DENİZLERDEN, LİMANLARDAN, GEMİLERDEN HİKAYELER * DENİZCİLİK KÜLTÜRÜ * Denizcilikte Batıl İnanç ve Uygulamalar

Denizcilikte Batıl İnanç ve Uygulamalar

Sabri Çağrı SEZGİN


Çağlar boyu denizciler birtakım nesnelerin kendilerine şans getirdiğini düşündüler; kötü şansa karşı uğurlu objeler taşıma, nazara karşı muskalar takma, vücuda dövmeler yaptırma gibi mistik uygulamalar bir zamanlar denizciler arasında oldukça popülerdi. Elbette bunların çoğu hiçbir bilimsel temele dayanmayan boş inançlardı; yine de bazı uygulamaların ortaya çıkışında mantıklı gibi görünen noktalar da yok değil… Denizciler arasında yaygın olan batıl inanç ve uygulamalara geçmeden önce dilerseniz bunları ortaya çıkaran nedenleri anlamaya çalışalım.

Navigasyon ve iletişim araçlarının olmadığı eski dönemlerde açık denizde seyreden bir geminin yolculuk sırasında nelerle karşılaşacağını önceden kestirmek olanaksızdı. Aniden patlak veren şiddetli bir fırtına geminin yolunu kaybetmesine ve belki de yolculuğun bitmesine neden olabilirdi. Yolculuğun uzaması genellikle güvertede salgın hastalıklara ve ölümlere neden oluyordu; özellikle okyanus aşırı seferlerde bu risk daha da fazlaydı. Öngörülemeyen tüm bu tehlikelere karşı seyir emniyetini sağlamak ve yolculuğun başarı şansını arttırmak için, eski dönem denizcileri çareyi kendilerince birtakım inançlar geliştirmekte bulmuşlardı. İşe yarasın ya da yaramasın, kesin olan bir şey varsa o da bu inançların denizciler üzerinde oldukça önemli bir psikolojik etkiye sahip olduğuydu.

Kökeni antik çağlara dayanan batıl inançların çoğu genellikle ruhlara tapma inancıyla şekillenen ayinsel uygulamalardı; mesela deniz tanrısına şarap sunmak yolculuğun güvenli geçmesini sağlar ve mürettebata iyi şans getirirdi. Denize taş atmanın ise deniz ruhlarına karşı bir saygısızlık olacağına ve dalgaları kabartacağına inanılırdı; benzer şekilde güvertede ıslık çalmanın da şiddetli rüzgârları çağırdığına inanılıyordu. Antik çağlardan kalma şans getirdiğine inanılan bir diğer uygulama ise ana direğin altına gümüş bir para saklama geleneğiydi.

Gemilerinin dişi olduğuna inanan eski dönem denizcileri güvertede kadın olmasını uğursuzluk sayarlardı; zira gemileri bu kadını kıskanabilir ve öfkelenerek onları batırabilirdi. Aslında bu inanç, güvertedeki bir kadının denizcilerin dikkatini dağıtacağı ve mürettebat arasında kıskançlıklara neden olacağı düşüncesinden kaynaklanmaktaydı; bunun tek istisnası geminin ruhuyla özdeşleştirilen ve pruvaya yerleştirilen çıplak kadın heykelleriydi. Eski dönemlerde denizciler, çıplak bir kadının dalgaları yatıştıracağına inanılardı; bu inanç büyük bir ihtimalle antik çağlarda denize kurban sunma geleneğinin bir devamıydı.

Belirli günlerde yolculuğa başlamanın da kötü şans getirdiğine inanılırdı; cuma günleri, 31 Aralık, Nisan ayının ilk veya ağustos ayının ikinci pazartesi günleri uğursuzdu. Bütün bu inançların kaynağı kutsal kitaplardı; Yahuda kendini 31 Aralık’ta asmıştı, Kâbil Hâbil’i nisan’ın ilk pazartesi günü öldürmüş, Sodom ve Gomora da Ağustosun ikinci pazartesi günü yok edilmişti. Ayrıca Hazreti İsa’nın son akşam yemeğiyle ilişkili olarak 13 sayısını da uğursuz sayılırdı ve denizciler bu sayıyı kullanmak yerine 12+1 şeklinde söylemeyi tercih ederlerdi.

Denizdeyken ölümü hatırlatan her şey uğursuz sayılırdı, hatta cenazeyi hatırlattığı için güvertede çiçek olması bile uğursuzluktu. Ölmüş denizcilerin kıyafetlerini giymenin felaket getireceğine inanılırdı; kuşkusuz hijyen kurallarının henüz bilinmediği ve salgın hastalıklarda pek çok insanın yaşamını kaybettiği dönemlerde denizcilerin böyle bir lanete inanmalarından daha doğal bir şey olamazdı. Denizciler gemide boğulma kelimesini kullanmaktan özellikle kaçınırlardı, zira bu kelimenin ölüm getireceğine inanılırdı. Ölümle ilgili tüm bu batıl inançların kökeninde elbette psikolojik kaygılar yatmaktaydı; çünkü devamlı olarak ölümden bahsetmek mürettebatı depresyona sürükleyebilir ve intihar vakaları artabilirdi.

Ölümle ilişkilendirilen siyah renk de denizciler arasında uğursuz sayılır ve bu rengin kullanılmasından kaçınılırdı. Eşyaları siyah çantalarda taşımak ve siyah giyinmek uğursuzluktu; hatta giydikleri cübbelerden dolayı güvertede rahip olması bile uğursuz kabul edilirdi. Siyah rengin tek istisnası kedilerdi.

Antik çağlardan beri birçok uygarlık tarafından kutsal sayılan kediler denizciler için her dönem uğurlu bir hayvan olmuştu; hatta birçok kültürde uğursuz kabul edilen kara kedinin denizde şans getirdiğine inanılırdı. Batıl inançlara sahip eski denizciler arasında kedilerin gemiyi fırtınalardan koruyan büyülü güçleri olduğuna inanılıyordu. Denizciler kedilerin davranışlarına bakarak hava tahminlerinde de bulunurlardı. Geminin kedisi alışılmadık bir şekilde tüylerini yalarsa dolu fırtınasının yaklaştığına, hapşırırsa yağmur yağacağına ve yerinde duramıyorsa havanın rüzgârlı olacağına inanılırdı.

HMS Prince of Wales gemisini ziyaret eden Winston Churchill geminin kedisi Blackie ile birlikte

Güvertedeki kedinin bir denizciye yaklaşması uğurlu sayılırdı, ancak kedi yarı yoldan dönerse bu kötü bir işaretti. Gemideki herkes kediyi mutlu etmek için gayret gösterirdi. Eğer kedi güverteden düşerse ya da denize atılırsa, kuyruğundaki sihir sayesinde korkunç bir fırtına çıkaracağına ve gemiyi batıracağına inanılırdı; bu durumda mürettebat kurtulmayı başarsa bile 9 yıl lanetlenirdi. Denizci eşleri evlerinde siyah bir kedi beslediklerinde denize açılan kocalarının korunacağına inanırlardı.

Batıl inançlar bir yana, gemilerde kedi beslemenin birçok mantıklı nedeni vardı. Bunlardan en önemlisi halatları kemiren, yiyecek stoklarını tahrip eden ve salgın hastalıklara neden olan kemirgenleri yakalama becerileriydi; bunun için fazladan bir parmağı olan polidaktil kediler özellikle tercih edilirdi. Kediler ayrıca mürettebatla arkadaşlık ederek ev özlemi çeken denizcilere moral verirlerdi.

Seyir esnasında kırlangıç görmek iyiye işaretti, çulluk ve karabatak görmek ise kötü şanstı. Geminin önünde yüzen yunuslar da iyi bir şans olarak yorumlanırdı. Seyir haritalarının olmadığı dönemlerde bu hayvanların hareketleri büyük bir ihtimalle denizcilerin akıntı, rüzgâr ve hava durumuna ilişkin tahminlerine yardımcı olmaktaydı. Denizciler arasında martı, yunus veya albatros öldürenlerin ruhlarının lanetleneceğine ilişkin yaygın bir inanç da vardı.

Eski denizciler arasında uğurlu bir işaret sayılan bir başka olay da fırtınalı havalarda seyreden gemilerde nadiren gerçekleşen ve Aziz Elmo Ateşi adı verilen bir hava fenomeniydi. İsmini denizcilerin koruyucu azizi Formialı Aziz Erasmus’tan alan bu fenomene, havadaki güçlü elektrik alanıyla geminin direkleri arasında meydana gelen elektrik boşalması neden oluyordu. Boşalma sonucu direklerin uçlarında ortaya çıkan parlak mavi-eflatun ışıkları gören çoğu denizci bunu koruyucu azizlerinin kendileriyle beraber olduğu şeklinde yorumluyorlardı, ışıklara çoğu zaman belirgin bir ıslık veya vızıldama sesi eşlik ederdi.

Aziz Elmo Ateşi antik çağlardan bilinen bir fenomendi ve tarih boyunca genellikle her kültürde iyi şansla ilişkilendirilmişti.

Aziz Elmo Ateşi antik çağlardan beri bilinen bir fenomendi ve tarih boyunca genellikle her kültürde iyi şansla ilişkilendirilmişti. Antik Grek denizciler gemilerinin üstünde ortaya çıkan tekli ışıklara meşale anlamına gelen “Helene” (ἑλένη), ışık çiftlerine ise “Kastores ve Polydeukes” (Κάστορας και Πολυδεύκης) adını vermişlerdi. Dioskuros (Διόσκουροι) adı da verilen bu mitolojik ikizler, Tanrı Zeus’un oğulları ve Grek denizcilerin koruyucusuydular; Romalılar ise onları Castor ve Pollux veya Gemini (ikizler) olarak tanıyorlardı.

Gemilerin üstünde görülen gizemli ışıklar zaman zaman acthnici denilen doğa ruhlarıyla da ilişkilendirilirdi. Galli denizciler bu ışıkları “Ruh Kandilleri” (canwyll yr ysbryd ), “Kutsal Ruh Kandilleri” (canwyll yr ysbryd glân ) veya “Aziz David Kandilleri” olarak adlandırıyorlardı. Acthnici ateş ruhlarından salamanderlerin bir türüydü ve orta çağda bu elemental varlıklar insanların merkezi sinir sitemini etkileyebilen en güçlü doğa ruhlarından biri olarak kabul edilirdi. Bununla eski dönemlerde bilinmeyen ve gözle görülemeyen elektrik enerjisinin kastedildiği açıktır.

XV. yy’da yaşamış olan ünlü Amiral Zheng He ise bu ışıkları denizcilerin tanrıçası Tianfei’nin ilahi işareti olarak nitelemişti. Portekizli denizciler bu gizemli ışıkları Hazreti İsa ile ilişkilendirerek “Corpo Santo”, yani “Kutsal Beden” diyorlardı; Rus denizcilere göre ise bunlar denizcilerin koruyucusu Aziz Nikolas veya Aziz Petro ışıklarıydı. Yelken çağında Aziz Elmo Ateşini kötü şansa yoran denizciler de yok değildi; böyle düşünmelerinin nedeni ise havadaki elektriğin gemide manyetik bir alan oluşturarak pusulaları etkilemesiydi.

Bazı olayların istatiksel olarak gerçekleşme sıklığı da denizciler arasında uğursuzluk olarak yorumlanabiliyordu; mesela XVIII. yy’ın başlarında muz ticareti yapan birçok kargo gemisinin batması, gemide muz taşımanın felaket getirdiğine dair bir inancın ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bu olay, büyük ihtimalle muz hasadı zamanıyla fırtına zamanlarının aynı dönemlere denk gelmesinden kaynaklanıyordu;

muzların uğursuz sayılmasının bir diğer nedeni de muz taşıyan gemilerde ölüm oranlarının çok yüksek olmasıydı. O zamanlar bir lanet olarak görülen ölümlerin aslında iki mantıklı açıklaması vardı; bunlardan biri metan gazı zehirlenmesiydi. Yolculuk sırasında çürümeye başlan muzların çıkardığı metan gazı alt güvertelerde biriktiğinde zehirlenmelere neden oluyordu; bu durumdan en çok etkilenen ise diğer mallarla birlikte kargo bölümünde taşınan kölelerdi. Ölümlere sebep olan bir diğer faktör ise muz kasalarının arasında gemiye taşınan çok zehirli bir örümcek türüydü. Genellikle yaşanan ölüm olaylarının ardından muzlar uğursuz bir işaret olarak kabul edilir ve tüm kargo denize boşaltılırdı.

Buraya kadar aktardığımız tüm inanç ve uygulamaların ortak noktası, açıklanabilir birtakım mantıksal nedenlere dayanıyor olmaları… Denizciler arasında yaygın diğer uygulamaların birçoğu ise gerçekte hiçbir mantıksal temele dayanmayan boş inançlardan oluşmaktaydı; örneğin kızıl saçlı bir denizcinin gemiye kötü şans getirdiğine inanılırdı, aynı durum düztabanlar için de geçerliydi. Bu kişilerle karşılaşınca mutlaka o konuşmadan söze başlanmalıydı, ancak bu sayede kötü şans azaltılabilirdi.

Eski denizciler seferden önce kendilerine şans dilenmesini de kötü bir işaret olarak kabul ediyorlardı; bu durumda uğursuzluğun ancak kan akıtılarak engellenebileceği düşünülürdü ve bu genellikle şans dileyen kişinin burnuna atılan bir yumrukla sağlanırdı. Yolculuk bir kere başladıktan sonra denizciler artık dönüp geriye bakmaktan kaçınırlardı, yoksa kötü şansı üzerlerine çekeceklerine inanırlardı. Yolculuk sırasında geminin kampanasının kendiliğinden çalması da ölümle ilişkilendirilirdi.

Seyir esnasında saç ve tırnak kesmek, kova ve fırça kaybetmek, kıç tarafta bayrak tamir etmek ve geminin kedisini kızdırmak kötü şans; direğe at nalı asmak, altın küpe takmak, dövme yaptırmak, çalıkuşu tüyü taşımak ve sağ ayakla tekneye binmek ise iyi şans getiren uygulamalardan bazılarıydı.

Günümüzde artık eski dönem denizcilerine ait inanç ve uygulamaların çoğu tarihe karışmış durumda; direğin altına para saklama, şampanya kırma, denize şarap dökme gibi şans getirdiğine inanılan bazı eski adetler ise halen modern denizciler arasında yaşamaya devam ediyor.


Yararlanılan Kaynaklar:
Eyers, Jonathan (2011). Don’t Shoot the Albatross!: Nautical Myths and Superstitions. London: A & C Black. ISBN 978-1-4081-3131-2.
Morris, Desmond; çeviri mehmet Harmancı; Koruyucu Tılsımlar: Uğurlar, Muskalar, nazarlıklar; İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1999, ISBN, 9751015286
Rappoport, Angelo S.; Superstitions of Sailors, Courier Corporation 2012, ISBN: 9780486147376
Strange at Sea: Maritime Myths and Superstitions, www.shipwreck.net


Sabri Çağrı SEZGİN

This entry was posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, GEÇMİŞİN İÇİNDEN YAŞAM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *