DİPLOMASİ VE DEVLETİN İTİBARI * AB’nin hazırladığı “Nihai Senedi”, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e, Roma’da, Haçlı seferlerini başlatan Papa X. Innocenzo’nun heykeli altına yerleştirilen bir masada imzalatmışlardı. Mesaj, “yüzyıllarca   İslam’ın kalkanı ve kılıcı olarak Haçlılarla savaşmış Türkleri dize getirdik!” demek miydi?..

DİPLOMASİ VE DEVLETİN İTİBARI

Süleyman Çelik / scelik44@gmail.com / 11.03.2020

Diplomasi, zekâ, deneyim, özel bilgi ve birikim gerektiren bir meslektir.

Atatürk, Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci yemekhanesinde “kolalı beyaz masa örtüleri, porselen yemek takımları vb.lerinin kullanılmasını, servisi siyah takım elbise ve beyaz eldivenli garsonların yapmasını” istemiştir. “Çünkü, bunlar diplomat olacak, vali olacak, devleti temsil edecek, yabancı diplomat ve devlet adamları ile yemek yiyecekler,” demiş. Yani, diplomat vd. üst düzey bürokratların, daha öğrenci iken eğitilmeleri gerektiğine işaret etmiştir.

Günümüzde bu makamlara atananlarda aranan tek kıstas yandaşlık. Böyle olunca işler de böyle oluyor: “Ne Yurtta Barış Ne Dünyada Barış!”

Biz, “Ey Putin”, “Ey Merkel”, “Ey AB” diyerek dış politikamızı yürütüyoruz, adamlar ise mesajlarını diplomatik yoldan veriyorlar…


2004 yılında, AB’nin hazırladığı “Nihai Senedi”, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e, Roma’da, Haçlı seferlerini başlatan Papa X. Innocenzo’nun heykeli altına yerleştirilen bir masada imzalatmışlardı. Mesaj, “yüzyıllarca   İslam’ın kalkanı ve kılıcı olarak Haçlılarla savaşmış Türkleri dize getirdik!” demek miydi?..


2020 yılında, Suriye’de ateşkes yapmak üzere Moskova’ya giden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Putin tarafından, Kremlin Sarayı’nda, üzerinde Ayastefanos Anıtının maketinin bulunduğu şömineli bir salonda kabul edildi. Aralarında bakanların da bulunduğu, Erdoğan’ın beraberindeki Türk heyetini ise üzerinde Çariçe ll. Katerina’nın heykelinin bulunduğu duvarın önünde, ayakta bekletti.

Tarihimizde “93 Harbi” denilen 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’nda, Ruslar Doğu’da Erzurum’a, Batı’da ise İstanbul’un hemen yanı başına, o zaman Ayastefanos denilen Yeşilköy’e kadar gelmişlerdi. Osmanlı’yı tek başına Rusya’ya kaptırmak istemeyen Avrupa’nın büyük devletleri (Düvel-i Muazzama) araya girip, Rusları durdurdular. Geri çekilen Ruslar, zaferlerinin göstergesi olarak Yeşilköy’e bir Rus Anıtı yapılmasını istediler. Parasını Osmanlı’dan alarak, kendi tasarımlarına göre kendi mimar ve ustaları tarafından yapılan anıta, “Ayastefanos Rus Anıtı” denildi. Şömineni üstündeki bu anıt maketiyle Putin, “başında, sizin ‘Ulu Hakan’ dediğiniz ll. Abdülhamid’in bulunduğu Osmanlı’yı, isteseydik o zaman yok ederdik!” demek mi istemiş oluyor?

  1. Katerina ya da Büyük Katerina, aklımız başka işe yaramadığı için uydurduğumuz “Baltacı masalı”ndaki , bizim “Deli” ama tüm dünyanın “Büyük” dediği, Petro’nun eşi Katerina” değil. Bu, kocasını bir Saray darbesi ile tahtından indirerek yerine geçmiş ve Rusya tarihine damgasını vurmuş, güçlü bir Çariçe.
  2. Katerina, sosyal medyada öne sürüldüğü gibi Osmanlı ile 11 savaş yapmadı ama, 1768-1774 yılları arasında 6 yıl ve 1787-1792 yılları arasında 5 yıl olmak üzere, toplam 11 yıl savaştı. Sonunda Osmanlı’nın Balkanlarda çok büyük topraklar kaybetmesine neden olduğu gibi, en önemlisi Kırım’ı alarak ülkesine Karadeniz kapısını açtı ve Çeşme’de donanmamızın tamamını yakarak yok etti.

Erdoğan, bir süre önce Rusya’nın düşmanı Ukrayna’yı ziyaretinde, hem 200 milyon yardım yapmış, hem de “Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını tanımıyoruz” demişti.  Duvardaki ll.Katerina heykeli, “biz Kırım’ı 250 yıl önce fethettik“ diyerek Erdoğan’a verilmiş diplomatik bir yanıt mıdır?..

Tüm bunlara karşın, Erdoğan ve heyeti yurda döndükten sonra, AKP’nin hala zafer nutukları atması ve yeniden Suriye’yi tehdit etmesi üzerine, Putin’in Erdoğan’ı Saray’ın girişinde karşılamadığı gibi beraberindeki heyetle birlikte, dakikalarca  odasının kapısının önünde beklettiğini ve çantalarının arandığını gösteren bir videoyu, Rus televizyonlarında yayınlayıp dünyaya servis ettiler…


Erdoğan, bir yıl kadar önce Muhtarlar Toplantısında “karşınızda ne Osmanlı’nın ‘Hasta Adamı’, ne Cumhuriyet’in ‘Çömez Devleti’ ne 1970’lerin-1990’ların güçsüz ülkesi var!” diyerek AB’yi tehdit etmiş ve muhtarlarca ayakta alkışlanmıştı.

Cumhuriyet’in kurucularından İsmet Paşa, daha o “çömez” denilen devlet kurulmadan, barış antlaşması yapmak üzere Lozan’a gittiğinde, toplantı salonunda Türk heyetinin oturacağı koltukların diğerlerininkinden farklı olduğunu görünce, salonu terk etti ve “o koltuklar değiştirilmediği takdirde toplantıya katılmayacaklarını” bildirdi. Hemen özür dileyip, gereğini yaptılar.

Programa göre, o gün ev sahibi, İsviçre Cumhurbaşkanı, açış konuşması yapacak ve heyetler arası görüşmeler başlayacaktı. Ancak İsviçre Cumhurbaşkanı’ndan sonra, karşımızdaki devletlerin Başdelegesi rolünde olan İngiltere Dışişleri Bakanı da kürsüye çıktı ve bir konuşma yaptı. O kürsüden inerken, İsmet Paşa kürsüye yürüyerek “ben de konuşacağım” dedi. Görevliler araya girerek “programda sizin konuşmanız yok, o usul hakkında konuştu vs.” diyerek engel olmaya çalıştılar, ama İsmet Paşa, “ben de konuşacağım” dedi ve kürsüye çıkıp konuştu. Bununla, diplomaside “mütekabiliyet” denilen “karşılıklı olma durumunu” anımsatarak, “karşınızda eşit bir devlet var” demek istedi…

İsmet Paşa diplomat değildi. Üzerindeki tozlu asker üniformasını çıkarıp, belki hayatında ilk kez sivil elbise giyerek, Cephe’den Lozan’a gelmişti. Elbette yanında diplomat olan danışmanları vardı, ama asıl olan, onun “Devlet”in ne olduğunu bilmesiydi!..

Cumhuriyeti kuranlar, yaşananları algılayacak yaşa geldiklerinde savaşlar ve ayrılıkçı isyanlarla boğuşan devletin yıkılmakta olduğunun ayırdına vardılar. Devleti kurtarmak için, daha lise öğrencisi iken gönüllü olarak cepheye gitmeye çalışan bu kuşak, mezun olur olmaz kendilerini ya bir savaşın ya da bir isyanı bastırma hareketinin içinde buldular. Öyle ki çoğu evlenmeye vakit bulamadı ya da evlenmeyi düşünmedi bile. Büyük kayıplar vermelerine rağmen yıkılmayı önleyemeyince, bu kez “Ya Bağımsızlık Ya Ölüm” diyerek, yeni bir devlet kurma mücadelesine giriştiler. Bu nedenle onlar için devlet kutsaldı ve onun onurunu her şeyin üstünde tutarlardı!..


Erdoğan’ın “çömez” dediği yeni devlet kuruldu. İsmet Paşa Başbakan oldu. Bu arada İtalya’da iktidarı ele geçirmiş olan Faşist Mussolini, ihtirasları aklının önünde bir “klinik olgu” olarak, kendisini Roma İmparatorluğu’nun varisi kabul edip “denli densiz” konuşuyor, sağa sola meydan okuyordu. “Anadolu’nun da Roma toprağı olduğu” gibi laflar edince, diplomatik yöntemlerle ağzının payı verildi. Sağduyu sahibi İtalyan devlet adamlarının araya girmesiyle, aradaki soğukluğu gidermek için İsmet Paşa, 1932 Mayıs’ında İtalya’ya davet edildi.

İsmet Paşa ve beraberindeki heyet, İtalyan hükümetinin özel olarak hazırladığı bir vapurla İstanbul’dan Brindisi’ye hareket etti. Oradan gene özel bir trenle Roma’ya geçilecekti. Vapurda gezi programı verildi. Programda İsmet Paşa’nın, Mussolini tarafından Roma garında değil, Başbakanlık binasının önünde karşılanacağı yazıyordu. İsmet Paşa durumu telgrafla Atatürk’e bildirdi. Atatürk, “programı değiştirmezler ise Roma’ya gitme, Brindisi’den geri dön” talimatını verdi. İtalyanlar, telaşla durumu Mussolini’ye bildirdiler ve program değiştirildi. Tren gara girince, Mussolini’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’nı beklediği görüldü…


Sözün özü: “Çömez” devletten öğreneceğimiz daha çok şey var!…

Ayrıca tarihimizi bilmek gerek. Örneğin, Keçecizade Fuat Paşa bilinecek olsa diplomaside ince esprinin, sert görünümden daha etkili olduğu anlaşılır.

Sert görünmek değil, ‘kadife eldivenin içinde demir yumruk olmak’ gerek…” Bu söz de diplomatik bir öğüt mü?” Onu bilmiyorum!…

This entry was posted in DIŞ POLİTİKA, Politika ve Gundem, SÜLEYMAN ÇELİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *