GERÇEKLER * Meydanlarda Tarihi çarpıtanlara inanmayın * 12 ADALAR NASIL KAYBEDİLDİ

EGE DENİZİNDE 12 ADALAR NASIL KAYBEDİLDİ

Naci Kaptan / 27.08.2020
12 ADALAR
Astypalaia – İstanbulya
Halki – Herke, Hereke, Herkit
Kalymnos – Kilimli, Kelemez
Karpathos – Kerpe
Kasos – Kaşot, Çoban
Kos – İstanköy
Leros – İleriye, İleryoz
Nisyros – İncirli
Patmos – Batnaz
Rhodes – Rodos
Symi – Sömbeki
Tilos – İlyaki, İlleki, Papazlık, Piskopi, İlkil
Konum olarak Akdeniz’de yer almakla birlikte On İki Ada grubuna bağlı olan Meis Kastellórizo/Megisti – Meis, Kızılhisar

12 Adaları kaybetmemizin temel nedeni Osmanlı’nın donanmaya gereken önemi vermemiş olmasıdır. Padişahlar donanmadan çekindikleri için gemileri senelerce Haliç’e hapsederek denize, eğitime çıkmalarını yasaklamışlardır. Osmanlı bu nedenle denizlerde güç sahibi olamamış ve denizden gelen düşman tehditlerine karşı kıyı kentlerimiz korunaksız kalmıştır. Bu süreç içinde İtalyan donanması Ege Denizinde tehdit haline gelmiş ve hatta İtalyan Gemileri Çanakkaleyi dahi bombalamıştır.
Bu da güçlü bir donanmanın varlığının ve MAVİ VATAN kavramının önemini gösteriyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan meydanlara çıkarak 12 Adaların Lozan’da verildiği yalanını söylüyor. Gerçekler ise şöyle;
Sultan V. Mehmed
Mehmed Reşat ağabeyi II. Abdülhamid döneminde, veliahtlık yapmasına rağmen, Dolmabahçe Sarayı’nın Veliahtlık Dairesinde kapalı hayat yaşamak zorunda kaldı. Veliaht olduğu için devamlı kontrol altında tutuluyordu. Seyrek olarak Balmumcu Çiftliği’ne gitmesine izin verilmekteydi. Ama başkalarıyla görüşmesi ve İstanbul’da gezinmesi yasaklanmıştı. Gözlerinin mavi olduğu Mehmed Reşat’ın kendine nazar değdireceğinden korkan ağabeyi II. Abdülhamid onunla karşı karşıya görüşmekten kaçınmış olduğu belirtilmektedir.
31 Mart Olayı ardından 1909’da, II. Abdülhamid Meclis-i Milli tarafından tahttan indirildi ve 65 yaşında olan Veliaht Reşad Efendi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin desteğiyle tahta çıkartıldı. Saltanat adı olarak, asıl adı olan “Reşad” değil, “Mehmed” adının kullanması kararlaştırıldı. Sultan V. Mehmed’in padişah olduğu süreç içinde İtalyan’lar Trablusgarp’ı işgal etti.
Trablusgarp Savaşı devam ederken Balkan Savaşı’nın çıkması üzerine, Osmanlı İmparatorluğu İtalya Krallığı’ndan barış istemek zorunda kaldı. Barış antlaşması, İsviçre’nin Lozan şehrinin Leman gölü kıyısında yer alan Uşi semtinde imzalandı. Yapılan antlaşma gereğince, Trablusgarp ve Bingazi’ye tam bir özerklik tanındı. Osmanlı İmparatorluğu, buradaki askerlerini geri çekecekti. Bu İtalya’ya, Trablusgarp ve Bingazi’yi serbestçe işgal edebilme fırsatını veriyordu.
Buna karşılık İtalya, elinde tuttuğu Rodos ve çevresindeki On İki Ada’yı bir süre sonra Osmanlı İmparatorluğu’na geri verecekti. Ancak adaların Osmanlı İmparatorluğu’na teslimi hiçbir zaman gerçekleşmedi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra da adalar Yunanistan’a verildi.
UŞİ Antlaşması (İtalyanca: Trattato di Losanna (18 Ekim 1912), İtalya Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Trablusgarp Savaşı sonunda imzalanan antlaşmadır. Bu antlaşma İtalyan tarihinde Trattato di Losanna yani Lozan Antlaşması olarak geçmektedir. “Ouchy” Lozan’ın bir semtidir. Türkiye tarihinde 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile anlam karışmasını önlemek için Uşi (Ouchy) Antlaşması olarak anılmaktadır.
Uşi Antlaşması’nın başlıca maddeleri şunlardı:
Trablusgarp ve Bingazi’ye tam bir özerklik tanındı. Trablusgarp ve Bingazi, yeni bir kanun ve özel düzenle yönetilecektir. Trablusgarp ve Bingazi’de Osmanlı Devleti’nin çıkarlarını, padişah adına naibü’s-sultan olarak tayin edilen bir görevli koruyacak, dini ve adli işler, padişah tarafından seçilecek kadılar eliyle yürütülecekti. Kadı ve Naibü’s-Sultan’ın maaşları, Osmanlı maliyesince ödenecekti. İtalya On iki Ada’yı geçici olarak elinde tutacak, Osmanlı İmparatorluğu Balkan Savaşlarında bu adaları savunamayacaktı.
SONUÇ
12 Adalar Sultan 5. Mehmed zamanında UŞİ ANTLAŞMASI ile İtalyanlara verilmiş fakat bu antlaşmanın gerekleri İtalyanlar tarafından uygulanmayarak 12 ADALAR Yunanistana devredilmiştir. Uşi Antlaşması hükümlerine göre 12 Adaların Türkiye’ye iade konusu diplomatların ve hukukçuların yorumuna açıktır.
Ege Denizindeki 18 adamızın AKP hükümetinin iktidarda olduğu süreç içinde Yunanistan tarafından işgal edilmesine rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan meydanlara çıkarak gerçekleri saklamakta ve bu adaların işgaline sessiz kalmaktadır.
Ha 12 adaları veren Sultan V.Mehmed, ha 18 adayı veren Recep tayyip Erdoğan, aralarında bir fark yoktur. Partili cumhurbaşkanı Erdoğan öncelikle kendi iktidarı sürecinde Yunanistan’a neden 18 adayı verdiğini açıklamalıdır.
Sultan V.Mehmed ne yaptı ise, Erdoğan da aynısını yapmaktadır. Yunanistanın adalarımızı işgal etmelerine karşı sessiz kalmıştır.
Naci Kaptan

12 Adalar Elimizden Nasıl Çıktı?

Sermet Atacanlı -Emekli Büyükelçi – Aralık 2019
“12 Adalar” Ege Denizi’nin güney doğusunda yer alan bir grup adaya verilen isimdir. Bunlar “12 Adalar” olarak tanımlanmakla birlikte, sayıları aslında 12’den biraz daha fazladır. 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun tartışılmaz bir parçası olan bu adalar 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı ile birlikte elimizden çıkmıştır.
Şunu da kaydedelim; 12 Adalar’ı Ege’nin daha kuzeyinde yer alan Sakız, Sisam, Midilli, İkaria, Limni, Semadirek vs gibi diğer Doğu Ege adaları ile karıştırmamak gerekir. Bunların pek çoğu 1912-1913 Balkan Savaşları sonucu kaybedilmiştir.
Şimdi gelelim 12 Adalar’ın özet hikâyesine:
Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi öncesi neredeyse 300 yıldır bir duraklama ve gerileme sürecine girmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılın ortalarından itibaren artık Avrupa’nın “hasta adamı” konumuna düşmüş ve dönemin büyük devletleri çökmekte olan bu imparatorluğun mirasını nasıl paylaşacakları konusunda aralarında anlaşamadıkları için, adeta sun’i olarak ayakta durmaktadır. Bu arada fırsatını bulanlar da sürekli olarak Osmanlı’dan toprak kopartmaktadırlar.
Mısır ve Kıbrıs’ın hukuken olmasa da fiilen İngilizlerin eline geçmesi, Fransızların Tunus’a, Avusturya’nın Bosna’ya el koyması böyle olmuştur. Osmanlı’nın eski topraklarında yeni devletler kurmuş olan bazı ülkeler de bu furyada yer almışlardır. Türk tarafı için büyük bir yenilgiyle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı Balkanlarda bize epey toprak kaybettirmiştir. Girit adasının Yunanistan’a geçme süreci de yine 19. yüzyılın sonlarında hız kazanmıştır.
O sıralarda ulusal birliğini yeni tamamlayan ve İngiltere, Fransa ve Almanya gibi dönemin emperyalist devletlerinin politikalarına özenmekte olan İtalya 1911’de Trablus’u işgal etmeye başladı. Burada düzenli bir Osmanlı ordusu bulunmadığı gibi, devletin bir ordu gönderecek gücü ve imkânı da yoktu. Sadece, tarihimizde çok iyi bilindiği üzere, aralarında Mustafa Kemal Bey ve Enver Bey’lerin de olduğu bir grup subay Libya’daki mahalli güçleri İtalyan işgaline karşı örgütlemek amacıyla bölgeye gitmişlerdi.
Trablus’da savaş sürerken İtalyanlar Meis dışında kalan 12 Adaları da işgal ettiler. Hatta İtalyan donanmasına bağlı savaş gemileri Çanakkale Boğazı’na kadar gelerek Boğaz kıyılarını bombaladı. Ne yazık ki Osmanlı Devleti’nin Ege’de buna karşı koyabilecek bir deniz gücü mevcut değildi. 12 Adalar’ın kaybedilmesi süreci de böyle başladı.
Türk-İtalyan Savaşı 18 Ekim 1912 tarihinde İsviçre’deki Lozan kentinin Ouchy semtinde imzalanan ve “Ouchy (Uşi) Antlaşması” ya da “Birinci Lozan Antlaşması” olarak bilinen anlaşma ile sona erdi. Buna göre Osmanlı Devleti Libya’daki askerlerini geri çekecek, bölge özel bir statüye konulacak, karşılığında İtalyanlar da işgal ettikleri 12 Adalar’ı geri verecekti.
Bununla birlikte Uşi Antlaşması sonrası gelişmeler farklı biçimde cereyan etti. İtalyanlar Trablus’daki mahalli güçlerin arasında hâlâ bazı Osmanlı subayları bulunduğu bahanesiyle bu adaları bırakmadılar. Bizim bakımımızdan çok hazindir ki, Osmanlı Hükümeti de konunun bu şekilde sürüncemede kalmasına göz yumdu; zira İtalyanlar geri çekilirse Ege’deki deniz hâkimiyetini elinde tutan ve zaten fırsat kollayan Yunanların bu adalara kolayca el koyup yerleşecekleri çok güçlü bir ihtimal idi.
Bu bakımdan, Osmanlı Hükümeti Ege’deki deniz gücü dengesinin değişebileceği ümidiyle bir süre beklemeyi tercih etti. Ama bu beklenti de boşa çıktı; hemen arkasından patlak veren Balkan Harbi 12 Adalar’daki İtalya lehine statükonun devamı sonucunu getirdi. Buna ek olarak, Yunan donanması Balkan Harbi’nde orta ve Kuzey Ege’deki diğer adaları da Osmanlı’nın elinden kolayca kopartıp aldı. Osmanlı Hükümeti’nin bu “oldu bitti’lere karşı Avrupalı ülkeler nezdinde diplomatik planda yürüttüğü çabalar bir sonuç vermedi; yine kısa bir süre sonra başlayan Birinci Dünya Savaşı ise konuya çok farklı bir boyut getirdi. 12 Adalar böylece İtalyan işgalinde kaldı.
Türk İstiklal Savaşı sonrası imzalanan 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nın 15. maddesi ile bu fili durum hukuken de tescil edildi; 12 Adalar İtalya egemenliğinde kaldı. Ekleyelim ki aynı antlaşma ile Türkiye Mısır (ve hatta Sudan) üzerindeki tüm haklarından vazgeçmiş (Madde 17) ve Kıbrıs’taki İngiliz egemenliğini tanımıştır (Madde 20). Yani bu adalar ve topraklardan Lozan’da bahsedilmiş olması sadece “malumun ilamı” olmuştur. Zira tıpkı Mısır ve Kıbrıs gibi 12 Adalar da artık zaten bizim değildi.
12 Adalar’ın statüsü İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar böyle sürmüştür. Savaş sonunda ise 10 Şubat 1947 tarihli Paris Antlaşması ile savaşın mağlubu İtalya adalardan çekilmiş ve adalar savaşta galiplerin safında yer almış olan Yunanistan’a devredilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı ve sonrası süreci sırasında 12 Adalar Türkiye tarafından geri alınabilir miydi, bu sırada Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün politikası neydi… Bu konu epeyce bir süreden beri tartışma konusu yapılır ve İnönü’ye fevkalade haksız eleştiriler yönetilir. Bu eleştirilerin bir kısmı kötü niyetlidir; iflah olmaz İnönü düşmanlarından kaynaklanır. Bu kesime cevap yetiştirmeye çalışmak beyhudedir; bunlar Atatürk’e de düşmandırlar ve doğrudan saldıramadıkları Atatürk’e İnönü üzerinden yüklenmek gibi bir strateji izlerler.
Öte yandan, konunun art niyet olmaksızın, akademik bir bakışla ve daha objektif olarak ele alınıp tartışıldığı da görülmektedir. Bu çerçevede, İkinci Dünya Savaşı sırasında 12 Adalar’ın Türkiye’ye önerildiği, ya da bu konuda Türkiye lehine fırsatlar doğduğu, ancak İsmet Paşa’nın buna karşılık “çekingen” davrandığı iddiaları mevcuttur.
Bu bağlamda şu hususları belirtmek uygun ve yararlı olacaktır:
Savaşın başlamasıyla muharip iki tarafın lideri konumundaki ülkelerden İngiltere ve Almanya Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa çekmek için büyük çaba harcamıştır. Churchill’in bu konudaki girişimleri (Adana ve Kahire görüşmeleri) dönemin çok iyi bilinen kilometre taşları arasındadır. Cumhurbaşkanı İnönü Churchill’in bu girişimlerine tarihi kişiliği ve devlet adamı vasfına uygun bir stratejiyle ustaca mukabele etmiş, savaşların yıkımını en yakından bilen bir kişi olarak Türkiye’yi toplamda 55 milyon insanın öldüğü, ülkelerin ve şehirlerin harap olduğu bu felaketin dışında tutmuştur.
Kuşkusuz ki İnönü, o siyasi konjonktürde, birer Türk azınlığının bulunduğu ikisi hariç tutulursa nüfusları tümüyle Yunanlılardan oluşan 12 Adalar’ın Türkiye’ye verilmesinin gerçekçi bir gelişme olamayacağını, bunun maliyeti çok yüksek bir maceradan öteye geçmeyeceğini takdir edebilecek deneyim ve basirete sahipti. Kaldı ki İngilizlerden de bu yönde, yani “savaşa girme karşılığı 12 Adalar” biçiminde bir öneri ya da ima vaki olmamış, Churchill’in zihninde başlangıçta mevcut bu yöndeki bazı düşünceler İngiltere’deki diğer devlet birimlerinin itirazı nedeniyle hiçbir zaman somutlaşmamıştır.
Gelelim Almanya’ya… Geçtiğimiz haftalarda bir televizyon programında bir akademisyen tarafından “Başbakanlık Hususi Kalemi”nde bulunan bir belgeden bahsedildi. Buna göre 1943 yılı Eylül ayında Ankara’daki Almanya Büyükelçiliği’nin bir istihbarat görevlisi, o tarihte Türk İstihbarat Örgütü’nün başında bulunan Naci Perkel’i ziyaret ediyor ve şunları söylüyor:
“Sefirimiz Von Papen bana şunları söyledi: Karargâh-ı Umumi’den (Genel Karargâh’tan) bir telgraf aldım ve bu telgrafta ‘Adaları Türklere teslim etmek istiyoruz. Kendileriyle konuş, bu teklifimizin kabul edilip edilmeyeceğini bize bildir’ deniyor”.
Başbakan Şükrü Saraçoğlu durumu hemen o sırada Kars’da bir yurt gezisinde bulunan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye bildiriyor ve talimat istiyor. İnönü’nün cevabı şöyledir:
“… Adaları kayıtsız ve şartsız kullanmak üzere alabiliriz. Yoksa bu yüzden İngilizlerle Yunanlılarla ihtilafa giremeyiz”.
Şimdi bu yazışmayı nasıl yorumlayacağız, nasıl bir sonuca varacağız? Belge yayımlamak yetmez; belgeleri bağlamından koparmadan, içinde bulunduğu tarihi, sosyolojik ve stratejik ortamın şartlarını dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Tarih 1943 yılının sonu. Savaşın seyri artık Almanların aleyhine dönmeye başlamış. Almanlar yavaş yavaş son kozlarını oynamaya çalışıyorlar. Son bir gayretle Türkiye’yi savaşta kendi yanlarına çekmek istiyorlar. İşgal ettikleri, ellerinde artık daha fazla tutamayacaklarını anladıkları adaları bu amaçla sözüm ona Türkiye’ye öneriyorlar.
Sanki bu önerinin -eski tabirle- bir “kıymet-i harbiyesi” var… Sanki İngilizler ve diğerleri yenilmekte olan Almanya’nın bu çocukça hamlesini kabul edecekler… Sanki İsmet Paşa gibi neler görmüş geçirmiş, Yemen’den Birinci Dünya Harbi’ne, İstiklal Savaşı’ndan Lozan’a her türlü imtihanı yüz akıyla arkasında bırakmış, Atatürk gibi bir strateji dâhisinin “rahle-i tedrisinden” geçmiş bir büyük devlet adamı bu oyuna gelecek… Sanki 12 Adalar’ı geri almak gibi biraz tarih ve uluslararası ilişkiler bilgisi olan, dönemin konjonktürünü okuyabilen herkesin “realizm”le yakından uzaktan ilgisi bulunmadığını tespit edeceği bir macera uğruna Türkiye’yi Almanların yanında savaş cehennemine sürükleyecek…
İnönü’nün Başbakan Saraçoğlu’nun mektubuna verdiği kısacık cevap bütün İkinci Dünya Savaşı boyunca izlediği politikanın da adeta bir özeti gibidir. İki tarafı da doğrudan karşısına almamak, onlarla diyalogu koparmamak, bir satranç oyuncusu gibi birkaç hamle sonrasını önceden görebilmek, maceralara itibar etmemek ve Türkiye’yi kesinlikle bu savaşın batağından uzak tutmak…
Bu politika başarıya ulaşmıştır. Henüz 20 sene önce 10 yıllık yıpratıcı bir savaş sürecinden çıkmış olan ülke, Cumhurbaşkanı İnönü’nün dirayetiyle önüne serilen tuzaklara düşmemiş ve yeni ve çok daha yıkıcı bir savaştan uzak tutulmuştur.
Savaş sonrası Müttefikler ile İtalya arasındaki barış antlaşması görüşmelerinin yapıldığı 1947 Paris toplantısına Türkiye’nin davet edilmemesini, Türkiye’nin de bu yönde bir talepte bulunmamış olmasını da aslında aynı realist bakış açısıyla değerlendirmek gerekir. Daha 23 yıl önce Lozan’da Ege’deki adalar meselesi de dahil olmak üzere Türkiye’nin neredeyse tüm taleplerine karşı çıkan, İsmet Paşa’ya her konuda en büyük muhalefeti yapan İngiltere’nin, Churchill’in bütün çaba ve ısrarlarına karşın savaşa bile girmemiş olan Türkiye’ye Paris’de 12 Adaları “hediye” edeceğini düşünmek ne kadar doğru olurdu?
http://www.ismetinonu.org.tr/12-adalar-elimizden-nasil-cikti/

EGE ADALARI HAKKINDA Yusuf HALAÇOĞLU’ndan “DERS NİTELİĞİNDE” BİLGİLER
12 adaları 1912 de verdik …..Nerede mi Lozan şehrinin Ouchy semtinde .
Meydanlarda Lozan’da adaları verdik deyip, “oku” emrinden uzak güruhun meydanlarda “Lozan’da verdik” deyip algı yaratması bundan. Araştırmayan halk da, “ulan savaşı kazandık, adaları verdik” e inandırıldı…
Osmanlı Devleti, bugün 12 Adalar olarak bilinen adaları İtalya’ya bırakıyor. Sene 1912, Uşi Anlaşması’dır bu gördüğünüz anlaşma. İtalya’ya bırakıyor fakat geçici olarak. Anlaşma şartlarına uyulduğu takdirde adalar tekrar Osmanlı Devleti’ne geri verilecek. Fakat şartlara uyum sağlanmıyor. Bu yüzden 3 yıl sonra yani 1915’te Londra’da bu konu gündeme geliyor ve Londra Paktı denilen anlaşmada bu adaların tamamı İtalya’ya bırakılıyor. Bakınız itiraz eden hiçbir padişah yok. Hiç sultan yok. Adaları İtalya’ya bırakmakla kalmıyorlar aynı sene bir de Çanakkale Boğazı’na dayanıyorlar ve Çanakkale Savaşı’nı yapıyoruz.
Yani 12 Adalar önce Uşi’de, sonra da 1915 yılında Londra’da İtalya’ya verilmiştir.
Osmanlı temsilcilerinden biri Rumbeyoğlu Fahreddin Bey’dir. Bu adam kim mi? Türk milleti bir milli mücadele verirken, Kuvayı Milliye’yi kurmuşken, bu adam Kuvayı Milliye’nin karşısına Damat Ferit’in kurduğu Kuvayı İnzibatiye ile çıkan adamdır ve Yunan ordusunun yanında olmuştur. Savaş kazanılınca sürgün edilenlerin arasında yer almıştır. 12 Adaları İtalya’ya bırakan heyetin içerisinde bu adam vardı.
Şimdi asıl olaya gelelim… *Uşi Anlaşması’nın ismini aldığı Uşi, Lozan şehrinin bir semtidir. Bu yüzden 1912’de imzalanmış olan Uşi Anlaşması, İtalyan tarihinde Lozan Anlaşması olarak geçer. Fakat bizim bildiğimiz yani 1923’te imzalanan Lozan Barışı ile bu anlaşma birbirine karıştırılmasın diye bu anlaşmaya Uşi denmiştir.*
İşte arkadaşlar sahte kiralık tarihçiler, yani Kadir Mısıroğlu, Armağan ve çetesi, bu durumdan faydalanıyor ve *12 Adaların Lozan Anlaşması’nda gittiğini söylüyorlar.*
Halbuki o Lozan başka, bu Lozan başka. Ne yazık ki bunu bütün millete yutturdular ve böylece milletimizi Lozan barışına düşman ettiler.
*Bizim bildiğimiz Lozan Anlaşması’nda ise bilakis Ege’de birçok ada Türkiye’ye geçmiştir*.
Türkiye’ye Lozan Anlaşması ile geçen bu adalar ise, son 10 yılda Yunanistan’a bırakılmıştır.
Bugün Yunan papazların mangal yaptığı Ege adaları, uluslararası anlaşmaya göre halen daha Türklerindir…
Umulur ki bol bol paylaşılır, gruplara atılır, milletimiz bilgilendirilir…
*Yusuf Halaçoğlu*
This entry was posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, Tarih, YUNANİSTAN - EGE SORUNU. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *