TOPLUMA SORGULAMAYAN İSLAMCILIK DAYATILIYOR * İslamcılık ve deprem: Bilim mi, kader mi?

İslamcılık ve deprem: Bilim mi, kader mi?

BİRGÜN – Can Serhat Halis – 17.02.2023

Devletin on binlerce insanı göçük altında ölüme terk edişi; kurtarma, yardım, organizasyon gibi konularda yetersiz ve isteksiz oluşu, sıradan yurttaşı şaşkınlığa ve öfkeye sevk etti.

Depremden sağ kurtulanlar; günlerce çadır, yemek, ısıtıcı, tuvalet, su gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması için beyhude bir şekilde devleti bekledi. Ancak iş beklendiği gibi olmadı, devlet uzun süre ortalıkta görünmedi; afetzedeler, devreye giren STK’lar ve bölgeye gelen yurttaşların yardımlarıyla hayata tutunabildi.
İşin daha da tuhafı, sadece kurtarma ve yardım konusunda değil, bölgedeki asayişi sağlama konusunda da devlet yetersizdi. Yağmalar, hırsızlıklar, lümpen çetelerin işkence görüntüleri, gruplar arası çatışmalar, linç edilerek öldürülen insanlar… Kısacası afet bölgesinden, apokaliptik filmlerde rastlanacak görüntüler akmaya başladı.
Bilimsel tedbir
Bilimsel perspektife sahip bir devlet, bu alanda yıkımın önüne geçecek kudretli adımlar atabilirdi. Ancak ortada böylesi bir yıkımın yaşanmasına mani olacak, bilimsel önlemleri alacak bir devlet yok.
Bugün devlet aygıtları siyasal islamın bayraktarlığını yapan neferlerle doldurulmuş durumda. Neredeyse devletteki tüm kadrolar, iskambil kağıdı dağıtır gibi, yandaş İslamcılara dağıtıldı. Bu da “rant” ve “bilim karşıtlığı” gibi iki ana ayağa sahip bir mekanizmayla karşı karşıya kalmamıza neden oldu. Bu yazının sınırlı hacmi içinde bunun nedenlerine değinmeyeceğiz; ancak “rant” ve “bilim karşıtlığı”nın siyasal İslam’ın en temel iki belirleyeni olduğunu vurgulamadan geçemeyiz.
Bu anlamıyla, depreme dayanıksız binaların varlığı siyasal İslam düzeninde kaçınılmaz bir şey. Çünkü burada inşaat baronlarının ve badem bıyıklı taşra müteahhitlerinin kâr hırsı, insan hayatından daha kıymetli.
Kader ve  mucize edebiyatı
“Kader” retoriğiyle örülmüş bir inanç eksininde hareket eden İslamcılık, depremlerin bir tür ilahi dokunuş olduğuna inanıyor ve kitleyi de buna inandırıyor. Tarikatlar eliyle milyonlarca kişi “kaderlerine boyun eğdirilmiş” durumda. Bu bağlamda İslamcı yönetim, bilimsel bir tedbir almak yerine, çoğu zaman olayı akışına bırakmayı yeğliyor.
Böylesi bir anlayışın sonucunda ise, tedbir almayanların, deprem bölgesinde tekbir diye bağırdıklarını görüyoruz.
Depremden kurtarılmış bir insanın hayatı boyunca unutamayacağı bir travmaya neden olabilecek her türden ilkel tavırla karşılaştık kurtarma adı altında yürüyen faaliyetlerde: Tekbir diye bağıranlar, kurtarma sırasında kavga eden farklı ekipler, enkazdan çıkarılmış küçük kız çocuğunu tiktok canlı yayınında kendi şovuna malzeme yapan herifler, göçük altından çıkarma işini kameraların gelmesini bekleyerek erteleyenler…
Bilimin yolu mu, dinciliğin pençesi mi?
Bu depremde gördük ki; bilimle hemhal olmuş pek çok devletin envanterinde çok sayıda teknolojik cihaz var. Bu cihazlar; enkaz altındakilerin yaşayıp yaşamadığını, kalp atışlarını ve duruş şekillerini gösteriyor. Türkiye’deki ekipler ise ellerinde demir makasıyla yıkıntılar üzerinde “sesimi duyan var mı” diye bağırıyor.
Üstelik İslamcılar, on binlerce insanın ölümünü görmezden gelip, onlar içerisinden sadece birkaç yüz kişinin göçük altından kurtuluşunun ilahi bir yardım olduğuna inanıyor. Bu yolla iktidar, kendi üzerindeki sorumluluğu da azaltmak istiyor. Kader ve mucize edebiyatıyla kitleleri efsunlamaya yeltenmeleri boşa değil.
Kader diyerek, bebeklerin göçük altında kalmasının, önceden çizilmiş ilahi bir planın parçası olduğunu anlatmaya çalışan insanların yönetimde yer aldığı bir ülkedeyiz. 21. yy’da hâlâ insanları, ilk çağ mitolojileriyle, orta çağ masallarıyla kandırmaya çalışıyorlar.
Artık metafizik hurafelerle kaybedecek zamanımız yok. Sadece devletin değil, toplumun da bir karar vermesi gerekiyor; bilimin yolunda mı, dinciliğin pençesinde mi yaşayacak?
This entry was posted in DİN-İNANÇ, İrtica, YOBAZLIK - GERİCİLİK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *