VAN ŞEHRİNİN GEÇMİŞİNİ ANLATAN MASAL GİBİ BİR YAZI * Anadolu’nun yitik kentleri * Bu güzel coğrafya işte bu yüzden her yangın sonrası küllerinden yeniden doğmayı bilenlerin yurdu olmuştur…

Yusuf Yavuz/Odatv.com

Anadolu’nun yitik kentleri


Bu güzel coğrafya işte bu yüzden her yangın sonrası
küllerinden yeniden doğmayı bilenlerin yurdu olmuştur…

Eski Van kentinin merkezi olan Van Kalesi ve çevresi, Anadolu coğrafyasının en çarpıcı tarihi alanlarından biri. Tanrılar yaratıp, tanrıları yok eden, diller yaratıp dilleri tarihin derinliklerine gömen, inançlar inşa edip uğruna kanlar akıtan; tahtlar, saltanatlar kurup her biri bu coğrafyada biraz oyalanıp geçip giden insanlığın ortak öyküsünden geriye kalan bir açık hava müzesi burası. Tanrıların, kralların, sultanların, hanların ve şahların gölgesinin sindiği bu toprakların kayda geçirilmemiş öyküleri hep halkın dilinde ve gönlünde aktarıldı durdu. Bugün Vanlı temizlik işçilerinin insanca gülümseyen gözlerinden yansıyan bu öyküler, Anadolu coğrafyasının külüdür. Ateş söner, yangın biter geriye bu toprağın mayası olan kül kalır. Bu güzel coğrafya işte bu yüzden her yangın sonrası küllerinden yeniden doğmayı bilenlerin yurdu olmuştur…

DOĞU ANADOLU’NUN MASALSI KENTİ VAN

Yeryüzünün en çarpıcı coğrafyalarından biri olan Anadolu’nun kültürel ve tarihi zenginliği bazı bölgelerde öylesine derindir ki, içine girdiğinizde kaybolabilirsiniz. Doğu Anadolu’nun masalsı kenti Van ve çevresi de bu kültürel ve tarihsel derinliğin somutlaşıp hem coğrafyada hem de yaşamın içinde bugün de sürüp gittiği yerlerden biri. Sahip olduğu ayrıcalıklar bu coğrafyanın hem şansı hem de şanssızlığı olmuş. Şansı olmuş, çünkü bu bereketli topraklar birçok uygarlığın tarih sahnesine çıkışını hazırlamış ve bu uygarlıkları ayakta tutmuş. Şanssızlığı olmuş, çünkü sahip oldukları yüzünden hep saldırılara, paylaşım ve iktidar savaşlarına sahne olmuş…

HİÇ BİR GÜZELLİĞİN CEZASIZ KALMADIĞI COĞRAFYA

Anadolu’nun yazgısı, insanda “hiçbir güzelliğin cezasız kalmayacağı” fikrini pekiştiriyor olsa da bu yazgının ara ara bozulduğu kısa zaman dilimlerinde ruhundaki güzellikleri coğrafyaya aktarabilen insanların olduğunu da anımsatan nice örnek iyiye ve güzele olan inancımızı da ayakta tutuyor…

İŞGALLERİN VE ACILARIN ARDINDAN KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞAN KENT

Van Anadolu’nun en eski yerleşimlerinden biri olsa da şehrin bugünkü yerleşimi büyük talihsizliklerin ve acıların ardından eski Van’ın boşalmasıyla oluşmuş. Tıpkı Harput (Elazığ), Malatya ya da Kâhta, Uluborlu, gibi Van da Anadolu’nun geçtiğimiz yüzyılda küllerinden yeniden doğan ancak geçmişin binlerce yıllık sürekliliğini toprağın hafızasında bırakmak zorunda kalan kentlerimizden. Van’ın binlerce yıllık öyküsünün belki de en iyi anlaşılabileceği yer, kentin eski yerleşiminde bulunan kale. Kalenin en yüksek noktasına çıktığınızda, batıda Van Denizi de denilen büyük göl, doğusunda ise bugün Doğu Anadolu’nun en büyük ticaret ve kültür merkezlerinden biri olan Van şehir merkezi yer alıyor.

URARTULARIN BAŞKENTİ TUŞBA’NIN ADI BUGÜN DE YAŞIYOR

Tarihi Van kalesi ve kalenin güney ve kuzey eteklerinde bulunan kadim yerleşimler ise yaklaşık 7 bin yıllık bir tarihe tanıklık ediyor.. Van Kalesi, Urartuların başkenti olan ünlü Tuşba kentini koynunda saklıyor. Urartu Krallığı’nın ilk başkenti olan Tuşba, kalenin bulunduğu alanda kurulmuş. Kale ise M.Ö. 9. Yüzyılda Urartu Kralı I. Sarduri tarafından inşa ettirilmiş. Yaklaşık 3 bin yıl sonra aynı topraklarda Tuşba adıyla bir belediyenin olması, tarihi sürekliliğin çarpıcı bir göstergesi.

KALENİN BİR YANI HÖYÜK, BİR YANI ESKİ VAN ŞEHRİ

Van Kalesi, deniz seviyesinden yaklaşık 1650 metre yükseklikte bulunan ve dünyanın en büyük sodalı gölü olan Van Gölü’nün kıyısından itibaren verimli ovada yükselen kayalık bir bölgede kurulmuş. Kalenin kuzeyindeki düzlükte bulunan Van Höyüğü, yaklaşık 5 bin yıllık bir yerleşimin izlerini barındırırken güney kesimindeki alanda ise eski Van şehrinin kalıntıları yer alıyor. Eski Van şehri, bu masalsı coğrafyada insan eliyle yaratılan acıların toplamının bir şehri nasıl yerle bir edebileceğini gösteren bir açık hava müzesi niteliğinde. Urartu Krallığı döneminde parlak günler yaşayan bölge, M.Ö. 6. yüzyılda Urartuların yıkılışıyla birlikte uzun süren bir sessizliğe gömülmüş.

ERMENİ VASPURAKAN KRALLIĞININ BAŞKENTİ

Med’ler, Persler ve Bizans-Arap çatışmalarıyla geçen zamanların ardından yüzyıllarca süren sessizlik zamanla yerini yeniden bir canlanmaya bırakmış. M.S. 8. Yüzyıldan itibaren bölgeye hâkim olan Ermeni Vaspurakan Krallığı, Van’ı başkent yapmış. 14. Yüzyılda Anadolu’nun değişik bölgelerinde hüküm süren beylikleri andıran vasal bir krallık olan Vaspurakanlar, Van çevresinde çok sayıda imar çalışması yapmışlar. Bunların en bilinenleri dini yapılar. Gevaş ilçesi sınırlarında Akdamar Adası’nda bulunan ve M.S. 915-921 yılları arasında inşa edilen kilise bu dönemin günümüze ulaşan ve en bilinen yapılarından biri.

TÜRKLERİN İLK ANADOLU AKINI VAN BÖLGESİNE YAPILIYOR

Van ve çevresi 11. Yüzyıldan itibaren Türk’lerin akınlarına sahne olmaya başlamış. Bu akınların bilinen en eski tarihli olanı 1018 yılında gerçekleştiği düşünülen Çağrı Bey’in 3 bin askeriyle yaptığı bilinen Doğu Anadolu Seferi. O dönemde Gaznelilerin egemenliğinde olan Horasan’dan yola çıkan Çağrı Bey ve beraberindeki Türkmenlere, daha önce Rum diyarına (Anadolu) gelmiş ya da yaşamış Türkmenler de katıldı. Yaklaşık 3 yıl sürdüğü bilinen Çağrı Bey’in “gaza” seferinin ilk durağı, o dönemde oldukça zenginleşmiş olan Ermeni Vaspurakan Krallığının topraklarıydı. Daha sonra ise Gürcü Krallığı ve yine Ani bölgesinde yağma yapan Çağrı Bey’in bu seferi hakkında aktarılan şu ayrıntı oldukça dikkat çekicidir:

‘UZUN SAÇLI VE AT ÜSTÜNDE SAVAŞAN OĞUZLAR’

“Çağrı Bey, daha batı seferine çıkarken takip ettiği gayeye uygun olarak gaza harekâtının başlangıcında doğrudan Vaspurakan Ermeni Krallığı’na hücum etmiştir. Bu Ermeni Krallığı halkı Oğuzlar’ı ilk defa görüyorlardı. Bu Oğuzlar’ın kıyafetleri onlara acayip geliyordu. Saçları uzundu. Çok büyük yayları ile at üzerinde uzatan savaşan bu Türkler, daha ilk görüşte yerli halk üzerinde korkutucu bir tesir yapıyordu. Attıkları oklar ise hemen hemen hiç şaşmıyordu. Öyle görünüyor ki Çağrı Bey’i başarıya götüren amiller, daha ziyade tatbik edilen değişik harp taktiği (uzaktan savaş ve sürat), bir de halk üzerinde yarattıkları psikolojik tesirdir.” (1)

VAN GÖLÜ KIYISINDA DOĞAN BİR TÜRKMEN İMPARATORLUĞU

Çağrı Bey’den yaklaşık 50 yıl sonra Oğlu Alparslan’ın 1071’de Malazgirt Savaşını kazanmasının ardından Selçuklukların egemenliğine giren bölge, 14. Yüzyılda Van Gölü kıyısında kurulan Karakoyunlu devletinin tarih sahnesine çıkışını hazırlar. Anadolu Selçuklularının 1243’te Kösedağ Savaşı’nda Moğollara yenilmesiyle birlikte başlayan yeni dönemde bölge Moğolların denetimine girdi. Bu dönemde Argun Han zamanında (1284-1292) Türkistan’dan gelerek bölgeye yerleşen ve Van Gölü’nün kuzeyindeki yaylalar ile Diyarbakır arasında konar-göçer bir hayat süren Karakoyunlu Türkmenleri, Moğolların dağılmasının ardından 14. Yüzyılın ortalarından itibaren bölgeye hâkim olmaya başladı.

HAZAR DENİZİNDEN URFA’YA, ŞİRAZ’DAN TEBRİZ’E KARAKOYUNLULAR

Van Gölü kıyısında, Erciş çevresinde başlayan Karakoyunlu’ların tarih sahnesine çıkış öyküsü, Bayram Hoca, Kara Mehmed ve Kara Yusuf gibi liderlerin öncülüğünde gelişen olaylarla, 1380-1469 tarihleri arasında doğuda Hazar Denizi ve güneyindeki Horasan, Batıda ise Urfa ve güneydoğusundaki Musul arasında uzanan topraklara hâkim olan bir kısa ömürlü bir imparatorluk öyküsüne dönüştü. Tebriz’i başkent yapan Karakoyunluların güney sınırı ise Şiraz ve Fars körfezine kadar uzanıyordu. Bu, bugünkü İran coğrafyasının da çok büyük bir bölümüyle, Bağdat, Basra ve Kerkük gibi kentleri de içermesiyle Irak coğrafyasını da kapsıyordu.

VAN’DA TEKELİ BİR SAFEVİ VALİSİ: ULAMA HAN

Karakoyunluların ardından 1467’de bir başka Türkmen devleti olan Akkoyunlular’ın egemenliğine giren Van, 1507’de Şah İsmail döneminde Safevi devletinin kontrolüne geçti.

Safevi döneminde Van’ı yöneten Ulama Han, Teke Bölgesi’nden giderek Şah İsmail’e destek veren ve Safevi İmparatorluğu’nun kuruluşunda önemli rolü olan Teke Türkmenlerinden biriydi. Uzun süre Van’da oturan Tekeli Ulama Han, 1530’da Şah Tahmasb döneminde çıkan iktidar kavgaları sırasında dönemin Osmanlı Padişahı Kanuni’ye bağlılığını bildirerek İstanbul’a geldi.

VAN KALESİNİN ANAHTARI PARGALI İBRAHİM PAŞA’YA VERİLİYOR

Kanuni Sultan Süleyman’ın 1533’teki Irakeyn seferi sırasında Osmanlı’lar Van çevresine de egemen olmaya başladılar. 1534’te Van Kalesi’nin anahtarı Kanuni’nin ünlü sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa’ya teslim edilmiş. Ancak kısa süre sonra Şah Tahmasb 1536’da Van ve Erciş’i Osmanlılardan geri alarak kaleye, Safevilere bağlı bir başka Türkmen boyu olan Ustacalu’lardan Ahmet Sultan Ustacalu Sofioğlu’na verdi.

ULAMA PAŞA BU KEZ OSMANLI ORDUSUNDA KALEYİ KUŞATIYOR

Van Kalesi’ni 12 yıl kadar yöneten Safevilerin egemenliği 1548’de sona erer. Kanuni Sultan Süleyman, daha önce kendisine bağlılığını bildiren eski bir Safevi komutanı olan Tekeli Ulama Han’ı, Osmanlı ordusundaki adıyla ‘Ulama Paşa’yı Karaman Beylerbeyi Piri Paşa ile birlikte Van Kalesi’ni kuşatmakla görevlendirdi. Hazırlıkların ardından Sadrazam Rüstem Paşa Van Kalesi’ni kuşattı ve Ağustos 1548’de kale Osmanlıların eline geçti. (2)

KIZILBAŞ NÜFUSUN ŞAH’A GİTMESİNİ ENGELLEME ÇABALARI

Safevi-Osmanlı çekişmesi döneminde Van Osmanlılar için önemli ve stratejik bir şehirdi. Anadolu’dan çok sayıda Kızılbaş Türkmen, Erdebil Tekkesini ziyaret etmek için Safevi topraklarına gidiyor, çoğu da geri gelmiyordu. Safevi Devletinin kuruluşunda yer alan ve devleti yönetenlerin önemli bir kısmı da zaten Sivas, Amasya, Yozgat (Bozok), Tokat, Antalya, Isparta, Burdur, Maraş, Karaman gibi bölgelerden giden Türkmenlerle geçmişte Suriye’nin kuzeyine yerleşmiş olan Şamlu Türkmenlerinden oluşuyordu. Bu göçlerle nüfusun azalması Osmanlı için o dönem için çok büyük bir dezavantajdı. Çünkü nüfus kaybı aynı zamanda vergi kaybıydı. Osmanlı devletinin medreseleri ve askerinin maaşı halkın ödediği bu vergilerle döndürülüyordu. Çoğu zaman “Hac yolculuğu” görüntüsünde yaşayan bu göçün en önemli sebeplerinden biri de, Anadolu’daki Türkmenlere yapılan inanç baskısıydı. Bu dönemde Erdebil Tekkesi’ne yönelik ziyaretler yasaklanmış, Osmanlı ile Safeviler arasında çeşitli anlaşmalar yapılarak “Şah’a gidenlerin” arttığı bu yolculuklara yeni düzenlemeler getirilmiştir.

OSMANLI-SAFEVİ İLİŞKİLERİ VE VAN KALESİNİN ÖNEMİ

Osmanlı yönetimi Safevi topraklarına yönelik bu göçü durdurmak için yapılan istihbarat ve sınır güvenliği gibi faaliyetler için Van’ı üs olarak kullanıyordu. Osmanlı devletinin İran’a uyguladığı ticari ambargonun işleyişi de Van’dan yönetiliyordu. Çünkü önemli ticaret yollarlının üzerinde bulunan Van, Anadolu ile doğudaki merkezler arasındaki ticari ve kültürel alışverişin önemli üslerinden biriydi. Bugün de Tebriz ile Van arasında sürüp giden ticari ve kültürel ilişkiye bakıldığında, devletler ve yöneticiler değişse de gönülleri sınırlara sığmayan bölge halkının yüzlerce yıllık kültürel akışının sürdüğünü görmek mümkündür.

HER DİNDEN MİMARİNİN İÇ İÇE GİRDİĞİ BİR ŞEHİR

Safevi- Osmanlı gerilimi ve savaşları boyunca hareketli dönemler yaşayan Van Kalesi ve çevresi barış ve huzur dönemlerinde ise hızla toparlanarak her zaman ticari ve kültürel hareketliliğini sürdürdü. Zaman zaman yerel beyliklerle Osmanlı yönetimi arasında çıkan çatışmalar dışında kalenin güney eteğindeki bereketli ovada giderek gelişen Eski Van şehrinde Türkmenler, Ermeniler ve Kürtler birlikte ve kardeşlik içinde yaşadılar. Sanat Tarihçisi Şahabettin Öztürk, bu çok renkliliğin bileşkesi olan eski Van’da her dinden mimarinin iç içe girdiğini, kerpiçten iki katlı ve düz damlı inşa edilen evlerin bitişik nizamda bulunduğunu belirtiyor. Bunun bir nedeni de eski yerleşimdeki arazinin sınırlı oluşu.

OSMANLI RUS SAVAŞIYLA BİRLİKTE VAN İÇİN ACI GÜNLER BAŞLADI

Bağları ve bahçeleriyle ünlü olan eski Van’ın insanlarının kardeşlik içinde geçirdiği günler ne yazık ki 1877’de başlayan Osmanlı-Rus savaşından itibaren bozulur. Ruslarla işbirliği yapan Ermeni Taşnak Komitesi’nin Van’da başlattığı çatışmalar, gelmekte olan karanlık günlerin habercisi gibidir. 1915’te Rus birlikleriyle Van’ı işgal eden Ermeni Taşnak çeteleri, şehri yakıp yıkarlar. Bu dönemde şehir boşaltılarak halk Bitlis’e gönderilir. Bu olaylar sırasında eski Van’ın tarihi yapıları da tahrip edilir ve bazı tarihi eserler Rus ordusu tarafından götürülür. Bölgedeki olayları anlatan 1915 tarihli bir rapora göre 5418 haneli şehirde işgalin ardından 2 binin üzerinde ev, dükkân, okul ve ibadethane gibi binaların yanarak yok olduğu belirtilir.

100 YIL ÖNCE KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞAN BİR ŞEHİR

Van’ın üç yıllık işgali döneminde şehir harabeye döner. Ardından 2 Nisan 1918 tarihinde Ali İhsan Sabis Paşa’nın emrindeki ordunun harabe haldeki şehre girmesiyle Ermeni işgali sona erer. Ancak yerle bir edilen şehre geri dönen halkın yaşamasına olanak kalmamıştır. Bunun üzerine şehrin dışında kalan bağ evlerine yerleşen yerli halkın yaklaşık 100 yıl önce başlattığı yeniden imar çabaları, bugünkü Van şehrinin de temellerini oluşturur. (3)

Bazı kaynaklara göre I. Dünya Savaşı öncesinde eski Van şehrinin nüfusu 70 bin civarındayken, Ermeni işgali ve yaşanan tahribatın ardından Nisan 1919’da nüfus 10 bin civarına düşmüştür.

YANMIŞ OT KOKULARININ ARASINDAN FISILDAYAN TARİH

Eski Van’da bulunan ve 1300’lerin sonuna tarihlenen Ulu Cami’den geriye sadece bir zamanlar görkemli çinilerle kaplı olan kırık bir minare ile küçük bir duvar kalmış. Medreseler, camiler, kiliseler ve onlarca kamu yapısıyla yüzlerce sivil mimari örneği konut yok olmuş. Eski Van’dan geriye kalan sadece iki cami bugün ayakta. Restore edilerek ibadete açılan güney surlarının hemen iç kısmında yer alan Kaya Çelebi ve Hüsrev Paşa (külliyesi) camileri, yanmış otların havaya yayılan kokusu eşliğinde geçmişin öykülerini fısıldıyor. Kalenin en yüksek bölgesinde bulunan Süleyman Han Camii de yapılan kazıların ardından yakın zaman önce restore edilerek yeniden ibadete açılmış.

TOPRAĞIN HAFIZASINDAN ÇIKARILAN GEÇMİŞ

Van Kalesi’nin iki yakasındaki tarihi coğrafya son yıllarda önemli arkeolojik kazılara ev sahipliği yapıyor. Bir zamanlar eski Van şehrinin bulunduğu kalenin güney eteğine yukarıdan bakıldığında tek tük minare kalıntıları ve bazı yapıların kırık dökük izleri görülebiliyor. Yerel beylikler ile Osmanlı arasında yaşanan çatışmaları, Rus işgali, Ermeni çetecilerin tahribatı ve büyük yangınların ardından tarihten silinen kentten geriye kalan kültür mirası yavaş yavaş toprağın hafızasından çıkarılmaya çalışılıyor.

VANLI OLMANIN GURURUNU BÖLÜŞEN TEMİZLİK İŞÇİLERİ

Uzak ve yakın geçmişin büyük acıları ve büyük mutluluklarının insanı sarmaladığı bu kadim coğrafyada, her zaman hareketli, neşeli ve hayat dolu olan kentin insanlarının sesleri karışıyor. Kalenin eteklerinde dolaşırken bir grup belediye işçisiyle karşılaşıyoruz. Civardaki tarihi yapıların çevresini temizliyorlarmış. Öğle öncesi bir çay molası vermişler. “Kolay gelsin” diyerek selamlaşıyoruz. Bize Van’ın her yerinde görebileceğiniz semaverlerden birinde demledikleri çaydan ikram ediyorlar. İşçilerden biri de sımsıcak çöreklerini paylaşıyor. Ayaküstü Van Kalesini ve şehri, geçmişi ve bugünü konuşuyoruz. İçlerinde Türkmen de var Kürt de. Dilleri ve inançları farklı olsa da ortak paydaları yaşadıkları bu kadim şehir. Geçmişin acı dolu günlerine inat gülümseyerek birbirileriyle şakalaşıp Vanlı olmanın ama her şeyden önce insan olmanın gururunu bölüşüyorlar.

ULU CAMİNİN YIKIK MİNARESİNDEN KALEYE BAKINCA…

Çaylarımızı yudumlayıp işçilerle vedalaşarak kalenin güneyindeki eski kentin kalıntılarının arasına atıyoruz kendimizi. Üzerinde yürüdüğümüz, 5 bin yılı aşan zamana tanıklık eden toprağın altındaki acılar içimizi yakıyor. İskele Kapı ve Tebriz Kapı arasında konumlanan eski Van’ın Ulu Camisinin geriye kalan yıkık minaresinin önünde duruyoruz. Kimine göre Selçuklu döneminde, kimine göre ise Karakoyunlular döneminde, 14. Yüzyıl başında inşa edildiği belirtilen caminin kalıntılarından yukarıya, kaleye doğru baktığımızda doğal kayalıkların üzerine kazınmış bir yazıt dikkatimizi çekiyor. Daha da yukarısında dalgalanan bir Türk bayrağı, kayalıkların arasında belli belirsiz, kentin geçirdiği bütün dönemlerden kalma birer parça duvar kalıntısı…

VAN KALESİNDE BİR PERS ANITI: KSERKSES YAZITI

Ne olduğunu merak ettiğimiz çivi yazılı yazıt hakkında kısa bir araştırma yapınca, bunun

M.Ö. 486 – 465 yılları arasında ülkesini yöneten Ahameniş hükümdarı Kserkses (Xerxes) tarafından yazdırılan ünlü bir anıt olduğunu öğreniyoruz. İskit ve Med akınlarıyla gücünü yitiren Urartuların zayıflamasıyla bölgede bir süre hüküm süren Ermeni Orontid Hanedanlığını yenerek Tuşba’yı ele geçiren Perslerin bölgeyi yönetme hakkını ilan eden yazıt, üç dilde yazılmış ve bugüne kadar İran dışında bulunan Ahamenişlere ait tek yazıt olarak biliniyor.

‘YÜCE AHURA MAZDA, TANRILARIN EN BÜYÜĞÜDÜR’

“Kahramanlar Kralı” anlamına gelen Kral Kserkses’in yönetimi altında olan halklara seslendiği, Eski Persçe, Babilce ve Elamca olarak yazılan 27 satırlık yazıtın günümüz Türkçesine çevirisi ise şöyle: “Yüce Ahura Mazda, tanrıların en büyüğüdür. O, yeri yarattı, göğü yarattı, insanı yarattı, insan için mutluluğu yarattı. O, geçerli tek bir kanun altında yönetilsinler diye Kserkses’i kral yaptı. Ben Kserkses, Ahameniş Kralı Darius’un oğlu, büyük ve geniş toprakların, her türden toplumların kralı, krallar kralı, büyük kralların kralıyım.. Kral Kserkses (Assuérus) şöyle dedi: Kral Darius, babam, Ahura Mazda’nın lütfuyla çok sayıda iyi şeyler yaptı ve yazılsın diye bu panoyu hazırlama emri verdi, fakat buraya henüz bir kitabe yazılmamıştı, bu yazıtın yazılmasını ben emrettim. Mayıs, Ahura Mazda ve diğer tanrılar beni, krallığımı ve yaptıklarımı korusunlar” (4)

HER YANGIN SONRASI KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞABİLENLERİN YURDU

Eski Van kentinin merkezi olan Van Kalesi ve çevresi, Anadolu coğrafyasının en çarpıcı tarihi alanlarından biri. Tanrılar yaratıp, tanrıları yok eden, diller yaratıp dilleri tarihin derinliklerine gömen, inançlar inşa edip uğruna kanlar akıtan; tahtlar, saltanatlar kurup her biri bu coğrafyada biraz oyalanıp geçip giden insanlığın ortak öyküsünden geriye kalan bir açık hava müzesi burası. Tanrıların, kralların, sultanların, hanların ve şahların gölgesinin sindiği bu toprakların kayda geçirilmemiş öyküleri hep halkın dilinde ve gönlünde aktarıldı durdu. Bugün Vanlı temizlik işçilerinin insanca gülümseyen gözlerinden yansıyan bu öyküler, Anadolu coğrafyasının külüdür. Ateş söner, yangın biter geriye bu toprağın mayası olan kül kalır. Bu güzel coğrafya bu yüzden her yangın sonrası küllerinden yeniden doğmayı bilenlerin yurdu olmuştur…


Kaynaklar:

(1): Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu Tarihi, 1. Cilt. TTK Yayını.(2): Orhan Kılıç, İslam Ansiklopedisi, (Van maddesi.)(3): Şahabettin Öztürk (Yard. Doç. Dr., Mimar, Van. Y.Y.Ün. Fen. Edb. Fak. San. Tar. Böl. Öğr. Üy. ‘Denizin Coğrafyasında Van: Eski Van Şehri. Mimarlık Dergisi.)(4): (http://arkeokur.tumblr.com/post/55640985155/kserkses-yaziti)Van Minyatürü: (https://islamansiklopedisi.

This entry was posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, GEÇMİŞİN İÇİNDEN YAŞAM, Genel Kultur, HAYATIN İÇİNDEN. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *