UZAK DENİZLERDEN LİMANLARDAN HİKAYELER * BİR DENİZCİNİN ARDINDAN…

BİR DENİZCİNİN ARDINDAN…

Sabri Çağrı Sezgin /  17 Mart 2016

İnsanların ölüme verdiği tepkiler her çağda ve her kültürde aynı olmuştur: Giden geri gelmez, anılarda yaşar… Eski insanlar ölümün dönüşü olmayan bir yolculuk olduğuna inanıyorlardı ve her yolculuk da ayrılık anlamına gelmekteydi. İnsanlık tarihinin en eski geleneği olan cenaze merasimleri de işte bu yolculuk fikrinden doğmuş, tarih boyunca farklı inanç ve kültürlerin etkisinde şekillenerek dini bir takım ritüellere dönüşmüştü. Dini ritüeller, bir anlamda yolculuğa hazırlık aşamasıydı ve ölenlerin öbür dünyada yollarını bulabilmeleri için yapılıyordu; ancak pratikte önemli bir sorun vardı: Bir çok kültürde tapınaklar ve kutsal yerler karadaydı; peki uçsuz bucaksız denizin ortasında ölenlere ne yapılacaktı? Bu noktada denizdeki uygulama, karadaki uygulamalardan oldukça farklıydı; denizde ölen denizcilerin ardından özel cenaze merasimleri düzenlenirdi. Eski bir denizci geleneği olan bu merasimler, toplumdan topluma değişiklikler gösterse de hep aynı amaca hizmet ediyordu: Denizde ölen yoldaşları onurlandırmak…

Denizcilerin uyguladıkları cenaze merasimlerinin kökeni Antik Mısır, Yunan ve Roma uygarlıklarına kadar dayanmaktadır. Antik Mısır, Grek ve Roma uygarlıklarında geleneksel cenaze ritüellerinin yanı sıra denizde ölenler için özel merasimler de düzenlenmekteydi. Yunanlılar öldüklerinde Hades’in yeraltı dünyasına gittiklerine inanıyorlardı; buraya girmek içinse önce iki alemi ayıran Acheron Nehrinden geçmeleri gerekiyordu. Ölenleri karşıya Charon adında bir kayıkçı taşır, bu hizmeti için kendisine para ödenirdi; bu nedenle Yunanlılar ölülerini gömmeden önce gözlerine kayıkçıya verilmek üzere iki adet sikke yerleştirirlerdi. Deniz kazasında boğulan denizciler içinse kayıkçıya verebilmeleri için gemilerde ana yelkenin altında bir miktar para saklanıyordu.
Vikingler, ölen denizcilerin yanı sıra gemileri için de cenaze merasimi düzenlemekle ünlüydüler. Bu merasimler genellikle karada gerçekleştiriliyordu, ömrünü tamamlayan gemiler çoğunlukla yakılarak külleri denize saçılır veya bir höyüğün altına gömülürlerdi. Viking efsanelerinde de gemilerin tutuşturulup dalgalar ve alevler tarafından yok edilmesi için denize bırakıldığını anlatılmaktadır.
Viking geleneklerine göre ölen bir şef gemisiyle birlikte yakılırdı. Gemiye şefin öbür tarafta ihtiyaç duyabileceği herşey; silahları, yiyecek, içecek ve kurbanlık hayvanlar da konuyordu.
Ortaçağda tek tanrılı dinlerin etkisiyle denizde gerçekleştirilen cenaze merasimlerine bazı kısıtlamalar ve düzenlemeler getirilmişti. Katolik Avrupa’da ölülerin yakılması ve küllerinin denize atılması kesinlikle yasaktı. Bu uygulama pagan inancıyla bağlantılı görülüyordu, ayrıca ölüye saygısızlık ve ruhun ölümsüzlüğüne inançsızlık olarak yorumlanıyordu. Kilise normal defin işlemlerini tercih ediyordu; cenazeler mümkünse karaya getirilmeli ve kilise mezarlığında gömülmeliydi. Ancak istisnai durumlarda küllerin gömülmesi koşuluyla cenazelerin yakılmasına, denizde boğulma durumunda ise ölünün tabutla denize atılmasına izin verilirdi.Fransız ve İspanyol denizciler dini kaygılardan dolayı yoldaşlarının cenazelerini karaya çıkana kadar geminin ambarında bekletmeyi tercih ediyorlardı; İngilizler ise denizde ölen denizciler için ayrıntılı cenaze ritüelleri geliştirmişlerdi.
Anglikan Kilisesi bu konuda daha esnekti: bir denizci öldüğünde gemi durdurulur, cenaze yelken bezine sarılarak dikilir ve uygun bir şekilde ağırlık bağlanarak denize atılırdı. Kraliyet donanmasında eski donanma personelinin külleri bir kap içerisinde denize atılıyordu, küllerin denize serpilmesi ise tercih edilmezdi. Birçok Protestan denizci denize gömülmeyi tercih ediyordu, bu amaçla din adamları tarafından küllerin saçılacağı kutsanmış deniz sahaları bile oluşturulmuştu.

Yelken çağında denizde ölenlerin cenazeleri yelken bezine sarılarak dikilir ve ayaklarına ağırlıklar bağlanarak denize bırakılırdı.
Yahudi inancına göre ölen birinin hemen toprağa gömülmesi gerekiyordu ve denizin altındaki cesetler gömülmemiş kabul edilirdi. Bu yüzden denizde ölen denizcilerin cenazeleri karaya ulaşıncaya kadar saklanırdı; ancak cenazelerin saklanması mürettebatın sağlık açısından risk taşıyorsa, sonradan gerekli önlemleri alarak çıkarmak şartıyla denize bırakılabilirdi.
İslam inancında da ölülerin toprağa gömülmesi tercih edilirdi, ancak eğer kişi denizde ölür ve cesedinin çürümeden önce karaya getirilmesi mümkün olmazsa cenazenin denize bırakılmasına izin verilirdi. Ölünün ayaklarına ağırlık bağlanır ve cenaze denize atılırdı. Bu işlem için çoğunlukla ceset parçalarını leş yiyicilerin hemen yiyemeyeceği sular tercih edilirdi. Başka bir yöntemde de denizde ölen kişi cesedinin şişmesini önlemek için iki kalas arasına sıkıca bağlanır ve bu şekilde denize atılırdı. Bu şekilde sahile ulaşan cenaze, müslüman veya gayrimüslüm halk tarafından bulunur ve yüzü kıbleye dönük şekilde gömülürdü.
Yolculuklar uzadıkça denizde ölüm olaylarında da artış yaşanmaya başlanacaktı. Ölümlerin büyük bir çoğunluğunun nedeni C vitamini eksikliğinden kaynaklanan iskorbüt hastalığıydı; bunu veba, kolera, dizanteri, tifo, sarı humma gibi salgın hastalıklar takip ediyordu. Cenazeleri gemide bekletmek çoğu zaman ölümcül hastalıklara davetiye çıkarmak anlamına geliyordu, özellikle tropikal bölgelerde hızlı bir şekilde çürüyen bedenler mürettebatın sağlığı için ciddi bir tehlikeydi.
Mir’at-ı Zafer ve Sirağ-ı Bahr-i Birik isimli fırkateynlerimizin 1850 yılında Britanya’yı ziyareti sırasında şehit olan 23 bahriyelilinin mezarları. Denizcilerimizin çoğu kolera salgınında şehit olmuştu. Mezarları Porstmouth’un batısındaki Gosport kasabasındadır.
Cenazeleri karaya ulaşana kadar bozulmadan saklamanın tek yolu cesedi özel karışımlarla tahnit etmekti. Tahnit yöntemleri antik çağlardan beri biliniyordu ancak oldukça zahmetliydi ve sıradan denizcilerin gündelik yaşamda bu yöntemi uygulayabilmesi mümkün değildi. XIX. yy ortalarında cenazeleri bozulmadan korumanın bir diğer yolu ise onları buz içinde saklamakla mümkündü, bu yöntem o dönemlerde buz ticareti yapan gemilerde sıklıkla kullanılmaktaydı.
Yelken çağında cenazeler, çoğunlukla bir kefen içerisine konarak dikililirdi, son dikişi cesedin burnundan geçirmek yaygın bir adetti. XIX. yy’da ölen bir denizcinin hamağı genellikle kefeni olarak kullanılıyordu. Kefen içine dikilen cenaze uygun bir şekilde batması ve yüzerek karaya ulaşmaması için kurşunla ağırlaştırılır; ardından ilk önce ayakları suya gelecek şekilde denize bırakılırdı. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Britanya kolonilerinde cenazeler, yelken bezine sarılarak top gülleleriyle ağırlaştırılıyordu. Savaş zamanlarında da barış zamanlarında olduğu gibi aynı prosedürler geçerliydi. Ancak çok özel durumlarda tahnit yöntemlerine başvurulduğu da oluyordu; mesela Trafalgar Deniz Savaşında ölen Lord Nelson’un bedeni 2 ay boyunca kafur ve mür karıştırılmış brendi ve şarap ispirtosu içinde bekletilmişti. Bu yöntem herhalde oldukça başarılı olmuştu ki, bedeninin İngiltere’ye getirildiğinde hala mükemmel durumda ve tamamen esnek olduğu söylenir.
Cenazenin denize bırakılmasından önce güvertede gemi kaptanının yönettiği bir dini tören yapılıyordu. Tekmil tayfanın merasim komutuyla toplanmasının ardından gemi durdurulur ve sancağı yarıya indirilirdi. Cenaze ayak tarafı denize gelecek şekilde uzun bir kalasa yerleştirilir, dini vecibelerin yerine getirilmesinin ardından kalas eğilerek ceset denize bırakılırdı. XVIII. yy’da yerliler tarafından öldürülen ünlü kaşif Kaptan Cook’un cenazesi de bu şekilde kefen içine dikilerek görkemli bir merasimle denize bırakılmıştı.
15 Nisan 1912’de Titanic Faciasının ardından kurbanların cenazelerinden bir kısmı CS Mackay-Bennett gemisinden törenle denize bırakılmıştı.
XX. yy başlarında havacılığın gelişmesiyle birlikte ölen denizcilerin cenazelerini karaya nakletmek mümkün hale gelecek; ancak teknik yetersizliklerden dolayı bu uygulama uzun bir süre yaygınlık kazanmayacaktı. II. Dünya Savaşında denizde ölen donanma personelinin cenazeleri çoğunlukla güvertede gerçekleştirilen cenaze merasiminin ardından denize bırakılıyordu. O dönemlerdeki sınırlı imkanlardan dolayı cenazeler tabuta konmadan yelken bezleri içerisine dikilip taş veya top mermileriyle ağırlaştırılarak denize indirilirdi.
Cenazeler tabuta konmuşsa üstü sancakla sarılarak uzun bir kalasın üzerine yerleştirilir, komutla birlikte kalas eğildiğinde tabut sancağın altından kayarak denize inerdi. Cenazenin indirildiği yerde 3 pare top atışı yapılır ve borazanla ti sesi çalınarak saygı duruşunda bulunulurdu; bu merasimin ardından da gemi seyrine devam ederdi. Cenaze merasiminde kullanılan sancak katlanarak daha sonra ölen denizcinin ailesine veya yakınlarına verilmek üzere saklanıyordu. Bu gelenek, sonradan birçok ülkenin donanmasında uygulanan standart bir uygulama haline gelecekti.
26 Kasım1944 tarihinde USS Intrepid’in güvertesinde gerçekleştirilen cenaze merasimi. II. Dünya Savaşı sırasında ölen denizcilerin cenazeleri kefenlere sarılarak denize bırakılmıştı
Günümüzde cenazelerin hava yoluyla karaya nakledilmesi veya soğuk hava depolarında muhafazası mümkün hale geldiğinden, cenazelerin denize bırakılması uygulaması artık bir zorunluluk haline gelmekten çıkmıştır. Bu özel uygulamaya ancak ölen kişinin vasiyeti veya cenaze sahiplerinin talebi halinde başvurulmaktadır; bir takım yönetmeliklerle belirlenen uygulamanın esasları ise ülkeden ülkeye farklılıklar gösterir:
– Avustralya karasularında çevre koruma yasasına göre denize cenaze bırakmak özel izinlere tabidir ve ölenlerin küllerini denize serpmek yasaktır. Cenaze tahnitlenmez ve tabuta konmaz, sadece ağırlık bağlanmış bir kefen içine dikilebilir.
– İngiltere’de ölen denizcinin külleri denize serpilebilir, ancak defin işlemi bir tabut içinde yapılmalıdır ve ancak yasalarla izin verilen üç mevkide gerçekleştirilebilir.
– ABD’de birçok eyalette cenazenin yakılarak küllerinin serpilmesi herhangi bir kurala tabi değildir, ancak tabut veya kefen içerisinde gerçekleştirilecek defin işlemleri karadan en az 3 deniz mili açıkta ve 600 feet derinlikte olmalıdır.
Bugün dünyanın dört bir yanında denizde ölen askeri ve sivil denizcilerin anısına düzenlenen özel merasimlerle denizciler, ebedi sonsuzluğa yelken açan yoldaşlarının aziz hatıralarını saygıyla anmaktadırlar. Kaybolan denizcilerin cenazelerine ulaşmanın mümkün olmadığı durumlarda ise olayın meydana geldiği mevki yakınlarına çiçekler bırakılması yaygın bir denizci geleneği haline gelmiştir.
Ülkemizde de görev başında şehit olan donanma personelinin cenazeleri, güvertede silah arkadaşları tarafından yapılan özel bir merasimin ardından memleketlerine nakledilerek askeri törenle şehitliklere defnedilmektedir. Naaşlarına ulaşılamayan şehitlerimizin anısına da her sene kazanın gerçekleştiği mevkiide (Dumlupınar Faciasının yaşandığı Nara Burnu açıklarında olduğu gibi) denize çelenk bırakılarak anma törenleri yapılmaktadır.

 
This entry was posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *