Yasal Uyarı
Bu BLOG içinde yer alan yazı ve görseller kişisel kullanım ve/veya bilgi paylaşma amacı ile sınırlıdır, hiç bir ticari amacı yoktur.
Bu BLOG içindeki yazı ve görselleri paylaşırken kaynak göstermeniz rica olunur.
The contents of this BLOG are limited to personal use and/or information sharing, and there is NO COMMERCIAL purpose.
Arama
Takvim
Son Bir Ayda En Cok Okunanlar
- uyarı +18 * TANIMADAN BİLMEDEN OSMANLI’YA…
- TSK TARİKATLAŞARAK BÖLÜNÜYOR!!! * Jandarmada Menzil…
- SOKRAT OKUYAN KÖYLÜLER * 1940’lardan ,…
- AKP’NİN KURULUŞUNDAKİ “YABANCI”…
- “ALİ BABANIN BİR ÇİFTLİĞİ VAR, ÇİFTLİĞİNDE…
- AVUSTRALYA’da YAŞAYAN ATATÜRK
- OSMANLI ÇOCUKLARINA TARİH BİLGİSİ * 25 karılı ve 43…
- SÜLEYMANİYE OLAYININ PERDE ARKASI * AKP İNTİHARA…
- AHLAK – ERDEM – İNANÇ ve EĞİTİM ÜZERİNE…
- Uyandırma servisi* BOP * ARZ-I MEVÜD – BÜYÜK…
-
Yeni Yazılar
Arşivler
Kategoriler
- 12'den vuran sözler
- 21.YÜZYIL ENSTİTÜSÜ
- AB
- ABD – AB – EMPERYALIZM
- AFORİZMALAR
- AHMET TAKAN YAZILARI
- AHMET TANER KIŞLALI
- AKIL AÇICI KONUŞMALAR
- AKIL FİKİR YAZILARI
- AKLI VİCDANI HÜR YAZIŞMALAR
- ALİ ERALP YAZILARI
- ALİ NEJAT ÖLÇEN
- ANAYASA
- ANIL ÇEÇEN
- ANILAR
- ANLAŞMALAR-SÖZLEŞMELER
- Anons
- Arastirma
- ARKEOLOJİ – MİTOLOJİ
- ARŞİV SANDIĞI
- ASİMİLASYON
- ATATURK
- AYNANIN SIRLARI
- BANU AVAR yazıları
- BARIŞ'LAR
- Bekir Coşkun yazıları
- BELLEK DÜRTÜCÜ
- Bilim ve Teknoloji
- BİLİŞİM – İNTERNET –
- BİLİYOR MUSUNUZ ?
- Bölücü KÜRTÇÜLÜK
- BOP
- BÜLENT ESİNOĞLU YAZILARI
- BÜTÜN DÜNYA DERGİSİ
- Calisma Dunyasi – Is ve Emekciler
- CUMARTESİ YAZILARI
- CUMHURİYET – DEMOKRASİ – ÇAĞDAŞLIK
- DAVUT ARSLANTÜRK
- DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK
- DENİZ VE DENİZCİLİK
- DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER
- DİN-İNANÇ
- DIŞ POLİTİKA
- Dizi Yazilari
- DOĞA – ÇEVRE
- Doga – Cevre – Ekoloji – Tarim
- DOĞAL FELAKETLER
- DOĞAL YAŞAM
- DOĞAN KUBAN
- DÜNYA DENİZCİLİK SAVAŞLARI
- DÜNYA ÜLKELERİ
- DURUM VAZİYETİ
- DUYURULAR
- EDEBİYAT – ANI – ÖYKÜ – ŞİİR
- EĞİTİM
- Ekonomi
- EMİN ÇÖLAŞAN
- EMPERYALİZM
- ENERJİ
- English articles – İngilizce makaleler
- ERGENEKON – BALYOZ
- ERMENİ SORUNU
- EVVEL ZAMAN İÇİNDE
- FAŞİZM
- FELSEFE ve GÜZEL DEYİŞLER
- Fetullah Gülen
- FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI
- Flash Haber
- FOTOĞRAFLAR
- FUAT AVNİ
- GAZETE MANŞETLERİ
- GDO
- GEÇMİŞİN İÇİNDEN
- GEÇMİŞİN İÇİNDEN YAŞAM
- GEDİĞE TAŞ KOYMAK
- Genel Kultur
- GIDA
- GÖÇLER-GÖÇMENLER
- GÜLMECE
- Gundem
- GÜNDEM – YORUM
- Haber
- HABER GÜNDEM
- HAYATIN İÇİNDEN
- HUKUK-YARGI-ADALET
- İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR
- İLHAN ARSEL – DİN VE İNANÇ
- İLHAN SELÇUK YAZILARI
- İNSAN HAKLARI – DEMOKRASİ
- İrtica
- İSRAİL – SİYONİZM
- İSTİHBARAT KURUMLARI
- KADIN HAKLARI
- KAPİTALİZM – LİBERALİZM
- KARİKATÜR
- KIBRIS
- KISA KISA
- KISSADAN HİSSELER
- KIZILDERİLİLER
- Kose Yazarlari
- KÖŞELİ YAZILAR
- KÖY ENS.ÖĞR. MUSTAFA AKSUNGUR ANILARI
- KÖY ENSTİTÜLERİ
- KÜLTÜR – EĞİTİM – ÇAĞDAŞLIK
- KUMPAS-TEZGAH-ÜÇ KAĞIT
- KÜRESEL POLİTİKALAR
- LAİKLİK – CUMHURİYET – DEMOKRASİ
- Madencilik ve Yeralti Kaynaklari
- MAHİYE MORGÜL
- MEDYA
- MEHMET ALİ GÜLLER
- Mehmet Halil Arık yazıları
- MEHMET TÜRKER
- MENEMEN OLAYI – KUBİLAY
- MİNE KIRIKKANAT
- MİTOLOJİ
- MİZAH
- MOLA ZAMANI
- MURAT AĞIREL
- MUSIC
- MUSTAFA YILDIRIM
- MUZİK KUTUSU
- NECATİ DOĞRU YAZILARI
- NECİP HABLEMİTOĞLU
- NURULLAH AYDIN YAZILARI
- NUSRET KEBABÇI
- ORGANİZE İŞLER
- ORTADOĞU ÜLKELERİ
- ÖZDEMİR İNCE
- ÖZELLEŞTİRMELER
- PANDORA'nın KUTUSU
- PAZAR YAZILARI
- PERDE ARKASI
- PKK TERÖRÜ
- Politika ve Gundem
- POROF ZİHNİ
- RADİKAL İSLAM
- Rifat SERDAROĞLU yazıları
- Saglik
- SANAT – RESİM
- Sanat Edebiyat ve Kultur
- SAVAŞLAR-ÇATIŞMALAR
- SAVUNMA
- SAYGI ÖZTÜRK
- SAYIŞTAY RAPORLARI
- science * ingilizce * araştırmacılara
- SEÇİM – SEÇSİS
- ŞERİAT – İRTİCA – KARANLIĞIN AYAK SESLERİ
- SİNAN MEYDAN
- SİYASAL İSLAM
- SİYASİ PARTİLER
- SİYASİ TARİH
- SONER YALÇIN yazıları
- SÖYLEŞİLER
- SUAY KARAMAN
- SUÇ DOSYALARI
- SÜLEYMAN ÇELİK
- SUN SAVUNMA NET
- T.C. BURHAN
- TAKVİM
- Tarih
- TARİHE – AYDINLANMAYA – CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER
- TARİKAT VE CEMAATLAR
- TARIM – EKOLOJİ
- TERÖR
- TIMARHANEDE BU HAFTA
- TSK
- ÜÇ'lemeler
- UÇUK KAÇIK HABERLER
- UĞUR DÜNDAR
- UĞUR MUMCU
- ULUSAL STRATEJİ
- Uncategorized
- UNUTMA
- VANDALLIK
- VATANDAŞIN KÖŞESİ
- VİDEOLAR
- Wiki-Leaks – Bilgi sızmaları
- YABANCI BASIN
- YANDAŞ – ÇIKARCI – YAĞCILAR
- YANGINLAR-DOĞAL AFETLER
- Yazarlar
- Yeni Kitaplar
- YENİ NESİL SİLAHLAR
- YILDIZLI YAZILAR
- Yılmaz Özdil
- YOBAZLIK – GERİCİLİK
- YOLSUZLUKLAR
- YOZLAŞMA – AHLAKSIZLIK
- YUNANİSTAN – EGE SORUNU
- Zahide Uçar
Who's Online
45 visitors online now1 guests, 44 bots, 0 membersSeçenekler
HAYATIN İÇİNDEN * ERZİNCAN DEPREMİ 1939 * MAHKÜMLARIN İNSANLIK DERSİ VE DEVLET BABA
Mahkum İnönü’ye yaklaşarak:
Posted in HAYATIN İÇİNDEN
Leave a comment
MUHALEFET PARTİLERİ ANAYASAYI REHBER ALIN * ANAYASA 101. MADDEYE GÖRE ERDOĞAN CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNE GİREMEZ!!!
‘Yumuşamanın’ ardındaki neden buymuş!
CUMHURİYET – Zülal Kalkandelen – 06 Eylül 2024
Anayasanın 101. maddesi diyor ki “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir. Ancak cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”
Erdoğan, cumhurbaşkanını halkın seçmesine ilişkin referandumun sonrasında ilk kez 2014’te doğrudan halk oyuyla cumhurbaşkanı oldu. Seçim öncesinde başbakanlıktan istifa etmesi gerektiği halde etmedi.
2018’de ikinci defa seçime girdi ve yine cumhurbaşkanı oldu. Geçen yıl cumhurbaşkanı seçimine girmesi anayasaya aykırıyken hukuk ayaklar altına alındı ve üçüncü kez seçime girdi! Seçimleri 14 Mayıs’ta yapacağını ilan etti ve “Çıkarın artık adayınızı” diyerek muhalefeti de yarışa davet etti.
Muhalefet ne yaptı? O sırada CHP Genel Başkanı olan Kılıçdaroğlu, “Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığı anayasaya aykırı ama mağdur olmasın diye itiraz etmeyeceğiz, sandıkta yeneceğiz” dedi. Baykal’ın 2003’te Erdoğan’a milletvekilliği ve sonrasında başbakanlık yolunu açmasından sonra böylece üçüncü kez cumhurbaşkanlığı yolunu da Kılıçdaroğlu açmış oldu.
GEÇMİŞTEN ALINMAYAN DERSLER
Ne var ki Erdoğan şimdi de dördüncü kez aday olmak istiyor! Üstelik partisi AKP’nin kamuoyu araştırmalarında ikinci parti konumuna gerilemiş olduğu görülse de hem yeni baştan anayasa yapmak hem de anayasaya aykırı bir şekilde bir kez daha cumhurbaşkanı olmak istiyor!
Peki yerel seçimlerle birlikte birinci parti konumuna yükselen CHP ne diyor? Bu kez CHP’nin başında Özgür Özel var ve o da “‘Erdoğan 23 yıl sonra aday olamadığı için gitti’ denmesini istemem. 2026’nın baharında sandığı koysun, şüphem yok Erdoğan’ı sandıkta yenebiliriz” diyerek yolu bir kez daha açıyor!
Daha önce Kılıçdaroğlu döneminde aynısı yaşanmamış gibi halk bir kere daha bu oyuna inandırılmaya çalışılıyor. Özel, seçimlerin yenilenmesine ilişkin anayasa maddesinden hareketle bunu söylüyor ama Erdoğan’ın geçen yıl üçüncü kez aday olmasının zaten anayasa aykırı olduğunu görmezden geliyor!
Sanki karşısında yasalara uyan biri, dürüst seçim yapan bir parti var da sandıkta onu yeneceğine güveniyor ve yaptığı hesabı şöyle anlatıyor: “Kendine güveniyorsa 2025 Kasım’ı en uygun zaman. Şartlarımıza uyuyor, aday olma imkânı varken oluyorsa 360 vekille erken seçim kararını birlikte alırız.”
Demek ki yerel seçimden sonra estirilen “normalleşme”, “yumuşama” stratejisinin amacı buydu. Erdoğan, Özel’in bu konudaki yaklaşımını öğrenip istediğini alınca daha fazla yumuşamaya da gerek kalmadı.
Özel’in “şartlarımıza uyuyor” dediği de belli ki yeni seçilen milletvekillerinin özlük hakları ile ilgili. Milletvekilliğinden emekli olabilme şartlarından biri, iki yıl milletvekilliği yapmak. CHP, bu süre dolunca erken seçim olsun diyor, üstelik bu tarih Erdoğan’ın tekrar aday olabilmesi için de uygun diyor!
ACABA HALK NE DİYOR?
Açlıktan, yoksulluktan kıvrananların sesi duyulmuyor mu?
Reşit Kibar, Hopa’da Metin Lokumcu gibi doğayı korumak için mücadele ederken katledildiğinde atılan feryatlar duyulmuyor mu?
Tarikat cenderesine alınan ve intihar eden gençlerin haykırışları duyuluyor mu?
Sığınmacı istilası altında kalan Türkiye’nin öfkesi duyulmuyor mu?
Sokaklardaki şiddete kurban edilen kadınların, çocukların, hayvanların acısı duyulmuyor mu?!
Türkiye karşıdevrimcilerin elinde siyasal İslama teslim edilirken, insanlar ekonomik krizin dibine vurmuş bir ülkede bir gün sonra yiyecek bulma endişesi ile yaşamaya çalışırken “2025 Kasım’ı bize de Erdoğan’a da uygun demek” ve anayasaya aykırı bir şekilde cumhurbaşkanı olmuş birine tekrar yol açmak, bir ana muhalefet partisinin yöntemi olabilir mi?
Kuşkusuz CHP, tek başına erken seçim tarihini belirleyemez ancak toplumsal baskıyı artırabilir, zaten var olan seçim talebini yükseltebilir ve bunu siyasetin 1 numaralı gündemi yapabilir.
Tabii isterse! Gerisi lafügüzaf!
Geminin kaptan sorunu * Gemi su alıyor
Geminin kaptan sorunu
Mehmet Ali Güller 2 Eylül 2024
Cumhuriyet Gazetesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan 30 Ağustos konuşmasında yine “aynı gemideyiz” metaforuna sarıldı. “Ekonomik zorluklar ve günlük siyasi tartışmalar bize zarar veremez ama iç kalemizde gedik açılırsa toparlamak zor olur” dedi; “Böyle bir durumda 85 milyon olarak hepimiz bedel öderiz” dedi, “Hepimiz aynı gemideyiz, iç cephemizi sağlam tutmalıyız” dedi…
Ne güzel siyaset! Erdoğan için siyasi ve ekonomik tablo kötüyse “aynı gemideyiz” ama Erdoğan için işler iyi gidiyorsa ötekiyiz…
Aynı gemi metaforu neyi perdeliyor?
Erdoğan’ın sözleri Türkiye’nin gerçekliğiyle uyumsuzdur, daha önemlisi metaforla gerçeği tersyüz etmeye çalışmaktadır. Çünkü yaşanmakta olan ve nedeni Erdoğan’ın ekonomi-politiği olan kriz nedeniyle zaten bedel ödüyoruz. Beş yılda alım gücümüzün nasıl eridiğini hepimiz günbegün yaşadık, yaşıyoruz.
İktidarın “itibardan tasarruf olmaz” diyerek bedel ödemeden sürdürdüğü yaşamının tersine, halk olarak ağır bedel ödüyoruz; dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 20 bin TL, yoksulluk sınırı 60 bin TL mertebesinde. Ve ücretlilerin yarısının asgari ücretli olduğu şartlarda asgari ücret 17 bin TL, emeklilerin çoğunluğunun aylığı ise asgarinin, yani en azın altında…
Kısacası yoksullar daha da yoksullaşıyor ama zenginler daha da zenginleşiyor!
Türkiye’nin en iyi üniversitelerini bitirip, sınavlarda en yüksek puanları alan ama mülakatlarda elenen(!) binlerce pırıl pırıl genç işsiz kalırken, aynı işi yapan kamu şirketi yerine devletlerarası savunma alışverişlerinde kollanan damat ise vergi rekortmeni oluyor! Milyonlar açlık ve yoksullukla boğuşurken, iktidar çevresi korunaklı lüks sitelerde yeni hayatlar yaşıyor!
“Aynı gemideyiz” metaforu, işte bu tabloyu perdelemek içindir. Toplumu kutuplaştıran iç cepheyi zayıflatır. “İç cepheyi sağlam tutmak” elbette önemlidir ama yolu öncelikle adil ekonomik bölüşümden geçer.
Sermaye sınıfına vergi affı getiren, teşvik veren ama emek sınıflarına ve halka kemer sıktıran bir iktidar, tersine iç cepheyi zayıflatıyordur. İdeolojik ve mezhepsel ilişkileri nedenlerle çeşitli ülke ve kurumlara ekonomik destek ve hibe veren ama emekliye gelince “yok” diyen bir iktidar, iç cepheyi zayıflatıyordur.
Kendisine muhalif olanlara türlü türlü hakaretler eden ama en ufak eleştiriye bile elindeki yasa çıkarma gücü ve güvenlik sopasıyla hapis yanıtı veren bir iktidar, iç cepheyi zayıflatıyordur.
Toplumu kutuplaştıran, kendi yaşam tarzına özgürlük isteyen ama başka yaşam tarzlarına baskı uygulayan, kurumlara personel alımında liyakati değil davaya sadakati esas alan, bilimsel eğitimi tırpanlayarak kendi ideolojik ve mezhepsel çizgisini müfredata yerleştiren bir iktidar, iç cepheyi zayıflatıyordur.
Gemi su alıyor
Aynı metafor üzerinden olanı biteni özetlersek:
22 yıldır kaptana “dümen kır, kayaya çarpıp batıracaksın” diyenler güverteden atıldı, ambarlara tıkıldı. İktidar ise kaptan köşkünde, lüks kamaralarda “gemi bizim” keyfi çattı.
Ama gemi su almaya başlayınca “hepimiz aynı gemideyiz” diyerek biz ambarlardakilerden yine fedakarlık istiyorlar!
Çözüm belli: Geminin batmaması için kaptanın değişmesi gerekli.
Dolayısıyla Türkiye’nin birinci partisi durumundaki ana muhalefet partisi, erken seçimi “ya gelecek sene ya ondan sonraki sene” genişliğinde değil, hemen istemeli!
Posted in Politika ve Gundem, Uncategorized
Leave a comment
SÜLEYMANİYE OLAYI VE İZMİR’DE BAŞINA ÇUVAL GEÇİRİLEN ABD ASKERİ
SÜLEYMANİYE OLAYI VE İZMİR’DE
BAŞINA ÇUVAL GEÇİRİLEN ABD ASKERİ
Naci Kaptan – 06 Eylül 2024
4 Temmuz 2003 tarihinde Irak Süleymaniye’de ABD askerleri tarafından Türk özel kuvvetler karargahına yapılan baskın ile askerimizin başına çuval geçirilerek askerlerimiz tutsak alındı. ABD askerlerinin dost gibi gelerek yaptıkları baskına karşı çatışmaya girmek isteyen askerlerimize Ankara Gen.Kur.Başkanlığı tarafından çatışmamaları ve teslim olmaları talimatı verildi.
11 Askerimiz yere yatırılarak, elleri arkadan kelepçelendi, aşağılamak için başlarına çuval geçirildi ve daha sonra da Guantanamo adasında teröristlere yapıldığı gibi turuncu tulumlar giydirilen askerlerimiz önce Kerkük’e, daha sonra da Bağdat’a götürüldü.
Askerlerimiz başlarından numara ile markalanmış çuvallarla askeri cemselere bindirilerek götürülürken, Türk Özel Kuvvetleri Bürosu terk edilirken 100 metre ilerde bekleyen beyaz jip içindekiler, Amerikalı yarbay tarafından tebessümle selamlandılar. Jip’in içinde bekleyen rehber, görevini ifa etmenin huzuru ile(!) KYB Dış ilişkiler Bürosu’nun yolunu tutarken, konvoy Süleymaniye sokaklarında yeniden bir geziye çıktı. Askeri araçlarda başları çuvallanmış Türk Askerleri vardı. Böylece Türk askeri aşağılanmak için Süleymaniye sokaklarından dolaştırıldı.
Peşmergeler Amerikan askerine yardım etmiş ve destek vermişti. Peşmergelere, Barzani’ye destek verenlere, TBMM’de ağırlayanlara, Ankara’da Peşmerge bayrağını göndere çektirenlere SELAM OLSUN!!!
Bu tuzak sadece Amerika ve peşmergeler tarafından kurgulanmamıştı. Sıkı durun;
Bu tuzağın içinde TSK’nın başkomutanı cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile başbakan Erdoğan’ın olduğu İslamcı yazar Ahmet AKGÜL’ün 2007 yılında basılmış olan “AKP İntihara Gidiyor” isimli kitabında yer alan korkunç iddiaya göre; ÜLKEYİ YÖNETENLER KENDİ ASKERLERİNE ABD İLE GİZLİCE ANLAŞARAK TUZAK KURMUŞTU!!!
Sözde sivil komutan/lar kendi askerine tuzak kurarak kale anahtarını düşmana teslim ediyordu. Ulus ordumuzun değerli Kemalist komutanları bahanelerle tasfiye edilmeye başlandı. Tarikat ve cemaatler TSK içinde boy vermeye başladılar. Tarikatçı bir amiral hiç çekinmeden makam arabası ile tarikat yuvasına üniformalı olarak gidiyor ve üniforması üzerine giydiği takke, cübbe ile ayine katılıyordu. Ve 2003 yılında TSK’da başlayan tarikatçı dönüşüm 2023 yılında, 20 sene sonra tarikat/ cemaat ehli komutanları yönetim makamlarına taşıyordu.
Konuyu derinlemesine okumak isteyen okurlar;
TGB’Lİ GENÇLER VE USS WASP
03 Eylül 2024 tarihinde İzmir’e demirlemiş olan USS Wasp amfibik saldırı gemisinde görevli olan 2 asker İzmir’de gezerken sayısının 15 olduğu açıklanan TGB’li gençler tarafından fiziki güç kullanılarak başlarına çuval geçirildi. Bunun Süleymaniye olayının sürgit karşılığı olduğu açıklandı. Gençlere göre antiemperyalist bir direniş idi…2 askere karşı uygulanan fiziki ve dengesiz güç ile 15 TGB’li genç bu eylemleriyle Süleymaniye’nin rövanşını mı almışlardı?
Gazeteci Murat Yetkin şöyle yazdı;
“İzmir eylemi ile 1968’in Dolmabahçe-6’ıncı filo eylemi arasında benzerlik aramak Marx’ın “ilkinde trajedi, ikincisinde komedi” sözünü akla getiriyor.
2 Eylül’de İzmir’de Konak çarşısında sivil giyimli Amerikan askerinin dövülüp kafasına çuval geçirilmesi eylemi bu sözü bir kez daha hatırlattı.
Doğu Perinçek’in Vatan Partisi gençlik örgütü Türkiye Gençlik Birliği’ne göre bu anti-emperyalist bir eylemdir. 4 Temmuz 2003’te Irak, Süleymaniye’deki uluslararası anlaşmalara göre orada bulunan Türk gözlem birliğinin ABD işgal kuvvetlerince basılmasının intikamıdır. Aynı zamanda İsrail’in Filistin halkına zulmüne destek veren ABD emperyalizmine “Yankee go home” sloganıyla verilmiş bir yanıttır.
Eylem sosyal medyada ses getirdi. Kimileri destekledi, bunu 1968’de devrimci gençlerin İstanbul’a Dolmabahçe açıklarına demirleyen ABD Altıncı Filosuna ait Shangi-La uçak gemisinden karaya çıkan askerlerin Boğaz’a atılmasına benzetenler oldu. Kimileriyse eylemin ne 1968 eylemi ne de 2003’e yanıt verme niteliğinde sığ ve çocukça buldular.
ABD askerleri neden İzmir’deydi?
İzmir valiliğinin açıklamasına göre, iki ABD askerine “fiziki saldırıda” bulunan, birinin başına çuval geçiren 2’si kadın 15 kişi gözaltına alınmış. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği de saldırıya uğrayan askerlerin “şu anda güvende” bulunduğunu söyleyip olaya hızla müdahale edip soruşturma başlatan Türk makamlarına teşekkür etmiş.
Süleymaniye konusunda gelince. Türk askerlerinin Amerikan askerlerince başlarına çuval geçirilerek tutuklanması gerçekten tarih boyunca Türk ordusunun yaşadığı en zor durumlardan birisidir.
ABD’nin (Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin istihbarat desteğiyle) bu eylemi, TBMM’nin AK Parti hükümetinin Irak’ın işgaline kuzeyden destek verme izin talebini, 1 Mart tezkeresini reddetmesinin -bugün dahi bitmeyen intikam eylemi idi.
Ankara, ABD ile işlerin daha da kötüye girmemesi adına o eylemi yanıtsız bırakmıştır. ABD’ye NOTA verilmemiş, başbakan Erdoğan “Siz bunu MÜZİK NOTASI mı sanıyorsunuz” derken, ABDullah Gül ise “BÜYÜK DEVLETLERE NOTA VERİLMEZ” diyerek kendi devletinin KÜÇÜK ve saygın olmadığını kabullenen ve ulusal onurumuzu parçalayan açıklamalarda bulunmuşlardır.
Daha sonra Türk ve Amerikan genelkurmaylarınca kurulan ortak komisyon çalışmaları sonucu, Çuval Olayındaki sıralı üç Türk Komutan emekli edilmiş, ancak CENTCOM’un sıralı üç ABD’li komutanı terfi alarak önemli görevlere gelmiştir.
Kara Kuvvetleri Komutanı rütbesindeyken Orgeneral Hulusi Akar, o tarihte kendisi de ABD Kara Kuvvetleri Komutanı olan Süleymaniye komutanlarından Ray Odierno’nun elinden 27 Ocak 2015’te Pentagon’un Liyakat Madalyasını almıştır.”
2003 yılında TSK’ya karşı başlatılmış olan sistematik saldırıların planlayıcıları, işbirliği yaptıkları kişileri ödüllendirdi. Birisi BOP eşbaşkanı yapılırken üniformalı olana ise ABD liyakat madalyası veriliyor ve bu kişi daha sonra Gen.Kur.Başkanı oluyor, daha sonra da MSB olarak atanıyordu.
Üzülerek yazıyorum ki ülkemizde yaşanmış ve yaşanmakta olan hainlikler, vatana ihanetler dört nalaya kalkmış at gibi hızlanarak, çoğalarak Türkiye’mizi karanlıklara, çöküşe götürüyor ve ülkemiz kabuk değiştiriyor.
Ülkemizin okumuş, yazmışları, aydınları olan bitenin farkında idi. İktidarı besleyen tarım çalışanları, kasabalı ve köylüler yaklaşan tehlikeyi görmezden, duymazdan geldi. Şimdi tehlike onların da kapısını çaldı. Ürünleri para etmiyor. yetiştirdikleri ürün tarlada, dalda kaldı. Çiftçi çöktü. Ormanlar kesildi, dereler kurudu. Ülkemizde siyanür değmemiş toprak bulmak gittikçe zorlaşıyor.
Anadolu’nun dört bir köşesinde toprak adamları, çiftçiler uyanıyor, her yerden “hükümet istifa” çağrıları geliyor. Karanlık yavaş yavaş aydınlanmaya gidiyor, güneş yakında doğacak.
Naci Kaptan – 06.09.2024
TARİHİN İÇİNDEN BİLİNMEYENLER * 10 KASIM 1948 LONDRA’DA ATATÜRK’Ü ANMA KONUŞMASI Sir Percy Loraine * Seçkin bir adamdı; eşine kolay rastlanmayan bir adam. Tehlikeden korkmaz, güçlüklerden yılmak nedir bilmezdi. İçgüdü gibi bir şeyin yardımıyla (buna bir ad bulamıyorum, çünkü başka kimsede benzerini görmedim)
10 KASIM 1948 LONDRA’DA ATATÜRK’Ü ANMA KONUŞMASI
Sir Percy Loraine
1933-1939 yılları arasında İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapan Sir Percy Loraine, 10 Kasım 1948 günü Atatürk’ün 10’uncu ölüm yıldönümünde, BBC Radyosu’nda yayınlanan bir anma konuşması yapmıştır.
Loraine’in Atatürk hakkındaki bu tarihi tanıklığı, 18 Kasım 1948 günü The Listener dergisinde “Kemal Atatürk as I Knew Him” (Bildiğim Kadarıyla Kemal Atatürk) başlığı ile ayrıca basılmıştır.1
Sir Percy Loraine, 10 Kasım 1948 günü BBC Radyosunda yayınlanan bu konuşmasını çoğaltmış ve başta Cambridge, Oxford olmak üzere önemli pek çok üniversitenin kütüphanelerine, bakanlıklara ve diplomatlara göndermiştir. Ayrıca bu konuşmanın pek çok basın organında basımına izin vermiştir. Loraine, Atatürk hakkında yapmış olduğu bu konuşma karşılığında BBC yönetimi tarafından kendisine takdim edilen ücreti Türk-İngiliz dostluğunu ve kültür ilişkilerini derinleştirmesi için Londra Türk Halkevi’ne bağışlamıştır.2)
Kemal Atatürk öleli on yıl oluyor. Kavga ve çekişmelerle, insanlığın geleceği hakkında duyulan umut ve korkularla dolu on yıl. Bu süre İçinde kadın erkek, küçük büyük hemen herkesin yaşayışında değişmeler oldu, ama benim Atatürk’le ilgili anılarım tazeliğinden bir şey yitirmedi.
Yiğit, vakur, dimdik bir adamdı; kusursuz giyinirdi. Biçimli bir yüzü, duru mavi gözleri, çalı çalı kaşları vardı. Yer yer sert çizgili olan bu yüz hemen her zaman ağırbaşlı ve ciddiydi. Bakışlarında, her hareketinde, hatta hareketsiz duruşunda büyük bir canlılık göze çarpardı. Zihni de vücudu da kurulu bir yay gibi her an harekete hazırdı.
Cumhurbaşkanı olduktan sonra askerî üniformasını çıkarmış, bu şerefli üniformayı bir daha tören ve geçitlerde bile giymemiştir. Bu gibi durumlarda her zaman sade bir gece giysisi, silindir şapka giyer ve nişan olarak yalnız Kurtuluş Savaşı’nın altın madalyasını takardı.
Seçkin bir adamdı; eşine kolay rastlanmayan bir adam. Tehlikeden korkmaz, güçlüklerden yılmak nedir bilmezdi. İçgüdü gibi bir şeyin yardımıyla (buna bir ad bulamıyorum, çünkü başka kimsede benzerini görmedim) bir meselede neyin önemli, nelerin önemsiz olduğunu çarçabuk ve kolayca kestirirdi.
Sorumlulukları ağırdı; ancak O bunların hepsini kabul eder, başkalarının sırtına yüklemeye bakmazdı. Sorumluluktan korkmaz, kaçınmaya çalışmazdı. Onun saygısını kazanabilmek için sizin de yüksek bir sorumluluk duygunuzun olması gerekirdi.
Tartışmayı çok sever ve bunu insanları zihin ve karakter bakımından ölçüp tartmakta bir yol olarak kullanırdı. Yumuşaklık etmez, yargılarında kolay kolay yanılmazdı. Dürüstlükten yana kusursuzdu; apaçık görüşlerinin, çevresindekiler üzerinde elektrikleyici bir etkisi vardı.
Doğa ona büyük bir irade gücü vermiştir; ama öyle sanıyorum ki, O bu gücü hep bilinçli bir disiplinle kullanıyordu. Hayatın uzun, bitmez tükenmez bir sınav olduğunu pekiyi biliyordu. Atatürk bu sınavda verilecek cevapları öğrenmeyi bir an olsun elden bırakmamıştır.
Kemal Atatürk’ün en sevdiği konuşma yolu, Bakan arkadaşlarını da ayırmaksızın çevresindekileri, görüşmek istediği kimseleri psikolojik ve bilimsel bir sınavdan geçirmekti, Verilen cevaplar kadar karşısındaki kimseyi de dikkatle incelediği sezilirdi.
Kimi zaman sorular yağdırır, kimi zaman da uzun uzun kendi görüşlerini açıklardı. Sonra soru dolu bir duraklama, çatılmış kaşlarını altından o duru mavi gözlerin altından insanın içini okuyan bir bakışı… Bu bakışın ne demek istediği anlaşılırdı. Bu, kem küm etme demekti; karşılıklı konuşuyoruz şurada; biliyorum, güç durumdasın, ama ben her şeye “evet efendim” diyenlerden hiç hoşlanmam. Düşündüğünü açıkça söyle. Belki de boş değil söyleyeceklerin.
Görelim bakalım. Peki ne yaptı Atatürk? O parlak askerlik kariyerinin dışında neler başardı? Mutlak bir yönetimin küllerinden ve zihniyetinden yepyeni bir devlet çıkardı. Felaketlerle dolu bir savaşta artık her şeyin kaybolur gibi olduğu bir sırada Onun Türk halkına inancı bir an bile sarsılmadı.
Bu savaş, övünç verici bir askeri geçmişe sahip bir ulus için çok acı bir denemeydi. İşte Atatürk, Türk halkının kendi kendine olan güvenini yeniden canlandırdı, zihinlerini özgürlüğe kavuşturup güçlerini harekete geçirdi. Eskimiş bir geçmişi gömüp ulusuna geleceğin kapılarını açtı ve bu ulusa sonuna kadar inandı.
Atatürk’ü diktatör sayanlar olmuştur. Bence bu hem yanlış hem de yanıltıcı bir görüştür. Kabul edelim ki, günümüzde ‘diktatör’ sözcüğünün yeterli bir tanımı yapılmış değildir, ama Hitler’e, Mussolini’ye diktatör denmesine hiç kimsenin karşı çıkabileceğini sanmıyorum.
Öyleyse Kemal Atatürk neden aynı gruba girmiyor? diye bir soru sorulabilir.
Bunun birçok nedenleri vardır. Bir kere Atatürk bilinçli olarak, kendi yokluğunda uygulanacak bir düzen kurmaya, kendinden sonra sürecek bir hükümet ve yönetim sistemi yaratmaya çalışıyor; görüşlerini zorla kabul ettirmekten çok doktrinlerini öğretmeye ve ülkülerini açıklamaya uğraşıyordu.
Kurtuluş Savaşı sırasında arkadaşlarıyla hazırladığı tasarıya göre; egemenlik Büyük Millet Meclisinindi; halk tarafından seçilen mebuslar dört yılda bir Cumhurbaşkanını seçmekle görevliydi ve Meclis belli yasama ve yürütme yetkilerine sahipti.
Devrimler hiçbir zaman yumuşaklıkla olmaz; bu yüzden başlangıçta, Anayasanın ve organlarının yürürlüğe girmesinden önceki günlerde, Atatürk’ün zaman zaman kendi inisiyatifine dayanarak kesin hareket etmek zorunda kaldığı olmuştur. Gene de kanunlara aykırı davranışlarda bulunmaktan kaçınmıştır.
Büyük Millet Meclisi’ne karşı büyük bir saygısı vardı. İç işlerde başlıca amacı, o sırada pek işlemezse de ileride durumun gerektirdiği şekle uyup gelişebilecek esneklikte bir siyasal düzen ortaya koymaktı. Pek çok kimsenin sandığı gibi sağa sola emirler yağdırmak şöyle dursun, Atatürk, Bakanları her zaman kendi sorumluluklarını yüklenmeye zorlardı.
Öyle sanıyorum ki, eğer yaşasaydı belki bir sonraki Cumhurbaşkanı seçiminde adaylığını koymayıp, kurduğu düzenin kendisinin yokluğunda gereği gibi işleyip işlemeyeceğini görmek için bir köşeye çekilecekti. Ancak arkadaşları ve danışmanları bırakır mıydı, bunu kestirmek güçtür.
Onun bütün tutumu şuydu: Kendisi Cumhurbaşkanı olarak devletin başıydı; memleketin yönetimi, Büyük Millet Meclisine karşı Anayasa’yı uygulamakla görevli olan hükümetin göreviydi.
Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında, bugün bizim halk idaresi diye bildiğimiz yönetim için zaman ve halkın daha hazır olmadığını biliyordu. Halk, Sultanlık ve İmparatorluk devrinin gelenekleriyle yoğrulmuş bir durumdaydı; bu alanda İttihat ve Terakki günleri de bir değişiklik getirmemişti. Onun için önce hem bu halk, hem de kabinede görev alan Bakanlar, Anayasanın kendilerine yüklediği yeni sorumluluklar konusunda eğitilmeliydi.
Bu arada bir yandan da işlerin yürütülmesi, Türkiye’nin modern, ilerici bir devlet olarak ihtiyaçlarının incelenmesi ve bu ihtiyaçların eldeki kaynakların yettiği ölçüde karşılanması gerekiyordu. Hepsinden önemlisi, uzun ömürlü bir iktisat sistemi kurmak şarttı ve Atatürk daha 1923 yılında, çekinmeden, ulusuna, böyle bir sitsem on yıl içinde kurulmadıkça Kurtuluş Savaşı’nda katlanılan sıkıntıların, gösterilen çabaların boşa gideceğini söylemiştir.
Kemal Atatürk’ün ileriyi görüşü o kadar keskin ve isabetli, olayların alacağı yön, halkın duyguları ve Türkiye’nin dış ilişkilerini gerekleri konusundaki sezişi o kadar doğruydu ki, çevresindekiler kendilerine güç ve karışık gelen meselelerde ne yolda hareket edeceklerini Ona danışırlardı. Bu gibi durumlarda karşısındakine her zaman yardıma hazırdı, ancak emretmez, sadece yol gösterirdi.
Peki, dış siyasette Atatürk diktatörce denebilecek neler yaptı? Hiç.
Komşuları yeni Cumhuriyetin bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı gösterdiği sürece, O da barışçı, uzlaşıcı, savaşı önleyici, dostça bir siyaset güttü. Rusya ile olan çekişmeler durduruldu; Yunanistan’la olan kavgaya son verilip yakın işbirliğine geçildi; yalnız Bulgaristan’ın katılmadığı Balkan Antlaşması’yla Balkanlar’daki anlaşmazlıklar bir çözüme bağlandı.
İran, Irak ve Afganistan’la yapılan Sadabad Saldırmazlık Paktı Türkiye’nin doğu sınırlarında barış kesinlikle sağlandı. Fransa ile ilişkiler iyi ve dostçaydı; Faşist İtalya’yla normal, İngiltere’yle tam bir uzlaşmayla kalınmamış, bugün sürdürüldüğüne çok sevindiğimiz yakın ve dostça ilişkiler de geliştirilmiştir.
Ve son olarak, Atatürk Türkiye’sinin kendi sınırları konusunda güttüğü siyaset, bu sınırların değişmez olduğudur.Bütün yukarıda saydıklarımızın diktatörlük siyasetiyle bir ilgisi var mıdır? Bu sorunun cevabı elbette ‘hayır’dır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Mustafa Kemal’in ortaya koyduğu eser, zaman karşısında geçirdiği sınavı başarıyla atlatmış ve atlatmaktadır.
Bugün Türkiye sağlam temellere dayanan bir ülke olmakta kalmayıp, felaketlerle dolu, kararsız dünyamızda bir denge unsuru olmaktadır. Ne istediğini biliyor; dostlarını biliyor ve çizdiği yolda kararlı adımlarla ilerliyor. Antlaşmalarına sadıktır…
Bu konuşma için hazırladığım plan, dinleyicilerime Atatürk’ün bir portresini çizmek, Cumhuriyetin kurucusu olarak başardığı işleri kısaca anlatmaktı. Onun özel hayatından pek söz etmediğim ileri sürülebilir. Ancak bunun bir nedeni vardır.
Bir kere bir büyükelçinin görevli bulunduğu ülkenin Devlet Başkanı ile olan ilişkileri ister istemez resmîdir. Atatürk için bu özellikle böyleydi; çünkü O, resmî ziyaretlerin gerektiği durumlar dışında elçilerle görüşmez, özel davetlerde bulunmazdı.
Ne kıskançlıklara, ne çekememezliklere yol açacağını pekiyi bildiğinden, hiç kimse için bu kuralın dışına çıkmazdı. Sonra Atatürk, diplomatik temsilcilerin kendisine değil, Dışişleri Bakanına başvurması gerektiğini açıkça belli ederdi. Bu kesin tutumunun haklı nedenleri vardı, çünkü kendisinin dışarıya karşı Cumhurbaşkanı olarak görevleri icra değil, temsil görevleriydi.
İcra görevi Hükümete aitti ve diplomatik temsilcilerle yapılan görüşme ve konuşmalar hakkında Cumhurbaşkanına bilgi vermek gene Hükümetin yapması gereken bir işti. Gene de, İtimatnamemi sunuşum, Kralın tahtp çıkışını haber verişim gibi resmî ziyaretlerde, söyleyeceklerimi söyleyip ödevimi bitirince oturmamı söylerdi ve konuşurduk.
Dışişleri Bakanı da hazır bulunurdu. Şüphesiz bunlar pek seyrek olaylardı; ama ben bu konuşmaları ilgi çekici ve çok faydalı bulurdum. Konuşmamız pek resmî geçerdi ancak gene de ara sıra kişisel bir yakınlaşma olur, birbirimizi ölçüp tartmak için fırsat bulmuş olurduk…
Genel olarak Türkçe konuşurdu; ben bu dili pek az bildiğimden Dışişleri Bakanı tercüme ederdi. Arada bir Fransızca kullandığı olurdu; Fransızcası akıcı değildi ama meramını anlatabilirdi.
Yılda bir kere kabul verirdi, o da 29 Ekim Cumhuriyet bayramının akşamı. O sabah, Büyük Millet Meclisinde üniformalarını giymiş yabancı devlet elçilerini ve elçilik ileri gelenlerini sırayla huzura alıp, tebrikleri kabul etmiştir.
O günün akşamı bakanların, mebusların, yüksek rütbeli subay ve memurların, tanınmış kişilerin ve kordiplomatiğin hazır bulunduğu büyük, zengin bir davet düzenlenirdi. Kordiplomatik mensupları ayrı bir odaya alınır ve orada Cumhurbaşkanı kendisine çok yakışan o ağırbaşlı haliyle herkesi ayrı ayrı selamladıktan sonra bir koltuğa oturur, yaveriyle hazır bulunanlardan bazılarını çevresindeki topluluğa katılmaya davet ederdi.
Sabahın erken saatlerine kadar süren bu akşam, Atatürk’ün akşamıydı. Çok eğlenirdi, ancak gene de daha önce sözünü ettiğim sınav usulünü büroda de elden bırakmazdı.
Bu bayram akşamlarından sonuncusu 29 Ekim 1937’de idi.
O gün beş saat kadar Atatürk’ün yanında kaldım; bu benim için, Onun zihnini bir konuya verebilmekteki olağanüstü gücünü görmek bakımından büyük bir fırsat oldu. Çevresine her yeni gelen kimseye söyleyecek, ya da ondan sorup öğrenecek bir şey buluyordu.
Konuşması bir an bile sudan, hafif konulara yönetmedi. Söylediği her sözün güttüğü bir amaç vardı; sözlerinin gerisinde sürekli bir maksat, yorulmak bilmeyen bir soruşturup öğrenme isteği sezilirdi.
Konuşmamda sizlere Atatürk’ün kahvaltıda neler yediğinden, elbiselerini kime diktirdiğinden, ne marka diş macunu kullandığından niçin söz etmediğimi artık anlamışsınızdır sanırım. Ben de bilmiyorum ve zaten ne önemi var bunların?
Ben burada Atatürk’ü bir insan olarak ele aldım ve bu konuda son bir söz söyleyeceğim. Yumuşak bir adam değildi, çünkü hayatı çetin mücadelelerle yoğrulmuştu. Fakat âdildi. Kesin düşünceleri vardı, ancak başkalarını dinlemeye her zaman hazırdı…
Çevresinden bağlılık bekler ve bunu hak ederdi. Kazandığı kuvvet hiçbir zaman başını döndürmedi. Küçüklük nedir bilmezdi.
Her şeyden önce Türk ulusunun iyiliğini düşünür ve bunu barışta, güvenlikte, ilericilik ve kardeşlikte bulurdu, savaş ve fetihte değil. Sert görünüşüne, çabuk duygulanan bir kimse olmayışına rağmen çevresinden saygı görmek İhtiyacını derinden duyduğunu sanıyorum.
Serinkanlılıkla düşünebilmek insanlara karşı duygusuz olmak değildir.3
Kaynak 3-Türk Dili Dergisi, Cilt XIV, Sayı 158 (1 Kasım 1964), s.109-113’te yayınlanan Ünal Aytür tercümesinden aktarılmıştır.
1-Loraine’’in 10 Kasım 1948 Anma Konuşması, Türkiye’de ilki 1981’de Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılında Kemal Atatürk as i Knew Him) ve diğeri 1998’de Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. Yılında (Sir Percy Loraine’s Address on Atatürk 10 November 1948) Ankara’da The British Council tarafından İngilizce olarak iki kez yayınlanmıştır.
2-Esra Sarıkoyuncu Değerli, “Bir İngiliz Diplomatın Gözüyle Mustafa Kemal Atatürk”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Cilt XXIII, Sayı 67-68-69 (Mart-Temmuz-Kasım 2007), s. 209.
HAYATIN İÇİNDEN ANILARDA KALANLAR * ALİ HOCA’NIN EZANI
HAYATIN İÇİNDEN ANILARDA KALANLAR
ALİ HOCA’NIN EZANI
Metin Atamer
Henüz çocukken zaman zaman gittiğim ve oturduğumuz evin karşısında bulunan minaresi çift şerefeli bir cami vardı, bu camiyi her zaman hatırlarım. Bu caminin minaresine her namaz vaktinden evvel imam ‘Ali Hoca’, aflaya puflaya ilk şerefesine çıkar , iyice soluklandıktan sonra bir eli ile şerefenin küpeştesini tutar diğer elinin başparmağını kulağının memesini bastırarak ezan okumaya başlardı. O yükseklikte belki insanın başı döneceği içindir mi neden bilmem, şerefenin kenarına sıkı sıkıya tutunurdu.
Her beyiti ve tekrarını ilk önce doğu yönüne doğru söyler, sonra ikinci beyit için şerefenin kuzey yönüne gelir, orada ikinci beyiti ve tekrarını söylerdi. Daha sonra üçüncü beyit için batıya yönlenir ve tekrarını da burada okurdu. Güney yönüne dönmeyi pek sevmezdi, amma kural gereği onu da yerine okumak mecburiyetinde kalırdı. Kışın devamlı kuzeyden esen rüzgar dan dolayı, paltosunu iyice kapatıp kuzeyde okunacak beyti hızla bitirip, tekrar batıya yönlenir ve ezan görevini sona erdirirdi. Hızlı bir şekilde minarenin döner merdiveninden çabucak inerdi.
Her bir yönde söylediği cümleleri ve sesini kulaklarıma her gün çok defa dinlediğimden iyice işlendiğini düşünmekteyim. Her ezanda bu merdivenleri çıkar ve ezanı okuduktan sonra camii içine gelir, cemaatin önüne geçip o namazı kıldırırdı.
Her namaz ezanı ayrı bir mâkamla okunurdu. Bu nedenle sabah ve akşam namazının ezanını çok severdim. Saba mâkamında okunan ezan hala bana her zaman uhrevi bir haz vermektedir. Her gün beş sefer bu işlemi yapan Ali Hoca, yatsı mamazından sonra Camiinin bahçesinde bulunan küçük, tek katlı müştemilatta istirahate çekilirdi. Eşini hiç görmezdik, kendisi boş zamanlarında caminin bahçesinde sebze ve meyva yetiştirirdi.
Camii’nin karşısında terzi Kayhan’ın dükkanı vardı . Ezanla beraber elindeki işi bırakıp, gerekirse lavoboya yönlenir ellerini, yüzünü , kollarını yıkar, kulaklarını temizler, ellerinin tersiyle ensesini siler, alın ve yukarsına ıslatır, ayaklarında bulunan meslerinin üzerinden temizlik amaçla ıslak eli ile silerdi. Daha sonra meslerini giyer doğru namaza giderdi.
Ezan sesi zaten mahalli olur ve namaz için o camiiye gelecek olan mahalleli, zamanını bilir ve namaz vakti oraya gelirdi. Caminin diğer bir yanında yaşlıların gittiği bir kahvehane vardı. Bazı yaşlı müdedeyyinler namazdan sonra kahvehaneye gidip bir sonraki namaz vaktine kadar, burada zaman geçirirlerdi. Kahvehanede çay ve kahve içip, kimi zaman kağıt oynarlar, vakit geçirirlerdi. Nede olsa o tarihlerde bu günkü kadar çok önemli konular, enflasyon, geçim sıkıntısı, mülteci istilası , pahalılık, hissedilir şekilde yoktu.
Bilhassa ramazan aylarında evimizde iftarda sofra kurulur, evdeki yiyecekler masaya yerleştirilir, çay demleye bırakılır, ve evimizden görünen camiinin minaresinde Ali Hocanın şerefede boy göstermesini beklerdik. Ali Hoca zamanı gelince bu ezanı o kadar hızlı okurduki, kendisininde aç olduğunu anlardık ve hızlı bir şekilde evine yetişmek için minarenin merdivenlerini üçer beşer atlıyarak indiğini düşünür, sofrasına yetişip bir kaç lokma ile oruç açtığını tahayyül ederdik. İftardan sonra camiye gidip Ali Hoca’nın cemaati beklediğini görürdük.
Bu günlerde her yöne ayrı beyitlerin okunduğu, ezan sesinin yalnız mahalle halkına hitab eden ses şiddetinde bir namaz çağırısı olmasını özlemekteyim.
Minarelere çıkılmadan, oturdukları yerden bir banttan dinletilen ezan , zaman içinde üretilen ses yükselticiler, hoperlörler vasıtası ile her yöne bütün beyitlerin okunması şekline dönüşmesini, hatta ses şiddetinin sonuna kadar açılarak kilometrelerce uzağa dinletme amacını üzülerek seyretmekteyiz. Hoperlör seslerinin bağırtılarak ezan okunmasının, ezanı ulviyetten uzaklaştırdığını düşünmekteyim.
Kimi camilerin her tarafına konulan onlarca hoperlörler marifeti ile Ezan, dine karşı olumsuz hislerin doğmasına neden olmakta, dinden uzaklaşıp, ziyadesi ile gürültüye dönüştüğünü düşünmekteyim.
622 yılında ilk ezanı Medine’de, Habeşistanlı köle bir ailenin çocuğu olan ‘Bilal-i Habeşi’, İslamiyet’i ilk kabul eden 7 kişiden biri olduğundan, Haz.Muhammed’in isteği üzerine ezanı dört ayrı yöne, dört ayrı beyit olarak okuduğunu bilmekteyiz.
Kurtuluş’taki camiinin müdavimlerinden ayakkabı tamircisi Seyfi dayı vardı , o kimi zaman ‘’ Hey Gidi Günler Hey’’ diye geçmişi hep anardı. Ben ise bu gün ezanı ulviyetinden saptıranları seyrederken , ‘’Hey Gidi Günler Hey’’diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
MISIR KOÇANI
Mısır Cumhurbaşkanı Sisi Ankara’da Recep Tayyip Erdoğan tarafından havalimanında karşılandı. Peki Erdoğan ne diyordu Sisi için? Ne oldu da Türkiye’nin dış politikası bu hale geldi? Obama’nın yıllar önce Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaretin arka planında ne vardı? Bu ziyarette neler yaşandı? Gündemin bir diğer önemli noktası ise Gazze’de çocuklarda görülmeye başlanan çocuk felcinin Irak, Suriye gibi ülkelerde yaygın şekilde görülmeye başlanması… Sizler için birçok başlıkta gündemi değerlendirdim.
Posted in DIŞ POLİTİKA, Politika ve Gundem, VİDEOLAR, Yılmaz Özdil
Leave a comment
KARAKOLDA DOĞRU SÖYLER, MAHKEMEDE ŞAŞAR!!! (Atasözü)
KARAKOLDA DOĞRU SÖYLER,
MAHKEMEDE ŞAŞAR!!! (Atasözü)
Naci Kaptan 04.09.2024
BU CAN BU TENDE OLDUKÇA
“FAİZ SEBEPTİR, ENFLASYON NETİCEDİR”
Ekonomik beka mücadelesi verdiklerini savunan Erdoğan, ekonomik krizi ‘dış mihraklara’ bağladı. Erdoğan, “Döviz kuru üzerinden bize silah göstermeye kalktılar ama başaramayacaklar bizim silahımız daha güçlü, bizim silahımız Nas” diye konuştu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ekonomiyi yine ‘Nas’a bağlayarak ”Bu can bu tende oldukça iddia ile söylüyorum: Faiz sebeptir enflasyon neticedir” demişti. Ancak o tarihten bu yana ‘nas’ unutuldu. VE “NAS” EKONOMİSİ İLE BİRLİKTE ÜLKE DE ÇÖKTÜ…
DEVLET ADAMININ YAPTIKLARI İLE
SÖZLERİ TUTARLI OLMALIDIR
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu can bu tende oldukça…” diye başlayan restlerinden bir anda “U dönüşü” yaparak söylediklerinin tam tersini yapmakta beis görmediği sık şahit olduğumuz bir durum. Özellikle dış politikaya giren alanlardaki U dönüşlerinin şöhreti sınırları aştı.
Devlet adamı söylediği/ söyleyeceği sözlerin kendisini bağlayacağını bilmek zorundadır. Söyledikleri ile yaptıkları tutarlı olmayan siyasetçilerin devlet adamlığı sorgulanır ve de itibar, güven kaybına uğrar. Hele hele kesin ifade ile yaptığı açıklamaların tersine eylemde bulunursa güven kaybı zirve yapar, özellikle yabancı devlet adamları tarafından gereken özende muhatap alınmaz olur.
Üzücüdür ki cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi geçmişi açıklamalarının ve sözlerinin tersini yapmakla geçti. Bu da ülke içinde ve dışında Erdoğan’a, devletimize karşı büyük güven kayıplarına neden oldu. Uluslararası platformlarda da Erdoğan’ın sözleri ciddiye alınmaz oldu.
Devlet adamlığı köklü bir eğitim, entellektüel kültür birikimi, liyakat, akılcı öngörü, bilgelik, birkaç lisan bilmek, ödünsüz çıkarsız yurt sevgisi, erdem gerektirir. Buna en güzel örnek tüm dünyanın hayranlık ve saygı duyduğu MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’tür.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle tutuklanan ABD vatandaşı Rahip Brunson, Türkiye ve ABD arasında büyük bir gerileme neden olmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın Brunson’un bırakılması talebine karşılık FETÖ terör örgütü liderini istemiş ve “Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi (Rahip Brunson) alamazsınız. Amerika teröristi vermiyor, bahaneler uyduruyor. O zaman sen de bizden hiçbir teröristi alamazsın. Bu fakir bu görevde olduğu sürece teröristi alamazsın. Çünkü Müslüman bir delikten, yılan deliğinden bir defa sokulur. İkinci defa hayır.”
Trump’ın Brunson’un serbest bırakılmaması durumunda “ABD yaptırımlarının uygulanacağı” tehdidiyle karşı karşıya kalan Türkiye, Rahip Brunson’u çok geçmeden serbest bıraktı. Daha sonraları Trump bu konuda Erdoğan’a baskı yaptığını ve olumlu sonuç aldığını açıkladı. 9 ay sonra papaz serbest bırakıldı. Brunson kendisini bekleyen uçağa binerek ABD’ye döndü. ABD Başkanı Trump kendisini kabul ederek “24 saatte bir Türk hapishanesinden Beyaz Saray’a. Nasıl? Fena değil. Değil mi?” diye gazetecileri güldürdü, onurumuz tuzla buz oldu.
Suriye politikasında nereden nereye geldiğimiz ortada. Cumhurbaşkanı Esat’a demediğimizi bırakmadık 11 yıldır. “Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümranlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil” demişti Cumhurbaşkanı. “Suriye’de Esed olmamalı” demişti.
Şimdi ise “Bizim Esed’i yenmek yenmemek gibi bir derdimiz yok” diyor.
Suriye’li sığınmacılar için önce “Göndermeyeceğiz” diyordu, sonra “Bir milyon Suriye’liyi gönüllülük esasına göre göndereceğiz” dedi. Sonra yine başa döndü, göndereceğiz diyen muhalefete hitaben “Onları göndermeye kimsenin gücü yetmeyecek. Biz ensar kültürüyle yetişmişiz” sözünü duyduk.
Gazeteci Deniz Yücel için 13 Nisan 2017’de “Bu makamda olduğum sürece Almanya’ya dönüşü sözkonusu değil” demişti. Deniz Yücel 16 Şubat 2018’de Almanya’dan gönderilen özel uçakla Türkiye’den ayrıldı.
Cemal Kaşıkçı cinayeti konusunda Aralık 2018’de “Bu millet enayi değil, hesap sormasını bilir. Belgeleri gösteririz ama vermeyiz” demişti. 7 Nisan 2022’de dosya tümüyle Suudi Arabistan’a devredildi. Fotokopisini çekmişlerdir inşallah.
Davos’taki panelde İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyen Erdoğan birkaç saat sonra basın toplantısında “Benim tavrım moderatöre olmuştur” diye kazı çevirmiş, moderatöre tavır koyan Başbakan Türkiye’ye dönüşünde “Dünya lideri” nidalarıyla karşılanmıştı.
Rus uçağı düşürülünce “Pilotlarımız angajman kurallarının gereğini yerine getirmişlerdir” diyen, “Tekstil ürünlerimizi boykot edeceklermiş. Alsan ne olur, almasan ne olur” diye sesini yükselten Erdoğan, daha sonra Putin’e bir mektup göndererek özür diledi.
Gazze’ye yardım malzemesi taşıyan Mavi Marmara gemisi için “Biz izni verdik” dedikten iki yıl sonra “Siz Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz?” diyebildi Erdoğan.
Ankara’da görev yapan on büyükelçi Türkiye’nin AİHM kararlarına uyma yükümlülüğü bulunduğunu hatırlatınca, bunların istenmeyen adam ilan edilmesi sürecini başlatması için Dışişlerine talimat verdiğini söyledi Cumhurbaşkanı. “Bunları ağırlama lüksümüz yok” filan dedi. Sonra büyükelçiliklerin “Biz Viyana Sözleşmesine uygun hareket ederiz” yolundaki suyuna tirit bir açıklamasına razı olup geri adım attı.
Birleşik Arap Emirlikleri’yle, Suudi Arabistan’la, İsrail’le esip gürleme modundan normalleşme moduna geçtik. Erdoğan’ın U dönüşleri dış politikayla da sınırlı değil.
“Siyasi hayatımda ne aldatan oldum, ne aldanan” diye övünen Erdoğan, yeri gelince “Biz bunların böyle bir ihanet içinde olduklarını, başta şahsım, hiç düşünmedik…
Aldatıldık” dedi. “Rabbim de milletim de bizi affetsin” diye ekledi.
Doktorlar için “Varsın gidiyorlarsa gitsinler. Bizler de üniversiteleri yeni bitiren yeni doktorları buralarda istihdam ederiz. Bunlarla yola devam ederiz” dedi. Gelen tepkiler üzerine aradan bir hafta geçmeden “Rabbim tüm hekimlerimizden ve sağlık çalışanlarımızdan razı olsun, yokluklarını göstermesin. Çünkü bu ülkenin hekimlerine hem vefa borcu hem ihtiyacı vardır” dedi.
Sezen Aksu’nun yıllar önce söylediği bir şarkısında yer alan ‘’Binmişiz bir alamete. Gidiyoruz kıyamete. Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e…” sözleri nedeniyle cuma namazını kıldığı Büyük Çamlıca camisinde cemaate hitaben ‘’Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir” diyen cumhurbaşkanı Erdoğan “Benim oradaki hitabımın muhatabı Sezen Aksu değildir” dedi. Vallahi de dedi. Billahi de dedi.
Elinin altında iyi yetişmiş, nitelikli bunca sivil ve asker kurum ve kadrolar bulunan, yüzlerce danışmanı, örnek alacağı, ders çıkaracağı yüz yıllık bir cumhuriyet birikimi olan cumhurbaşkanının bu kadar sık hata yapmaması beklenir elbette. Hata kural değil, istisna olmalıdır.
U dönüşü ille de kötü bir şey değildir. Eğer bir hatadan dönmek anlamındaysa, erdemli bir davranıştır. Ve bugün 84 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Sayın Cumhurbaşkanından giderayak son bir U dönüşü bekliyor:
Hani diyor ya “Bu can bu tende oldukça iddiayla söylüyorum, faiz sebeptir enflasyon netice”.
Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fettah el Sisi’nin Türkiye ziyareti Türkiye’nin Arap Baharıyla neredeyse köprüleri attığı Arap yönetimleriyle yeniden ilişki kurması bakımından önemli ve aynı zamanda AK Parti dış politikasındaki keskin dönüşlerin son örneği.
Bugün Sisi’yi ağırlayacak olan Erdoğan, geçtiğimiz Şubat ayında Sisi’yi ziyaret ederek kendisine 2022’de Katar Emiri barıştırana kadar “darbeci” ve “katil” dediği Sisi’yi ziyarete Kahire’ye gitmişti. Sisi’ye kızıp Mısır’la ilişkileri kesmek yanlıştı ve Türkiye’ye kaybettirdikleri oldu.
Daha önce 2018’de İstanbul’daki Cemal Kaşıkçı cinayetinde talimatı vermekle suçladığı Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın da ziyaretine gitmiş, sonra o da gelmişti. Keza 15 Temmuz 2016 askeri darbe kalkışmasında Fethullahçılara destek vermekle suçladığı Birleşik Arap Emirlikleri Devlet başkanı Muhammed bin Zeyid ile de.
Bu keskin manevraların, Erdoğan’ın “Faizi düşürelim, enflasyon düşer” özetindeki “heterodoks” ekonomi politikasının karaya oturduğunu kabul ettiği 2022 yılında yapılması elbette rastlantı değil. Sisi bu manevraların son örneği ama sonuncusu olmayacak. Daha sırada Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad var.
KAYNAKLAR
GazetePencere – Kaya Türkmen https://www.gazetepencere.com/yazarlar/u-donusu-198468h
Yetkin Report – Murat Yetkin https://yetkinreport.com/2024/09/04/sisi-ziyareti-dis-politikadaki-keskin-donuslerin-son-ornegi/
FEYM Grubu ve AYAcademy Bilgilendirme Bülteni (04 Eylül 2024)
FEYM Grubu ve AYAcademy
Bilgilendirme Bülteni
(04 Eylül 2024)
1. Ermeni Meselesi / Ermeni Haberlerindeki İddialar / Azerbaycan ile İlgili Gelişmeler:
a. Tüm Ermenilerin yüce patriği ve katolikosu II. Garekin, SÖZDE artsakh (SÖZDE Dağlık Karabağ Ermeni yönetimi) bağımsızlık günü münasebetiyle bir mesaj yayınladı. Mesajda şu ifadeler kullanıldı: “artsakhın işgali ve Ermeni nüfusunun tamamının buradan sürülmesi koşullarında da bu tarihi günü kutlamaya devam ediyoruz, çünkü artsakh geçmiş değil, artsakh Ermenilerinin binlerce yıldır yaşadığı ve çalıştığı tarihi bir vatandır. Yıllarca kimliklerini, atalarının antlaşmalarını ve kutsal değerlerini kan ve terle savundular, parlak gelecek hayallerine sahip çıktılar.” https://www.panorama.am/ru/news/2024/09/02/%D0%9A%D0%B0%D1%82%D0%BE%D0%BB%D0%B8%D0%BA%D0%BE%D1%81-%D0%93%D0%B0%D1%80%D0%B5%D0%B3%D0%B8%D0%BD-II-%D0%90%D1%80%D1%86%D0%B0%D1%85/3047756
b. Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev, Ermenistan Cumhuriyeti’nin Bulgaristan Büyükelçisi Armen Edigaryan’a Madara Süvari Nişanı’nı takdim edecek. Edigaryan, Bulgaristan Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasındaki ikili ilişkilerin güçlendirilmesi ve geliştirilmesindeki büyük başarılarından dolayı bu nişanı alacak. Yabancı ülke ve Bulgar vatandaşları, Bulgaristan ile ikili ilişkilerin kurulması, güçlendirilmesi ve geliştirilmesindeki büyük başarılarından dolayı Madara Süvari Nişanı ile ödüllendirilir. https://en.armradio.am/2024/09/04/armenias-ambassador-to-be-honored-with-bulgarian-order-of-madara-horseman/
c. ABD Senatörü Edward J. Markey, Boston’da Ermeni toplum liderleriyle bir yuvarlak masa toplantısı düzenledi. Toplantıda, Azerbaycanlı yetkililerin Dağlık Karabağ’a yapılan saldırıdan sorumlu tutulması çabalarını, yerinden edilmiş nüfusun insani ihtiyaçlarını ve bu Kasım ayında Azerbaycan’ın Bakü kentinde yapılması planlanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Konferansı (COP29) öncesinde etnik Ermeni siyasi tutukluların devam eden tutukluluğunu ele aldılar. https://en.armradio.am/2024/09/04/senator-markey-hosts-roundtable-with-armenian-community-organizations-leaders/
ç. İran, Rusya’yı Kafkasya’daki jeopolitik değişikliklere karşı uyardı. Ermenistan’ın Azerbaycan için bir kara koridoru açma konusundaki isteksizliğine yönelik Rusya’nın yenilenen eleştirilerinin ardından İran, Güney Kafkasya’daki jeopolitik değişikliklere karşı güçlü muhalefetini yeniden vurguladı. İran Dışişleri Bakanlığı, Avrasya Direktörlüğü Başkanı Mojtaba Demirchiloo’nun Tahran’daki Rus büyükelçisi Aleksey Dedov ile Kafkasya’daki gelişmeler hakkındaki görüş alış verişinde bulunduğunu açıkladı. Bakanlık açıklamasında Demirchiloo’nun Dedov’a “Tahran’ın uluslararası alanda tanınan sınırlarda ve bölgedeki jeopolitik değişikliklerde herhangi bir değişikliğe karşı olduğunu” söylediği belirtildi. Demirchiloo, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Ermenistan hükümetini, Ermenistan’ın Syunik eyaleti üzerinden Azerbaycan ile Nahçıvan arasında ulaşım bağlantısı açmak için Rusya’nın aracılık ettiği bir anlaşmayı sabote etmekle suçlamasından iki hafta sonra Dedov ile görüştü. İran ayrıca Bakü’nün talep ettiği Zangezur koridoruna da karşı çıkıyor. İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney, 30 Temmuz’da Başbakan Nikol Paşinyan ile görüştüğünde Zangezur koridorunun Ermenistan’a zarar vereceği görüşü çerçevesinde Tahran’ın tutumunu yeniden teyit etmişti. https://massispost.com/2024/09/iran-warns-russia-against-geopolitical-changes-in-caucasus/
d. Ermenistan Başbakanı Paşinyan: Azerbaycan Anayasası’ndaki toprak iddialarına işaret ederek “Ermenistan Cumhuriyeti Anayasası Ermenistan’ın iç meselesidir,” dedi. Paşinyan, Ermenistan Cumhuriyeti Anayasası meselesinin bir iç mesele olduğunu ve ülkenin iç gündeminin bir parçası olduğunu vurguladı. Paşinyan, düzenlediği basın toplantısında, “Anayasa, Ermenistan vatandaşları arasında varılan anlaşmaya dayalı olarak devletin özü ve doğası hakkında olmalıdır.” dedi. Anayasanın vatandaşlar tarafından özgür, adil ve bağımsız bir oylamayla kabul edilmesi gerektiğini belirtti. Paşinyan ayrıca Azerbaycan Anayasası’nda Ermenistan’a karşı toprak iddialarının varlığını vurguladı. Paşinyan, “Azerbaycan Anayasası’nda değişiklik yapma konusunu gündeme getirmiyoruz çünkü [öngörülen] barış antlaşması, tarafların hiçbirinin kendi iç mevzuatına başvuramayacağına dair bir hüküm içeriyor.” dedi. Paşinyan “Azerbaycan Anayasası, 1991 Devlet Bağımsızlık Yasası’na atıfta bulunmaktadır. Bu yasa, 28 Mayıs 1918 tarihli Azerbaycan Bağımsızlık Bildirgesi’nden bahsediyor. Dahası, Bağımsızlık Yasası, bugünkü Azerbaycan’ın 1918-1920’deki bir Azerbaycan devletinin halefi olduğunu belirtiyor. 1918-1920 Bildirgesi’nde, Azerbaycan topraklarının Güney ve Doğu Transkafkasya’yı içerdiği belirtiliyor. İtilaf Devletleri tarafından sunulan bir haritada, Azerbaycan bugünkü Syunik ve Vayots Dzor bölgelerinin tam mülkiyetini ve Tavush, Gegharkunik, Ararat, Lori ve Shirak bölgeleri üzerinde kısmi iddialarda bulunmuştu. Dolayısıyla, Ermenistan Anayasası’nın aksine, Azerbaycan Anayasası Ermenistan’a karşı toprak iddiaları içeriyor,” diye açıkladı. Başbakan, bu konunun Ermeni tarafı için bir endişe kaynağı olduğunu kaydetti. “Bu sorunu çözmek için Azerbaycan’dan Anayasasını değiştirmesini istemiyoruz. Bunun yerine, imzalanırsa bu sorunu çözecek olan barış antlaşmasında halihazırda mutabık kalınmış bir madde olduğunu vurguluyoruz. Bu, taraflardan hiçbirinin kendi iç mevzuatına başvurmayacağını garanti ediyor. Gerisi tarihtir ve silinemez” diye ekledi. https://massispost.com/2024/09/pashinyan-constitution-of-the-republic-of-armenia-is-a-domestic-issue-points-out-territorial-claims-in-azerbaijani-constitution/
e. Ermenistan Ekonomi Bakanı Gevorg Papoyan ve Alman Uluslararası İşbirliği Ajansı (GIZ) Ermenistan Direktörü Madeleine Rauschenberger, Ermenistan Ekonomi Bakanlığı ile GIZ arasında bir mutabakat zaptı imzaladı. Mutabakat zaptına göre, Ermenistan Ekonomi Bakanlığı tarafından Ocak 2023’ten itibaren uygulanan ve Ermenistan hükümetinin kararıyla onaylanan yüksek nitelikli uzmanları çekme hedef programının dijital platformunun telif hakkı GIZ tarafından Ekonomi Bakanlığı’na devredildi. Dijital platform, GIZ’in finansmanıyla geliştirilmişti. https://news.am/eng/news/840659.html
f. AVİM web sitesinde “NATO’NUN SİBER GÜVENLİK VE DENİZCİLİK STRATEJİSİNİN BÜTÜNLEŞTİRİLMESİ: MONTRÖ SÖZLEŞMESİ’NİN KORUNMASI” başlıklı makale yayınlanmaktadır. “Montrö Sözleşmesi, yıllar boyunca güncelliğini koruyan nadir uluslararası sözleşmelerden biridir. Sözleşmenin zamana karşı bu kadar dirençli olması, 1936’da Karadeniz’e kıyısı olan devletler ile Karadeniz dışındaki devletlerin çıkarları arasında kurduğu hassas dengeye bağlanabilir. Aradan geçen 88 yıl, Türkiye’nin Sözleşmenin özenle hazırlanmış dengesini başarıyla uyguladığını da kanıtlamaktadır. Tarih bize Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açmaya çalışmanın Pandora’nın Kutusu’nu açmakla eşdeğer olduğunu göstermiştir. Pandora’nın Kutusu’nu açmaya çalışmak geçmişte yaşadıklarımızdan daha ciddi sorunlara yol açabilir. Montrö Sözleşmesi’nin mevcut haliyle muhafaza edilmesinin her zamankinden daha fazla geçerlilik kazandığını söylemek yanlış olmayacaktır.” tespitlerinin yer aldığı analize aşağıdaki linkten erişim sağlanabilmektedir. https://avim.org.tr/tr/Analiz/NATO-NUN-SI%CC%87BER-GUVENLI%CC%87K-VE-DENI%CC%87ZCI%CC%87LI%CC%87K-STRATEJI%CC%87SI%CC%87NI%CC%87N-BUTUNLESTI%CC%87RI%CC%87LMESI%CC%87-MONTRO-SOZLESMESI%CC%87-NI%CC%87N-KORUNMASI
g. Sayın Şükrü Server AYA Bey’in ‘Büyük Yalan’ adlı kitabının tanıtım toplantısı ve konuşmasına ilişkin videoya aşağıdaki linkten erişim sağlanabilmektedir. https://www.youtube.com/watch?v=i8OiGV1wZNc&list=PL-vfn1ScT4uzuGT5TFi2Hkrm8lVhAgd3d&index=2
2. Yunan Sorunları / Yunan Haberlerindeki İddialar “” işareti içinde gösterilmiştir / Kıbrıs ile İlgili Gelişmeler:
a. Yunan Bakan ABD’nin silah konuşlandırdığı adaları ne amaçla ziyaret edecek? Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Dendias, bugün ABD’nin silah ve mühimmat konuşlandırdığı Dedeağaç ve Semadirek Adası’nı ziyaret edecek. ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns’un geçen sene CIA ajanlarıyla birlikte Dedeağaç ve Meriç bölgesine gerçekleştirdiği gizli ziyaret dünya kamuoyunda dikkat çekmişti. “Çok gizli” ziyaretin bir yıl sonrasında Yunanistan’da Türklerin yoğunlukta yaşadığı Dedeağaç mevkinde konuşlandırılan ABD tank ve teçhizatı ise merak konusu oldu. https://www.qha.com.tr/gundem/yunan-bakan-abd-nin-silah-konuslandirdigi-adalari-ne-amacla-ziyaret-edecek-494157
b. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) yapımı, Kıbrıs Barış Harekâtı gerçeklerini çarpıtarak ele alan “Famagusta” adlı dizi neyi amaçlıyor? GKRY yapımı “Famagusta” adlı dizi, fragmanının yayınlanmasının ardından tepkileri üzerine çekti. ABD merkezli dijital yayın platformu Netflix’te 20 Eylül’de yayınlanacak Famagusta dizisinde 1974’te yaşanan Kıbrıs Barış Harekâtı çarpıtılarak anlatılırken Türk askerlerinin adayı işgal ettiği iftirası atılıyor. Yunanistan’ın en çok izlenen televizyon kanalı olan MEGA TV için daha önce hazırlanan ve GKRY’nin kara propagandasına hizmet eden dizi 24 bölümden oluşuyor. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emete Gözügüzelli, GKRY’nin kara propagandasına hizmet eden Famagusta adlı dizi nedeniyle Netflix platformuna dava açılması gerektiğini vurguladı. https://www.qha.com.tr/ozel-haber-roportaj/famagusta-dizisi-kibris-gerceklerini-carpitiyor-494097
c. Yunan Haberleri “Türkiye, Ege’de birkaç gün provokatif eylemlerden kaçındıktan sonra, dün adaların kalbinde havacılık tatbikatları yapmak için hukuk dışı NOTAM yayınlayarak eylemlerine geri döndü. Daha spesifik olarak, Ankara, yasadışı NOTAM ile Ege’nin kalbinde, 9 Eylül’den 31 Ekim’e kadar sürecek havacılık tatbikatları için Yunan ulusal hava sahasını da işgal edecek bir alanı bloke ediyor. Yunan Savunma Bakanı Dendias Saros Körfezi açıklarında bulunan Zürafa adasına da gönderme yaparak ‘Ülkemiz her zaman Uluslararası Hukuka saygılı, Uluslararası Deniz Hukukuna saygılı, Birleşmiş Milletler Şartı’na saygılı bir ülkedir. Haklarını savunur ve geliştirir. Ancak mevcut Uluslararası Hukuk ve Uluslararası Deniz Hukukunda sağlanan haklar, neo-Osmanlı yayılmacılığının fantezileri değildir.’ ” dedi. https://www.pentapostagma.gr/ethnika-themata/ellinotoyrkika/7262216_me-etsi-thelo-i-toyrkia-desmeyei-periohi-stin-kardia-toy
3. AYAcademy Bülteni
“Türk Hukukunda Dürüstlük ve İyi Niyet İlkelerinin Karşılığı Olarak İngiliz Hukukunda ‘Good Faith’ İlkesi” başlığı ile yayınlanan akademik makaleye ilişkin bilgiler ve erişim linki AYAcademy’nin aşağıdaki sosyal medya kanal linklerinde yayınlanmaktadır.
https://www.instagram.com/ayacademy.org.tr/ – https://www.facebook.com/ayacademy.org.tr/ https://www.linkedin.com/company/ayacademy/ – https://www.threads.net/@ayacademy.org.tr https://www.tiktok.com/@ayacademy.org.tr – https://twitter.com/ayacademy_tr https://t.me/AYAcademyTelegram – https://www.youtube.com/@AYAcademy_TR
Saygılarımla,
Serkan KORKMAZ
Posted in ERMENİ SORUNU, FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI
Leave a comment
KÜMESTEKİ KAZLAR * DEVLETİ SIRTLARINDA TAŞIYANLAR; ÜCRETLİLER VE EMEKLİLER
HÜKÜMETİN GÜCÜ ANCAK MEMUR VE EMEKLİYE YETİYOR!
Gürkan Avcı – (DESKON) Genel Başkanı
Demokrat Sendikalar Konfederasyonu (DESKON) Genel Başkanı Gürkan Avcı, hükümetin bir tek memurdan, işçiden, dar ve sabit gelirlilerden vergi alabildiğini ve gücünün yalnızca emekçilere yettiğini söyledi. Ortalama bir memurun tüm gelir istihkaklarının yarıya yakınının muhtelif isimler altındaki vergi ve kesintilerle maaşının daha ele geçmeden devlet tarafından kesildiğini söyleyen DESKON Genel Başkanı Gürkan Avcı, hükümetin ovp, vergi reformu gibi süslü süslü laflarla esip gümbürdemesinin yağmayan yağmur bulutu gibi geçip gittiğini, bir tomar laflarla sürekli olarak zengin kesimlere ‘aflar’ çıkarttığını üstüne üstlük sıradan vatandaşa üç kuruş kredi verilmediği ortamda yandaş şirketlere kredi musluklarının sonuna kadar açıldığı mevcut ortamda vergi rejiminde haktan, hukuktan, vicdan ve ‘Adaletten’ söz edilmesinin mümkün olmadığını söyledi.
Tablo ortada; beyanname veren gelir vergisi mükelleflerinin verdikleri verginin toplam vergi gelirlerindeki payı % 2 bile değil. Basit usule tabi gelir vergisi mükelleflerinin ödediği gelir vergisinin toplam vergilere oranı ise binde bir bile değil. Buna karşın vergi gelirlerinin yarıdan fazlası çalışanlardan kesilmektedir. Görülüyor ki hükümet kimseden kolay kolay vergi alamamaktadır. Yandaş holdinglerden ise hiç almamaktadır. Ama sıra memura, işçiye, gariban esnafa geldiğinde Deli Dumrul kesilmektedir. Memurların maaşının yarıya yakınına el koymaktadır.
Avcı Hükümetin tüccar devlet zihniyetiyle, manifaturacı kafasıyla bu işlerin üstesinde gelemeyeceğini, kaydetti. Maalesef ülkemizde külfetin memur ve dar gelirli vatandaşlarca, nimetin ise bir grup rantçı, mutlu ve harami azınlıkça paylaşıldığını, bu Adaletsiz ve haksız paylaşımın ülkeye barış ve huzur getirmesinin mümkün olamayacağını, söyledi.
‘Hükümet, zenginlerden vergi alamadığı için memurun emekli sandığı kesintisini % 15 ten , % 16 ya çıkarmıştı. Çalışanların gelir diliminden daha önce vergi alınmazken, ona da göz dikti ve aldı. Katma değer vergisi özel tüketim vergisi bilmem ne vergisi gibi dolaylı vergilerle kara delikleri doldurayım derken dar gelirlinin ümüğünü çıkardı. Buradan sayın hükümet yetkililerini uyarıyorum, bu tablo ayıp bir tablodur. Kalkınma ve adalet bu mantaliteyle mi tesis edilecekti? Sıkıntıyı, mihneti, külfeti hep gariban halk mı çekecek? Hep yoksul ve fakir halk mı fedakârlık gösterecek?
Kimse kendini devletin sahibi rolüne kaptırmasın. Kimse halka efendilik taslamasın. Kimse kendini uyanık halkı da aptal zannetmesin. Bu devletin sahibi ezgin ve necip milletimizin ta kendisidir. Kimse de yediği kul hakkının, işlediği uğursuzlukların, verdiği zarar ziyanların yanına kar kalacağını zannetmesin. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu ülkede yoklukta, varlıkta paylaşılmalıdır.
Uluslararası raporlarda da sık sık gördüğümüz üzere ülkemizde artan yolsuzluk vakaları ve hak ihlalleri, toplumumuzun temel değerlerini tehdit eden ciddi bir sorun haline gelmiştir. Kamu kaynaklarının kötüye kullanılması, adaletin ve eşitliğin sağlanmasını engellemekte, vatandaşlarımızın devlete olan güvenini sarsmaktadır. Yolsuzluk, sadece bireylerin değil, tüm toplumun geleceğini karartan bir kanserdir. Bu durum, ekonomik istikrarı tehdit etmekte, sosyal adaletsizlikleri derinleştirmekte ve ülkemizin uluslararası alandaki itibarını zedelemektedir. Kul hakkı yemek, insan onuruna ve inanç değerlerimize aykırı bir eylemdir. Bu tür davranışlar, toplumda derin yaralar açmakta ve birlikteliğimizi zayıflatmaktadır.
Hükümetin, bu sorunlarla etkin bir şekilde mücadele etmesi ve yolsuzlukla ilgili her türlü eylemi şiddetle kınaması gerekmektedir. Kamu görevlilerinin hesap verebilirliği sağlanmalı, yolsuzlukla mücadele mekanizmaları güçlendirilmelidir. Bu vesileyle, tüm yetkilileri yolsuzlukla mücadelede kararlı adımlar atmaya ve yasa ve hukuk ihlallerine karşı sıfır tolerans politikası izlemeye davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki, adaletin sağlanmadığı bir toplumda huzur ve refah da mümkün değildir.
Posted in Ekonomi
Leave a comment