Menzil UYAP’a da mı Sızdı?!

Menzil UYAP’a da mı Sızdı?!

Müyesser YILDIZ – 6 Haziran 2023

Erdoğan’ın yeni Adalet Bakanı Yılmaz Tunç önceki gün görevi Bekir Bozdağ’dan devraldı.
Ülkemizde hukuk ve adaletin hali ortadayken; devir teslim töreninde eski Bakan Bozdağ, “Görev süremiz içerisinde ülkemize ve milletimize adalet ve hukuk alanında Sayın Cumhurbaşkanımızın politikalarını uygulamak, ülkemizin her alanda gelişmesine sağlanan katkılar olduğu gibi adalet alanında da gerekli ilerlemeleri sağlamak için büyük bir gayretle çalıştık.” dedi.
Yeni Bakan Tunç da 21 yıl boyunca Erdoğan liderliğinde demokrasinin güçlenmesi ve hukuk devletinin tahkimi yolunda çok önemli reformlara imza attıklarını vurgulayarak, şu vaatte bulundu:
“Yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını koruyarak, yargı teşkilatımızın her bir ferdi ile vatandaşlarımızın adalet hizmetlerinden en etkin bir şekilde yararlanması için çok çalışacağız.”
Sanki birkaç gün önce, yeniden seçildiği gece, üstelik Saray konuşmasında Erdoğan, Selahattin Demirtaş hakkında, “51 Kürt’ün ölümüne neden olan kişi” diye hüküm vermemiş ve bu kişinin “hele hele kendi iktidarlarında dışarı çıkmasının mümkün olmadığını” söylememiş gibi!..
Sanıktan Duruşma Kaçırma
Ülkeyi 21 yıldır yönetenlerin böylesine övdüğü yargıda yaşanan, film gibi bir olaydan söz etmek istiyoruz. Geçen yıl açılan önemli bir davada 22 Kasım 2022 tarihli tensip zaptıyla ilk duruşma için geçtiğimiz 9 Mayıs saat 09.00’a gün verilir.
27 Nisan’da davanın sanığının telefonuna, Adalet Bakanlığı UYAP SMS Bilgi Servisi hattından önce saat 16.50’de 9 Mayıs’taki duruşmanın saati 14.35, akabinde 14.40 olarak bildirilir. Buna göre, duruşma saati değiştirilmiştir.
İlerleyen günlerde avukatları UYAP’a bakar. Burada da duruşma saatinin 14.40 olarak kaydedildiği görülür. Haliyle hem sanık hem avukatları, 9 Mayıs günü saat 14.30 gibi mahkemede hazır olur.
Ama o da ne? Görevliler duruşmanın saat 09.00’da yapılıp bittiğini, şikâyetçi tarafın avukatının da geldiğini söyler.
Sanık avukatları şoku atlattıktan sonra bu duruma itiraz edip tutanak tutulmasını isterken, “mahkemelerin UYAP’ta belirtilen duruşma saatinden önce celse açmasının sistemin özelliği nedeniyle mümkün olmadığını” hatırlatırlar.
O esnada UYAP sistemine de girerek, “halen duruşmanın devam ettiği” şeklinde kayıt olduğunu gösterirler. Bu, sabahki duruşmanın tutanağının henüz onaylanmadığı anlamına gelmektedir.
Bunun üzerine sabahki duruşmaya katılmış olan karşı tarafın avukatını arayıp durumu anlatırlar ve o da yeniden mahkemeye gelir. Ancak herkes hazır olduğu halde Hakim, devam eden başka duruşmalar olduğundan yeniden duruşma açamayacağını bildirip olayın tutanağa bağlanması için Yazı İşleri Müdürü’ne talimat vermekle yetinir.
Tutanak aşamasında Yazı İşleri Müdürü, avukatlara mahkeme UYAP sisteminde duruşmanın saatinin 09.00 olarak göründüğünü gösterir. Avukatlar ise gerek avukat UYAP portalında gerekse Adalet Bakanlığı celse sisteminde saatin 14.40 olarak göründüğünü ve halen “Duruşma devam ediyor” yazısının olduğunu ispatlar. Her iki sistemin ekran fotoğrafları alındıktan sonra da tutanak tutulur.
Sonuçta hem sanık hem de avukatları o gün savunma yapamamış olur. Savunmalar, 6 ay sonraya gün verilmiş olan duruşmaya kalır.
Sanık Neler Anlatacaktı ki?
Bu gariplikler basit bir sistem hatası veya “sehven” olarak nitelendirilebilir mi?
Elbette. Ancak davanın konusuna da dikkat çekmemiz gerekiyor. Sanık, Menzil tarikatının etkili olduğu konuşulan önemli bir kurumda çalışmaktadır ve üst düzey dahil kurumdaki bu yapılanmanın üzerine gittiği için kendisine iftira atılarak bu davanın açıldığını, hakkında düzenlenen belgelerin sahte olduğunu, söz konusu sahte belgeleri düzenleyenlerin bir kısmının ise FETÖ ile irtibatının/iltisakının tespit edildiğini öne süren birisidir.
İşte yapılamayan -veya avukatlarının ifadesiyle “dijital bir operasyonla” engellenen- o günkü duruşmada isim isim bunları anlatacaktı.
Adalet Bakanlığı’nın Cevabı
Olayın devamı var. Avukatlar konuyu mahkemede bırakmadı; bir hafta içinde Adalet Bakanlığı’na taşıdı. Bakanlığa gönderilen dilekçede, 9 Mayıs’ta olanların yanı sıra yukarıda anlattığımız “Menzil tarikatı” ve “FETÖ” ile ilgili bilgilere de yer verildikten sonra şöyle denildi:
“Bu sebeple, Adalet Bakanlığı UYAP SMS sisteminden mesaj gönderen ya da sisteme giren/yükleyen kişinin ve UYAP Avukat Portal sistemine duruşma saatini 14.40 olarak giren/düzelten/yükleyen personelin belirlenerek Menzil tarikatı ya da kripto FETÖ mensubu olup olmadığının araştırılması gerekmektedir… Bahse konu işlemlerin örgütsel saiklerle yapılmış olması ihtimaline binaen bu sistemlerin LOG kayıtlarında gerekli incelemenin yapılarak bilgi verilmesini, gerekli görüldüğü takdirde dosyanın gereğinin takdir ve ifası için yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesi yönünde talepte bulunulması gerekmiştir.”
Şaşıracaksınız, ama Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Genel Müdürlüğü’nden 1 hafta sonra cevap geldi. Sadece hızı değil, içeriği de şaşırtıcı olan yanıt şu oldu:
“Genel Müdürlüğümüz UYAP’ın teknik alt yapısını yönetmekte olup, yargı birimlerine (Cumhuriyet Başsavcılıkları, mahkemeler, icra daireleri, infaz kurumları vb.) ait veriler üzerinde Genel Müdürlüğümüzün herhangi bir tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Genel Müdürlüğümüze gelen taleplerin adli ve idari makamlarca soruşturma veya kovuşturma dosyaları üzerinden gelmesi ve icra dairelerinden talep edilmesi halinde taleplere cevap verilebilmektedir.”
Türkçesi; Bakanlık, “Bizi ilgilendirmiyor, yapacağımız bir şey yok.” dedi.
Son durum; avukatlar şimdi de söz konusu sisteme girenlerin tespiti için Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurmaya hazırlanıyor. Gidişata göre, sonuç çıkma imkânı ve ihtimali var mı?
Hele de söz konusu olan -iddia edildiği gibi- adeta özerkliğini ilân ettiği söylenen, sık sık gövde gösterileriyle gündeme gelip devlet katında himaye edilen Menzil veya hem zihniyeti hem yöntemleriyle halen iktidar olan “FETÖ” ise?!
Posted in HUKUK-YARGI-ADALET, İrtica, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

BÜFECİ İSLAMI

Posted in DİN-İNANÇ, VİDEOLAR | Leave a comment

Bu ülkede en çok satılan, en çok satın alınan fakat hiç kullanılmayan tek şey dindir. * Kendi insanımızı sömürüyoruz. Buna “ ekonomik ensest ilişki” deniyor.

DİN TÜCCARLARI

Prof. Dr. Niyazi Kahveci – İlahiyatçı, yazar, araştırmacı

– Bu ülkede en çok satılan, en çok satın alınan fakat hiç kullanılmayan tek şey dindir. Bunu satın alan halk problemlidir! Halkın zihin yapısı problemlidir! Bu problemlerin faturasını millet olarak birlikte ödüyoruz..


* Bu kafa birini büyütüyor, sonra da gidip kendini ona öldürtüyor.
* Bu kafa, hastalıklı bir kafadır!
* Bu kafa, anakronik (çağ dışı) bir kafadır!
* Bu kafa, şizofrenik bir kafadır!
– On bin yıl öncesinin anlayışıyla bugünü yaşamaya çalışan bir kafadır!
– Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefeyle bağımsızlık olmaz!..
En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaya kalkışmaktır.
Otuz yıl sonra ya teknolojik insan olacaksınız, ya da gereksiz insan. Mesele bu kadar basit.
– Batı’daki dinî mezhepler teolojiktir ve zihinseldir!
Bizdekiler ise siyasaldır!.. Meşrulaştırmak için teolojisi arkadan gelir.
– Sünnilikte düşünmenin “d”si yoktur! Adı üstünde teamülcü! Allah’tan, uygulamacı olan elin oğlu, bize teknoloji satıyor da, onu alıp kullanıyoruz.. Satmasa ne yapacağız?
– 150 milyar dolar ihracatımız var ama, 300 milyar dolara yakın da ithalatımız var!..
Bunun anlamı şudur!. Bir liralık mal satıp, iki lirayla geçineceksiniz.
– Yeraltı kaynaklarımızı sattık! Yer üstündekileri de sattık!
Şimdi havayı betonla doldurup onunla geçinmeye çalışıyoruz.
Gelin görün ki, bunu dert edinen kimse yok.
– Şeyhlik, şıhlık kavramı, 5000 yıl önceki totemizm kavramının insana dönüşmüş halidir.
Bu toplumda şeyh, şıh çok, fakat tek filozofumuz yok! O nedenle olguyu okuyamıyoruz.
– Biyolojik yönden aklı bozuk insanların evliyadır diye peşlerinden koşup, “Benim hâlim ne olacak?” diye soranlarımız var!
– Batılıları sömürgeci diye eleştiriyoruz!
Fakat onlar kendi insanlarını sömürmüyorlar.
Biz ise dışarda değil, içerde sömürgeciyiz.
Kendi insanımızı sömürüyoruz.
Buna “ ekonomik ensest ilişki” deniyor.
Bana göre en büyük vatan hainliği budur.
– Adam ilâhiyat profesörü olmuş, yaptığı iş;
VİP cenaze namazı kıldırmak,
VİP umre ziyareti düzenlemek.
Anlayış olarak hâlâ Farabi’yi aşamamış.
4000 yıl önce yaşayan Sümerler’in kafasına sahip.
– Bilimin, tarihin ve sosyal bilimlerin bir felsefesi vardır! O nedenledir ki, ülkemizde bir felsefe üniversitesi açılması şarttır. Buna teoloji felsefesi de dahildir.
– Kur’an üzerinde bütünsel bir çalışma yapmadığımız, daha açık bir ifadeyle, Kur’an’ın hedefi nedir, karakteri nedir sorularına cevap bulmadığımız sürece, 1500 yıl öncesine takılır kalırız.
– Aklımızın çapını genişletmeden, mevcudun dışına çıkamayız!.. Biz de, (Türkçe) akıl nedir ve nasıl çalışır diye bir kitap yok!.. Oysa Batı’da binlerce var!
– Şunu kafamıza iyice yerleştirelim. 21. yüzyılda dinsel düşünme diye bir şey yoktur, olamaz.. Çağımız, akılcı ve bilimsel düşünme çağıdır.. Bu çağda olduğu gibi, bundan sonraki çağlarda da dindar olunabilir. Fakat dindar olmanın yolu, akılcılıktan ve bilimsel düşünmekten geçmelidir.
Posted in DİN-İNANÇ, İrtica, SİYASAL İSLAM, YOBAZLIK - GERİCİLİK | Leave a comment

FEYM BÜLTENİ – 121/2023 * Ermeni Faaliyetleri – 27 Mayıs 2023

FANATİK ERMENİ YALANLARINA KARŞI
FEYM BÜLTENİ – 121/2023 *
Ermeni Faaliyetleri – 27 Mayıs 2023


1.. Paşinyan’dan Aliyev’in açıklamalarına tepki: “Laçin Koridoru hala kapalı.….  Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Moskova’da düzenlenen Avrasya Ekonomi Konseyi toplantısında Laçin koridorunun açık olduğunu ifade etmek isteyen Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in açıklamalarına yanıt verdi. Yaptığı konuşmada Ermenistan Başbakanı şu ifadelere yer verdi: “Azerbaycan Cumhurbaşkanı konuşmasında son yıllarda toprak emellerini haklı çıkarmak için bir ifade kullandı. 9 Kasım tarihli üçlü açıklamada sadece bir koridordan bahsedildiğini hatırlatmama izin verin, o da Rus barış misyonunun kontrolünde kalması gereken, ama ne yazık ki Azerbaycan tarafından yasadışı bir şekilde kapatılan Laçin koridoru”…. (Not; Dünkü bültenimizin 5 inci maddesinde Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’ in ‘Azerbaycan’ın hiçbir koridoru bloke etmediğini’ iddia ettiğini” belirtmiştik..,otan) https://www.ermenihaber.am/tr/news/2023/05/26/Ermenistan-Pa%C5%9Finyan-Azerbaycan-Aliyev-La%C3%A7in/249197

 Ermenistan ve Azerbaycan’ın önümüzdeki hafta barış anlaşması imzalayabileceğini” söyledi… Reuters’in Bakü’nün Fransa Leyla Abdoullayeva’ ya dayandırdığı haberine göre, “Azerbaycan ve Ermenistan, liderleri önümüzdeki hafta Avrupa zirvesinde bir araya geldiklerinde Dağlık Karabağ toprakları üzerinde on yıllardır süren ihtilaflarında barış anlaşması imzalayabilirler.” https://www.panorama.am/en/news/2023/05/26/Azerbaijan-Armenia-deal/2842516

3. Paşinyan, AGİT Minsk Grubu Amerikan Eş Başkanı Louis Bono’yu kabul etti… Başbakan Nikol Pashinyan, ABD’nin Kafkas Müzakereleri Kıdemli Danışmanı ve AGİT Minsk Grubu Eşbaşkanı Louis Bono’yu kabul etti. Muhataplar, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin normalleşme süreci, Laçin Koridoru’nun Azerbaycan tarafından yasa dışı abluka altına alınması nedeniyle Karabağ’da yaşanan insani kriz ve Karabağ halkının hak ve güvenlik konularını ele aldı. Başbakan mevcut kilit meselelerin çözümüne ilişkin Ermeni tarafının yaklaşımlarını sundu. https://news.am/eng/news/762164.html

4. Ermenistan ve Azerbaycan’ın 1 Haziran’da barış antlaşması imzalaması beklenmiyor.… Dışişleri Bakanlığı…Ermenistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ani Badalyan, Armenpress’e 1 Haziran’da Kişinev’de yapılacak görüşmede Ermenistan ve Azerbaycan’ın barış antlaşması imzalamasının beklenmediğini söyledi. Barış anlaşmasının imzalanması Kişinev toplantısının gündeminde yer almıyor” dedi https://en.armradio.am/2023/05/26/armenia-azerbaijan-not-expected-to-sign-peace-treaty-on-june-1-mfa/

5. Dört ayda 630 bin turist…2023’te Ocak-Nisan aylarında Ermenistan’ı 630 bin turist ziyaret etti. Ermeni Turizm Komitesi başkanı Sisian Poğosyan, 25 Mayıs’ta gazetecilerle yaptığı görüşmede, “Rakamın, 2019 yılının ilk dört ayına göre yüzde 35 daha fazla olduğunu” söyledi. Poğosyan’a göre gelenlerin çoğu (yüzde 52) Rus turist, İran ve Gürcistan’dan da çok sayıda turist var. Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen turist sayısında da artış gözlemleniyor. Poğosyan, doğrudan uçuşların başlatılmasının, bu büyümeyi sağlamaya yardımcı olduğunu da sözlerine ekledi. https://tr.armradio.am/2023/05/26/dort-ayda-630-bin-turist/

6. Değişen Gelgitler:” Ermenistan’da Rus Desteğinin Düşmesi, ABD’ye Sempatinin Artması”… Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının ardından, Gallup Center tarafından yapılan son anketlerin de gösterdiği gibi, eski Sovyet ülkelerinde Rusya’ya yönelik tutumlar önemli ölçüde kötüleşti. Geleneksel olarak Kremlin’in ilgi ve nüfuz alanı olarak görülen Rus hükümetinin eylemlerini onaylayanların sayısı, eski Sovyetler Birliği’nde yüzde 10’un üzerinde azaldı. Ermenistan, Moldova, Kazakistan ve Azerbaycan gibi tarihsel olarak “Rus yanlısı” ülkelerde bile, Rus liderin eylemlerini kınayanların sayısı onları destekleyenleri geçti. Ermenistan’da Rus liderliğine olan desteğin azalmasının yanı sıra ABD ve Çin’e karşı sempatide artış yaşandı. https://massispost.com/2023/05/change-tides-declining-russian-support-in-armenia-rising-sympathy-for-the-usa/

7. Ermenistan, Hindistan’a Savunma Ataşesi Atayacak… Ermenistan hükümeti, iki ülke arasında derinleşen askeri bağları gerekçe göstererek Hindistan’daki büyükelçiliğine bir savunma ataşesi atama kararı aldı. Bir hükümet bildirisi, bu kararı, “son zamanlarda devlet yapıları, özel kuruluşlar ve askeri-sanayi kompleksindeki şirketlerin ikili işbirliğine gösterdiği güçlü ilgiye” bağladı. Yeni Delhi’deki Ermeni askeri ataşesinin devam eden Hint-Ermeni savunma programlarını koordine etmek ve yenilerini önermekle görevlendirileceği söylendi. .(Not; Önceki bir Bültenimizde, ‘Aliyev,’in, Hindistan’dan giderek artan silah alımlarına karşı Ermenistan’ı protesto ettiğini bildirmiştik..,o.tan) https://mirrorspectator.com/2023/05/25/armenia-to-appoint-defense-attache-to-india/

8. Asur: Dünyanın İlk İmparatorluğunun Yükselişinin ve Düşüşünün Tarihçesi… Yale Üniversitesi profesörü Eckart Frahm, yeni kitabı “Assyria: The Rise and Fall of the World’s First Empire” da, dünya için bir model haline gelecek eski uygarlığın (MÖ 2025 – MÖ 609) kapsamlı bir tarihini sunuyor. Günümüz Irak’ında yer alan Asur şehir devletinden ortaya çıkan Asur, egemenliğini Babil’e ve diğer bölgelere yaymak için çok sayıda sıklıkla şiddet içeren askeri seferler düzenledi; Yale Fen Edebiyat Fakültesi Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü’nde Asuroloji profesörü olan Frahm’a göre, kralları aynı zamanda fikirlerin ve malların serbest akışını mümkün kılan bir ulaşım ağı yarattı ve ilk evrensel kütüphaneyi kurdu. http://www.aina.org/news/202305261954

9. Bakü ve Erivan’dan ihtilafı bitirme sinyali… Azerbaycan ve Ermenistan liderleri İlham Aliyev ile Nikol Paşinyan, Putin’in düzenlediği üçlü zirvede Karabağ ihtilafını noktalamaya hazır olduklarını açıkladı. Liderler üçlü zirve öncesi iki ülke arasında yıllardır devam eden Karabağ ihtilafını noktalamaya hazır olduklarını açıkladılar. https://avimbulten.org/tr/Bulten/BAKU-VE-ERIVAN-DAN-IHTILAFI-BITIRME-SINYALI

Orhan Tan – FEYM GRUBU
Posted in FEYM GRUBU ÇALIŞMALARI | Leave a comment

KISSADAN HİSSELER * ÜÇÜNCÜ MEVKİ YOLCULARININ TRENİ İTECEK GÜCÜ KALDI MI???

ÜÇÜNCÜ MEVKİ YOLCULARININ
TRENİ İTECEK GÜCÜ KALDI MI???

Dr. Noyan UMRUK

“Büyük ve de Milli Ekonomistimizin” hüsranla sonuçlanan tüm dünyada hayret ve şaşkınlıkla izlenen ekonomi teorisinin vahim ve dramatik sonuçlarını elinden geldiğince gidermek için “İthal Sihirbazımız” nihayet sahnelerimizde… Bu sabahtan itibaren piyasalar izlendiğinde Sihirbazın lambasından çıkacak sonuç aşağıdaki fıkradan daha iyi anlatılamaz dostlar…
ÜÇÜNCÜ MEVKİDEKİLER
Hikaye bu ya…Çok eskilerden bir gün, İstanbul’dan Erzurum’a tren gider. Tren Aşkale’yi geçer geçmez arıza yapar. Makinist ve ilgililer Daphan Ovası’nın yanıbaşında duraklayan treni tamir etmeye çalışsa da boşadır…
Durum başkondüktöre aktarılır ve gereğinin yapılması istenir. Bu arada yolcular merakla camlardan dışarı bakmaktadır. Baş kondüktör önce birinci mevki vagonuna gider ve oradaki yolculara şöyle seslenir;
-“Çok kıymetli yolcularımız! Trenimiz şu sebepten dolayı arızalanmıştır.
Arkadaşlar ilgilendi ama arızayı gideremediler. Devlet Demir Yolları adına sizlerden özür diliyorum. Hazırlıklarınızı yapın, bir saate kadar otobüsler gelecek ve sizleri Erzurum’a götürecek.”
Açıklamanın ardından başkondüktör ikinci mevkinin olduğu vagonlara ulaşır ve şöyle der;
-“Beyler ve bayanlar!
Trenimiz arızalandı. Şu karşı tarafta Aşkale-Erzurum minibüsleri geçiyor.
Şimdi başınızın çaresine bakın ve treni tezden boşaltın…”
Bu arada garibanların olduğu üçüncü mevkide bir telaş vardır. Telaşının arasında başkondüktür üçüncü mevki vagonunun kapısına gelir. Garibanlar trenden inmeye çalışırken başkondüktür engel olur ve der ki;
-“Hele durun bahalım…
Nereye bele?
Bu telaş niye?
İçlerinden biri öne atılır ve derki;
-“Ağabeyi! Belli ki tren arızılandi. Anlaşılan o ki tamir edemediz. Bizde ufağ ufağ yürümeye başliyağ. Erzurum’a daha çoğ yol var.”
Başkondüktür vagonun kapısını sert bir şekilde kapatır ve oradaki ahaliye şöyle seslenir;
-OLA OĞLUM… SİZ GİDECEĞSIZ YA…
BU TRENİ ERZURUM’A KADAR KİM İTELEYECAĞ?…
Yani kıssadan hisse; Mehmet Şimşek’in bakan oluşuyla kurtulacağız sanmayın sevgili üçüncü mevkidaşlarımız
Posted in KISSADAN HİSSELER | Leave a comment

EĞİTİM İMAMLARA TESLİM * İzmir’de her üç okuldan birine ‘imam’ atandı!

İzmir’de her üç okuldan birine ‘imam’ atandı!

Cumhuriyet – 05.06.2023

İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü, ‘Manevi danışmanlık’ projesi ile kentte her üç okuldan birine imam görevlendirildi. Okullar arasında İmam Hatip Liselerinin ve kadın vaizlerin de olması dikkat çekti.


İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü, ‘Manevi danışmanlık’ projesi ile İzmir’de 842 ilkokul, ortaokul ve liseye imam, müezzin, vaiz kuran kursu öğreticisi görevlendirmesi yapıldı. İl Müftülüğü ile yapılan bu uygulamayı değerlendiren Veli-Der İzmir Şube Başkanı Necati Kalafat ise yapılanın bir kadrolaşma çalışması olduğunu ve gericiliği eğitimin içerisine sokmak olduğunu söyledi.
İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile İzmir İl Müftülüğü arasında üç yıl önce imzalanan ‘Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi’ ile İzmir’de, müezzin, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve kuran kursu öğreticisi atanmaya başlandı. 2 bin 497 okulun bulunduğu İzmir’in 30 ilçesinde ilk olarak imam hatip mezunu 842 kişinin okula görevlendirme yapıldı. Atama yapılmayan diğer okulların tamamına ise 1 yıl içerisinde atama yapılacağı öğrenildi. 842 okul içerisinde İmam Hatip Lisesi ve Anadolu Liseleri bulunması dikkat çekerken okullara atananlar arasında kadın vaizlerde yer alıyor.
KADROLAŞMA BAŞLADI
Uygulama hakkında Cumhuriyet’e açıklama yapan Veli-Der İzmir Şube Başkanı Necati Kalafat, “Böyle bir atama protokollerde yok ama yapılıyor. Manevi danışmanlık adı altında atanan kişiler için pedagojik formasyon şartı yok. Bu atamalar okul içerisinde ciddi bir karışıklık yaratabilir. Denetimsiz bir mekanizma ve içeriği tanımlanmamış bir uygulama. Ayrıca atanan bu kişiler milli eğitim tarafından denetlenmeyecek. Zaten okullarda pedogojik formasyon almış rehber öğretmen ve psikolojik danışmanlar mevcut. Zaten bütün öğretmenler bu eğitim almıştır.
Bu tür uygulamaların örneği Avrupa’da genelde hapishaneler ve yaşlı bakım evlerinde var. Eğitim sisteminin istihdam nitelik ve pedagojik sorunlarına bilimsel yaklaşımlarla çözüm üretmek yerine tanımlanmamış bir dinsel danışmanlık sürecidir. Eğitimde sorun çözmek yerine yeni sorunlar yaratacağı düşüncesindeyiz. Gerici eğitimin okullara pedagojik formasyonu olmayan unsurları sokulması ve istihdam edilmesi olarak okuyoruz. Kadrolaşma çalışması olduğunu ve gericiliği eğitimin içerisine sokmak olduğunu düşünüyorum ve karşı çıkıyoruz. Manevi danışmanlık adı altında dinsel eğitim ve dinsel motiflerin doğrudan öğrencilere aktarılacağı çok açık. Çok büyük yanlış” dedi. Kalafat, bu uygulamaya velilerin tepki gösterdiğini de sözlerine ekledi.
CHP’Lİ YÜCEL: ANAYASAYA AYKIRI
CHP izmir Milletvekili Deniz Yücel, uygulamanın Anayasaya aykırı olduğuna dikkat çekerek, “Tarikatlar güdümünde ülkeyi yönetenler laik eğitim yuvalarımıza kadar sızmayı amaçlıyor! İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İl Müftülüğü arasında “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” (ÇEDES) adı altındaki sözüm ona *manevi danışmanlık” protokolü ile İzmir genelindeki okulların 3’te 1’ine denk gelen 842 farklı okulda imam hatip, kuran kursu öğreticisi, vaiz ve din hizmetleri uzmanı görevlendirildi.
Okullarda tanımlanmış görevi bulunan rehber öğretmenler varken ve hatta hali hazırda atanmamış binlerce rehber öğretmen atama beklerken, yasalara aykırı olan bu uygulamanın amacının cumhuriyet değerleri ve laiklik ilkesini zayıflatmak olduğu açıktır. Daha geçtiğimiz yıl “tarikat baskısı” nedeniyle üç gencin intiharını unutmadık! Akdeniz Üniversitesi kampüsündeki KYK yurtlarında kalan Halil Gülcan 11 Mayıs’ta, Emre Kandemir 21 Mayıs’ta, Muhammet Kaya ise 10 Haziran’da intihar etti. Bir ay içinde gerçekleşen üç öğrenci intiharı sonrası KYK yurtlarında “manevi danışmanlık” sistemine son verdiniz. Ne oldu, tarikatlar yine baskıyı mı artırdı? Eğitim ve pedagoji biliminden uzak, okul dışından gelecek bu kişilerin velinin izni olmadan öğrenciye yakınlaşması asla ve asla kabul edilemez. Anayasaya aykırı, kutuplaşmayı arttıracak ve laik ve bilimsel eğitim iklimini bozacak bu protokol derhal iptal edilmelidir!

https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/izmirde-her-uc-okuldan-birine-imam-atandi-2087755
Posted in DİN-İNANÇ, EĞİTİM, İrtica, SİYASAL İSLAM, YOBAZLIK - GERİCİLİK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

Dışişleri Bakanlığında Hakan Fidan’la yeni bir dönem

Dışişleri Bakanlığında Hakan Fidan’la yeni bir dönem

Yazar: Ömer Önhon / 07 Haziran 2023, Çarşamba

Dışişleri Bakanlığından emekli biri olarak yeni kabinede doğallıkla en ilgimi çeken bölüm Dışişleri Bakanlığındaki değişim oldu. Hakan Fidan, Barçın Yinanç’ın köşe yazısında ifade ettiği gibi, “sahipsiz bir kurum ve sevimsiz bir miras” devraldı.
Dışişleri Bakanlığı bu toprakların en köklü kurumlarındandır. Genel olarak, Türkiye’nin en iyi yetişmiş bürokrat kadrolarının önemli bölümü buradadır. Bu değerli kurum son yıllarda, bilinçli bir şekilde zayıflatıldı. Bir yandan FETÖ, bir yandan başkaları, kurumu çok yıprattılar.
Dışişlerine karşı önyargı çok, algı da olumsuz. Eleştiriler çoğu zaman eksik ve yanlış ve bazen de sıfır bilgiye dayalı. Kurumun başındaki kişi de savunması ve doğru bilgi vermesi gerekirken bu kervana katılınca, bizzat talimatı ve bilgisi dahilinde yapılan işler dahil sorumluluk almayıp her şeyi bürokrata yıkınca, olumsuzluklar Bakanlığın üzerine yapışıp kalıyor.
Diplomatların da her kurum ve meslekte olduğu gibi tabi eksiklikleri, eleştirilecek yanları var. Bunları gidermenin yolu, yapılageldiği üzere, kurumu baskılamak, hor davranmak, kilit noktalarına ve birçok dış temsilciliğe dışarıdan atama yapmak olmasa gerek.
Kurumlar da sahibine göre kişner
Devletin en üst mevkilerinde görev yapan siyaset insanları hem ülkede hem başında bulundukları kurumda şu veya bu şekilde kurumsal tarihe ve her türlü hafızaya geçiyorlar. Kimi küçük bir çıkar veya ideoloji grubu haricinde, çavuş eskisi Adolf Hitler gibi her türlü olumsuz hisle, kimi de yine küçük bir çıkar veya ideoloji grubu haricinde, Atatürk gibi saygıyla, sevgiyle, özlemle yad ediliyor.
Dışişleri Bakanlığında da durum farklı değil. Mesela, Hikmet Çetin görevi sona erip Bakanlıktan ayrıldığı gün büyükelçisinden odacısına, daire başkanından şoförüne kadar Dışişleri Bakanlığının her kademe, kıdem ve kadrosundan insanının bahçede toplanıp, alkışladığı, arkasından göz yaşı döktüğü, kapılara kadar geçirdiği bir Bakan olmuştur. Hikmet bey ile Bakanlık mensupları arasındaki karşılıklı saygı ve sevgi bugün de bakidir.
Mesut Yılmaz, İlter Türkmen ve çoğu bakan, görevleri sona erip ayrılmadan önce Bakanlığın en üst katından başlayarak aşağı doğru bütün katlara gitmişler, tüm odalara uğramışlar ve Bakanlık çalışanlarına veda etmişlerdi. Ne kadar insani ve kadirşinas bir davranış…
Yıllarca Bakanlık yapılan bir kurumdan kısa ve sıradan bir mikrofon konuşması ve âdet yerini bulsun kabilinden basmakalıp birkaç kelimeyle yapılan samimiyetsiz ve kuru teşekkürden çok farklı.
Yöntem ve üslup farkı
Bu farklılık, Bakanların Bakanlığa olan bakış açısını yansıttığı kadar, Bakanlığın da Bakana bakış açısını yansıtıyor. İhsan Sabri Çağlayangil Türkiye’nin mali bakımdan en sıkıntılı dönemlerinden birinde New York’ta bir arsayı ve üzerindeki binayı satın aldırmış, o zaman devletin parasını heba etti diye eleştirenler olmuştu. Bugün, New York’un en önemli birkaç mevkiinden birinde, Birleşmiş Milletler binasının hemen karşısındaki bu arsada 36 katlı Türk Evi gökdeleni yükseliyor. İhsan Sabri beyi, hiçbir kişisel çıkar gözetmeden, Türkiye’ye kazandırdığı bu kârlı yatırım ve servet için minnetle anıyoruz.
Bir yandan Çetin ve Çağlayangil gibi bilgileriyle, nezaketleriyle, tevazularıyla, öğreticilikleriyle hayırla yad edilen Bakanlar, diğer tarafta kişisel menfaatleri, hobileri ve nobranlıklarıyla hafızalara kazınanlar var. Öte yandan Ülkeye ve kuruma her anlamda katkıda bulunanlar, diğer tarafta hiçbir şey katmadığı gibi kurumsal kimlikten performansa, devlete katkıdan prestijine kadar pek çok açıdan geriye götürenler.
Bir tarafta Cebeci’deki dışişleri şehitliğinde yatan, terör örgütleri tarafından şehit edilen 30 küsür diplomatımızın kabirlerine karanfil bırakıp Dışişleri Bakanlığı ailesinin üzüntüsünü samimiyetle paylaşanlar, öbür tarafta, basın mensupları önünde acılara bürünmüş pozlar verdikten sonra, kurumu ve personelini her fırsatta yerin dibine sokmaya çalışanlar.
Bu iki farklı yapıdaki tepe yöneticiler, hangi siyasi partiden olduğundan bağımsız olarak, Bakanlık personelinin vicdanında da kurumsal tarihte de çok farklı yerlere sahip olmuştur ve olacaktır.
Hakan Fidan dönemi başlarken
Hakan Fidan son 22 yıldır devletin birçok kilit kademesinde üst düzey görev yapan, devleti çok iyi tanıyan, Cumhurbaşkanına doğrudan erişimi olan, güvenini haiz bir isim. Bugün ülkenin dış ilişkiler ve güvenlik politikalarından sorumlu olan üçlü (Dışişleri, Genelkurmay, MİT) uzun yıllardır birlikte çalışan bir kadro. Bu da tabi çok önemli bir avantaj. Hakan Fidan’ın dışişleri bakanı görevine getirilmesi dış politikaya dair bazı ipuçları veriyor.
Türkiye’nin son birkaç yıldır birçok ülkeyle ara düzeltme politikalarında, Hakan Fidan’ın yönetimindeki MİT, Libya, BAE, Suudi Arabistan, Suriye ve Mısır’da olduğu gibi, taşları ve otları temizleyip araziyi ekilmeye uygun hale getirdi, Sonrasında Dışişleri Bakanı Yardımcısı, Savunma ve Dışişleri Bakanları ve nihai aşamada Cumhurbaşkanı devreye girdi.
Hakan Fidan’ın önündeki konular
Bir önceki dönemde ortam yaratan devlet yetkilisinin şimdi dışişlerinin başına getirilmesini, önümüzdeki dönem uluslararası ilişkilerde diplomasinin ağırlığının artmasının hedeflendiği şeklinde yorumlamak mümkün. Tarz ve üslupta da değişiklik bekleyebiliriz.
Türk dış politikasında çözümlenmesi gereken pek çok mesele arasında AB ve ABD’yle ilişkiler, Suriye ve Mısır’la normalleşme, Rusya’yla ilişkilerin belli bir dengeye kavuşturulması, Yunanistan, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz ve Azerbaycan-Ermenistan da bulunuyor.
Suriye, dış politikada odak noktasındaki meselelerin başında geliyor. Beşar Esad’la normalleşme, YPG’nin konumu, sınır güvenliği, radikal gruplar ve silahlı muhalifler, sığınmacıların geri dönüşü çetrefil ve çözümü hiç kolay olmayan konular.
Hakan Fidan bu konulara yabancı olmak bir yana, yıllardır tam içinde. Dışişlerinin yeniden dış politikanın merkezinde olması önem taşıyacak ama özellikle de diplomaside biçim ve özün birbirini tamamladığı da unutulmamalı.
Türkiye’nin dış dünyaya açılan penceresi ve vitrini olan Dışişleri Bakanlığının merkezdeki alt ve üst yapısının, ülkemizin dünyadaki ağırlığına ve iddialarına uygun olması gerekir. Son yıllarda devlet kurumlarının çoğunda bu yönde kazanımlar elde edilmesine mukabil, Dışişlerinde durum içler acısı.
Bakanlık binası dökülüyor
Dışişleri Bakanlığı binası her yönüyle çok eski ve tehlike arz ediyor. Deprem olursa bize ne olur kaygısı, somut verilerden besleniyor. Zaman zaman tavanlar memurların tepesine dökülüyor, hatta çöküyor. Belli aralıklarla Bakan ve Bakan Yardımcılarının ofislerinin bulunduğu katlarda yapılan düzenlemeler, genişletmeler, restorasyon, vs Bakanlık binasının sorunlarını gidermiyor.
Ankara’nın bir bölgesinde yeni bir Bakanlık binası yapılacaktı. Bu amaçla tahsis edilen bütçe zannediyorum başka projelere kaydırılmış ve bu proje, bildiğim kadarıyla rafa kaldırılmış durumda. mevcut.
Orijinal fikir kimin bilmiyorum ama emekli Büyükelçi Hasan Göğüş’ün bundan bir süre önce bir yazısında dillendirdiği bir öneri var: Ankara merkezin dışında bir mevkide inşaatı yapılmakta olan Genelkurmay Bakanlığından/Millî Savunma Bakanlığından boşalacak binaların Dışişleri Bakanlığına verilmesi. Keşke olsa.
Hakan Fidan’ın döneminde, Türkiye’nin en önemli ve güzide kurumlarından biri olan MİT’in devlet yapısı içindeki yeri daha da pekiştirildi. Teşkilatın operasyonel, teknik, vb kabiliyetleri geliştirildi. Personelin özlük hakları iyileştirildi. Yeni yerleşke inşa edildi. Bu gibi adımların, baskılanıp sindirilen, marjinalize edilen, önemsizleştirilen, özgüveni zarar gören Dışişleri Bakanlığında da atılması herkese ama en çok ülkeye kazandıracaktır.

Dışişleri Bakanlığında Hakan Fidan’la yeni bir dönem

Posted in DIŞ POLİTİKA | Leave a comment

GENÇLERE! 27 MAYIS: UNUTTURULAN YAKIN TARİHİMİZE BİR PENCERE * 27 MAYIS BİR DARBE DEĞİL, “BİR DEVRİMDİR”

GENÇLERE! 27 MAYIS:
UNUTTURULAN YAKIN TARİHİMİZE BİR PENCERE

Dr. Noyan UMRUK

27 Mayıs… 68 kuşağının “Anayasa ve Özgürlük Bayramı”…
Sosyal bilimlerde bir altın kural var: Her olguyu kendi “zaman”, “zemin”, “mekan” boyutları içinde el almak…Aksi takdirde, şaşkın ördek misali suya tersinden girmek yanlışına düşmek mümkün.
Arşivleri karıştırmak bazen çok ilginç oluyor… Gelin, o günlere bir bakalım:
“… yaşları ne olursa olsun Türkiye deyince, akıllarına bizim yetiştiğimiz Atatürk’ün Türkiyesi gelenler son yılda sudan çıkmış balığa dönmüştük. Bir umutsuzluk, daha kötüsü bir nevi utanç çöreklenmişti içimize. Elimden ne gelirdi? Yazmak, konuşmak, tenkit yasaktı, neredeyse insan gibi yaşamak, bir Atatürk çocuğu gibi düşünmek, davranmak yasaktı…” (28 Mayıs 1960 “Ne haber” Tunç Yalman – Vatan Gazetesi)
“Kara cüppeli” diye aşağılanan, saygıdeğer hocalarım, yurdumun çile çekmiş aydınları, sayın profesörlerim! En kara günlerde alınlarınızda parlayan ışıklar, tükettiğiniz soluk boşa gitmedi…” (28 Mayıs 1960 “Az gittik Uz gittik” Aziz Nesin – Akşam)
“ Yıllar boyu aklımızın erdiği kadar tarihden örnekler verdik, hukuk prensipleri sıraladık, kinayeli fıkralar anlattık…Anayasayı çiğnediler; hukuk dışı komisyonlar kurdular…Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk… Atatürk’ün gençliğe hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak dahi suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı. Onun kurduğu Cumhuriyete bir beyefendiler saltanatı halinde çöreklenmek ve memleketi basınsız, üniversitesiz, meclissiz idare etmek istiyorlardı… Kurucu meclisin faaliyete geçmesini sevinçle bekliyoruz…Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayrimeşruluğu ve küçüklüğü ile bir abide gibi ortaya çıkmaktadır…Türkler, âlimleri dalkavuk, üniversitelileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen hale getirererek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini dünya önünde reddetmişlerdir.” (Çetin Altan; “Bugün canım yazı yazmak istiyor.”,Milliyet G., 28.05.1960)
“Örfî idareye bir gece yarısı ifade vermek üzere götürüldüğümüz zaman bizi kucaklayıp bağırlarına basan subaylarımız, “On beş gün daha dişinizi sıkın” demişlerdi. Gazete kapatıldığı gün de tekrarlamışlardı: “On beş gün daha sabredin.” Sabrettik, şimdi sevinçten ağlıyoruz.” (30 Mayıs 1960 Abdi ipekçi – Milliyet)
“Koltukları ve keseleri uğruna millet kanı dökmüş her siyaset zorbasının sonu mutlaka bir faciayla biter… Gazete sütunlarından uzanan parmaklar, onlara: “Dikkat edin, sonunuzu iyi görmüyoruz” diyorlardı. Onlar ise bu parmakları kırmakla akıbetlerinden kurtulacaklarını sandılar. Kur’an’da Allah’a, peygambere ve idare edenlere itaat olunması buyrulmuşur. Lâkin adaletten ayrılmamaları şartiyle. Adaletten ayrılırlarsa onlara itaat etmemeyi emreder. Bu sebeple Türk Ordusu’nun 27 Mayıs’ta zalimlere vurduğu kansız darbe her şeyden evvel Allah’ın buyruğuna uygundur, Allah’ın emriyle olmuştur.” (2 Haziran 1960 “Merhaba” Kadircan Kaflı – Tercüman)
Kemalist Devrim’in ikinci önemli demokratik atılımının üzerinden yarım asır geçti..,. Devrimin anıtı ve kanıtı, döneminde dünyanın en demokratik anayasalarından olan 1961 Anayasası idi. Anayasa temel hak ve özgürlükler yanında, ekonomik ve sosyal hakları da güvence altına alarak, kuvvetler ayrılığını ve adil bir seçim sistemini getirerek, ekonomik kalkınmada planlama anlayışını esas alarak “düzeni” değiştirdi.
Böylece;
*Emekçiler, sosyal devlet, sendikal hareket ve toplu sözleşme düzeni,
*Toplum, “Tahkikat Komisyonları” yerine Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere bağımsız yargıyla,
*Seçmen daha adil ve tutarlı bir seçim sistemiyle
*Halk temel insan hak ve özgürlükleriyle görece adil bir bölüşümü öngören planlama anlayışı ile kucaklaşmış oldu.
Keşke, 27 Mayıs hareketi, anayasasıyla taçlandırdığı süreci, magazine dönüşen saçma sapan, giderek utanç verici bir yargı süreci ve toplumda derin yaralar açan idamlar olmadan sonlandırabilseydi… Lakin 27 Mayıs Devrimi ile temelleri atılan, gerçekten o dönemde bir çok Avrupa ülkesinden ileri nitelikler içeren demokrasi süreci uzun sürmedi.
1970’lerden itibaren, “Bu gömleğin topluma bol geldiği”,”Sosyal gelişmenin boyutlarının, ekonomik gelişmeyi aştığı” söylemlerinin eşliğinde budanan 27 Mayıs anayasasının, her fırsatta kanatları yolundu ve 1982 Anayasası ile iyice budandı. Bu anayasa ile budanan yargı bağımsızlığına, 2010 referandumu ve anayasa değişikliği ile yargı bağımsızlığı ağır darbe yedi,,, tamamen son verilerek özgürlük kuşu tamamen uçamaz hale getirildi…
Bu da kesmedi… 16 Nisan 2017 anayasa referandumu ile kuvvetler ayrılığı ve parlamenter sisteme son verilip, yaşadığımız 15 Temmuz darbe girişimi sonrası dönemde ülke, TBMM’nin de etkisizleştirilmesiyle daha ziyade kararnamelerle yönetilen bir garip başkanlık rejimiyle baş başa kaldı; özgürlük kuşu tamamen uçamaz hale getirildi…
Tanrı daha daha uzun ömürler versin sayın Muazzez İlmiye Çığ’ın dediği gibi“Bizler kazandığımız şeylerin değerini bildik. Çünkü zor elde ettik. Siz bunları kaybettiğinizde anlayacaksınız…”??? Yavaş yavaş da olsa anlaşılmaya başlandı sevgili Muazzez Ana… Üzülmeyin, 100’ncü yılına yaklaştığımız Cumhuriyet kuşaklarının kaybettiklerini yeniden yerine koymasının zamanı tamamen gelmiş gibi gözüküyor…
Tarihin diyalektiği de böyle değil midir? İki ileri, bir geri… Son yıllarda “Geri”yi yaşadık… Şimdi zor da olsa, sıra ve umut, güzellikler ve de “İleri” de…
Ha gayret 28 Mayıs’ta her şey çok güzel olsun…

27 MAYIS BİR DARBE DEĞİL, “BİR DEVRİMDİR”

Suay Karaman (Online Konferans. ADD Almanya Hildesheim, 27 Mayıs 2020, saat 22.30,
Konuşma metninin çözülmüş şekli, soru-yanıt)
1- 27 Mayıs 1960 için kimileri darbe, kimileri ihtilal, kimileri devrim tanımını yapıyor. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Batı ülkelerinde asker, bizde olduğu gibi kurtuluş savaşı vermemiş ve devrimlere öncülük işlevini üstlenmemiştir. Üstelik sömürgecilik ve emperyalizmin uygulayıcısı olmuştur.  Ülkemizde ise, demokratik ve laik cumhuriyet, askerin öncülük ettiği, asker ve sivil aydınların başında bulunduğu bir Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulmuştur. Türk ordusu, Türk ulusu adına cumhuriyetin kurulmasına öncülük ederek, 1923 Aydınlanma Devriminin yaratıcısı olmuştur. Türk Ordusu, kurucu düşünce olan Atatürkçülüğü korumak ve kollamak görevinin bir ifadesi olarak da, Türk ulusu adına 27 Mayıs 1960 tarihinde bir müdahale gerçekleştirmiştir.
27 Mayıs 1960 sabahı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aşağıdan yukarıya doğru gerçekleştirdiği, Atatürk devrimlerine sahip çıkmak ve demokrasiyi korumak için giriştiği bu hareketi, tartışmasız bir “ihtilal” olarak tanımlamak gerekir. Bu işe soyunanlar eğer başarısız olsalardı, bunu hayatlarıyla öderlerdi. Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur. Her ihtilalin, onu yapanlar kadar onun koşullarını hazırlayanların da eseri olduğunu unutmamak gerekir.
Askeri harekatlar ki buna darbe, ihtilal, devrim de denebilir, topluma olumlu getirileri ya da olumsuz götürüleriyle önem kazanırlar. Devrim ya da darbe oldukları da ancak bu şekilde belirlenir. Buna yurt dışından da örnek verebiliriz: 1974 yılında gerçekleştirilen “Portekiz Karanfil Devrimi” ile faşist diktatörlüğe son verilmiş, sömürgeler özgürleştirilmiş, siyasi af çıkarılmış, işkenceciler tutuklanmış ve parlamenter demokratik bir rejim kurulmuştur. Halkın büyük çoğunluğunun desteklediği genç subaylar tarafından gerçekleştirilen bu olayı da, bir askeri harekat, darbe olarak adlandırmak olasıdır. Ancak bugünkü Portekiz demokrasisini darbe denilen 1974 Karanfil Devrimi kurmuştur. 25 Nisan her yıl Portekizliler tarafından “Özgürlük Günü” olarak coşkuyla kutlanmaktadır.
23 Haziran 1952 günü başında bulunduğu Hür Subaylar Örgütü ile kraliyet rejimine karşı bir darbe gerçekleştirerek, İngiliz egemenliğine son veren ve bağımsız cumhuriyetin yolunu açan Cemal Abdülnâsır, Mısır toplumu tarafından bir “devrimci”olarak benimsenmiştir. 1943 yılında Albay Juan Peron tarafından Arjantin’de gerçekleştirilen ve geniş halk kitlelerinin desteğini kazanan darbe de, “devrim” olarak benimsenmiştir. Üç yıl sonra yapılan seçimlerden Juan Peron, İşçi Partisi lideri olarak zaferle çıkmıştır.
27 Mayıs 1960 ihtilali, seçimle gelen sivil iktidarın demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleştirilmiştir. Atatürk’ün yok sayıldığı ve ortaçağ karanlığına doğru yol aldığımız bu günlerde, 27 Mayıs 1960 ihtilali, oluşumu ile siyasilerin belleklerinde bulunmalı ve gereken derslerin çıkartılmasına çalışılmalıdır.
Bugün kimilerinin darbe kapsamına sokmaya çalıştığı, kimilerinin ise utandığı 27 Mayıs 1960 İhtilali’nin 60. yılındayız. 27 Mayıs 1960 İhtilali’nin amacı şöyle açıklanmıştır: “insan hak ve özgürlüklerini, ulusal dayanışmayı, toplumsal adaleti, bireyin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve güvence altına almayı olanaklı kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuksal ve sosyal temelleriyle kurmak ve Atatürk Devrimleri’ni yeniden yaşama geçirmek.” Darbe kapsamına sokulacak ya da utanılacak bir harekatın böyle bir amacı olduğu nerede görülmüştür? İhtilal sonucunda oluşan devrim, topluma aydınlık ve özgürlük sunarken, darbeler topluma zulüm, baskı ve işkence vermektedir.
27 Mayıs 1960 ihtilali, tartışmasız bir devrimdir. İhtilal, toplum yapısında biriken çelişkilerin bir gün patlayışı sonucunda ortaya çıkan ve bir grubun yönetime el koymasıyla, devletin siyasal ve sosyal yapısında oluşan ani ve şiddetli değişikliklerdir.
Devrim, özünde toplumsal gelişmenin önünü açan bir güç taşır ve bir toplumdaki siyasal ve ekonomik kazanımların toplumun geniş kesimleri yararına hızla değişmesidir. 1961 Anayasası’yla getirilen yeni ve çağdaş kurumlarla, sosyal hukuk devletiyle, özgür seçimlere gidilmesiyle ve bütün bunların on yedi ay gibi çok kısa bir zaman içinde başarılmasıyla,  27 Mayıs tartışmasız bir devrim niteliğini kazanmıştır.
27 Mayıs 1960 öncesinde, Demokrat Parti iktidarında demokrasinin, hukukun ve özgürlüğün olmadığını herkes bilmektedir. Buna karşılık demokrasiye darbe olarak adlandırılan 27 Mayıs 1960 hareketi, topluma özgürlüğü, hukuku, demokrasiyi ve aydınlanmayı getirmiştir. İşte bu yüzden 27 Mayıs 1960 devrimdir, 12 Eylül 1980 darbesine kadar Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kutlanmıştır. 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni darbe olarak niteleyenlerin amacı, 1923 Aydınlanma Devrimi’ni de darbe kapsamına sokarak, Osmanlı Devletinin küllerinden yepyeni laik ve demokratik bir cumhuriyet kuran Mustafa Kemal Atatürk’ten de hesap sormaktır.
27 Mayıs’ı anlamak için, Anadolu’da başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı,  Atatürk ilke ve devrimlerini, tam bağımsızlığı, emperyalizm karşıtlığını ve yurtseverliği özümsemek gerekir. Bu özümsemeden payını alamamış siyasetçiler, 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni darbe sayarlar ve yıllardır kendi yaptıkları sivil darbeyi görmek istemezler.
2- 27 Mayıs öncesinde Demokrat Parti iktidarının tutumu hakkında neler söyleyebilirsiniz? Demokrat Parti, adı gibi demokrat mıydı, yoksa demokrasiyi diktatörlüğe çevirmek için araç olarak mı kullanıyordu?
“Yeter Söz Milletindir” sloganı ve mutlak çoğunluk sistemiyle 14 Mayıs 1950 tarihinde iktidara gelen Demokrat Parti, 27 Ekim1957 tarihinde yapılan seçimlerde bu niteliğini yitirmişti. Seçime giren CHP, Hürriyet Partisi ve Cumhuriyetçi Millet Partisi’nin aldığı muhalefet oyları Demokrat Parti oylarını geçmişti. Çoğunluk sistemi sayesinde bir oy fazla alan partinin o ildeki milletvekillerinin tamamını kazandığı insafsız bir seçim sistemi neticesinde iktidarda kalabilmişti.
“Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyen Celal Bayar’ın iktidarında Atatürk Devrimleri, ‘tutan devrimler’ ve ‘tutmayan devrimler’ olmak üzere ikiye ayrılmış ve tartışma konusu yapılmıştı. Türkçe söylenen ezan Arapça’ya çevrilmiş, irticaya ödünler verilmiş, özgürlükler kısıtlanmıştı. “Beni serbest bırakınız, anarşizmi ve komünizmi bitireyim” diyen Said Nursi’nin elini öpen Adnan Menderes, hilafet bayrağı altında hayır dualarını da almıştı. NATO’ya üye olabilmek için, TBMM’nin onayı olmadan Kore’ye emperyalist ABD’nin çıkarı için asker yollanmıştı. Ülkemizi dış dünyaya rezil eden 6-7 Eylül 1955 olaylarındaki tahriklerin baş sorumlusu Demokrat Parti iktidarıydı. İsmet İnönü’yü öldürmek için Kayseri, Uşak ve Topkapı’da suikastlar düzenlenmişti. 4 Ağustos 1958 tarihinde 2.80 TL olan dolar, 9,00 TL’ye çıkarıldı. Ardından kamu kuruluşlarının ürünlerine zam yapıldı, hayat pahalılığı bir anda %400- 500 arttı. Enflasyon, pahalılık, dış borçlar, karaborsa giderek artmış, nüfuz ticareti, vurgun, rüşvet, keyfi yönetim ve baskı bu dönemin ana karakteri olmuştu. Halk geçim sıkıntısı içindeydi, birçok gıda ve tüketim maddesi vesika ile satılıyordu. Ülke tamamen kamplara bölünmüştü. Vatan Cephesi kurarak, halk birbirine düşürülmüş, Demokrat Partililerle, muhaliflerin camileri ve kahveleri bile ayrılmıştı.
Demokrat Parti muhalefete karşı sertleşmiş ve hayat hakkı tanımaz hale gelmişti. 12 Nisan 1960 günü yapılan Meclis Grubu toplantısında “Muhalefet ve basının yıkıcı faaliyetlerini inceleme amacıyla bir Tahkikat Encümeni (Soruşturma Komisyonu)  kurulduğu” açıklandı. Meclis’te muhalefetin itirazlarına karşın 15 Demokrat Partili milletvekilinden oluşan bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, savcıların, askeri ve sivil hâkimlerin tüm yetkilerine sahip olacaktı. Gazete toplatabilecek, basımevleriyle birlikte kapatabilecekti. Her türlü evrak, belge ve eşyaya el koyabilecekti. Komisyon kararlarına karşı gelenler bir yıldan üç yıla kadar hapisle cezalandırılacaktı. Komisyon kararlarına itiraz mümkün değildi.
Bu komisyonun ilk icraatı TBMM tutanaklarına yayın yasağı koymak olmuştu. CHP bu konuşmaları çoğaltarak elden ele dağıtmaya başlamıştı. Demokrat Parti bunları “ihtilâl beyannameleri” olarak nitelendirmekteydi.
18 Nisan 1960 günü, CHP hakkında, “yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı faaliyetlerde bulunduğu” gerekçesiyle verilen Meclis Araştırması gündeme geldi. Amaç belliydi: CHP kapatılacak ve tek parti rejimine dönülecekti. Önergenin görüşülmesi sırasında İsmet İnönü tarihe geçecek bir konuşma yapmıştı: “… Şimdi ihtilâl iktidarı bir defa eline geçirmiş olanlar tarafından yapılıyor… Seçimle iktidara geliyor, devletin vasıtalarına el koyuyor, seçimle gitmek ihtimali ufukta görüldü mü, ben buradan gitmem telaşına düşüyor. Ne oldu. Telâşınız ne? Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa, o memlekette ayaklanma olur… Şimdi mevzuubahis olan mesele bu… Beni dinleyin, böyle ihtilâl içinde bulunamayız. Böyle bir ihtilâl dışımızda, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır…  Bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam.”
27 Nisan 1960 günü bu komisyonun yetkileri genişletildi. Bunun ardından protesto gösterileri başladı. 28 Nisan 1960 tarihinde İstanbul Üniversitesi önündeki Beyazıt Meydanı’nda toplanan ve “Hürriyet İsteriz” diye bağıran öğrencilere polisin ateş açması sonucunda Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz hayatını kaybederken, çok sayıda öğrenci de yaralandı. Birçok öğrenci tutuklandı. Olaylar sırasında öğrencilerini korumak isteyen Rektör Prof. Dr. Sıddık Sami Onar da, tartaklanıp yerlerde sürüklenmişti.
Askeri birliklerin olay yerine gelmesi üzerine öğrenciler “ordu – gençlik el ele” diye bağırmaya başladı. Olaylar ertesi gün 29 Nisan’da Ankara’ya taşındı. Siyasal Bilgiler Fakültesi kurşunlandı. Birçok öğrenci göz altına alındı. Halk 28 Nisan olayına “Kanlı Perşembe”, 29 Nisan olayına “Kanlı Cuma” adını takmıştı. Bu dönemin şarkısı, Gazi Osman Paşa-Plevne Marşı’nın uyarlanmış biçimiydi: “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?” Başbakan Adnan Menderes ise, bu olaylardan sonra üniversite hocalarını gençleri kışkırtmakla suçlamış ve onlardan “Kara Cübbeliler” olarak söz etmeye başlamıştır.
Demokrat Parti döneminde ulusal bütünlüğümüz parçalanmış, yönetim partizanlaştırılmıştı. Basın ağır sansür altında tutulmuştu, bazı gazeteler sansür nedeniyle beyaz çıkmıştır, gazeteciler hapse mahkûm edilmişti. Demokrat Parti iktidarında yaklaşık 3000 gazeteci hakkında dava açıldı ve yaklaşık 1000 gazeteciye verilen cezaların toplamı 200 yıl civarındaydı. Sürekli olarak demokrasi dışı tutum ve davranışlarda bulunan Demokrat Parti hükümeti, adım adım 27 Mayıs’a doğru yol alınmasına neden olmuştu.
Meclis grubunda “siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” diyebilen ve  “odunu koysam milletvekili seçtiririm” sözüyle demokrasiden anlamayan Adnan Menderes’e bugün “demokrasi yıldızı” denmesi ise, aymazlıktır, sapkınlıktır.
3- 27 Mayıs 1960, topluma neler kazandırdı? 1961 Anayasası ile topluma getirilen yeni haklar, yeni kurumlar nelerdir?
27 Mayıs 1960 Devrimi, öncelikle özgürlüğü ilke edinmiştir. Eylemin yapıldığı sabah, yeni anayasa çalışmalarına katkı vermek üzere İstanbul’dan gelen yedi profesörün hazırladığı bildiride, siyasal yaşamda hep anımsanması gereken şu tümce yer almıştır: “Bir devlette, hükümet ve onu oluşturan siyasi iktidar, hukuka, adalete, ahlaka ve bütün halkın menfaatine dayanmalıdır.”  On yedi ay gibi kısa bir sürede gerçekleştirilen aydınlanma yolundaki yeni atılımların ve yeni anayasanın hazırlanarak, seçimlere gidilmesi ile Milli Birlik Komitesi ülkeyi sivil yönetime bırakmıştır.
1961 Anayasası’nın temelini oluşturan 27 Mayıs Devrimi gücünü, emekçisiyle, köylüsüyle, gençliğiyle, çalışanıyla, aydınıyla, ordusuyla tüm Türk ulusundan almıştı. 16 Eylül 1960 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Milli Birlik Komitesi Direktifi” ve “Milli Birlik Komitesi’nin Memleket Meseleleri Hakkında Temel Görüşleri” belgelerinde, Milli Birlik Komitesi her konuda bir politika saptanmasını öngörmüş ve bunları genel çizgileriyle açıklamıştır. Bu “Direktif” ve “Temel Görüşler” incelendiğinde, Milli Birlik Komitesi’nin toplumcu, sosyal adaletçi, eşitlikçi, devrimci, devletçi yanı ağır basan, özel girişimi teşvik eden ve destekleyen bir karma ekonomi modelini benimsediği görülür. Bunların hayata geçirilmesi, çıkarılan yeni yasalarla ivedilikle gerçekleştirilmiş, bir kısmı da yeni anayasaya konularak, uygulaması gelecek iktidarlara bırakılmıştır. Bu belgeler, 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin ve bu devrimi gerçekleştirenlerin tarihimizdeki saygın yerini saptayan, gurur verici kanıtıdır.
27 Mayıs 1960 sabahı ve sonrasında sevinç gözyaşları içinde, coşkuyla sokağa dökülen halkımızın, baskıcı yönetimden kurtulmanın mutluluğu içinde günlerce gösterilerde bulunması, 27 Mayıs’ın halk tabanındaki desteğinin en belirgin kanıtıdır. 27 Mayıs sabahı radyoyu dinleyen halkımız, kısa bir süre sonra, sokaktaki askerlerle sarmaş dolaş olmuştu. Askeri araçların üzerine ellerinde bayraklarla gençler doluşmuştu. İnsanlar sokaklarda birbirileriyle kucaklaşıyordu. Bu görüntüler acı ve sıkıntılarının sona ereceğine inanan insanların kendiliğinden gelişen sevinç gösterileriydi. 27 Mayıs 1960 gününün hemen ertesinde, 27 Mayıs için coşkulu marşlar bestelenmesi, Türk ordusuna şükran sunmanın bir göstergesidir.
27 Mayıs Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları girmiştir. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi kurularak, yasaların anayasaya uygunluğu denetlenerek, anayasa ihlalleri yapılmasının önüne geçilmiştir. Cumhuriyet Senatosu kurularak, çift meclis ile yasama yetkisi daha demokratik hale getirilmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Devlet Personel Dairesi, Türk Standartları Enstitüsü, Basın İlan Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu gibi kurulan yeni kurumlar, amaçları doğrultusunda verimli çalışmalarıyla toplumsal düzenlemelere önemli katkılarda bulunmuştur. 1961 Anayasası’yla bağımsız yargı ve hakim güvencesini sağlayacak Yüksek Hakimler Kurulu oluşturulmuş, sosyal devlet, sendikal haklar, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır. Sosyal güvenlik hakkı, idare işlemlerine yargı yolunun açılması, seçimlerde hakim güvencesi gibi haklar kazandırılmıştır. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası İlköğretim ve Eğitim Yasası, ortaöğretimde bilim insanı yetiştirmek için Fen Liselerinin açılması, Üniversitelerde uzaktan eğitim açılabilmesi gibi yeni düzenlemeler yapılarak demokratik yaşam sosyal ve hukuk devleti ilkeleriyle bütünleştirilmiştir.
Türk halkının insanlık, haysiyet ve haklarını, fikir ve vicdan hürriyetini koruyan, demokratik bir düzen içinde ve ekonomik bir planla kalkınabilmesinin şaşmaz reçetesi olan 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin Anayasası, Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlılığın bilinci ile hazırlanmıştır. Bu çağdaş anayasa ile geçen altmışlı yıllar, Türk toplumun aydınlık ve özgürlük yıllarıdır.
4- 27 Mayıs 1960 İhtilali’nin olumsuz yanı idam cezalarıydı. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
27 Mayıs 1960 İhtilali’nin olumsuz yanı idam cezalarının onaylanmasıdır. İdamların yapılmaması için çırpınanların emekleri boşa çıkartılmış ve çeşitli baskılarla idamlar gerçekleştirilmiştir. Yassıada’da Yüksek Adalet Divanı’ndan 15 kişi için idam kararı çıkmıştır. Oy çokluğuyla idam kararı verilen 11 kişinin cezası Milli Birlik Komitesi tarafından kaldırıldı. Oy birliğiyle idam kararı verilen 4 kişiden Celal Bayar’ın da 65 yaşın üzerinde olduğu için, cezası kaldırıldı. Ama kalan üç kişi için ne yazık ki idam kararı onaylandı.
13 Eylül 1961 günü yapılan Milli Birlik Komitesi toplantısına Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları da katıldı. Toplantıda söz alan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay cebinden küçük bir kâğıt çıkardı ve okumaya başladı: “Tartışmalara katılmak niyetinde değiliz. Zira bu hukuka sahip olmadığımızı biliyoruz. Ordu Yassıada’da Yüksek Adalet Divanı’ndan çıkacak kararların yüksek komitenizce aynen uygulanacağını ümit etmektedir. Ölüm cezası çıkmaz ise hoşnutsuzluk olabilir. Bu asla baskı ve tazyik demek değildir. Ordu Milli Birlik Komitesi’ne inanmaktadır. Allah yardımcınız olsun.” Cevdet Sunay’ın konuşması idamın karşısında olan üyeler üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştu. Milli Birlik Komitesi 15 Eylül 1961 günü son toplantısı yaptı. Milli Birlik Komitesi üyeleri toplantıya gelirken, Genelkurmay Başkanı ve bazı Silahlı Kuvvetler Birliği üyeleri kapının önündeydiler ve Genel Kurmay Başkanı; “buradan idam kararı çıkmazsa, buradakiler idam edilir” diyerek gözdağı verdi. 22 kişilik Milli Birlik Komitesi’nde idamlara evet diyen 9, hayır diyen 13 üye bulunuyordu. Ancak yapılan baskılar sonucunda başından beri idamlara hayır diyerek direnen gruptan 4 kişi son anda evet diyen gruba geçince, iş tersine döndü ve idam kararları çıktı.
İdam cezalarını hiç kimse için onaylamak doğru değildir. Ne Menderes zamanında sokaklarda herkesin gözü önünde yapılan idamları, ne Menderes ve bakanlarının idamını, ne Talat Aydemir ile Fethi Gürcan’ın idamını, ne Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını, ne de 17 yaşındaki Erdal Eren’in idamını onaylamak, insanlığa yakışmaz. İdam cezası, insanlık onuruyla bağdaşmamaktadır.
5- 1961 Anayasası önce 12 Mart 1971 muhtırasıyla budanmıştı. Daha sonra 12 Eylül 1980 darbesiyle tümüyle ortadan kaldırıldı. 12 Eylül sonrasında yapılan 1982 Anayasası, bir çok değişiklik yapılmasına karşın halen yürürlükte. Bu iki anayasanın yapım süreçleri arasındaki fark nedir?
27 Mayıs döneminde oluşturulan kuruluşların ve çıkarılan yasaların, topluma, demokratik rejime ve ülke yönetimine sağladığı olumlu kazanımların, aradan geçen 60 yıla karşın hala yaşaması, 27 Mayıs Devrimi’nin tarihimizdeki aydınlık ve onurlu yerini aldığının kanıtıdır. Bu nedenle 27 Mayıs 1960 Devrimi, gerek toplumsal dayanakları, gerekse yaratılan çağdaş ve devrimci anayasası ile, baskıcı 12 Mart 1971 muhtırası ve devrim karşıtı 12 Eylül 1980 darbesi ile karşılaştırılamaz. 1961 Anayasası’nın tüm kazanımları, önce 12 Mart 1971, ardından 12 Eylül 1980 ile yok edilmesi, bu hareketlerin devrim karşıtı olan bir darbe niteliği kazanmasını açıklamaktadır. 12 Mart ve özellikle 12 Eylül’ün sindirme, baskı, işkence ve zulüm olguları toplum üzerinde, aradan geçen uzun yıllara karşın halen hissedilmektedir. Özellikle 12 Eylül darbesi ile faşist bir yönetim uygulamaya konulmuş, özgürlükler sınırlandırılmış ve yürürlükten kaldırılan 1961 Anayasası yerine, baskıcı 1982 Anayasası hazırlanmıştır. Hazırlanan bu anayasanın %92 gibi büyük bir oranla halk oylamasında kabul edilmesi de düşündürücüdür. 1982 Anayasası’nı hazırlayan Danışma Meclisi’nin tüm üyeleri, Milli Güvenlik Konseyi tarafından atama ile belirlenmiştir. Oysa %62 oy oranıyla kabul edilen 1961 Anayasası’nı hazırlayan Kurucu Meclis’in, 300 üyesinden 282 üye seçimle oluşturulmuştu, yalnızca 18 üye Milli Birlik Komitesi tarafından atanmıştı.
Kısaca tekrarlamak gerekirse 12 Mart, 27 Mayıs’ın getirdiği yeniliklerden geriye dönüşü, 12 Eylül ise, 27 Mayıs’ı tamamen reddeden baskıcı bir devletin kuruluşunu vurgulamaktadır. 1960 baharında olup bitenlerden habersiz, klişe yargılarla ahkâm kesmek ve 27 Mayıs’ı, 12 Mart ve 12 Eylül’le aynı kefeye koymak günün koşulları içinde çekici olabilir. Çünkü siyasi iktidar ve bağımlı medya bundan beslenmektedir. Ancak geçmiş olaylara, bugünün gözlüğüyle bakmak hem kötü bir yöntemdir, hem de tarih önünde geçerli değildir.
6- Darbeyi sadece askerler mi yapar? Sivil darbe yok mudur?
Darbe yalnızca askerler tarafından yapılmamaktadır; sivillerin de yaptıkları darbeler vardır. İtalya’da Benito Mussolini, Almanya’da Adolf Hitler, Portekiz’de Antonio de Oliveira Salazar gibi sivil diktatörlerin darbeleri, ülkelerini karanlıklara boğmuştur.
Avrupa’nın ilk faşist diktatörü olan Mussolini gençliğinde öğretmenlik yapmıştır. Askerlik görevini yapmamak için 1902-1904 yılları arasında İsviçre’ye kaçmıştır. İtalya’ya döndükten sonra gazetecilik yapmıştır. Askerlikle tek ilgisi Birinci Dünya Savaşı’na katılmış ve yaralanmış olmasıdır. Ressam olmak için uğraş veren Hitler’in askerlikle ilgisi, Birinci Dünya Savaşı’nda Bavyera ordusunda onbaşı rütbesi ile savaşmasıdır. Portekiz’in diktatörü Salazar, iktisat profesörü bir sivildir ve 1926 yılında akademiden ayrılarak askerlerin desteklediği hükümette ekonomi bakanlığı görevine getirilmiştir. Bu faşist liderler, sivil diktatörlüklerini oturtmak için önce orduyu, yargıyı ve basını susturarak işe başlamışlardır. Susmamakta direnenler ise hapislere atılmış ya da sürgün edilmişlerdir. Bu son cümleler bize tanıdık gelebilir, çünkü sivil darbeler hep böyle yapılır.
7- Bugünü konuşmak adına şu soruyu sormak istiyorum, bugün Türkiye’de yaşanan süreçte bir sivil darbeden söz edilebilir mi?
60 yıl önceden ders alsaydık, bugün farklı konulardan söz ederdik. Bugün sosyal medyaya baktığımda şunu gördüm; Türkçe okunan ezanı Arapça’ya çevirdiği için Adnan Menderes idam edilmiş. Yukarıda anlattığım demokrasi dışı, hukuk dışı tutum ve davranışları görmeden, ezan konusunu gündeme getirmek basittir, kolaycılıktır. Bugün Adnan Menderes’e övgü düzenler, hiç 27 Mayıs 1960 öncesinden söz etmiyor, 1961 Anayasası’ndan söz etmiyor. Sanki ülkede her şey dört dörtlükken, demokrasi ve hukuk çok iyi işlerken, aradan 38 subay çıkıp, bunları yok etti, yönetimi ele geçirdi. Böyle bir durum yok. 38 subay yönetimi ele geçirince gerekli düzenlemeler yapılıp, en kısa bir sürede hemen seçimlere gidileceğini söyledi. Darbe olsaydı, uzun süre kalırdı yönetimde. Yukarıda Portekiz örneğini anlatmıştım.
Kullanacakları başka argümanları olmadığı için bugün ezan işine soyundular. Aslında işin özüne girmeden 27 Mayıs denince akıllarına idamlar geliyor. İdamların yanlış olduğunu söylemiştim ama bu idamların nasıl ve hangi koşullarda yapıldığını da bilmek gerekir. Silahlı Kuvvetler Birliği ile onun başkanı Cevdet Sunay’ı unutmamak gerekir. Ama Cevdet Sunay ile bu kafalar aynı görüşte olduğu için çok severler ve bunu görmek istemezler. Gerçekten ilginç toplumuz; demokrasi kültür, bilgi, birikim sonucudur; bunlar olmayınca böyle basitlikler oluyor.
Ülkemizde zamanın başbakanı “diktatörlük sivilin işi değildir” demişti. Ancak ülkemizde sistemli ve bilinçli bir şekilde sivil darbe uygulanmaktadır. Askeri vesayete son veriyoruz diyenler, sivil darbe yapmaktadırlar. Bir siyasi iktidarın, yasama, yürütme ve yargıyı kendine bağlayarak, hukuk dışı yasalar çıkartarak, her koşulda sürekli kendi istediğini yapmak için uğraşması, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşması ve kendilerine karşı olanları bir şekilde yargılayıp, susturması açıkça sivil darbedir. Elindeki siyasi gücü, rejimin kuralları dışına çıkartarak hukuksuz amaçlara yönelmek, hukuk dışı tutum ve davranışlarda bulunmak, sivil darbedir. Anayasa Mahkemesi’nin 2007 yılında verdiği kararla laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu kesinleşen AKP iktidarının, bu karara karşın ülkeyi yönetmesi tam anlamıyla bir sivil darbedir. Yani bugün Türkiye tam bir sivil darbenin kucağındadır diyebiliriz.
8- Adnan Menderes, Haziran 1960 tarihinde Sovyetler Birliğine gideceği için, ABD tarafından 27 Mayıs yaptırıldı deniyor. Bu konu hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Bu tarihi bilmeyenlerin, yanlış okuyanların ortaya attıkları gerçekle ilgisi olmayan bir bilgidir. 27 Mayıs, yolsuzluk bulaşan 27 Ekim 1957 tarihinde yapılan genel seçimlerden sonra çekirdek kadro kurularak hazırlanan planlı bir harekattır. Öyle 2-3 ay içinde kotarılan bir harekat değildir, çünkü emir-komuta içinde yapılmamıştır. Eğer ABD, bu işin içinde olsaydı her şey bir tarafa 1961 Anayasası gibi çağdaş ve özgürlükçü bir anayasa yapılabilir miydi, ABD buna izin verir miydi? 27 Mayısçıların Cumhuriyet Senatosu’nda yaptıkları konuşmalara bakın, sürekli ABD emperyalizmini yerden yere vurmuşlardır. Milli Birlik Komitesi Üyesi, Tabii Senatör Haydar Tunçkanat’ın yazdığı “Albay Dickson Raporu” , “İkili Anlaşmaların İçyüzü” , “Amerika, Emperyalizm ve CİA” adlı kitaplarla ABD’nin kirli emellerini ortaya koyanlar mı, 27 Mayıs’ın ABD tarafından yapılmasına alet olacaklar? İnsanlar bu kitapları bilmiyorlar; bu kitaplarda ABD’nin bütün kirli işleri ortaya konmuştur.
27 Mayıs 1960 sabahı radyoda okunan ihtilal bildirisinde “NATO’ya bağlıyız, CENTO’ya bağlıyız” sözleri vardı. Bu yüzden bazıları, 27 Mayıs ABD desteğiyle yapılmıştır diyorlar. Eğer bu söz olmasaydı, 24 saat içinde tüm dünya devletleri yeni yönetimi tanımazdı. Bunu anlamak gerekir.
ABD’nin yaptırdığı 12 Eylül 1980 darbesinin ürünü 1982 Anayasasına bakın, bir de 1961 Anayasası’na bakın aradaki farkı görün. ABD’nin 27 Mayıs’tan haberi olmamıştır. Çünkü yapılan anayasa ve getirilen yeni kurumlar bunun kanıtıdır. Ancak 27 Mayıs’tan sonra sisteme girmek için çabaları olmuştur ve sivil idareye geçince başarıya da ulaştığı söylenebilir.
Gerçek araştırmacı yazar, gazeteci ve aydınlanma savaşçısı Uğur Mumcu’nun sözlerini aklımızdan çıkarmamalıyız; “Biz sapına kadar Kemalist ve sapına kadar 27 Mayıs’çıyız. Atatürk’ü ve 27 Mayıs Devrimi’ni savunmak, devrimci aydının namus borcudur. Atatürkçü ve 27 Mayıs’çı olmayan bir devrimciyle alışverişimiz yoktur.”
Darbe ya da darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin hale getirmeleri gerekir. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran askeri darbelerin ve yaşadığımız sivil darbe sürecinin, haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, etkin olarak her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır. Bu yüzden ülkemizde gerçek demokrasi etkin ve egemen kılınmalı, hukukun üstünlüğü gerçek anlamda sağlanmalıdır. Sivil yönetimler demokrasiyi benimsedikleri ve hukuk ilkelerine bağlı kaldıkları zaman, darbe ortamlarının yaşanmadığını herkes görecektir. 27 Mayıs öncesinde eğer Demokrat Parti anayasa bağlı kalsaydı, yasalara, hukuka bağlı kalsaydı, o zaman sorun olmazdı. Baskıcı bir rejim uygulamasaydı bir sorun olmazdı. Demokrat Parti, aslına bakarsanız seçimle gelen bir parti diktatörlüğe doğru yol almıştır. İşte bütün bunları topladığınız zaman, 27 Mayıs 1960 askeri bir harekattır ama sonunda getirdiği kurumlarla, çağdaşlaşmayı, aydınlanmayı hedef almıştır ve bir devrim niteliğindedir.
(İzleyicilerden gelen sorular)
9- 14’ler olayından kısaca söz edebilir misiniz?
27 Mayıs 1960 İhtilali’ni yapan Milli Birlik Komitesi 38 subaydan oluşmuştu. Bu 38 kişiden bazıları özellikle Alpaslan Türkeş’in başında olduğu bir grup “biz hemen sivil yönetime geçmeyelim, 3-5 yıl biz kalalım, ülkeyi biz yönetelim” düşüncesindeydi. Diğerleri de “biz en kısa sürede gerekli düzenlemeleri yapalım, Anayasayı yapalım ve idareyi sivil yönetime bırakalım” düşüncesindeydiler. Bu iki grubun çatışması sonucunda Cemal Gürsel’in kararıyla 14 Milli Birlik Komitesi üyesi, komite üyeliğinden alınarak dış ülkelere göreve gönderildi. Olayın çok kısaca açıklaması bu şekildedir.
10- 27 Mayıs 1960 ile 21 Mayıs 1963 arasındaki fark nedir?
Yukarıda idamları anlatırken 13 Eylül 1961 tarihinde yapılan Milli Birlik Komitesi toplantısına Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları’nın da katıldığından söz etmiştim. Silahlı Kuvvetler Birliği adlı bir güç de işin içindeydi.  Ülkenin hemen sivil yönetime bırakılmamasını ve bütün idamların yapılmasını isteyen Silahlı Kuvvetler Birliği, askerlerin yönetimde kalmasını ve 27 Mayıs’ın yapmak istediklerinin gerçekleştirilmesini savunuyorlardı. Milli Birlik Komitesi’nin yapılması gerekenleri direktiflerle koymuştu örneğin Toprak Reformu gibi işlerin hepsinin yapıldıktan sonra idarenin sivillere bırakılmasını savunuyordu. Milli Birlik Komitesi’nde idamlar onaylandı ve daha sonra 15 Ekim 1961 tarihinde genel seçimler yapıldı ve sivil yönetime geçildi.
Harpokulu Komutanı Talat Aydemir’in başını çektiği bir grup ki bunlar Silahlı Kuvvetler Birliği olarak bilinmektedir, daha sonra 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 tarihlerinde iki darbe girişiminde bulundular. Bu darbe girişimleri sırasında İsmet İnönü başbakandı ve ilk darbe girişimi sırasında onlarla görüştü, hepsi emekli edildi ve affedildi. Ancak emekli olanlar yine bazı askerlerle ilişkilerini sürdürdüler ve 21 Mayıs 1963 tarihinde ikinci kez darbe girişiminde bulundular. Bunun sonucunda da hepsi yakalandı, yargılandı ve içlerinden Talat Aydemir ile Fethi Gürcan idam edildi. Bu olay çok uzun ve ayrıntılı ama kısaca böyle özetlenebilir.
11- “Our boys have done it” sözü 12 Eylül için edilmiş bir sözdür, 27 Mayıs için değildir. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nedir?
ABD Başkanı Jimmy Carter’ın salonda tiyatro seyrederken kulağına eğilip: “Bizim çocuklar işi başardı” (Our boys have done it) denildiği bilinmektedir. Bu olay 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen darbe ile ilgilidir. Soruyu soran arkadaşın da dediği gibi 27 Mayıs ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
12- 1961 Anayasası’nın dikkatinizi çeken olumsuz yönleri var mıdır?
Genelde bir olumsuzluk gözükmüyor. Bakın 1980 yılına gelindiğinde Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanlığı görevi sona erdi. Cumhurbaşkanlığı seçimleri için altı ay içinde onlarca tur seçim yapıldı ve cumhurbaşkanı seçilemedi. O zamanlar akıllara gelmemişti ama anayasada şöyle denebilirdi belki: “cumhurbaşkanı üç turda seçilemezse, parlamento feshedilip, yeniden seçimlere gidilir.”  Bazı olaylar yaşayarak ortaya çıkıyor yani kimsenin de aklına cumhurbaşkanının125 turda seçilemeyeceği gelmezdi. Belki bir olumsuzluk bu olabilir. Tabii anayasalar da zamanı gelince değiştirilebilir ama ileriye doğru olmalı bu değişiklik, geriye doğru olmamalı.
13- O günlerden bugünlere neler geldi, 1960’lardan 2020’lere gelindiğinde neler görüyoruz?
Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamı, 27 Mayıs’ı gölgelemiştir. İdam yanlıştı ama o yanlışın hangi şartlarda, nasıl yapıldığını anlattık. O gün Menderesler asılmasaydı, bugün 27 Mayıs herkes tarafından aydınlık ve özgürlük olarak değerlendirilecekti. Türkiye’nin en aydınlık ve en güzel yılları 1960-1970 arasındaki, 12 Mart 1971 muhtırasına kadar olan yıllardı. 1961 Anayasası’nın getirdiği aydınlık ortam ve sol bilinçlenme insanlara çok farklı değerler kazandırdı. 27 Mayıs’tan önce %60’larda olan okuryazar oranı, 20 yıl içinde %80-85’lere çıktı. Bu bir kültür birikimidir, toplum okuyan toplum oldu ve öğrendi. Bu katkılar sonucunda 27 Mayıs, toplumu ileriye götürdü. 12 Mart muhtırasını yapan Orgeneral Memduh Tağmaç “toplumda sosyal kalkınma hızla ilerlediği için bu darbeyi yaptık” demişti tabii ki ABD’nin desteğiyle. Dolayısıyla Türkiye’nin 1961 Anayasası’yla geçen yılları, ülkemizin altın çağlarıydı. Bu çok önemli ve bunu yaşayan herkes biliyor ama dillendiremiyor. Şöyle bir örnek vereyim: üç gün önce İyi Parti Genel Başkanı televizyonda konuşurken şöyle dedi: “27 Mayıs İhtilali’ne kadar babam paşacıydı, sonra Türkeşçi oldu”. Bugün konuşurken darbe diyor. Kendi aralarında 27 Mayıs İhtilal ama dışarıda, seçmenlerine karşı darbe. Bu ilginç bir olay, 27 Mayıs’tan sonra Adalet Partililer de 27 Mayıs’ın ne olduğunun farkındalar ama seçmene karşı savunamıyor, darbe diyorlar. Böyle bir ikiyüzlü olayımız var, işte bu yüzden bir arpa boyu yol alamıyoruz. Bugün 60 yıl sonra bunların konuşulmaması gerekirdi. Ama halen insanlar darbeden besleniyorlar. Niçin darbeden besleniyorlar? Çünkü kendi yaptıkları sivil darbeyi göstermemek için, 27 Mayıs’tan besleniyorlar.
14- Bazıları Anıtkabir’e gitmeyi bilmiyor ama Menderes’i anmaya gidiyor. Buna ne diyorsunuz?
İsim vermeyelim ama ne demişti birisi: Anıtkabir’de sap gibi ayakta durmaya gerek yok demişti. Ama şimdi gidip hep sap sap duruyor orada. Yani Atatürk o kadar büyük ki, herkes Atatürk’ün büyüklüğünü biliyor ama söyleyemiyorlar, dillendiremiyorlar. Bu ülkenin harcı, her şeyi, nereye bakarsanız bakın Atatürk’le ilgili. 27 Mayıs da Atatürk’ü yok edenlere karşı yapılmıştı; işte bu çok önemli.
Bugün gidip “demokrasi şehidi” diyorlar, “demokrasi yıldızı” diyorlar Adnan Menderes’e. Yani anlattım, hangisi demokrasi, hangisi yıldız? Menderes’in başka özellikleri de vardı, ben onları bu programda söylemek istemedim. O’na demokrasi yıldızı denmesine gerçekten çok rahatsız oluyorum çünkü demokrasiyi katleden birine demokrasi yıldızı denemez.
Ben size ve ADD Hildesheim’e çok teşekkür ediyorum. Çünkü Türkiye’deki çok önemli bir konuyu gündeme aldınız, böyle bir program yaptınız. Çok teşekkür ediyorum. Hepinize iyi günler diliyorum.
Azim ve Karar, 8 Haziran 2020.
Posted in CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, SİYASİ TARİH, TSK | Leave a comment

CEHENNEMİN KAPISINI KAPATACAĞIZ

BİRGÜN 27 mayıs 2023

Posted in MEDYA, Politika ve Gundem, SEÇİM - SEÇSİS | Leave a comment

28-MAYIS’TA “GİZLİ PLANLARI” BOZMAK TÜRK MİLLETİNİN ELİNDE

28-MAYIS’TA “GİZLİ PLANLARI”
BOZMAK TÜRK MİLLETİNİN ELİNDE

Orhan Kılıçoğlu

“YABANCILAR, AKP İLE KALICIDIRLAR!
YABANCILAR, GİTSİNLER Mİ, KALSINLAR MI?
BU SENİN ELİNDE VE GİTMELERİ
SANA BİR MÜHÜR BASIMI KADAR YAKIN!”
OYUNU VERMEDEN ÖNCE SON BİR KERE OKU!
SAKIN UZUN DEME, ÇOCUKLARININ IRZI,
NAMUSU VE GELECEĞİ ADINA OKU!
Evet son bir kere daha oku!
Çocuklarının, torunlarının istiklâl ve istikbâllerinin, iffet ve namuslarının ne denli tehdit altında olduğunu düşün ki, 28 Mayıs günü sandık başına gittiğinde, bu 13 Milyon sığınmacıyı yurdumuza sokarak, bizim paralarımızla Timur’un filleri gibi besleyip semirterek başımıza belâ eden ADAYA SAKIN HA OYUNU VERME!
Bu 13 Milyon yabancı, canlarını kurtarmak için savaştan kaçarak Türkiye’ye gelmediler. Bu iddia, tehlikenin boyutlarını gizlemek için Türk milletine söylenilmiş kuyruklu bir yalandır, aklımızla dalga geçmektir.
13 Milyon yabancı, kirli ve karanlık bir ABD- İSRÂİL- İNGİLTERE planı dâhilinde yurdumuza sokuldular ve ileride İÇ KARIŞIKLIKLAR başta olmak üzere çok yönlü olarak Türk Devletine karşı kullanılacaklardır. Görüldüğü üzere birçok İl ve İlçemizde hemen hemen nüfus çoğunluğunu sağlamak üzereler..
KİM BU SIĞINMACILAR?
Bu sığınmacılar, MUHACİR- ENSAR dümeniyle yurdumuza sokulmuş işgâl gücü askerleridir!
Bir kısmı, kendi milletine karşı ABD’nin safında savaşıp kendi kardeşine ihanet etmiş askeri eğitimli militanlardır!
Bir diğer kısmının geldikleri yere bakılırsa, Suriye’nin doğusu ve Halep çevresidir. Peki, buralarda kimler yaşıyordu ve niçin oraları terk edip Türkiye’ye geldiler? 1915 Van İsyanını sonrasında tehcir edilen Ermeniler, Halep ve Suriye’nin doğusuna iskâna tâbi tutuldular. Yâni bugünkü sığınmacılar arasında çok sayıda Ermeni bulunmaktadır.
DAHASI DA VAR!
Eskiden Hakkârı bölgesinde yaşayıp, Suriye’nin bu bölgesine kaçan Nesturiler de var. 1915 ve 1924’te iki kez isyan ettiler ve isyanları bastırılınca Suriye’ye ve Musul’a kaçtılar. Onlar da sığınmacı adı altında Türkiye’ye geldiler. Sığınmacıların içinde çok sayıda NESTURİ- KELDANİ- ASURİ de bulunmaktadır.
SIĞINMACILAR İÇİNDE NE KADAR ERMENİ VAR NE KADAR NESTURİ VAR.
Şu an Türkiye’de 13 Milyondan fazla sığınmacı var. Bunların kaç tanesi Ermeni ve Nesturi bilinmiyor, daha doğrusu bilenler biliyor da söylenmiyorlar. Bu sığınmacılar Hatay- Adana- Gaziantep-Kahramanmaraş hattında yoğunlaştılar, hatta Kilis’te nüfus çoğunluğunu elde ettiler bile! Buralar önemli çünkü bu bölgelerde tarihte yaşanmış Ermeni isyanları var, Ermeni çeteleri vardı!
KİRLİ KÜRESEL PROJE!
Bunların KİLİKYA, ASUR gibi ayrı bir devlet kurma emelleri var!
Bunların arkasında İNGİLTERE- ABD- İSRAİL- AB- RUSYA var!
13 Milyon sığınmacının hiçbirinin geri dönme gibi bir niyetleri yok.
Zaten dönmemeleri için ekmek elden su gölden beslenmektedirler.
AKP’nin de bu 13 Milyon sığınmacıyı geri gönderme gibi en küçük bir niyeti yok ama, 28 Mayıs’ta yapılacak seçim dolaysıyla ‘’Geri gönderebiliriz’’ gibisinden konuşarak milletimizin gazını almaktadır.
Memleketlerin doğum oranları 3.4 iken, bizim vatanımızda 5. 8 e yükseldi.
Bu doğum hızıyla sığınmacıların nüfusları daha da artacak ki zaten birçok yerde Türk nüfusun önüne geçmeye çok az bir sayı kaldı. Bu gidişle çok kısa bir zaman sonra Yerel Yönetimleri çok kolayca ellerine geçireceklerdir.
Daha sonra ise “BURASI BİZİM ATA TOPRAKLARIMIZDIR” diyerek AB’nin mahkemelerinde dava açıp bu toprakların kendilerine verilmesini istemeleri mutlaktır. 2004 tarihinde İKİZ YASALAR TBMM‘den bu günler için geçirildi!
EY MİLLETİM UYUŞTUN!
KALK, AYIL VE TORUNLARININ IRZ VE NAMUSLARININ AKIBETİNİ DÜŞÜN!
1. Dünya Harbi’nde İngilizlerin kirli planı gereği olarak Türkiye’nin doğu bölgesinde ERMENİ, KÜRT, bir de NESTURİ devleti kurulması kararlaştırılmıştı.
İkinci Dünya Harbi sonunda Stalin Projesi, Kürtlerin desteğinde bu Ermeni ve Nesturi çeteleriyle Akdeniz’e inmek ve Ortadoğu’da at koşturmak planına dayanıyordu.
Şimdi bugüne bakıldığında, Birinci ve İkinci Dünya harbinde gerçekleştirilemeyen İngiliz ve Rus planlarının yeniden hayata geçirilmek istendiği görülüyor. AKP, bunlar için bulunmaz bir fırsat oldu.
BÜTÜN BUNLAR YALAN İSE;
O zaman AKP çıksın, Türk milletine (85 Milyona) bunun aksini anlatsın!
BOP Projesinin Eşbaşkanları bunun aksini anlatamaz, anlatmasına da imkân yoktur. Çünkü bu uluslararası boyutta, ABD- İSRÂİL- İNGİLTERE eksenli örtülü bir İŞGÂL HAREKÂTIDIR!
BU KİRLİ OYUNU, BU İŞGÂL PLANINI,
TÜRK MİLLETİNE KARŞI KURULAN BU TUZAĞI BOZMAK SENİN ELİNDE!
YABANCILAR, AKP İLE KALICIDIRLAR!
YABANCILAR, GİTSİNLER Mİ, KALSINLAR MI?
BU SENİN ELİNDE VE GİTMELERİ SANA BİR MÜHÜR BASIMI KADAR YAKIN!
28 MAYIS GÜNÜ MİLLET İTTİFAKI ADAYINA VERECEĞİN BİR OY, SANA BÜYÜK BİR NEFES ALDIRIRKEN, DİĞER TARAFTAN DA ÇOCUKLARININ, TORUNLARININ, İSTİKLÂL VE İSTİKBÂLLERİNİN, İFFET VE NAMUSLARININ SELÂMETİNE OLACAKTIR.
İdrak kabiliyetine sahip, olayları iyi okuyabilen,
aklıselim insanlar için 28 Mayıs günü bir kurtuluş günüdür.
28 Mayıs günü herkes;
Irzını,
Namusunu,
Geleceğini,
İstiklâl ve istikbalini,
Haysiyet ve şerefini,
Hanımının, bacısının ve gelininin iffetini,
Komşu kızının safiyetini,
Gelecekte doğacak olan kız torununun bekâretini,
Kendi karakterini ve izânını oylayacak,
Ve dahası insanlığını test edecek.
Bu seçim, Erdoğan veya Kılıçdaroğlu’nu seçme meselesinin çok ötesinde, Başkanlık ve diktatörlük sistemine son vermek ve 13 Milyon yabancının istilâsından kurtulma meselesidir.
Sözlerim, akıllı, karakter ve yüksek ahlâk sahibi, milleti ve geleceği adına iffet ve namus, İstiklâl ve istikbâl endişesi taşıyanlaradır. Bu özelliklerden mahrum olanlara sözüm yok, çünkü sözden almazlar.
Şimdiden hayırlı olsun.
Selam ve sevgiler,
sağlıklı uzun ömürler dileğiyle Allah’a emanetsiniz.

26 Mayıs 2023
Orhan Kılıçoğlu
Posted in Politika ve Gundem, SEÇİM - SEÇSİS | Leave a comment