidar suçlu olur

İlhan Selçuk, 19 Mart 1971 tarihinde yayımlanan “Deniz ile Menteşeoğlu” başlıklı yazısında şöyle diyordu:

Tarihte Yıldırım Beyazıt ve Aksak Timur’un Ankara Mey­dan Muharebesi’nden sonra karşılaşması meşhurdur. Be­yazıt esir düşünce, Timurlenk:

Getirin göreyim, demiş.

Menteşeoğlu buna özenmiş olacak, 66 günlük müca­deleden sonra Deniz Gezmiş’in tutulduğunu haber alın­ca:

Getirin, diye emir vermiş.

Deniz’i İçişleri Bakanlığı makam odasına sokmuşlar,

Kelepçelerini çözün!

Çözmüşler.

Menteşeoğlu – (Deniz’i gazetecilere göstererek) İşte bu pejmürde adam THKO’nun kumandanı imiş. İyi bakın kılığına, kıyafetine, suratına..

Deniz – Ben THKO’nun kumandanı değil, neferi­yim.

Menteşeoğlu – Sen kahraman mısın?

Deniz – Siz de kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi? Siz Demirel’in neferisiniz, ben THKO’nun..

Menteşeoğlu – Nereye gidiyordunuz?

Deniz – Devrime..

Menteşeoğlu – (eliyle duvardaki haritada Sivas’ı işa­ret ederek) Devrim o tarafta mı?

Deniz – Devrimin o tarafı bu tarafı yoktur. Her taraf­tan gelir.

Menteşeoğlu – Susturun bu ukalayı. Çok konuşup ukalalık etmesin…

Ve Ankara konuşması burada bitmiş.

Gazetelerde sakıt İçişleri Bakanı ile Deniz Gezmiş’in yan yana çekilmiş tarihi fotoğrafları da yayımlandı. Doğ­rusu ileride bu fotoğraflar güzel bir hatıra olur. Haldun Menteşeoğlu, muhtırasal darbeyle sükût ederken gide­rayak kendine göre bir zafer kazandı.

Başkentin göbeğinde altmış altı günden beri dolaşıp duran Deniz ve arkadaşlarının durumuna gelince…

Dünyanın her yanında, yürürlükteki bozuk düzen­lere başkaldıran ülkücüler görülür. Bunları adi suçlular­la bir tutmak mümkün değildir. Deniz Gezmiş ve arka­daşları, tuttukları yolu kendileri icat etmediler. Güney Amerika’da daha önce uygulanmış yöntemleri uyguladı­lar. Bunlar genç insanlardır. Onların çağındaki çoğu de­likanlı, genç kız, el ele dans salonlarında dolaşıp sine­maya gidiyorlar, hayatın ve gençliklerinin tadını çıkarı­yorlar. Deniz ve arkadaşları da böyle yapabilirlerdi. Hangi nedenle ölümü göze alıp kanundışı bir mücade­lenin tehlikesine atılmışlardır? Nasıl bir tılsıma kapılmışlardır ki, ölüm pahasına bir eyleme sarılmışlardır?

Deli midirler?

Çoğu kimse bunu anlamaz. Gerçekte Deniz’in tuttu­ğu yol daha başından tıkalı idi. Herhalde kendisi de bili­yordu bunu. Sonu çıkmaz bir tehlikeli patikaya sapmanın akılla pek ilgisi yoktur. Ülkücülük gerçekçiliği aşan bir düzeye ulaştı mı, bu tür davranışlara sarılır insan.

Hiç kuşkusuz Deniz istese, üniversiteyi uslu akıllı bitirirdi. “Evet efendimcilik” ve “çıkarcılık” politikasını meslek edinerek bozuk düzenin en yağlı ballı yerlerine tırmanabilirdi. Yetenekleri üstündü. Çalışkandı. Üniver­sitenin mezunlar kapısından çıktığı saat, mutlu azınlığa katılmak için önünde bir engel kalmıyordu. Yoksul köy­lülerin, mazlum emekçilerin, fakir insanların az gelişmiş Türkiye’sinde, Deniz ve arkadaşları bir yağlı kemik kap­mak isteseler, elbette muratlarına ererlerdi.

Ülkücülük yoluna baş koydular.

Ve inançları uğruna ölümü göze aldılar. Yalnız ken­dilerine değil, belki de çok şeye zararları dokundu. Çık­maz yolları zorlamakla kendilerine yazık ettiler, gerici ve tutucu siyasi iktidara devrimciler aleyhine büyük propaganda fırsatı yarattılar.

Deniz ve arkadaşları suç işlemişlerdir.

Ve bunun cezasını göze almışlardır.

Ne var ki, asıl suç onlarda değil, onları bu yollara iten namussuzlar koalisyonundadır. Üniversiteli gençle­rin devrimci dinamizmini, Türkiye’nin yükselişi için iti­ci güç olarak değerlendiremeyen her siyasi iktidar suçlu olacaktır.

Öyle bir düzen kuralım ki, çağdaş uygarlığa hasret Türkiye’nin devrimci gençleri, o düzenin en taze itici gü­cü olsun. Bu düzeni kuramayan yaşlılar, menfaat şebe­kelerinin siyaset sahnesindeki kuklaları olmaya devam ettikçe gerçek suçlu olmaktan kurtulamayacaklardır.

***

Türkiye’de canavarca kıyım

Kitapta dış basının idamlara ve Kızıldere’ye bakışı da yer alıyor. Die Zeit’te 11-12 Mart 1971 tarihinde Altan Öymen imzasıyla yayımlanan yazının başlığı “Terörist ve aynı zamanda kahraman…”dır. Kitapta derlenen bazı dış basın organlarında yer alan başlıklar da şöyle:

• Puro Chile: 5 ölüm mahkûmunun muhteşem kaçışı. (26 Aralık 1971)

• Afric Asia: Üç militanı kurtaralım. (16 Mart-20 Mart 1972)

• Le Monde: Üç genç idam sehpası önünde. (17 Mart 1972)

• Le Figaro: 10 Türk eylemci rehineleriyle birlikte öldüler. (31 Mart 1972)

• Combat: Türkiye: Katliam (31 Mart 1972)

• France-Soir: Türkiye’de canavarca kıyım. (1 Nisan 1972)

• France- Soir: Bir kez daha sert yönetim taraftarları kazandı. (1 Nisan 1972)

• Le Monde: Kızıldere katliamından sonra Türk hükümeti ‘Haydutları Bertaraf Ediyoruz’ diyerek devrimcileri hedef alıyor. (1 Nisan 1972)

• L’Humanite: Kızıldere trajedisini bahane ederek Türk generalleri rejimin faşizanlığını arttırıyorlar. (1 Nisan 1972)

• Politiqe Hebdo: Türkiye’de generaller cinayet işliyorlar. (11 Mayıs 1972)

40 yıl önce bir enternasyonal dayanışma örneği

‘Üç fidan’ı barbarlardan kurtarmak için…

CAVLI ÇULFAZ 

1972 yılının bir ilkbahar günü… Nisan ayının sonları olsa gerek…

ABD emperyalizminin Vietnam’daki barbarlıklarını protesto gösterilerinden biriydi.

Büyük Britanya Komünist Partisi (CPGB) Genel Sekreteri John Gollan ve o zamanlar partinin ülke çapında örgüt sorumlusu Gordon McLennan ile buluşmuştuk Londra’da Trafalgar Alanı’nda…

Ertesi gün Gordon McLennan ile birlikte Avam Kamarası’na gitmiş, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamını önleyebilmek için İşçi Partisi’nin o sıralar sol kanadının lideri olan Michael Foot ile görüş-müştük.

Michael Foot “Üç Fidan”ın idamını engelleyebilmek için İşçi Partili milletvekilleriyle konuşmuş, protesto telgrafları çekilmişti Ankara’ya…

Britanya aydınlanma hareketinin bayrağını elden düşürmeyen; Cromwell’lerin, Shelley’lerin, Byron’ların, Hazlitt’lerin ardılı İşçi Partisi lideri Michael Foot sonsuzluğa göç etti önceki yıl… 97 yaşında…

Telefonun öbür ucundaki ses

6 Mayıs 1972 günü akşamüzeriydi…

Londra’da, Dalston’daki evde telefonum çalmıştı…

“Ne yazık ki kurtaramadık, çok üzgünüm yoldaş…” diyordu telefonun öbür ucundaki İskoç şiveli.

Gordon McLennan’ın sesiydi… Ağlamaklı gibiydi sanki…

Onu da sonsuzluğa uğurladık geçen yıl 21 Mayıs’ta… 87 yaşındaydı.

John Gollan’dan sonra, Büyük Britanya Komünist Partisi’nin genel sekreteriydi 1975 – 1989 yılları arasında… Sınıf bilinçli işçilerin, dirençli emekçilerin, ünlü Marksist aydınların, Eric Hobsbawm, Maurice Dobb, E.P. Thompson, Christopher Hill, Rodney Hilton’ların partisinin lideriydi…

Mizah duygusunu hiç yitirmemiş, alçakgönüllü bir tersane işçisiydi…

Gordon McLennan’ı yıllar sonra elinde megafonla Emekliler Hareketi’nin başında Trafalgar Alanı’na doğru yürürken görmüş, yanına yaklaşmıştım.

1972 yılını hatırlamıştık birlikte… Gösterdiği dayanışmaya bir kez daha teşekkür etmiştim.

Gözleri buğulanmıştı hafifçe…

‘Geçmişe ağlamak fayda vermez…’

“Çok şey yitirdik yoldaş, çok şey… Çetin savaşımlarla kazandığımız çok şey alındı şimdi elimizden… Dünyanın çivisi çıktı, dengesi değişti… Sovyetler Birliği yıkılmayacaktı… Yıkılmayacaktı yoldaş…” demişti…

Yılların savaşkan emekçi önderi Gordon McLennan ile yürümüştük birkaç dakika birlikte…

“Sosyalizmden kurtulmalıyız diyor bazı eski yoldaşlar… Ne dersin?” diye sormuştum.

Şili Halk Birliği’nin, Salvador Allende’lerin, Luis Corvalan’ların, Victor Jara’nın o unutulmaz Venceremos marşının sözleriyle yanıt vermişti:

“Geçmişe ağlamak fayda vermez

Gelecek mutlak sosyalizmin

Yarını bugünden kuracaksın

O senin tarihin olacak”

Sonra sağ yumruğunu sıkıp havaya kaldırmıştı…

Gelecek mutlak sosyalizmin!

“İnancımızı hiçbir zaman yitirmedik… Gelecek mutlak sosyalizmin yoldaş!” demişti, “r” harflerini çatlatarak o sevimli, içe işleyen İskoç aksanıyla…

40 yıl önce, bütün varlığıyla çırpınmıştı Gordon McLennan “Üç Fidan”ı barbarların elinden kurtarabilmek için… Enternasyonal dayanışmanın paha biçilmez bir örneğini vermişti…

Son nefesini verirken, eminim “Venceremos, bir gün kazanacağız mutlaka” diyordu Gordon…

Mecalsiz, dermansızdı belki ama sağ kolunu yine yukarı doğru kaldırmış, yumruğu sıkılıydı mutlaka…

Onun Deniz, Yusuf ve Hüseyin’e selamını not düşüyorum buraya, epey gecikerek de olsa…

 

Gordon McLennan, Emekliler Hareketi’nin başında, kesintileri protesto ederken (2003).

Yarın:

Serpil Çelenk Güvenç, “40 yıl önce”sinden bugüne baktı:
“Sağ basın Deniz’lere kin kustu.
This entry was posted in Dizi Yazilari, Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *