Arşiv sandığından gündeme *** İKİZ YASALAR ve ÖZERKLİK * “İKİZ SÖZLEŞMELER”in Oyunu

Bir yolcu yalnız ufku değil, ufkun ötesini de görmelidir.
M. K. Atatürk

“İKİZ SÖZLEŞMELER”in Oyunu

Prof. Dr. Cihan DURA
Cumartesi, 20 Ağustos 2011

Tarih 14 Temmuz 2011… PKK’nın 13 askerimizi daha şehit ettiği o kara perşembe… Demokratik Toplum Kongresi(DTK) Genel Başkan Yardımcısı ve bağımsız Van Milletvekili Aysel Tuğluk, BDP Diyarbakır İl Başkanlığında yapılan DTK olağanüstü toplantısının ardından sonuç bildirgesini “demokratik özerklik”lerini ilan ederek bitiriyor: ”Uluslararası insan hakları belgelerinin tanımladığı haklar ışığında ortak vatan anlayışı temelinde toprak bütünlüğüne ve demokratik ulus perspektifi temelinde Türkiye halklarının ulusal bütünlüğüne bağlı kalarak, Kürt halkı olarak demokratik özerkliğimizi ilan ediyoruz … Uluslararası camiayı, uluslararası hukukta da yeri olan bu hak esas alınarak Kürt halkının ilan ettiği demokratik özerkliği tanımaya çağırıyoruz”.

Dikkat ederseniz, sözde “demokratik özerklik”lerini bir hukuki dayanağa oturttuklarını özellikle vurguluyorlar: Uluslararası insan hakları belgeleri!… Uluslararası camia dedikleri de haydut ABD ile Avrupa Birliği’nin elebaşı ülkeleri…

Neyin nesidir bu “uluslararası insan hakları belgeleri?”

Bu belgelerden kasıt,“Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” ile “Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri”dir!

I) Ben bundan altı yıl önce, 2005’de yayınlanan bir kitabımda[i] İkiz Sözleşmeler’den ve bunların içerdiği tehlikelerden söz etmiş, -diğer ulusalcı yazarlarımız gibi- ilgilileri uyarmaya çalışmıştım. Bir sonuç mu alındı, ne gezer: Kös dinlediler, bildiklerini okumaya devam ettiler ve devletimizi, Türkiye Cumhuriyeti’ni bu tehlikeli noktaya, uçurumun kenarına kadar getirdiler.

Tarih 4 Haziran 2003… İktidarda A.K.P. Hükümeti var: Bir gündem maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden AKP ve CHP’nin oylarıyla,  yangından mal kaçırır gibi alelacele geçiriliyor. Nedir o diyeceksiniz…, ne olacak bölücülerin bugün cankurtaran simidi gibi sarıldıkları “İnsan hakları”na ilişkin iki Birleşmiş Milletler sözleşmesi! Oysa Türkiye, Birleşmiş Milletler’in 16 Aralık 1966’da kabul ettiği bu sözleşmeleri, ulusal çıkarlarına aykırı bulduğu için tam 37 yıl boyunca imzalamamıştı.

Peki bu iki sözleşme neyin nesidir? Kimi ulusalcı yazarlarımızın, o günlerde kullandığı şu nitelemeler,  ne olduklarını en iyi şekilde anlatacaktır sanırım: Seksen yılın en büyük komplosu, ikiz ihanet sözleşmeleri, Türkiye’yi parçalama yasaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine yerleştirilen dinamitler, yeni Sevr antlaşmaları, emperyalizmin elindeki en etkili koz ve silah… ABD’nin Türkiye’ye Yugoslavya benzeri bir müdahale için hukukî gerekçeler zemini…

“İkiz sözleşmeler”den “azınlıkların siyasal ve kültürel hakları ile halkların ‘kendi kaderini belirleme’ (self-determinasyon) hakkını tanımayı öngören şu iki sözleşme kastediliyor:

– Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi.

– Birleşmiş Milletler Medenî ve Siyasal Haklar Sözleşmesi

Bunların her ikisi de iç hukukun üzerinde yer almaktadır. Türkiye gibi bir ulus-devlet açısından, büyük tehlike içeren yönleri ise şudur: Sözleşmeler “tüm halklarla, hükümeti olmayan ya da vesayet altında bulunan halkların kendi geleceğini belirleme hakkını” içermektedir.

II) İkiz Sözleşmeler Avrupa Birliği’nin tüm üyeleri ve aday ülkeler tarafından kabul edilmişti. Sözleşmelerin Türkiye tarafından da kabulü Batıcı işbirlikçiler tarafından, Kopenhag ölçütlerine uyum yolunda önemli bir adım olarak nitelendi. Çünkü bu kabul “Kopenhag Kriterleri ve Uyum Raporu”nda yasal öneriler arasında, “AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı”nda orta vadeli hedefler arasında yer alıyordu.

Ne var ki sözleşmelerin gözden özenle kaçırılan korkunç bir yönü vardı ki işin püf noktası asıl oradaydı. Şöyle ki İkiz Sözleşmeler 1966’da kabul edilmişti. O tarihte dünya koşulları çok farklıydı. Bu tür antlaşmalar o yıllarda emperyalist Batı’nın zulmü altında inleyen halkların kurtuluşu için gerekliydi. Sonra koşullar değişti. Günümüzde dünya ülkeleri, özellikle Türkiye gibi “sanayileşmesi engellenmiş ülkeler” Neoliberal küreselleşmenin tehdidi altında bulunuyor. Derin Merkez bugün yaklaşık 200 olan devlet sayısını 5000’lere çıkartarak bir “dünya kentler federasyonu” kurmayı hedeflemektedir. Eğer ortada bir hedef varsa, elbette, onun gerçekleştirilmesinde kullanılacak bir araç da gereklidir. Bu araç ne olabilirdi? Derken, Neo-emperyalist saldırganlar araç olarak İkiz Sözleşmeler’i kullanabileceklerini fark ettiler: Bu sözleşmeler kabul ettirilerek -Türkiye gibi- ulus devletler halklara, etnik, dilsel ve dinsel topluluklara (AB’nin yeni deyişiyle “azınlık”lara) bölünebilir, yıkılabilirdi.

Peki, Derin Merkez, sözleşmeleri kendi çıkarlarına hizmet eder hale nasıl getirdi? İşte yanıt: Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi’nden bu yana gerçekleşen burjuva demokratik devrimler, ulusal kurtuluş savaşları ve sosyalist devrimlerin temel bir ilkesi, “ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı” idi.  Ne var ki Derin Merkez bu ilkeyi 21. yüzyılın başında tersine çevirdi: “Ulus” sözcüğünün yerine “halk” sözcüğünü koydurttu. Uluslara değil, halklara vurgu yaptırttı. Daha sonra da -çıkarlarına daha uygun buldukları için- “azınlıklar” demeye başladılar! Doğal olarak hak kavramını da değiştirdiler: “Halkların kendi kaderini belirleme hakkı” örtüsü altında, Emperyalizm’in Çevre ülkeleri köleleştirme hakkını uygulamaya koydular. Böylece bir ulus devlette “birden fazla halk”tan söz etmek, dolayısiyle “birden fazla devlet kurma iradesi”nden söz etmek mümkün hale getirildi[ii]. Kavramlar, görüş ve değerlendirmeler; bilim ve hukuk kisvesi altında ABD’nin, AB’nin, daha doğrusu Derin Merkez’in küresel çıkarlarına hizmet edecek bir içerikle dolduruldu.

III) Önemle kaydedelim ki İkiz Sözleşmeleri uygulamak ABD için, Avrupa Birliği’nin elebaşıları Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkeler için fazla bir sorun yaratmıyor. Çünkü bu ülkeler yalnız demokratik devrim ve sanayi devrimlerini değil, “uluslaşma” süreçlerini de tamamlamış bulunuyor. Bu ülkelerde dinler, cemaatler, etnik yapılar, kapitalizmin serbest piyasa çarkları arasında ortak bir dil ve kültür oluşumuyla kaynaşıp homojen, yekpare bir bütün haline gelmiştir. Zaten yeni kavramlaştırmalar, “kirli bilim”e ve diplomatik jargona yapılan eklemeler de aynı merkezin çıkarlarını koruyacak şekilde yapılmıştı, yapılıyor[iii].

Merkez ülkeler bakımından hiç mi sakınca yok? Elbette var, ancak sağlanan getiri daha fazla olduğu için emperyalist ülkeler onları göze alabiliyorlar. Peki nedir bu getiri? Ekonomik sömürüyü sürdürmek için Çevre ülkelerini parçalama imkânı! Ezilen Dünya’yı olabildiğince küçük parçalara, kukla devletçiklere, emirliklere, beyliklere bölme[iv] imkânı… Kendilerinin geçmişte yaptığını, başka ulusların yapmasını önlüyorlar. Daha ileri bir noktaya çıkmak, yükselmek için kullandıkları “merdiven”i, diğer ülkeler kullanmasın diye itip deviriyorlar. Yani şu bildiğimiz “Merit stratejisi”ni[v] uyguluyorlar.

***

İkiz Sözleşmeler’in uygulanması, Türkiye bakımından hangi olumsuz sonuçları doğuracaktır? Ana çizgileriyle bir kez daha vurgulayalım:

Türkiye bu sözleşmeleri onaylamakla “etnik, dinsel ve dilsel azınlıklar”ın kültürel ve siyasal haklarının tanınması yükümlülüğü altına girmiş oldu. İlk bakışta masumane ve yerinde görünen bu tanımanın, -“ulusal çıkar”ın yerini “yerel, etnik ve kültürel çıkarlar çatışması” alacağı için- Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü üzerinde çok olumsuz etkileri olacağı açıktır. Başka bir deyişle, Türkiye “halkların kendi kaderini belirleme hakkını” tanımış oluyor. Buna göre Türkiye’de “halk” olduğunu ileri süren herhangi bir topluluğun, Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrılma hakkı kabul edilmiş oluyor. Ayrılmak istemeyenlere ise, kendi statülerini serbestçe belirleme hakkı tanınmakta.

Yurtsever yazarlar çok uyardı: Bu sözleşmeler bahane edilerek, dışardan ve içerden birileri, “Kürt sorunu” diye bir sorunu alevlendirebilir.

Bugün bu öngörü gerçek oldu.

Bu noktada rahatlıkla “Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu” diyebilirsiniz.

Ne demiş hikmet sahibi, o büyük önder:

Bir yolcu yalnız ufku değil, ufkun ötesini de görmelidir.

Nerede öyle yöneticiler…, tersine sorumsuzluklarıyla, yanlış kararlarıyla, ufuksuzluklarıyla, basiretsizlikleriyle başımıza bela oldular, belalar sardılar. Her biri bir tarafından kemirdi, kemirtti devletimizi, bağımsızlığımızı, birliğimizi, bölünmez bütünlüğümüzü!

Ve korkunç sonuç, birikip birikip, bütün ağırlığıyla işte karşımızda!

Prof. Dr. Cihan Dura

——————————————————————————–

[i] Cihan Dura, Düşmanı Çağırdılar Satıldık Uyanın, İleri Yayınları, İst., 2005, ss.517-524

[ii] Mehmet Ulusoy, “İkiz Yasalar ve Azınlık Hakları: Halkların Kaderini Tayin Hakkının Gerici Bir İçeriğe Dönüştürülmesi,” Teori, S.179, Aralık 2004.

[iii] Bu konuda şu yazıma bakabilirsiniz: “Çirkin Batı’nın Kavram Emperyalizmi”, http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=719&Itemid=60

[iv] Mehmet Ulusoy, aynı makale.

[v] Bakınız: “Batı’nın Merit Stratejisi”,

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Bölücü KÜRTÇÜLÜK, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, PKK TERÖRÜ, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *